30 Nisan 2011 Cumartesi

Nurculuk - Neda Armaner E-Kitap

 Nurculuk - Neda Armaner

Nur risalelerinde İslâm nasları ve sünnet akidesiyle bağdaştırılmayan diğer bir husus da, ebcet hesabıyla âyet ve hadisleri sayıya vurarak mânalar çıkarmasıdır.

(Sikke-î tasdik-i Gaybî, s. 85). “Secde sûresinin ikinci ayetinin bir kısmı (Tenzil-ül-Kitap) kelimelerini cifir rakamlarına vurursak bunun risalei nurun ismine, şeddeli (nun) bir (nun) sayılmak cihetiyle gayet ciiz-î bir farkla, tevafuk edip remzen bakar; kendine kabul eder.

Çünkü tenzil ül-kitap kelimesi 951 ederek risale-î nur’un rakkamı olan 948‘e sırlı üç farkla tevafuk noktasından bakar “.

Ve yine Kuran’dan nurculuk lehine ahkâm çıkarılıyor:

Sadaka nasıl kaza ve belâyı def ediyorsa risale-i nur ‘un da gelecek kazayı, belâyı 20 senedir defettiğini aynel-yakın ispat eden üstadı ekremimiz
efendimiz hazretleri…” lafları uzayıp gider (Asay-ı Musa, ss. 73-75).
http://rapidshare.com/files/44289210...r-Nurculuk.rar

Dr. Necip Hablemitoğlu -Köstebek e titap

 Dr. Necip Hablemitoğlu -Köstebek

Yıl 1925. Ulu önder Mustafa Kemal Atatürk, "Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler ve meczuplar memleketi olamaz..." diyor.

Yıl 2002. Dr. Necip Hablemitoğlu, "Türkiye Cumhuriyeti, şeyhler, dervişler, müritler ve meczuplar memleketi olma yolunda, devrimlerden dönüş sürecinin sancılarını yaşıyor..." diyerek endişelerini dile getiriyor, bulgularını ortaya koyuyor:

"Yeni binyılın şeyhlerinin, dervişlerinin, müritlerinin ve meczuplarının amaçlarının da değiştiği gözlemleniyor. Artık amaç, bir şeriat devleti kurmak değil. Şeriat, iktidarı, parayı, her türlü gücü ele geçirmenin sadece simgesel, klişeleşmiş adı. Mürtecilik yani gericilik de artık salt dinsel anlamda kullanılmıyor."

"Bunlara karşı olmak, onaylamamak artık yetmiyor... Her gerçek kamu görevlisinin mağdur olma pahasına, elini taşın altına koyması; devletimizin, tam bağımsızlığımızın geleceği açısından inisiyatif kullanırken canının yanmasını, bedel ödemesini göze alması gerekiyor. Çoğunluk seyrettikçe, mücadele etmek yerine mücadele eder gibi yaptıkça, faraza Fethulllah Gülen'den, Müslüm Gündüz'den, Metin Kaplan'dan daha çok cesur ve namuslu olmadıkça, bilelim daha çok Asteğmen Kubilaylar, Uğur Mumcular, Ahmet Taner Kışlalılar, Bahriye Üçoklar, Muammer Aksoylar, aramızdan yitip gidecekler."

"Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler ve meczuplar memleketi olamaz; en doğru, en hakiki tarikat, tarikat-ı medeniyedir; medeniyetin emir ve talep ettiğini yapmak, insan olmak için kâfidir..."
- Mustafa Kemal Atatürk

"Necip Habletimoğlu ne yaptı? Bize yabancıların oyunlarını anlattı. Yabancılarla işbirliği yapan yerli hainleri tanıttı. Tek ışıklı yolun Atatürk yolu olduğunu gösterdi. (...) Bizlere düşen görev Hablemitoğlu'nun yolundan yürümek, bayrağını daha ilerilere götürmek ve hainlere fırsat vermemektir."
-Nuh Mete Yüksel
(Arka Kapak)

Köstebek - Dr. Necip Hablemitoğlu

http://rapidshare.com/files/36052216/kostebek.rar

İlhan Taşcı - Bir AKP Belge'seli: Maskesiz Soygun

İlhan Taşcı - Bir AKP Belge'seli: Maskesiz Soygun

"Simit ve su satarak 'tüccar siyaset'e başlayan Tayyip Erdoğan'ın malvarlığını nasıl katlayıp, milyon dolarlara ulaştırdığı belgelerle gözler önüne seriliyor. İktidarı döneminde şirketlerinin sorunlu olabilecek ekonomik geçmişini ak'layan Başbakanın hisselerinin bir buçuk yılda yüzde üç bin değer kazanmasının sırrı, belge'sel olup akarken, AKP'nin kabine üyeleri hakkında hayali ihracattan toplu gümrük kaçakçılığına, sahte fatura düzenlemekten vergi kaçakçılığına kadar uzanan suçlamalar...

Tarikat-siyaset-ticaret üçgenindeki ilişkiler ağıyla şekillenen iktidarın devlete yalan bilgi vermekle suçlanan bakanını, resmi kurumların gizli yazışmasına iş takibi yaptığı notu düşülen kabine üyesini, terörist'le buluşmaya ev sahipliği yapan danışmanını tanıyacaksınız.

Yolsuzlukla savaşın söylemiyle yola çıkan ama kendi döneminde yolsuzluk markası alidibo'yu yaratan iktidarın başbakanının, bakanlarının, kardeşler, çocuklar, enişteler, damatlar ve yandaşların ekonomisinin hızla gelişip serpilişinin dünden bugüne öyküsünü belgelerle okuyacaksınız."
-İlhan TAŞCI-

http://rapidshare.com/files/44289193...siz_Soygun.rar

http://hotfile.com/dl/79629398/5daa7...N_TAI.rar.html

29 Nisan 2011 Cuma

TÜRKİYE ÇÖKÜŞE GİDİYOR, YURDUNU SEVEN HERKES BU GİDİŞE “DUR” DEMELİ… - ALİ ERALP

TÜRKİYE ÇÖKÜŞE GİDİYOR, YURDUNU SEVEN HERKES BU GİDİŞE “DUR” DEMELİ…
Hilenin, hurdanın, üçkâğıtçılığın girmediği bir kurum, bir yer kaldı mı Türkiye’de? Normal işleyen bir kuruluş var mı?
Balık baştan kokuyor… Tuz kokuyor…
Vatandaş neye, kime güveneceğini şaşırdı.
Önceleri “Türkiye emperyalizm ve uşakları tarafından kuşatıldı” diyorduk. Şimdi artık, “Türkiye tüm kurumları ile teslim alındı” diyoruz.
Yargı siyasallaştı. Bağımsız yargı diye bir şey kalmadı. İktidara yandaş olan yargıçlar ve savcılar ödüllendiriliyor. Yasaları uygulayanlar, emir eri olmayanlar ise cezalandırılıyor.
Devletin ve Milli Eğitimin “milli”si kaldırıldı, sadece eğitimi ve devleti kaldı. Onu da tarikatçılar yönlendiriyor.
Üniter Türkiye Cumhuriyeti, “Türk-Kürt Federe Devleti” olma yolunda.
AKP’nin ve ABD’nin “Kürt Açılımı”ndan sonra PKK iyice pervasızlaştı. Küstahlaştı.
İçi insan dolu otobüslere saldırıyorlar. Çoluk çocuk, yaşlı genç demeden içindekilerle birlikte kamu mallarını yakmaya çalışıyorlar. İşyerlerine Molotof kokteyleri atıyorlar. Yangınlar çıkarıyorlar. Bayrağımızı çiğniyorlar. Köylerde, kentlerde, yollarda kimlik kontrolleri yapıyorlar.
Taşları bağladılar, itleri salıverdiler.
Hak arayan işçilere, memurlara, öğrencilere aslan kesilen hükümet, PKK eylemlerini sadece seyrediyor. Hatta son PKK direnişinde emniyet güçleri, Aksaray’a kadar sessiz sedasız onlara eşlik etti. Onlarla birlikte yürüdü. Sonradan giderek azgınlaşan, yoldan geçen bebekli kadınlara bile zarar vermeye başlayan saldırganlara bir iki engelleme girişiminde bulundular, o kadar…
PKK kalkışması karşısında asker de sessizliğini, suskunluğunu koruyor. Çünkü ordumuz etkisiz bir konuma düşürüldü. Tarafsızlaştırıldı. Kurtuluş Savaşında yedi düvele karşı koyarken, tek komutanını esir vermeyen silahlı kuvvetlerimizin 30 generali, yüzlerce emekli, muvazzaf subayı esir alındı. Yargılanıyorlar.
“Taraf” olmayan TÜSİAD “bertaraf” edildi. Şimdi o da hükümetle birlikte Türk-Kürt federe devletinin anayasasını hazırlamak için kolları sıvamış durumda.
Sözün özü, Türkiye, tüm kurumları ve varlığı ile çöküşe gidiyor… Parçalanıyor, bölünüyor. Yurdunu seven herkes bu gidişe “dur” demelidir. 12 Haziran’da kimsenin “Ben partileri protesto ediyorum” gerekçesi ile oy kullanmama veya tatil yapma lüksü olamaz. Vatan için, namus için herkes görevini bilmeli, görevini yapmalıdır.
Halk ozanı Serdari’nin dediği gibi, “Nesini söyleyeyim canım efendim, Gayri düzen tutmaz telimiz bizim, Arzuhal eylesem deftere sığmaz, Omuzdan kesilmiş kolumuz bizim…
“Zenginin sözüne belî (Güzel) diyorlar, Fukara söylese deli diyorlar, zamane şeyhine veli diyorlar, gittikçe çoğalır delimiz bizim…”
“Veli” diyerek “Zamane şeyhini” işbaşına getiriyorlar, ona makam-mevki veriyorlar, o da yetkilerini tarikatçılar, cemaatçiler için kullanıyor. Aldığı görevi yüzüne gözüne bulaştırıyor.
Kopyacılığı, hırsızlığı engelleyip eşit, adaletli sınavlar gerçekleştirerek; çalışan, emek harcayan öğrenciyi koruması gerekenler, şifreleme yöntemi ile bizzat kendileri yandaşlarına soru cevap servisi yapıyorlar.
Peki, böyle bir uygulama ve emek hırsızlığı karşısında öğrenciler haklarını aramasınlar mı? Olup bitene koyun sürüsü gibi sessiz sedasız bakıp, kaderlerine rıza mı göstersinler? Böyle bir ortamda direnmek, yolsuzlukları protesto etmek onların en doğal hakkı değil midir? Bu emek vurgunu karşısında öğrencilerin isyan etmesi, hak araması analarının ak sütü gibi helal değil midir?
Öğrenciler ve aileler şu yoksulluk ortamında dershanelere verdiği paraya mı yansınlar, harcadıkları emeğe ve zamana mı yansınlar, yoksa geleceklerinin çalınmasına mı?
Böyle bir olay karşısında Başbakanın soruşturma açtırıp, gerçekleri ortaya çıkarması gerekirken, sınav hırsızlığını protesto eden, direniş yapan gençlere “Kalkarız onların karşısına 5 bin, 10 bin tane genci koyarız” deme hakkı var mıdır?
Gün geçmiyor ki yeni bir sınav karmaşası, yeni bir sınav hırsızlığı yaşanmasın şu ülkede? Bir tek yetkili “Ne oluyor” diye çıkıp soruyor mu? Araştırıyor mu?
Milli Eğitim Bakanı hâlâ yerinde duruyor. ÖSYM Başkanı hâlâ makamında oturuyor ve pişkin tavırlarla gazetecilere demeçler veriyor. Heykeller yıkılıyor, sanatçılar bıçaklanıyor, Kültür Bakanı sıkı sıkı sarılmış koltuğuna, bırakmıyor. Oysa uygar ülkelerde bu türden skandallar hükümetleri götürür.
Tüm devlet yetkilileri “tatmin olduklarını” söyleyip, gençlere veryansın ediyorlar. Tehditler savuruyorlar. Sanki o şifreleme işini öğrenciler yaptı.
Ayrıca soruşturması süren bir yargıya müdahale etmeleri, yön vermeleri de işin cabası.
“Görevli ve emekli 163 personelin tutukluluk halinin devamını anlamakta güçlük çekiyoruz” diye Genel Kurmay’ın komutanlarına arka çıkan bir bildiri yayınlaması yargıya müdahale sayıldı. İktidarı, muhalefeti, liboşu, tarikatçısı ona cephe aldı. Ama Cumhurbaşkanının, başbakan ve bakanların YGS sınavı konusunda “tatmin olduk” demeçleri görmezlikten gelindi.
Genel Kurmayın bildirisine “yargıya müdahale” gerekçesiyle kuduz köpekler gibi saldıran liboşlardan bu “tatmin olduk” yorumlarına çıt çıkmadı… Şifreleme konusunda tek söz söylemediler.
Yandaşlara, yalakalara, liboşlara sesleniyoruz: Bu devran böyle devam etmez. Bu böyle gitmez. Her nimetin bir külfeti, her çıkışın bir inişi vardır. Sonsuza dek AKP arkanızda olmayacaktır. Olamayacaktır.
Sizin de hesap vereceğiniz günler gelecektir. Bunu hiç aklınızdan çıkarmayın.
Ancak o gün geldiğinde sizler de bugünkü yurtseverler gibi başı dik, onurlu, davasına inanmış, mert bir duruş sergileyebilecek misiniz? Ne dersiniz?
Ama hainlerin böyle bir duruş sergilediğini şimdiye dek tarihler yazmadı.
Ali ERALP

FETTULLAH GÜLEN NUR ile NAKŞÎ CEMAATİNE TUZAK MI KURDU? - ERDAL SARIZEYBEK

FETTULLAH GÜLEN NUR ile NAKŞÎ CEMAATİNE TUZAK MI KURDU?

Baştan söyleyelim, bizim tüm inanç farklılıklarına saygımız vardır, amacımız kimseyi, kim cemaati eleştirmek değildir.
Ancak sorulan soruda ciddiyiz ve yeniden soruyoruz; Nur cemaatinden olan Fettullah Gülen Hocaefendi, Nur ve Nakşibendî cemaatine ve ona bağlı kardeşlerimize tuzak mı kurdu?
Bu soruyu neden sorduk?
Çünkü bu işte bir iş var, Gülen cemaatinin destekleyip iktidara taşıdığı AKP siyasetinin temel taşları Nur tarikatından değil, Halid-i Bağdadi Nakşî cemaatindendir, ABDULLAH Gül gibi, Recep Tayyip Erdoğan gibi, Bülent Arınç gibi.
Nur cemaatinin Bediuzzeman’ı Said-i Nursi, Nakşibendî Piri ise Buhara’da doğan ve Türk soyundan gelen Muhammed Bahaüddin Nakşibend’dir. Osmanlı İmparatorluğu’nun da resmi tarikatı olan Nakşibendîlik zaman içerisinde ve Mevlanalar eliyle değişime uğramış, Osmanlı’nın son dönemlerinde Iraklı bir Kürt olan Mevlana Halid-i Bağdadi eliyle, Nakşibendîlik “HALİDİLİK KOLU” adı ile tüm Anadolu’ya yayılmıştır.
Günümüzde Fettullah Gülen ve cemaati Nurcu, O’nu destekleyenlerin birçoğu ise Nakşî cemaatindendir.Öyle ya AKP siyasetini destekliyorsanız ve bu destekle AKP’yi iktidar yapıyorsanız, AKP’nin izlediği iç ve dış siyasetin, sizin de dünyaya ve Türkiye’ye bakış açınızla bir olması gerekmektedir.
Bu durumda Nur ve Nakşî cemaatinden olan kardeşlerimizin öz be öz siyasetinin, AKP’nin izlediği siyasetle örtüşmesi gerekmektedir.
Peki, öyle midir?
Yani AKP siyaseti, bizim Nurcu ve Nakşî kardeşlerimizin siyaseti midir? Bunu nasıl anlayacağız? AKP’nin son dokuz yılda izlediği siyaset nedir ve bu siyaset bizim kardeşlerimizin siyaseti olabilir mi?
Bunu anlayabilmek için şu iki soruya cevap bulmamız şarttır:
SORU 1:
SORU 2: AKP’nin temel taşlarından olanların bağlı olduğu “Nakşibendiyye-i Haliddiyye” cemaatinin Halifesi Halid-i Bağdadi’nin son iki yüzyılda izlediği siyaset, Nurcu ve Nakşibendî kardeşlerimizin siyaseti olabilir mi?
Bu iki soruya doğru bir cevap bulabilirsek, Fettullah Gülen Hocaefendi’nin hem Nurcu hem de Nakşibendî kardeşlerimizin temiz din duygularını suistimal edip etmediği de ortaya çıkmış olacaktır.Türkiye kardeş kavgasının eşiğine getirilmiştir. Habur açılımıyla PKK’ya halk desteği verilmiş, bunun sonucunda Türkiye bir ayaklanma tehdidiyle karşı karşıya getirilmiştir.
2. Türkiye Halkı Türk- Kürt diye, Alevi-Sünni diye ayrıştırılmaya başlanmıştır. Bildiğiniz üzere, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye Halkı’na Türk Milleti denir. Bir olan bir millet, bir olan bir bayrak, bir olan dil, bir olan vatan ikiye bölünme tehdidi ile karşı karşıya getirilmiştir. Binlerce yıldır kardeş olan insanlarımız ayrıştırılamadığı için çatışma riskiyle başa başa kalmıştır.
3. Ülkemizin kaynak yönetimi ve ekonomi yönetimi yabancıların kontrolüne geçmiştir. Özelleştirme ve yabancı sermaye laflarıyla Türkiye’nin yer üstü ve yer altı kaynaklarının birçoğu, kendisine Haçlı Ordusu ya da Bizans’ın çocukları denilen Hıristiyanlara satılmıştır.
4. Dinler arası diyalog laflarıyla kiliseler açılmış, adına Misyonerlik denilen Anadolu’da Hıristiyanlık çalışmaları almış başını gitmiştir. Misyonerlik üzerine akademik çalışma yapan aydınlarımız dahi, Prof. Dr. Zekeriya Beyaz gibi, kod adı Ergenekon olan bir soruşturmaya konu edilmiş ve evleri aranmıştır.
5. Zeki ve fakir çocuklarımız birer birer elimizden alınmakta ve zihin yapıları değiştirilmeye çalışılmaktadır, Osmanlı’da bunun adı devşirmedir.
6. İnsanlarımız yabancı bankalar eliyle borçlandırılmış, çiftçinin EGE ve Trakya’daki toprakları yabancı bankaların ipoteği altına girmiştir.
7. İnsanlarımız gittikçe yoksullaşmakta ve nefes alamaz hale getirilerek gerçeği görmesi engellenmektedir.
Önce ilk soruya cevap bulmaya çalışalım…
AKP’nin son dokuz yılda izlediği siyaset nedir ve bu siyaset bizim kardeşlerimizin siyaseti olabilir mi?
Bakın AKP’nin izlediği dokuz yıllık iç siyasetin sonucuna:
1.
Siz de biraz düşünürseniz, tarafsız gözle, vicdanınızla baş başa kalarak, sağduyunuz sesini dinleyerek düşünürseniz, bu saydıklarımın üç beş katı ilaveler yapabilirsiniz, hem de daha kara bir tablo çizebilirsiniz…
Gelelim dış siyasetine AKP’nin…
Bu dış siyaseti net ve açıkgözle görebilmek için soru soralım ve birlikte cevap verelim:
Soru: Kıbrıs’ı Rumlara verelim mi? , ama AKP, 2004 yılında AB ile anlaşma imzaladı ve Kıbrıs Rum Kesimi’ni devlet olarak tanıdı.
HAYIR
Soru: Barzani’ye Kürt Devleti kuralım mı? ama AKP, Barzani’yi tanıdı ve O’na yatırım yapıyor.

Soru: Kerkük’ü ve petrollerini Barzani’ye verelim mi?
ama AKP, Barzani’nin Kerkük’ü işgaline razı oldu.
HAYIR,
HAYIR,
Soru: İsrail’in Gazze’deki katliamlarına göz yumalım mı? , ama AKP, Mavi Marmara Olayı ile İsrail’e göz yumdu.
HAYIR
Soru: Azerbaycan’ı Ermenilerin insafına terk edelim mi?, ama AKP, Ermenilerle İsviçre’de anlaşma imzaladı, üstelik “Türkler soykırım yapmadı” demenin suç sayıldığı İsviçre’de.
HAYIR
Sizin de yürekten HAYIR dediğiniz bu soruların tamamına AKP siyaseti EVET diyor ve bu yolda yürüyor, bunu görmememiz için hepimizin kör olması gerek…
Başta sorduğumuz soruya dönelim, soru neydi: AKP’nin son dokuz yılda izlediği siyaset nedir ve bu siyaset bizim kardeşlerimizin siyaseti olabilir mi?
Bu siyaset bizim olamaz kardeşlerim, çünkü bizim kardeşlerimiz vatanını satmaz ve çocuklarını ateşe atmaz, ama AKP satıyor ve atıyor, bu yüzden bu siyaset bizim olamaz,
Fettullah Gülen Hocaefendi bu siyaseti desteklese de, bizim kardeşlerimiz bu siyaseti desteklemez artık, destekleyemez!
En başta, buna hakkı yok, bu vebalin altından kimse kalkamaz, öbür dünyada, Allah’ın huzurunda kimse bunun hesabını veremez. Unutmayınız ki baş başa kalacağız hesap günü ve o gün kimse yanımızda olmayacak, herkes yaptıklarının hesabını verecek…
Gelelim ikinci soruya…
AKP’nin temel taşlarından olanların bağlı olduğu “Nakşibendiyye-i Haliddiyye” cemaatinin Halifesi Halid-i Bağdadi’nin son iki yüzyılda izlediği siyaset, Nurcu ve Nakşibendi kardeşlerimizin siyaseti olabilir mi?
Bir bakalım şu siyasete…
Mevlana Halid-i Bağdadi’nin Türkiye’de en önemli Halifesi Seyit Taha Hazretleridir, Şemdinli Bağlar Köyü’nden. Amacı da Anadolu’dan bir parça koparıp Kürt devleti kurmaktır ama başaramamıştır, isyancı olmasına karşın din alimi olduğu için Halife Padişah O’nu asmamış, sürgüne göndermiştir.
Seyit Taha’nın oğlu Şeyh Ubeydullah, Osmanlı Halife Padişahı’na, 1880’de, ilk başkaldırmış isyancıdır.
Şeyh Ubeydullah’ın oğlu Seyit Abdulkadir, Osmanlı devletinde ilk Kürtçü dernekleri kuran kişidir, 1908 Kürt Teavün ve Terakki Cemiyeti, 1918 Kürt Teali Cemiyeti. 1921’de Halife Padişah henüz makamındadır ve Müslümanların Halifesidir. Seyit Abdulkadir de, tıpkı babası gibi, bir Kürt devleti kurmak için 1921’de Koçgiri’de ayaklanma çıkarmıştır. Ne Halife Padişah ne de Mustafa Kemal’in Askerleri O’nu asmıştır, bir din alimi olduğu için affedilmiştir.
Ama Seyit Abdulkadir boş durmamış, 1924’te Hıristiyan Nesturilerle bir olup, yanına da Halid-i Nakşi Şeyhi Kürt Ahmet’i alıp yine devlete isyan etmiştir. Bu da yetmemiş, yabancılarla işbirliği yaparak 1925’te Şeyh Sait ile birlikte yine devlete karşı isyan da bulunmuştur.
Mevlana Halid-i Bağdadi’nin Halife ve müritleri yabancılarla işbirliği yaparak 1930’da Ağrı isyanlarını, 1938’de de Tunceli isyanlarını çıkararak bir Kürt devleti peşinde koşmuş, onların yüzünden Musul ve Kerkük elimizden gitmiştir.
AKP siyasetinin başı çekenleri Mevlana Halid-i Bağdadi’nin müritleri olup Nakşibendiyye-i Halidiyye kolundandır ve Fettullah Gülen Hocaefendi bu kişilerin son iki yüzyıldır süregelen siyasetine destek vermektedir.
Şimdi soruyorum sizlere:
Vatanın birlik ve bütünlüğünden yana olanlar, Türk Bayrağı altında bağımsız ve özgür yaşamak istiyorum diyenler, ister Nakşî olsun ister Nurcu olsun, bu siyasete destek verir mi?
Bu yüzden ilk baştaki soruyu sormuştum sizlere:
FETTULLAH GÜLEN Hocaefendi, ABD-AB ve İsrail’le işbirliği yaparak, NUR ile NAKŞİ CEMAATİNE TUZAK KURDU MU” diye.
Bu siyaseti değiştirmek istiyorsanız, yeter ki oy vereceğiniz parti yüzde on’u aşsın, yüzde on’u aşmayacağını düşünüyorsanız o partiye oy vermeyin, “ülkem ve vatanım” için diyorsanız, sadece bu seçimde oyunuzu yüzde on’u aşacağına inandığınız ve bu siyaseti değiştireceğine inandığınız partilere ve seçimi kazanacağına inandığınız bağımsız adaylara veriniz.
Sizi vicdanınızla başa başa bırakıyorum, bu soruya doğru cevabı vermeniz için…
Şimdi diyeceksiniz ki ne yapalım? Başka siyasi parti mi var ki?
Neden olmasın kardeşlerim, neden olmasın.
Yeter ki siz, bu siyaseti değiştirmeye karar veriniz, ülkede parti çok.
Var mı böyle parti ya da kazanacak bağımsız aday, diye soracak olursanız elbet var kardeşlerim, elbet var, sağduyunuzun sesini dinleyiniz…
ERDAL SARIZEYBEK

Mustafa Kemal ve Milli Mücadelede Din Adamları

Mustafa Kemal ve Milli Mücadelede Din Adamları
Millî Mücadele’de ağalar ve eşraf, şeyhler, din adamları, askeri ve sivil yöneticiler ve halk kendi özelliklerine özgü genel bir davranış içerisinde bulunmuşlardır. Bunlardan mücadele’ye katılanlar, karşı duranlar ve nötr olanlar vardır. Örneğin gerek köydeki ağa, gerekse şehir ve kasabadaki eşraf, genel olarak birbirini çekemeyen, karşılıklı rekabet halinde bulunan bir özellik gösterirler. Biri Kuva-yı Millîyeci ise, diğeri İstanbul hükümeti tarafındadır. Kimileri de malını, mülkünü muhafaza edebilmek için düşmanla hoş geçinme yolunu tutmuş, bir kısmı da yine aynı maksatla dövüşenler safında yer almıştır1. Bu arada hiç kuşkusuz vatanseverlik duygusu ile hareket edenler de vardır.

Öte yandan askeri ve sivil yöneticiler (subaylar ile valiler, Mutasarrıflar ve kaymakamlar) politik bakımdan iki hasım cepheye - İttihatçı ve itilâfçı- bölünmüşlerdi. Gerçi eşrafta ve diğer zümrelerde de, az veya çok bu bölünme mevcuttu. Fakat, politik çekişme zararlarını en çok toplumun aydın kesimini oluşturan bu grupta hissettirmiştir2.

Buraya kadar söylenenler din adamları için geçerlidir. İleride daha geniş sözedileceği gibi, vatanın işgallerden kurtarılması ve milletin bağımsızlığının korunması için, pek çok din adamı önemli hizmetlerde bulunmuşlardır. Onlar, cami kürsülerinde, meydanlarda düzenlenen mitinglerde kurdukları cemiyetlerde, hatta cephelerde halka rehberlik etmişlerdir. Ayrıca bu uğurda hiç çekinmeden mallarını sarfedenler olduğu gibi, bir kısmı da şehit olmuştur. Bu cümleden olarak, Nisan 1920’de Gönen Müftüsü Şevki Efendi Anzavur’un adamlarınca, Ekim 1920’de Müderris Sivaslı Ali Kemali Efendi Delibaşı Mehmet taraftarlarınca, Nisan 1921’de de Bilecik müftüsü Mehmet Nuri Efendi Yunan Kuvvetlerince şehit edilmişlerdir.

Sayıları çok az olmakla birlikte kimileri de Padişah-Halife tarafını tutup Kuva-yı Millîye’ye karşı çıkmışlardır. Sabahattin Selek’in de belirttiği gibi “bunlar fonksiyonlarını yalnız ibadetle, vaazla değil, kan dökerek de yapmışlardır. Bu silahşor hocalar arasında 31 Mart’tan kalma şeriat düşkünü, mektepli düşmanı yobazlar, ne istediğini bilmeyen cahil takımı ve din yolunu kâr yolu sayan açıkgözler vardır. Gerede-Bolu olaylarının Kör Ali Hocası, Divitli Eşref Hocası, Düzce’nin Ahmet Hocası, Biga’nın Gavur İmamı, Konya-Bozkır’ın Şeyh Zeynelabidin’e bağlı hocaları, Millî Mücadele’nin iç cephelerini açarak, ciddi tehlikeler yaratmışlardır”3.

Şeriatın elden gittiğini iddia eden hoca sınıfı hep Hürriyet ve İtilâf Partisi’ne katılmıştır. Bunların en ünlüsü yukarıda ismi geçen Konyalı Şeyh Zeynelabidin’dir. Kuva-yı Millîye’ye karşı Bozkır ve Konya olaylarının tahrikçisi olan Zeynelabidin, siyasi hayatına Hürriyet ve İhtilaf Partisi Konya meb’usu olarak başlamıştır. Daha sonra Padişah Vahdeddin’e de tesir ederek Ayan azalığına seçilmiştir4.

Hürriyet ve İtilâf Partisinin ihmal edilmeyecek bir diğer ismi de Şeyhul-İslâm Mustafa Sabri Efendi’dir. “Meşrutiyet devrinin Mebusun Meclisinde uzun nutuklarıyla ve hazır cevaplığı ile tanınan bu din adamı, dini sıfatını geçim ve şöhret için ustaca kullanmasını bilmiştir. Damat Ferit Paşa Hükümetlerinde Şeyhülislâmlık yapmış, Ferit Paşa’nın Paris’e gittiği bir devrede kendisine Sadrazam vekilliği görevi verilmiştir. Anadolu harekatını eşkıya harekatı bu harekatın önderi Mustafa Kemal Paşa’yı da baş şaki olarak gören Mustafa Sabri, düşmanın İzmir’den denize dökülmesi üzerine, Ermeni ve Rumlardan müteşekkil bir kuvvetle Türk ordusu karşısına çıkılmasını Vahideddin’e teklif edecek kadar millî harekata düşmandı”5. Bu arada onun, ulusal bağımsızlık savaşımızda millî varlığa düşman cemiyetlerden Teâli-i İslâm’ın kurucularından olduğu da unutulmamalıdır. İlk adı Cemiyet-i Müderrisin (Medrese Öğretmenleri Derneği) olan Teâli-i İslâm Cemiyeti, Hürriyet ve İtilaf Fırkasını destekleyen, padişahlık düzenini savunan bir cemiyettir. Bu cemiyetin yönetim kurulunda, Mustafa Sabri (Başkan), İskilipli Mehmet Atıf (İkinci Başkan), Said-i Kürdi (İttihat-ı Muhammediye Cemiyeti Önderlerinden) bulunuyordu6. Teâl-i İslâm Cemiyeti’nin Kuva-yı Millîye aleyhinde bildiriler yayınlamıştır. Bildirilerden 16 Eylül 1919 tarihli İkdam gazetesinde yayınlananı çok etkili olmuş. Anadolu’da yer yer isyanlar çıkmıştır. Bu bildiri incelendiğinde, Teâli-i İslâm Cemiyetinin millî varlığa ne kadar çok düşman olduğu daha iyi anlaşılacaktır7.

Hürriyet ve İtilâf Partisi’nin şube başkanlıklarında bulunan din adamları da vardır. Isparta Müftüsü Şakir Efendi, Bursa Müftüsü Ömer Fevzi Efendi gibi... özellikle Ömer Fevzi Efendi, Bursa ve çevresinde Kuva-yı Millîye aleyhinde etkili olmuş bir din adamıdır. Anadolu harekatı yanında yer alan din görevlilerini çeşitli baskılarda bulunmuş, bir kısmını görevlerinden azlettirmiş, bu arada kendisi de Müftü Ömer Kamil Efen-di’yi görevden azlettirerek Bursa Müftüsü olmuştur8.

Bu isimlere düşmanla işbirliği yapan Babaeski Müftüsü Ali Rıza gibi birkaç isim daha ilave etmek mümkündür. Ancak hemen belirtelim ki, Bunların hepsi İslâmiyetin yüce ruhunu anlamayan veya anlamak imkanı bulmadan, din adamı kisvesini kazanmış, cahil ve aldatılmış kişilerdir. Bunlar daha sonra da Atatürk’ün getirdiği Laiklik ilkesindeki esasları anlayamamış veya anlamak istememişlerdir. Laikliği, dinsizlik, hatta Atatürk’ü, din düşmanı olarak nitelendirmişlerdir. Atatürk’ün böylelerine karşı olan mücadele ve tepkisi, İslam Dini’ne karşı gibi gösterilmiş ve bugüne kadar aynı propaganda ısrarla sürdürülegelmiştir.

Buraya kadar din adamları ile ilgili söylediklerimizi, kendisi de bir din adamı olman ve I. Dönem TBMM üyelerinden Mehmet Vehbi Efendi (Çelik)’in 23 Ekim 1920 tarihinde Meclis Kürsüsünde dile getirdiği şu ifadeleri özetler mahiyettedir:

“... Sarıklı namına teessüf ederim. Ve sahte sarıklılar ulemadan madut değildir. İşte o hain (Zeynelabidin) habisin yetiştirmiş olduğu kendi gibi müfsit bir kaç kimseden ibarettir. Bunu sarıklılara mal edip de hocaları itham etmek de muvafıkı insaf değildir... “9.

Bu bakımdan tüm din adamlarının Kuva-yı Millîye aleyhinde çalıştığı söylenemez. Memleketini seven pek çok din adamı - aşağıda sunulacak bilgilerden de anlaşılacağı üzere- kendiliklerinden Anadolu harekatı yanında yer almışlardır.

Millî Mücadele Fikrinin Doğuşunda Din Adamları

Ölüm-kalım mücadelesinin ilk günlerinde Mustafa Kemal

Paşa’nın da belirttiği gibi halk, “hakiki vaziyeti anlamamışlardı. Fikirlerde karışıklık vardı. Dimağlar adeta durgun bir haldeydi... “ Yine Mustafa Kemal Paşa’nın ifadesiyle pekçok din adamı “hakikati halka izah ettiler... doğru yolu gösteren vaaz ve nasihatlerden sonra herkes çalışmaya başladı “10.

Bu cümleden olarak, İzmir’in işgalinden sadece dört saat gibi kısa bir süre sonra düzenlediği mitingte; “İşgal edilen memleket halkının silaha sarılması dini bir görevdir” diyen Müftü Ahmet Hulusi Efendi’nin etrafında Denizliler hemen birleşmişlerdir. O, bu tarihi konuşmasında şöyle diyordu:

“Muhterem Denizlililer!.. Bugün sabahın erken saatlerinde İzmir, Yunanlılar tarafından işgal edilmiştir. Bu tecavüze karşı hareketsiz kalmak, din ve devlete ihanettir, vatana karşı irtikab edilecek cürümlerin Allah ve Tarih önünde affı imkansız günahtır. Cihad, tam manasıyla teşekkül etmiş dini farize olarak karşımızdadır. Hemşehrilerim, karşımıza çıkarılan dünkü tebeamız Yunan’a biz mağlup olmadık. Onlar, öteki düşmanlarımızın vasıtasıdır. Yunanın bir Türk beldesini ellerine geçirmelerinin ne manaya geldiğini, İzmir’de şu bir kaç saat içinde irtikap edilen cinayetler gösteriyor. Silahımız olmayabilir, topsuz, tüfeksiz sapan taşları ile de düşmanın karşısına çıkacağız. İstiklal aşkı, vatan sevgisi, haysiyet şuurumuz ile kalbimizdeki iman ile mücadelemizin sonunda zaferi kazanacağız. Bu uğurda canını verenler şehit, kalanlar gazidir. Bu mutlak olarak cihad-ı mukaddestir. Sizlere vatanımızı düşmana teslim etmenin çaresiz olduğunu söyleyenler, düşman esareti altında olanlardır. Onlar irade ve kararlarına sahip değildirler. Bu vaziyette olanların emri-ve fetvası aklen ve şer’an caiz, makbul ve muteber değildir. Meşru olan münhasıran vatan müdafaası ve İstiklal uğruna cihaddır. Korkmayın iz... Meyus olmayınız.... Bu livay-ı hamd’in altında toplanınız ve mücadeleye hazırlanınız.. Müftünüz, CİHAD-I MUKADDES FETVASINI ilan ve tebliğ ediyorum.” “... Elinizde hiçbir silahınız olmasa dahi üçer taş alarak düşman üzerine atmak suretiyle mutlaka fiili mukabelede bulununuz... “11.

Ahmet Hulusi Efendi’nin konuşması ve düzenlenen miting, çevre il ve ilçelerde de etkili olmuştur. Bu cümleden olarak, 16 Mayıs Cuma günü Acıpayam Sarayköy ve Tavas İlçelerinde, 17 Mayıs Cumartesi günü ise Çal İlçesinde mitingler düzenlenmiş ve işgali protesto telgrafları çekilmiştir.

Diğer taraftan, Müftü Ahmet Hulusi Efendi ilk fiili savunma teşkilatını kuranlardandır. Denizli Kuva-yı Millîyesi adını alan bu teşkilatın sevk ve idaresi için yakından ilgilenmiştir. Dinar ve Afyon Karahisar’a gitmek suretiyle bu millî kuvvetin ikmalini sağlamıştır. Millî Mücadele’de Denizli, hatta sadece Millî Mücadele denildiği zaman ilk akla gelen din adamlarının başında şüphesiz onun ismi gelir. Bu yüzden İstiklal Savaşında Garp Cephesi Nasıl Kuruldu, adlı eserin yazarı Rahmi Apak’ın da tesbit ettiği gibi, “Yalnız Denizlililer değil, bütün Türk Milleti Ahmet Hulusi Efendi ile iftihar edecektir”12.

Bir diğer din adamı Sarayköy Müftüsü Ahmet Şükrü Efendi, 16 Mayıs 1919 tarihinde düzenlediği mitingte halka, İzmir’in kâfir Yunanlılar tarafından işgal edildiğini, bu kafirlerin bulunduğu yerde namaz kılınamayacağını ve kılınmasının caiz olmadığını bildirerek düşmana karşı konmasını istemiştir.

Denizli-Çal Müftüsü Ahmet İzzet (Çalgüner) Efendi de ilçesinde ve çevresinde halkın millî harekâta katılmaları için çalışmalarda bulunan din adamlarının ilklerindendir. O, 17 Mayıs 1919 günü Çal halkını Çarşı Camii’nde toplayarak onlara düşman istilasına karşı seyirci kalınmamasını ve silahla mukavemet edilmesinin gerekli olduğunu anlatmıştır. Daha sonraki günlerde de aynı camide yapılan toplantılarla halkı düşmana direnme konusunda bilinçlendirmeye ve teşkilatlandırmaya çalışmıştır. Bu amaçla, ilçenin nüfuzlu kişileriyle toplantı yapmıştır. Böyle bir toplantıda; “Allahımız bir, Peygamberimiz bir, kitabımız bir, vatanımız bir olduğuna göre muhafazasına mecburuz. Mukaddesatımızı müdafaa için Allah’ın ve Peygamber’in emirlerine uymak gereklidir. Çöken Saray Saltanatının yerine milletinin kalbindeki iman nuru bir kat daha parlamıştır...” şeklinde yürekleri ürpertici bir konuşma yapmıştı.

Bu arada Ahmet İzzet Efendi, toplantıda hazır bulunanlardan bir de imzalı senet almıştır. Çal halkından yirmi kişinin imzaladığı senette; “Efendim! Bâlâda muharrer esami sahipleri (yukarıda isimleri yazdı olanlar), cümlemiz dinimizi, vatanımızı, namusumuzu vikaye için size iştirak etmeye söz veriyoruz. Buna dair her ne emir olursa ifasına amadeyiz.”

Çal Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin de kurucularından olan Ahmet İzzet Efendi, Çal ve çevresinden topladığı 100 gönüllü ile Aydın-Köşk cephesinde düşmanla çarpışmıştır.

Aynı şekilde Acıpayam Müftüleri Hasan (Tokcan) Efendi ile Mehmet Arif Akşit (1920’de Hasan Efendi, milletvekili seçilince yerine Müftü olmuştur) ve Tavas Müftüsü Cennetzade Tahir Efendi

de ilçelerinin halkını Millî Mücadele lehinde bilinçlendirmişlerdir. Bu arada Ahmet İzzet Efendi gibi Müftü Hasan Efendi de çevresine topladığı gönüllülerden oluşturduğu Acıpayam Müfrezesiyle, Aydın Cep-hesi’ne gitmiştir. Burada düşmana karşı vatan topraklarını savunmuştur13.

Aydın halkının direnişe katılmasını sağlamakta zorluk çeken 57. Tümen Komutanı Albay Şefik Bey, Muğla’nın Bozöyüklü bucağından Hatip Hacı Süleyman Efendi’yi Çine’ye davet etti. Daha önce Muğla’daki Millî örgütlenmede rol almış olan Hacı Süleyman Efendi, 12 Haziran 1919’da Çine’ye geldi. Buranın ileri gelenleriyle görüşerek aynı gün Çine Heyet-i Millîyesi’nin kurulmasını sağladı14.


Üçüncü Cumhurbaşkanımız Merhum Celal Bayar Bey, Bozöyüklü Hacı Süleyman Efendi ve hizmetlerinden şöyle söz eder:

“... Hacı Süleyman Efendi iri yarı, gösterişli, gür ve erkek sesli, pervasız bir din adamıydı. Gördüğü herhangi bir haksızlığa karşı koymaktan zevk duyardı. Heyet işe başlayıp memleketin umumi vaziyetini görüşürken Müftü Efendi (Çine Müftüsü)”

“- Yalnız Yunanlılarla kalsak kolay, fakat müttefikleri de var ve kuvvetli”

Mütalâasını ileri sürmüştü... Hacı Süleyman Efendi samimi bir edâ, fakat şiddetli bir lisanla müftüye cevap verdi:

“- Hoca! Hoca! İngiliz, Fransız kim olursa olsun memleketimizi kurtarmaya çalışacağız. İcap ederse hepimiz şerefimizle ölçeğiz” diye bağırdı.

Bundan sonra heyet ciddi bir azimle millî vazifesine sarıldı. İaneler toplandı. Gönüllü kaydedildi. Bunların ailelerine para yardımı yapıldı. Silahlandırılan yüz kişilik ilk kafile Menderes Köprüsüne, Yunanlıların karşısına sevk olundu15.

Aydın’ın merkezinde yine millî ordu fahri müftüsü olarak cephelerde hizmet yapan Aydın I. Dönem TBMM üyelerinden Esat İleri ile Nazilli’de Müderris Hacı Süleyman Efendi’nin önemli hizmetleri olmuştur. I. Dönem için İzmir’den milletvekili de seçilen Hacı Süleyman Efendi, Demirci Mehmet Efe’nin Millî Mücadele lehinde hizmete katılmasında etkili olmuştur16.

Öte yandan Yunan işgali öncesinde İzmir’de düzenlenen mitingte de İzmir Müftüsü Rahmetullah Efendi, vatan sevgisinin imandan olduğunu, İzmir’in asırlardır ezan sesleri yükselen semalarında kulakları tırmalayan çan seslerine katlanmaktansa şerefle ölerek şehadet şerbetini içmenin daha iyi olacağını açıklayarak konuşmasını şu sözlerle bitiriyordu:

“Kardeşlerim... Ciğerlerinizde bir soluk nefes kaldıkça, damarlarınızda bir damla kan kaldıkça, anavatanımızı düşmanlara teslim etmeyeceğinize Kur’an-ı Kerim’e el basarak benimle birlikte yemin edin... “ıı.

Rahmetullah Efendi, İzmir Valisi İzzet Bey’in Yunan işgaline karşı çı kıl maması emri üzerine de;

“Vali Bey... bu sakalım kanımla kızarabilir, ama bu alına Yunan alçağını sükûnetle selâmlamış olmanın karasını sürerek Huzur-u ilâhiye çıkamam” diye haykırmıştır18’ Bu arada Müftü Efendi, toplantıyı ter-ketmiştir19.

İşte bu suretle Yunan işgaline ilk isyan bayrağını çeken Rahmetullah Efendi, işgalden sonra da çalışmalarını gizli olarak sürdürmüştür20.

Manisa’da da Manisa Müftüsü Alim Efendi, Cemiyet-i İslâmiyye

adıyla bir örgüt kurarak faaliyete geçmiştir. İzmir’in işgalinden sonra Müftü Âlim Efendi, Kırkağaç Müftüsü Hacı Rifat Efendi, Burhaniye Müftüsü Mehmet Muhip Efendi, Edremit Müftüsü Hafız Cemal Efendi, Tire Müftüsü Sunullah Efendi, Yunan işgalini din açısından değerlendiren bir fetva vermişlerdir. Bu fetvada, Yunan işgali ve zulmünün haksızlığı belirtildikten sonra, buna karşı fiilî mukavemetin yani cihad yapmanın farz olduğu açıklanıyordu. Ayrıca fetvada;

Yunanlılarla birlikte Damat Ferid hükümetinin tel’in edildiği de vurgulanmıştır. Bundan dolayıdır ki, fetvayı veren din adamları, Yunan makamları ve hem de İstanbul hükümeti tarafından idama mahkûm edilmiştir21.

Manisa Müftüsü Âlim Hoca, Manisa’nın işgalinden sonra bir süre Manisa’da kalmış, Manisa’daki çalışmalarının Yunanlıları rahatsız etmesi ve yukarıda sözü geçen fetva dolayısıyla idama mahkum edilmesi üzerine Balıkesir’e geçerek Redd-i İlhak Kurulu’nda faydalı hizmetlerde bulunmuştur. 4. Balıkesir Kongresi’ne delege olarak kabul edilmiş, Hey’eti Merkeziye’nin fahri üyesi unvanı verilmiştir.

Âlim Efendi, Kurtuluş Savaşı’ndaki bu onurlu davranışları kadar, musikişinaslığı ile de ün kazanmış bir kişiliğe sahiptir22.

Rahmetullah ve Âlim Efendilerden başka Batı Anadolu’da; Balıkesir Müftüsü Hacı Ahmet Efendi, I. Dönem TBMM Üyelerinden Müderris Abdulgafur ve Hasan Basri (Çantay) Efendiler23, Edremit Müftüsü Cemal Efendi, Biga Müftüsü Hamdi Efendi, İvrindi’de Hafız Hamid Efendi, Fart Nahiyesinde Müderris İbrahim Efendi, Balya Müftüsü Hüseyin Efendi, 1920 Nisanında Anzavur’un adamlarınca şehit edilen Gönen Müftüsü Şevket Efendi, Bandırma Müftüsü Hakkı Efendi, Tire Müftüsü Sunullah Efendi, Uşak Müftüsü Ali Rıza Efendi, Uşak Sabık Müftüsü İbrahim (Tahtakılıç) Bey24, Eşme Müftüsü Nazif Efendi25, Turgutlu Müftüsü Hasan Basri Efendi, Demirci Müftüsü İsmail Hakkı, Soma Sabık Müftüsü Osman Efendi, Bakirli Hafız Hüseyin Efendi, Salihli Sabık Müftüsü Mehmet Lütfi Efendi, Manisa Müftüsü Âlim Efendi’nin görevden alınması üzerine yerine müftü olan Abdülhamit Efendi, Kırkağaç Müftüsü Hacı Rifat Efendi gibi isimler çalışmalarda bulunmuştur.

Hacı Rifat Efendi, Ayvalık cephesinde fiilen savaşa katılmış ve düşmana esir düşmüştür.Cephede düşmanla çarpışırken esir düşen bir diğer isim de, Manisa Müderrislerinden Hacı Hilmi Efendi’dir. Bu iki din adamı, Atina’da uzun süre esaret hayatı yaşamışlardır26. Bu arada Millî Mücadele lehindeki çalışmalarından dolayı Bilecik Müftüsü Mehmet Nuri Efendi de 1921 Nisan’ında Yunan askerlerince şehit edilmiştir27.

Adana, Maraş, Antep ve Urfa’da da halka mücadele fikrini aşılayanlar, yine din adamlarıdır. Bunlar Adana’da; Müftü Hüsnü, Müderris Abdullah Faik Çopuroğlu, Çamurzade Hafız Osman Efendi (Kozan Müftüsü), Abdülmecit Efendi (Bahçe Müftüsü), Yusuf Ziya Efendi (Osmaniye Müftüsü), Mehmet (Aldatmaz) Efendi (Karaisalı Müftüsü), Maraş’ta; Maraş Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti kurucularından Vezir Hoca diye tanınan Mehmet Alparslan, Hoca Hasan Rafet Seçkin ve Hoca Ali Sezai Kurtaran Hoca Efendiler, Antep’te; Müftü Rifat Efendi, İmam-Hatip Kazım, Mehmet, Abdülkadir ve Müezzin-Kayyım Ahmet Efendiler, Urfa’da; Müftü Hasan Hüsnü, Şeyh Saffet (Yetkin), Müftü Osman (Siverek Müftüsü) ve Müderris Âlim Asım Efendiler gibi din adamlarıdır28. Onların önderliğinde emsalsiz bir savunma hareketi olan Maraş Müdafaası gibi müstesna bir kahramanlık örneği verilmiştir. Maraş halkının Ermeni çeteleriyle Fransız askerlerine karşı koymasında, “Türk ye İslâm hakimiyetinin bir yerde Cuma namazı kılınmaz” fetvası etkili olmuştur. Özellikle Sütçü îmam’ın ilk kurşunu atması, bu yörede de Millî Mücadele kıvılcımının ateşlenmesi için kâfi gelmiştir29.

Konya’da; Millî Mücadele’yi fikirde, şuurda ve vicdanda yerleştiren binbir güçlük ve yokluk içinde istikrarlı bir yönetim kuran Müderris Ali Kemalî, Mehmet Vehbi, Müftü Ömer Vehbi ve Abdulhalim Çelebi gibi önde gelen şahsiyetlerdir. Ali Kemalî Efendi, Delibaş Mehmet’in adamlarınca şehit edilmiştir30.

Antalya’da; Müftü Yusuf Talat, Müderris Rasih (Kaplan), Hacı

Hatip Osman ve Çil Ahmet Efendiler, Burdur’da; Müderris Hatipzade Mehmet ve Müftü Halil Efendiler, Isparta’da; Müderris Hafız İbrahim (Demiralay), Müftü Hüseyin Hüsnü, Yalvaç Müftüsü Hüseyin, Sütçüler’de Müderris İsmail, Uluborlu Müftüsü Tahir, Şarkîkaraağaç Müftüsü Ahmet (Bilgiç) Efendiler, Afyon’da; Müftü Hüseyin (Bayık) Efendi, Müderris İsmail Şükrü, Mehmet Şükrü, Nebil, Gevikzade Hacı Hafız ve Müderris Bolvadinli Yunuszade Ahmet Vehbi Efendiler, Kütahya’da; Müftü Fevzi, Müderris İbrahim, Mazlumzade Hafız Hasan, Hacı Musazade Hafız Mehmet ve Müftü Mehmet Akif (Simav Müftüsü) Efendiler, Bursa’da; Müftü Ahmet Hamdi, Şeyh Servet, Mustafa Fehmi (Karacabey Müftüsü), Ahmet Vasfi (Gemlik Müftüsü), Mehmet Niyazi (Mudanya Müftüsü), Müderris Hacı Yusuf, Ömer Kamil, Hacı Sadık, Şeyh Hacı Ahmet, Abdullah, Mehmet Kamil, Ali Rıza ve Mustafa Kamil Efendiler, İzmit’te: Halil Molla, Rıfat Hoca, Osman Nuri, Hafız Eşref, Kara Hafız Maksut, İmam-Hatip Mehmet Ali, Geyve’den Hafız Fuat Çelebi ve Hoca Bekir Efendiler, Eskişehir’de; Müderris Veli, Abdullah Azmi, Müftü Salih ve Müftü Mehmet Ali Niyazi (Sivrihisar müftüsü) Efendiler, Uşak’ta; Müftü İbrahim, Ali Rıza ve Nazif (Eşme Müftüsü) Efendiler, Kırşehir’de; Müftü Halil, Müfit, Çelebi Cemaleddin, Niyazi Baba ve Hayrullah (Çiçekdağı Müftüsü) Efendiler, Niğde’de; Müftü Mustafa Hilmi, Müderris Abidin Efendiler, Aksaray’da; Müftü İbrahim Efendi, Nevşehir’de; Müftü Süleyman Efendi, Çankırı’da; Müftü Ata ve Mehmet Tevfik Efendiler, Çorum’da; Müftü Ali, Müderris Kazım ve İskilip Müftüsü İsmail Hakkı Efendiler, Yozgat’ta; Müftü Mehmet Hulusi, Kadı Halil Hilmi, Müderris Hasan ve Abdullah (Boğazlıyan Müftüsü) Efendiler, Kayseri’de; Müftü Nuh, Remzi ve Müderris Mehmet Alim Efendiler, Malatya’da; Müderris Tortumluzade Hacı Hafız Mustafa ve Mustafa Fevzi Efendiler, Mersin (İçel)’de; Hocazade Emin, Kadı Ali Sabri, (Tarsus Kadısı) Müderris Naim, Ali Rıza, Mut Müftüsü Mustafa Kazım ve Silifke Müftüsü Ali Efendiler, Kilis’te; Müderris Abdurrahman Lami Efendi, Diyarbakır’da; Müftü İbrahim ve Abdülhamit Efendiler, Mardin’de; Müftü Hüseyin ve Müderris Hasan Tahsin Efendiler, Siirt’te; Müftü Halil Hulki ve Salih, Müderris Hoca Ömer Efendiler, Bitlis’te; Müftü Abdülmecit Efendi, Hakkari’de; Müftü Ziyaeddin Efendi, Van’da; Müftü Hasan, Müderris Abdülhakim ve Sıddık Efendiler, Muş’ta; Müftü Hasan Kamil ve Müderris İlyas Sami Efendiler, Bingöl’de; Müderris Fikri Efendi, Elazığ’da; Müftü Halil ve Mahmut Müderris Muhiddin ve Mustafa Şükrü Efendiler, Ağrı’da; Müderris İbrahim ve Abdülkadir Efendiler, Kars’ta; Müftü Ali Rıza, Müderris Ahmet Nuri Efendiler, Artvin’de; Müftü Ahmet Fevzi Efendi, Erzurum’da; Kadı Hoca Raif, Müftü Sadık, Kadı Hurşit, İspir Müftüsü Ahmet, Oltu Müftüsü Mehmet Sadık, Müderris Emin, Yakup ve Nusret (Alay Müftüsü) Efendiler, Erzincan’da; Müftü Osman Fevzi, Şeyh Fevzi ve Müftü Şevki (İliç Müftüsü) Efendiler, Sivas’ta; Müftü Abdulgafur, Kadı Hasbi ve Müderris Mustafa Taki Efendiler, Gümüşhane’de; Müftü Mehmet Fevzi, Müderris Mustafa, Azmi ve Müftü Hasan (Şiran Müftüsü) Efendiler, Bayburt’ta; Müftü Fahrettin Efendi, Rize’de; Müftü Mehmet Hulusi, Müderris İbrahim Şevki, Şeyh İlyas ve Mataracızade Mehmet Şükrü Efendiler, Trabzon’da; Müftü Mahmut İmadeddin, Ahmet Mahir, Mehmet İzzet (Akçaabat Müftüsü), Mehmet Kamil (Maçka Müftüsü), Müderris İbrahim Cûdi ve Müderris Hatipzade Emin Efendi, Giresun’da; Müftü Ali Fikri, Alizade İmam Hasan, Görele Müftüsü Şevki ve Tirebolu Müftüsü Ahmet Nec-meddin Efendiler, Ordu’da; Müftü Ahmet İlhami Efendi, Samsun’da; Müftü Vekili Yusuf Bahri, Müderris Adil ve Ömerzade Hoca Hasan Efendiler, Tokat’ta; Müftü Katipzade Hacı Mustafa Efendi, Hoca Fehmi Efendi, Tokat Müftü Yardımcısı Ömer ve Hafız Mehmet Efendiler, Kastamonu’da; Müftü Salih, Müderris Şemsizade Ziyaeddin ve İnebolu Müftüsü Ahmet Hamdi Efendiler, Sinop’ta; Müftü Salih ve İbrahim Hilmi ve Boyabat Müftüsü Ahmet Şükrü Efendiler, Bartın’da; Müftü Hacı Mehmet Rifat Efendi, Zonguldak’ta; Müftü İbrahim, Devrek Müftüsü ve Kadısı Abdullah Sabri ve Mehmet Tahir, Ereğli Müftüsü Mehmet, Müderris Nimet ve Safranbolu Müftüsü Said Efendiler, Bolu’da; Müftü Hafız Ahmet Tayyar ve Müderris Mehmet Sıtkı Efendiler, Amasya’da; Müftü Hacı Tevfik, Vaiz Abdurrahman Kamil, Gümüşhacıköy Müftüsü Ali Rıza, Müderris Hoca Bahaeddin ve Hacı Mustafa Tevfik Efendiler, Trakya’da; Edirne Müftüsü Mestan ve Saray Müftüsü Ahmet, Keşan Müftüsü Raşit ve Şarköy Müftüsü Âsim Efendiler, İstanbul’da; Şeyh Ata (Özbekler Dergahı Şeyhi) Efendi31, Saadeddin, Ceylan (Hatuniye Dergahı Şeyhi) Efendi, Vaiz Cemal Öğüt Efendi ve Ankara’da Müftü Mehmet Rifat Müderris Hacı Atıf, Beynamlı Mustafa, Medreseler Müdürü Hoca Tahsin, Aslanhane Camii İmam Hatibi Ahmet, Müderris Hacı Süleyman, Müderris Abidin, Müderris Abdullah Hilmi ve Hacı Bayram Şeyhi Şemseddin Efendiler. Bunlar Millî Mücadele’nin önde gelen din adamlarıdır32.

Bu bölümü bitirirken bir hususu da belirtelim: Din adamı olmadıkları halde Kurtuluş Savaşı’nda halkın dinî ve millî duygularını galeyana getirerek, bunu zafer için en müessir bir vasıta olarak kullanabilenler de vardır. Örneğin Mustafa Kemal Paşa bu kişilerin başında gelir. Aşağıda da belirtileceği üzere, o her gittiği yerde - özellikle Millî Mücadele’nin ilk günlerinde- ilk önce din adamlarıyla temasa geçmiştir. Zaman zaman dinî içerikli konuşmalar yapmıştır33. Yine Millî Şairimiz Mehmet Akif, din adamlarından daha fazla dinî heyecanı harekete geçiren hizmetler ifa edenlerdendir34. Bu arada, Üçüncü Cumhurbaşkanımız Celâl Bayar da, Batı Anadolu halkını Millî Mücadele lehinde bilinçlendirmek için yaptığı çalışmalarında Galip Hoca takma adını kullanmıştır. Celâl Bayar Hatıratında bundan şöyle söz etmektedir:

“Samimi dostumuz kitaplardan da mahrum idik. Çocukken okulda ezberlettikleri hatta tecvit üzere tilavet edilmesini bildiğim Kur’an’ın bazı surelerini, kendi kendime okurdum.

Bir gün bana Edip (Tire ve Ödemiş Bölgesi Jandarma Komutanı):

- Yine okusana dedi. Sebebini sordum:

“Fadime Kadın’ın (Celal Bayar’ın Ödemiş Kahrat Köyünde misafir kaldığı evin hanımı) hoşlandığını söyledi. Evinde Kur’an okunduğu için bereket ve meymenet hasıl olacaktı. İyi kalpli kadının yanında itibarımız artmıştı.
Bir gün Desteban Paşa ile Ödemiş’e doğru yolculuk ediyordum. Yanımıza bir köylü sokuldu. Ben ilerledim. İkisini yalnız bıraktım. Desteban, bana yetiştiği zaman, aralarındaki görüşmeyi anlattı. Hatırımda kaldığı gibi kaydediyorum: Köylü beni sormuş:

- Bu kim ?

- Efe’nin misafiri.

- Zeybek elbisesini yeni giymiş veya hapishaneden yeni çıkmış olmalı...

- Nerden bildin ?

Görmüyor musun, baldırları gün görmemiş, bembeyaz! Kendisi kasaptır. Ay dın’dan yeni geldi. Efe’den hayvan satın alacak.

Paşa Desteban’ın bana naklettiği bu konuşma, gözümü açtı. Ne de olsa lisanımla, beyaz baldırımla, hatta kafamla zeybek elbisesinin içine sığamayacağımı anlamış oldum. Kadının Kur’an’dan hoşlanması bu vakada bende hoca kıyafetine girmek fikrini uyandırdı. Lügat manası rehberim olur ümidiyle kendime “Galip” takma adını seçtim. İlk fırsatta hoca kıyafetine girecektim... “35

“... Gideceğimiz yeni muhitte, yeni kıyafetle görünecektim. İlk düşüncemi yerine getirecektim. “Galip hoca” olacaktım. Arkadaşlar bana, Kahrat’da “İlyas Efendi” diye hitap ederlerdi. Yer değiştirdikçe başka isim almak fazla bir emniyet tedbiri olabilirdi. Ben de bu mülâhaza ile ve evvelce söylediğim gibi lügat manasını göz önünde tutarak bu yeni müstear (takma) adımı seçmiştim “36.

Bundan sonra Celal Bayar, Albay Hüsamettin Ertürk’ün de belirttiği gibi “...Din düşmanlarımıza karşı koymak vacibdir. Cümlemiz şehit oluncaya kadar harbe devam edeceğiz, Bu bize düşen bir farzdır. Tarih sahifelerini çevirdiğiniz zaman, Türk Milletinin düşmandan yüz çevirdiği vaki değildir, diye bir hitabede bulunmuş, halkı Millî Mücadeleye teşvik eylemiş ve hepsini heyecana getirmişti. Celal Beyefendi, dinin de bu davada büyük yardımı dokunacağını takdir etmiş, konuşmalarında dini fıkralar, ehemmiyetli ayetler zikrederek, halkın maneviyatına hitap eylemişti’*7.

Mustafa Kemal Paşa’yı Anadolu’da İlk Karşılayanlar

19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkan Mustafa Kemal Paşa’yı Anadolu’da ilk karşılayanlar din adamlarıdır. O günkü olaylara tanık olanları konuşturulmaları suretiyle tesbit edilen bu hakikatlere ait bir iki pasajı dikkatlerinize sunuyoruz.

“... Hasta olan mutasarrıf evinden çıkmadığı için dokuzuncu ordu müfettişini karşılamaya gelememiştir. Belediye reisi yok... Vekalet eden zat da Çarşamba’da arazisinin bulunduğu köydedir. Belediye Meclisinden bir zât, Hacı Molla, Atatürk’e şehir namına” Hoş geldiniz diyor...38.

“... 25 Mayıs 1919 akşam üstü (Mustafa Kemal Paşa) Havza’ya geldi. Ertesi günü, başlarında Ulemadan Hacı Mustafa Efendi’nin bulunduğu bir heyet kendisini ziyaret ederek memleket meseleleri hakkında görüşmelerde bulundular. Bu zatlar diğer bir gece Belediye Reisinin evinde toplanarak Müdafaa-i Hukuk heyetini teşkil ettiler... “39.

Dokuzuncu Ordu Müfettişi Mustafa Kemal Paşa, karargahıyla Amasya’ya geldiği 15 Haziran 1919 günü kendisini karşılayanların başında Müftü Hacı Tevfık ve Vaiz Abdurrahman Kamil Efendiler bulunuyordu.

Mustafa Kemal Paşa’nın Kurmay Başkanı Binbaşı Hüsrev Bey (Gerede) karşılamayı şöyle anlatmaktadır:

“- En gönülden ve coşkun karşılama Amasya’da oldu. Başlarında Müftü Efendi’nin olduğu beldenin mümtaz, hey’eti bizi şehrin dışında karşıladı. Saraydüzü’ndeki bu merasim Paşa’nın gözlerini yaşarttı. Müftü Efendi’nin itimat telkin eden beşuş ve nurani çehresiyle ilerliyerek Paşa’ya yüksek Seda ile;

“Paşam... Bütün Amasya emrinizdedir. Gazanız mübarek olsun”

Asla beklemediğimiz bu hitap, aynı zamanda istikbalin teşhisi idi. Peşinden elini uzatan bu mübarek insanın elini öpmek ister gibi eğildi. O üzerinde üniforması olan Anafartalar Kahramanını muhabbetle kucakladı ve yanındaki zevatı birer birer tanıttı. Millî Mücadele’de ilk defa bütün bir şehir safhalarını öğrenme ihtiyacını duymadan, çetinliği besbelli vatan kurtuluşu mücadelesinin bayrağını açma kararındaki bir evladının safına katılıyor ve bunu mübarek bir din adamının rehberliği, delaleti, öncülüğü ile yerine getiriyordu... “40.

Müftü Efendi’nin sağladığı huzur, güven ve imkanlar sayesinde Misak-ı Millînin temeli olan tarihi Amasya Protokolü 21 Haziran 1919’da burada yayınlanmıştır.

Mustafa Kemal Paşa Erzurum’a varmadan Ilıca’da bir heyet tarafından karşılandı. Bu heyetin başında Vilayet-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuku Millîye Erzurum Şubesi Başkanı Raif Hoca vardı.41

Sivas’ta da Mustafa Kemal Paşa’yı ilk karşılayanlar arasında Müftü Abdurrauf Efendi bulunmaktadır. Müftü Efendi’nin bu konudaki faaliyetlerinden Vali Reşit Paşa hatıratında şöyle sözetmektedir:

“ (Sivas Kongresinin hazırlıklarıyla) Kolordu Komutanı Miralay İbrahim Tali Bey, Sabık Mebus Rasim Bey, Müftü Abdurrauf ve Emir Paşa gibi zevat meşgul oluyorlardı. Kongrenin hazırlık çalışmalarında görev alan bir kısım isimler bunlar. Müftü Erzurum yolcularına parlak bir karşılama merasimi yapmak vazifesini almıştı. Cübbesinin eteklerini toplayarak ev ev, dükkan dükkan dolaşıyordu... “42.

Mahmut Goloğlu’nun bildirdiğine göre, Mustafa Kemal Paşa’nın Sivas’ta oturup dinlenebileceği, çalışacağı ve yatacağı odaya konulacak eşyayı Müftü Abdurrauf Efendi ile Şekeroğlu İsmail, Sığırcıoğlu Hayri Efendiler evlerinden getirmişlerdir43.

2 Eylül 1919’da Mustafa Kemal Paşa, Kongre için Sivas’a gelmişti. Paşa, Kongre sonrası da bu kentte kalarak çalışmalarını 18 Aralık 1919 tarihine kadar buradan sürdürdü. Bu tarihte, M. Kemal Paşa, Rauf (Orbay), Büyükelçi Ahmet Rasim, Vali Mazhar Müfit (Kansu), Hakkı Behiç beyler ve diğer çalışma arkadaşlarından oluşan Heyet-i Temsiliye, Ankara’ya gitmek üzere şehirden ayrıldı44. Heyet, 19 Aralık 1919 günü Akşam üzeri Kayseri’ye ulaştı45.

Kayseri’ye girişinde Mustafa Kemal ve arkadaşlarını, Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Başkanı Müftü Ahmet Remzi Efendi başta olmak üzere cemiyetin tüm üyeleri, ihtiyat zabıtan üyeleri, Devlet memurları, Kayseri’nin seçkin ulemasından Kızıklı Hacı Kasım Efendi, Okul öğrencileri ve hocaları karşıladı46.

Dar’ü-l Hilafet’ü-l Aliyye Medresesi öğrencisi olan Hakkı Demirtaş o günü şöyle anlatmaktadır.

“Heyet-i Temsiliye’yi karşılamak için medresede günler evvel hazırlıklar yapıldı. Medresede Miyaszâde Nuh Mehmet Efendi, Ekmek yemez Osman Efendi, İmam Ahmet Efendi, gibi hocalarımızda bir istek ve sevinç vardı... “47.

20 Aralık 1919 günü “Mustafa Kemal Paşa, halkla ve bilhassa ulema ile toplu bir halde görüşmek istediklerinden, başta Kızıklı Hacı Kasım Efendi olduğu halde, ilmiye sınıfının ileri gelenleri, tüccar ve esnaftan bazıları, Raşit Efendi kütüphanesinde toplandılar. Kütüphaneye gelen M. Kemal Paşa, hocaların ve diğerlerinin ayrı ayrı ellerini sıkarak iltifatta bulundu. Memleketin içine düştüğü bu kötü durumdan ancak, birlik ve beraberlik içerisinde, milletçe kurtulunacağını söyledi ve yardımlarını istedi. Toplantıda bulunanlar, gerekeni yapacaklarını ve kendilerini destekleyeceklerini bildirdiler”48.

Heyet-i Temsiliye, Kayseri’den 21 Aralık 1919 günü sabah ayrıldı49 ve aynı günün gecesi saat sekiz buçuğa doğru Mucur’a geldi. Gece hükümette memleket eşrafı davet olunarak görüşüldü”50.

22 Aralık günü sabahı Mustafa Kemal ve arkadaşları Hacıbektaş’a gitmek üzere Mucur’dan ayrıldı. Zira Hacıbektaş’ta Alevilerin merbut bulundukları Çelebi Cemaleddin Efendi ile Hacıbektaş dede postu Vekili Niyazi Salih Baba bulunuyordu. Burada Ankara yolcuları, anılan zevat tarafından içtenlikle karşılandı. En iyi şekilde ikramda bulunuldu51. Bu arada Mustafa Kemal Paşa, Çelebi Cemalettin Efendi ile görüştü. Bu görüşmeyi ve görüşme sonrasını Mazhar Müfit Kansu’nun hatıratından izleyelim:

“...Ve Paşa, Çelebi ile görüşerek, tamamen Kuva-yi Millîye’ye taraftar olduğuna dair söz aldı ve buraya gelmekten maksadımızda hasıl oldu. Bu müzâkere pek uzun sürmedi. Çelebi Efendi derhal vaziyeti kavradı ve adamlarına lâzım gelen talimatı vereceğini vadetti. Paşa’nın, vaziyet ve giriştiğimiz mücadele hakkında verdiği tafsilât Çelebi’nin nazarı dikkatini celbetti. Hattâ Çelebi daha ileri giderek cumhuriyet taraftarlığını ihsas ettirdi ise de Paşa zamanı olmayan bu mühim mesele için müsbet veya menfi bir cevap vermeyerek gayet tedbirli bir surette müzâkereye idare etti. Anlaşılıyor ki Cemaleddin Efendi cumhuriyete taraftar, hele Salih Baba, hür fikirli, çok ileri bir zat. Ertesi gün Hacı Bektaş türbesi ziyaret edildi ve Salih Niyazi Baha’nın öğle yemeği davetinde bulunduk. Salih Baba türbenin ve dergâhının her tarafını gezdirdi. Meydan evi denilen mahalde yere küçük ve alçak bir masanın üzerine konulan büyük bir sininin etrafına oturduk. Hepimizin önünden dolaşan uzun bir havlu, yemekte çatal, bıçak vardı. Çok nefis bir yemek... Can denilen müritler pek mükemmel ve sessizce hizmet ediyorlardı. Doğrusu yemekteki bu intizama hayret ettik. Yemeği müteakip ucu zıvanalı sigaralar ve kahveler de ikram edildi. O gün akşam üstü Mucur’a avdet edileceğinden, hareket zamanına kadar hoş bir sohbet ile vakit geçirildiği gibi, Çelebi ile Baba arasındaki ihtilâf bir derece halledilir bir şekle konuldu. “52

Nihayet iyi bir intiba ile Hacıbektaş’tan ayrılan Heyet-i Temsiliye 23 Aralık akşamı tekrar Mucur’a geldi53.

Hey’et, 21 Aralık günü habersiz ve geç saatlerde Mucur’a geldiğinden halktan karşılayan olmamıştı54. Bu defa “Ankara yolunda Mustafa Kemal Paşa’yı Mucur’da başlarında Müftü İsmail Hakkı Efendi’nin olduğu kalabalık karşılıyor. Müftü Efendi evvelâ bir dua okuyor, cemaatin âmin sesleri arasında zafer niyaz ediyor. Hey’et-i Temsiliye 23/24 Aralık 1919 gecesini Mucur’da geçirmiş ve Müftü Efendi’nin başkanlığında Müdafaa-ı Hukuk Cemiyeti Mucur Merkezi kurulmuştur” 55.

24 Aralık 1919 günü Mucur’dan ayrılan Hey’et-i Temsiliye aynı gün, Kırşehir’e geldi. Kırşehirliler büyük bir tezahüratla Ankara yolcularını karşıladılar. Kentin girişinde kurbanlar kesildi. Kırşehir’de kaldıkları süre içerisinde Heyet, Kırşehir Gençler Derneği’ni de ziyaret etti. Derneğin hatıra defteri Mustafa Kemal ve yanındakiler tarafından imzalandı56.

Müftü ve Kırşehir Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Başkanı Halil (Gürbüz) Efendi o günü şöyle anlatır:

“- Ben ve arkadaşlarım Paşanın yaranda idik. O sırada bir şifre geldi. Kendim okumadan, Paşaya sundum...” Mutasarrıflıkdaki miftahla (şifrelerin çözücüsü) ile açınız, evvelâ kendiniz okuyunuz...” dediler. Konuşmalarımız, Müdafaa-i Hukukun takip edeceği siyaset üzerinde idi. Paşa bilhassa şu noktalar üzerinde durdu: Erzurum ve Sivas Kongrelerinde, memleketin hangi yoldan ve nasıl bir politika takip edilerek kurtarılabileceği tesbit edilmiştir. Rehber, kongrelerde alınmış kararlardır. Bütün Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinin benimsiyecekleri yol budur. Vazifemiz, halka herşeyi açık ve gizlemeden anlatmaktır. Tek dayancımız Milletimizdir.

Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’ni Medrese binasında kurmuştuk, ilk toplantımız burada oldu. Daha sonra idâdî (lise) binasına naklettik. İlk müdafaa-i Hukuk Heyeti şöylece kuruldu: Reis Müftü Halil, âza Ömer Aydın Mehmet Ağa, imam Hayrullah, Hacı Nâfi Şube Reisi Haydar Bey Efendiler.

Gecenin çok geç saatlerine kadar, Müdafaa-i Hukuk’un çalışması ile meşgul olan Paşa, Kırşehir ve havalisi üzerinde izahat aldı. Çok az uyudu. Gönülden ve coşkun törenle uğurladı. Kapıcı Camii çevresini dolduran binlerce halk alkış tuttu. Hacı Ali, Mülâzimin Et hem Hoca ile Termacının Hafız Şevket, karşılıklı tekbirlerle kurbanlar kestiler. Paşa, kalabalığın içinde bir süre kaldı, en çok kendisini uğurlamaya gelen okul çocuklarıyla ilgilendi, onları sevdi, okşadı...”51.

Kırşehir’den 24 Aralık günü ayrılan Hey’et-i Temsiliye, Kaman, Çiçekdağı ve Beynam’dan sonra 27 Aralık 1919 günü Ankara’ya ulaştı. Her geçtikleri yerleşim yerlerinde olduğu gibi, buralarda da Mustafa Kemal ve arkadaşları coşkuyla karşılandılar. Bu karşılamalarda yine din adamları ön saflarda yer almıştır. Bunlardan birisi de Çiçekdağ Müftüsü Hayrullah (Alp) Efendi’dir. Hayrullah Efendi, Yozgat isyanı sırasında beldenin huzurunu sağlamak yolunda önemli hizmetlerde bulunmuştur. Bu arada TBMM Müftü Efendi’den, asker toplamasını istemiş ve şehrin güvenliğini şahsına emanet etmiştir58.

Mustafa Kemal Paşa’nın Heyet-i Temsiliye üyeleriyle Ankara’ya geldiği 27 Aralık 1919 günü kendisini karşılayanların başında yine bir din adamı bulunmaktaydı. Bu tarihi olayı Mahmut GOLOĞLU’nun Üçüncü Meşrutiyet adlı eserinden izleyelim.

“Bu sıralarda idi ki, Mustafa Kemal Paşa’nın Ankara’ya geleceği duyulmuş ve yola çıktığı haber alınmıştı. Vali Vekili Yahya Galip Beyle Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Başkanı Rıfat Efendi (Ankara Müftüsü), Mustafa Kemal Paşa’yı olağanüstü bir şekilde karşılamak ve bu arada Ankara ‘daki İngiliz ve Fransızlara da Kuvayı Millîye ‘nin gücünü göstermek için geceli gündüzlü çalışarak, bölgedeki bütün sey-menlerin karşılama törenine katılmalarını sağlamaya uğraşmışlardı... Bir süvari birliğinin önünde 24. Tümen Komutanı Yarbay Mahmut Bey ile Kurmay Başkanı Binbaşı Ömer Halis Bey (Bıyıktay) ve Ankara Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Başkanı Müftü Hoca Rifat Efendi (Börekçi) ile Ankara ileri gelenleri... vardı.”59.

Kongrelerde Din Adamları

30 Ekim 1918 sonrasında, Anadolu’nun her yerinde Cemiyet-i İslamiyye, İstihlas-ı Vatan, Redd-i İlhak, Müdafaa-i Hukuku Osmaniye

gibi çeşitli isimler altında mukavemet örgütleri kurulmuştur. Yönetici, din adamı ve eşraf tarafından oluşturulan bu cemiyetlerin, zamanla faaliyetlerini birleştirmek girişiminde bulunduklarını görüyoruz. Örneğin Doğu Vilayetleri için Erzurum Kongresi, Batı Vilayetleri içinde Balıkesir Kongresi. Bu arada Trakya’da Lüleburgaz ve Edirne Kongreleri, ile Aydın, Menteşe, Denizli, Isparta, Burdur ve Antalya’yı kapsayan Nazilli Kongresi yapılmıştır. Bunlardan başka, daha geniş çapta olmak üzere, Ege Bölgesinde Alaşehir Kongresi, tüm Türkiye’yi kucaklayan Sivas Kongresi. Bu çalışmalar sözü edilen teşebbüslerin en önemlileridir.

Bu kongrelerde din adamları da yer almışlardır. Örneğin, Mustafa Kemal Paşa, TBMM’nin açılmasında önemi büyük olan Erzurum Kongresi üyeliği ve daha sonra da kongrenin başkanlığına, Hoca Raif (Dinç) Efendi’nin gayret ve yardımlarıyla seçilmiştir. Raif Efendi, Vilayeti Şarkiye Muhafazaa-i Hukuk-u Millîye Erzurum Şubesi Başkanı olarak, kaleme aldığı 10 Temmuz 1919 tarihli yazısıyla, Mustafa Kemal Paşa’nın cemiyetin başına geçerek yönetim kurulu başkanlığını kabul etmesini teklif etmiştir. Aynı yazıda, Rauf Bey’in (Orbay) de yönetim kurulu ikinci başkanlığına seçildiği bildiriliyordu60.

Mustafa Kemal Paşa, Raif Efendi’nin anılan yazısını Nutuk’un 36. belgesi olarak sunduğu gibi duyduğu memnuniyeti de;

“Efendiler askerlikten ayrıldıktan sonra, bütün Erzurum halkının ve Vilayet-i Şarkiye Muhafazaa-i Hukuk-u Millîye Cemiyeti’nin Erzurum Şubesi’nin bana karşı pek çok olarak gösterdikleri güven ve yakınlığın bende bıraktığı unutulmaz hatırayı burada açıkça belirtmeyi görev sayarım” ifadeleriyle anlatmaktadır61.

Öte yandan Sivas Kongresi’nde en çok tartışılan konulardan birisi de manda meselesidir. Kimi delege mandayı savunurken, kimi karşı” çıkmış, delegelerin büyük bir kısmı kesin tavırlarını ortaya koyamamıştır. Millî Mücadele’nin önde gelen isimlerinden Bekir Sami, İsmail Hami, Vasıf, Rafet Beyler’le İsmail Fazıl Paşa (Ali Fuat Cebesoy’un babası), mandayı savunanların başında gelmekteydi62. Bu arada Kara Vasıf Bey ile Halide Edip (Adıvar) Hanım da Mustafa Kemal Paşa’ya gönderdikleri mektuplarla mandayı (Amerikan Mandasını) savunmakta idiler63.

Anılan kişiler mandayı savunurken, Sivas Kongresi’ne Erzurum delegesi ve Hey’et-i Temsiliye üyesi olarak katılan Hoca Raif Efendi64 ise, mandaya karşı çıkmıştır. Başka bir ifadeyle, manda tartışmalarında Mustafa Kemal’in yanında yer almıştır. “Raif Efendi’nin çok açık bir biçimde mandayı reddetmesi delegeler ve mandayı savunanlar üzerinde de olumlu tesir etmiştir”65. Örneğin, Onun, “... Bendeniz de müzâkerenin devamı taraftarıyım. Mesela Vasıf Bey biraderimizin bir teklifi var; bir kere mandanın esas itibariyle kabul edilip edilemeyeceği taayyün etmelidir. Her şeyden evvel bunu halledelim. İstiklâliyet ile manda arasında ne fark vardır? Daha doğrusu manda tabirini kullandığımız zaman artık İstiklâliyet tabirini kullanamayacaksak, mandayı kabul etmeye burada karar verelim. Hami Bey ve Bekir Sami Bey, biraderlerimizin istiklâl aleyhindeki sözlerinden anlıyorum ki, kendileri manda ile İistiklâliyeti birbirine karıştırıyorlar. Zannedersem “mandayı kabul edelim, istiklâlden bahsetmeyelim!” demek istiyorlar; Hami Bey Cemiyet-i Akvam ‘ca şayanı kabul bazı şeyler not etmişler; halbuki bendeniz manda tabirini kullanmakta bir ihtiyaç görmüyorum. Bu tabirin yerine İstiklâliyet kelimesini kabul edelim... Bendeniz fikrimce manda tabirini kullanmakla istiklâli kullanamayacağımızdan herhalde bu manda tabirini reddetmeliyiz!”66 şeklindeki konuşması mandayı savunanları öfkelendirmiştir67.

Yine millî harekatın önde gelen isimlerinden İsmet Paşa’nın da mandayı savunduğu, hatta onun manda fikrini ilk ortaya atanlardan olduğu hatırlanırsa68 Hoca Raif Efendi’nin Millî Mücadele’deki hizmetlerinin önemi daha iyi anlaşılacaktır.

Diğer taraftan Erzurum ve Sivas Kongrelerine katılan din adamı sadece Hoca Raif Efendi değildir. Bu cümleden olarak, Erzurum Kongresi delegeleri arasında daha şu din adamları da bulunmaktadır;69

Siirt Delegeleri: Müftü Hacı Hafız Mehmet Cemil ve Müderris Hafız Cemil Efendiler, Erzincan Delegesi: Meşayihten Hacı Fevzi Efendi, Sivas Delegesi: Müderris Fazullah Efendi, Kuruçay delegesi: Müftü Şevki Efendi, Of Delegesi: Müderris Yunus Efendi, Kelkit delegesi: Müftü Osman Efendi, Şiran delegesi: Müftü Hasan Efendi, Rize Delegesi: Hoca Necati Efendi, Diyarbakır Delegesi; Müftü Hacı İbrahim Efendi,70.

Sivas Kongresi’ne de Hoca Raif Efendi (Erzurum Delegesi), Şeyh Hacı Fevzi Efendi (Erzincan Delegesi), Müftü Tevfik Efendi

(Çorum Delegesi) gibi birçok din adamı katılmıştır71. Bu arada Sivas Kongresi’nin hazırlık çalışmalarını yürüten komisyonun içerisinde de din adamları ön saflardadır. Bunlar; Vali Vekili Kadı Hasbi Müderris Fazlullah ve Müftü Abdurrauf Efendiler idi. Özellikle Müftü Efendi- Vali Reşit Paşa’nın ifadesiyle- “... Erzurum yolcularına parlak bir istiklal merasimi yapmak vazifesini almıştı. Cübbesinin eteklerini toplayarak evev, dükkan dükkan dolaşıyordu”72.

Öte yandan Mazhar Müfit Kansu, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber adlı hatıratında bu konuda şu bilgiyi vermektedir:

“Müftü Abdurrauf Efendi, Kolordu Kumandanı Selahattin ve eski Sivas mebusu Rasim Beyler de Mustafa Paşa Hazretlerini ve heyeti karşılamak, misafir etmek hususunda büyük gayret sarf ettiler... “73.

Vali Reşit Paşa, Millî Mücadele’nin ilk günlerinde mütereddit idi. Valinin bu durumu, Mustafa Kemal Paşa’nın Erzurum’a gitmek üzere Sivas’a uğradığı günlerde bile devam etmekteydi74. Muhtemelen bu durumu nedeniyle Reşit Paşa, Sivas için melhuz tehlikeler ileri sürerek

kongrenin bu şehirde toplanmasını engellemeye çalışmıştı75.

Vali Reşit Paşa, böyle mütereddit tutum ve davranışlar sergilerken, başta Müftü Abdurrauf Efendi olmak üzere Sivas merkezindeki diğer din adamları çoktan kararlarını millî mücadele lehinde Reşit Paşa, vilayetteki Kuva-yı Millîye çalışmaları hakkında bilgi isterken de teşkilat mensuplarından şu cevabı almıştı:

“... O kadar kalabalık değiliz. Fakat başta Müftü olmak üzere ulema takımı hemen hemen bizimle beraberdir... “76.

Din adamlarının örnek davranışları, Erzurum ve Sivas kongreleri ile sınırlı değildir.

Kuzey Batı Anadolu’da “Kuva-yı Millîye’yi organize edenler; 26-30 Temmuz 1919 tarihleri arasında Balıkesir’de bir araya gelmişlerdir. Bu kongre; 13-27 Eylül 1919, 19-29 Kasım 1919 ve 10,23 Mart 1920 tarihlerinde olmak üzere üç defa daha toplanmıştır77.

26-30 Temmuz 1919 tarihleri arasında yapılan kongreye, 18 kaza ve nahiyenin temsilcilerinden oluşan 48 kişi katılmıştır. İ. Tekeli-S.İlkin, kongreye katılan delegelerin, 3’ünün sivil-asker bürokrat, 5’inin din adamı müderris, 40’ının da eşraftan olduğunu belirtmektedirler. Ancak delegelerin meslek gruplarına göre yapılan bu sayısal ayırma tam gerçeği yansıtmamaktadır. Mustafa Çalışkan’ın da tesbit ettiği gibi delegelerin 27’sini mahalli müftü ve müderrisler teşkil ediyordu.

Kongreye katılmış olan müftü ve müderrislerin isimleri ile temsil ettikleri il, ilçe ve nahiyeler aşağıda gösterilmiştir.

1. Keçecizade Hafız Mehmet Emin Efendi - Balıkesir

2. Arabacızade Hacı Nafiz Mehmet Efendi- Balıkesir

3. Beypazarlızade Hafız Mehmet Efendi - Balıkesir

4. Keşkezade Hacı Bahattin Efendi - Balıkesir

5. Müftü Hoca Mehmet Bey - Burhaniye

6. Soma Müfti-i Sabıkı Osman Efendi - Soma

7. Soma Müftüsü İsmail Hakkı Efendi - Soma

8. Müderris Hüseyin Efendi - Kırkağaç

9. Müderris İbrahim Efendi - Fart Nahiyesi

10. Hafız Arif Efendi - Kepsut Nahiyesi

11. Abdulgafur Efendi - Giresun Nahiyesi

12. Hafız Mehmet Efendi - Şamlı Nahiyesi

13. Hafız Hamit Efendi - İvrindi Nahiyesi”78.

10-23 Mart 1920 tarihinde yapılan V. Balıkesir kongresine din adamlarının sayısı daha da artmıştır. Kongreye katılan 64 delegenin yarısına yakını Müftü, Vaiz, Müderris, İmam-Hatip ve Müezzin-Kayyımlardan oluşmaktadır. Bunlardan bazıları şunlardır.

Müftü Alim Efendi, Hacı Mustafa Efendi, Rıfat Efendi, Arabacıoğlu Mehmet Efendi, Keçeci Hafız Emin Efendi, Hacı Hafız Zade Mehmet Efendi, Osman Efendi Zade Mehmet Efendi, Aza zade Mustafa Efendi, Hafız Numan Efendi, Hafız Mehmet Efendi, Hafız Mustafa Efendi, Hafız İsmail Efendi, Hasan Tahsin Efendi, Hafız Rıfat Efendi, Ali Rıza Efendi, Salim Efendi, Hoca Ali Efendi’dir79.

Ege bölgesinde 16-25 Ağustos 1919 tarihleri arasında yapılan bir diğer kongre, Alaşehir Kongresi’dir. Bu kongreye katılan delegeler; Denizli, Aydın, İzmir, Saruhan (Manisa), Balıkesir, Afyon ve Uşak’ın yanısıra 21 ilçeyi de temsil ediyorlardı. Bu bakımdan bu kongrenin, Balıkesir kongresine nazaran etki sahası daha genişti. Başka bir ifadeyle, bu kongre, Ege’deki direnişi bütünleştirme görevini üstlenmesi yönünden önemliydi. “Alaşehir Kongresi örgütlenmeyle ilgili diğer kararları yanında Alaşehir, Salihli-Kula, Demirci, Eşme, Uşak ve Ödemiş kazalarıyla bunlara daha sonra eklenecek diğer yörelerdeki direniş hareketlerini ‘bir saha itibariyle ve bunların muhassalası’ olarak Heyet-i Merkeziye diye bir üst örgütlenmeye tabi kılmıştır.”80.

Salihli ve Bozdoğan Cephelerinin dayanağı olan bu kongreye açılışında 34 üye katılmıştır. Kongre kapandığında ise, kararları imzalayanların sayısı 45’dir81.

Alaşehir Kongresi’ne katılan delegelerin % 19 veya 20’sini Müftü ve müderrislerin teşkil ettiğini belirten M. Çalışkan, bunların isimleriyle temsil ettikleri il ve ilçeleri şöyle belirtmektedir:

1. Müftüzade Abdülgafur Efendi - Balıkesir

2. Müftü Ahmet Şükrü Efendi Sarayköy/Denizli

3. Müderris İbrahim Ethem Bey Ödemiş/İzmir

4. Müderriszade Süleyman Sami Efendi Akhisar/Manisa

5. Müderris Serdarzade Mustafa Efendi Demirci/Manisa

6. Müfti-i Sabık Mehmet Lütfi Efendi Salihli/Manisa

7. Kadı Zahid Molla Salihli/Manisa

8. Müfti-i Sabık İsmail Hakkı Efendi Soma/Manisa

9. Müftü Hacı Nazif Efendi Eşme/Uşak82.

M. Çalışkan’ın tesbitinde eksiklikler vardır. Örneğin Kula delegesi Tosun Efendizade Raşit Efendi bir din görevlisidir. Öte yandan, Uşak delegesi, İbrahim Bey (Tahtakılıç), 1908 yıllarında Uşak Müftülüğü görevini yürütmüş bir din adamıdır. İbrahim Bey, Kongre Heyet-i Merkeziyesi başkanı olarak önemli hizmetlerde bulunmuştur. Örneğin, Uşak’tan oluşturduğu Uşak Hücum Taburunu, Salihli’ye göndermesi, 1 Mart 1920’de teşkil edilen taburun “... teşkilinde bütün teçhizat Uşak halkı tarafından temin edilmiş, elbiseleri Uşak şayak fabrikalarından alınan kumaşlardan diktirilmiştir. Bütün bu işler İbrahim Bey’in tükenmez, enerjisiyle meydana gelmiştir...”83.

Yukarıda isimlerini verdiğiniz din adamları anılan kongrelerin bütün toplantılarına katılmışlardır. Bu arada kongre başkanlıklarına önergeler vermişler ve yaptıkları tekliflerin kabulü için mücadelede bulunmuşlardır. Örneğin, Alaşehir Kongresi’nde Salihli delegesi Müftü Mehmet Lütfi Efendi’nin “İhracatın memnuniyeti hakkındaki karar da fevaidden ziyade mazarrat tevlit ediyor. Salihli’de yalnız baklayı müsaade ettik, diğerlerini men ettik. Pek büyük mazarrat husule geldi Kuva-yı Millîye’nin iaşesinin temini için köylülerden para isteniyor, hal şu ki köylüler parayı ancak zahirelerinin furuhtıyle temin edebilirler” şeklindeki önergesi uygun görülerek, Balıkesir kongresi’nde alınan kararın tersine, zahire ihracının serbest bırakılması sağlanmıştır84.

Ayrıca Balıkesir ve Alaşehir Kongrelerinin toplanması için Ege bölgesinde çalışmaları yürüten Hacım Muhittin Çarıklı’nın her gittiği yerde mahalli müftü, vaiz ve müderrislerden bilgi aldığı ve bunların yardımlarını istediği, böylece de yukarıda isimleri geçen din adamlarının bu kongrelere katılmalarını temin ettiği, 16 Mayıs 1919 - 28 Eylül 1920 tarihleri arasında o’nun günü gününe tuttuğu notlardan, özellikle 17 Haziran - 25 Temmuz 1919 tarihleri arasındaki bilgilerden anlaşılmaktadır85.

Kasım 1918’de Doğu Trakya’ya bir Fransız alayının gelmesi ve Uzunköprü-Sirkeci demir yolunu işgal etmesinden bir süre sonra burası bir Yunan taburunun işgaline bırakılmıştı. Başlangıç’ta Trakya halkı, Trakya Paşaeli Merkezi Hey’et-i Osmaniyesi Cemiyeti’ni kurarak düşmana karşı mücadeleye girişti. Zamanla bu şekilde verilen mücadele’nin yeterli olmadığı görüldüğünden 31 Mart 1920’de Lüleburgaz’da bir kongre toplandı. Daha önceki iki Edirne kongresinden sonra 9 Kasım 1920’de de Edirne Büyük Kongresi yapıldı. Bu kongrelerinin amacı Doğu Trakya’yı Yunan işgalinden kurtarmaktı86.

Millî Mücadele’de Trakya bölgesindeki faaliyetleri ayrıntılı bir surette kaleme alan Tevfik Bıyıkoğlu, çalışmasında buradaki din adamlarının hizmet ve çalışmalarından da sözetmektedir. Lüleburgaz kongresine iştirak eden din adamlarını: Müftü Mestan Efendi (Edirne), Mustafa Asım Efendi (Şarköy), Hafız Emin Efendi (Keşan)87 olarak zikreden yazar, daha sonra da Edirne Büyük Kongresi tutanaklarından Tekirdağ Müftüsü Hilmi, Edirne Müftüsü Mestan ve Saray Müftüsü Ahmet Efendilere ait anekdotlar sunar.

Bunlardan bir-ikisini birlikte izleyelim: “Milliyetçi bir müftünün sözleri:

Saray Müftüsü Ahmet Efendi - ...Üzerimize düşen vazife, memleketimizi muhafaza ve müdafaa etmektir. Bu hareketimizle, padişahımıza isyan etmiş olmayız. Haşa! Ben din kardeşlerime hakikati söylemek isterim. Bir Türk düşünemem ki, cihaddan kaçınsın: Dün bir müftü gücenip çekildi. Onun gönlü alınsın, bütün müftüler bundan memnun olacaklardır. Düşman istilâ tehlikesi olan bir yerde, cihad, farzı ayindir. Biz mukavemet etmezsek padişahın emrinden ayrılmış oluruz. Hem biz, taarruza uğramadan muharebe edecek değiliz ki... Hazırlık yapacağız. Hazırlık yapmak, devlet ve millete, hilâfet makamına bağlılığı sağlamaktadır. Boşu boşuna oturursak miskinlik ve zilleti kabul etmiş oluruz. Elimizde olan mal, mülk düşmana geçecektir. İçinizde başka türlüsünü iddia edecek var mıdır? Cihadın güzel oluşu, İslâmlığın şerefini yükseltmesindendir.

Müftü Ahmet Efendi, kongredeki müftülere dönerek sordu:

- Öğle değil mi hoca efendiler? Hepsi birden cevap verdiler:

- Hay hay, öyledir, Efendi hazretleri!

Müftü Ahmet Efendi, sözüne şöyle devam etti:

- Biz de, sizden rica ederiz, canınızı ve malınızı esirgemeyiniz. Bugün bundan çekinirsek. Yunanlılar hepimizi, zorla askere alırlar ve kardeşlerimize karşı kullanırlar. İzmir’in bir tarafına götürürler, bir şey yapamayız. Ben Makedonyalı bir Türküm; düşman akrabamdan onbeş kişi süngüledi, güçlükle kurtuldum. Çalışarak bu tehlikeyi ortadan kaldırmak mümkündür. Sözüm bu kadardır.”88

“... Babaeski Müftüsü: - Müşterek karar, karşılıklı güven demektir. Kararımız müdafaa, sonra seferberlik, arkasından gerekirse dövüşmektir... Benim aklım pek ermez. Gazetelerde gördüm. Geçenlerde D’Espere mi, Vespere mi, buraya bir kumandan gelmiş. İşte o adam demiş ki: “Size tebliğ edilecek emirleri, size zorla kabul ettireceğim. Siz de kabul edeceksiniz!”

Demek ki biz tehdit altındayız. Bu da müdafaayı icab ettirir, uzun uzadıya düşünmeye lüzum yoktur.

Sözüm bitti.

- Yaşa Hoca Efendi, sesleri”89.

Öte yandan 6-9 Ağustos 1919 tarihlerinde toplanan Nazilli Kongresine de; Eşme Müftüsü Hacı Nazif Efendi, Isparta Eski Müftüsü Hacı Hüsnü Efendi90. Sarayköy Müftüsü Ahmet Şükrü Efendi, Karacasu Müftüsü Hulusi Efendi gibi birçok din adamı katılmıştır. Kongrede Müftü Hulusi Efendi Başkan Vekili seçilmiştir91.

Çalışmamızın bu kısmını, Hoca Raif Efendi’nin Sivas Kongresi’nde

manda tartışılırken, söylediklerinden küçük bir bölümü ile bitirelim.

“- Bizim hedef ve gayemiz, istiklâli tam olup, yoksa şu veya bu devletin himayesi altına girmek gibi muhilli istiklâl olan ve manda denilen ve bazıları tarafından ismi değiştirilerek müzaheret namı verilen, her ne olursa olsun istiklalimize dokunan şeyler değildir”92.

Demir ve Çelik Alaylar

Millî Mücadele’de din adamları ellerinde silah, beldelerini de korumuşlardır. Isparta’da Hafız İbrahim Efendi, DEMİRALAY, Afyon Karahisarda Hoca Şükrü Efendi ÇELİKALAY adlarında gönüllülerden alaylar teşkil etmişlerdir.

Ali Fuat Paşa bu kuvvetlerden şöyle sözeder: “Anadolu’nun muayyen bir kısmını elde tutabilmenin ilk şartı, başında olduğum 20. kolordunun sahası içinde olan Isparta-Afyonkarahisar-Eskişehir hattını elde muhafaza edebilmekti. Eskişehir’de İngilizler vardı. Eğer Isparta ve Afyon’u muhafaza edebilse idik, Eskişehir’deki İngilizleri atmak mümkündü. Isparta ve Afyon’da millî kuvvetleri teşkil edebilme faaliyetimize lüzum kalmadı: Bu iki şehrimizde, iki din adamı, başı sarıklı iki mücahit başa geçmişler ve millî kuvvetleri tecrübeli kumandan siyaset ve basireti ile teşkilatlandırmışlar ve ilk anda yadırganacak bir kararla kumandayı da bizzat ellerine almışlardı. İsparta’da Hafız İbrahim Efendi, Afyonkarahisar’da Hoca İsmail Şükrü Efendi… 93

Şükrü Hoca, TBMM Üyesi sıfatıyla Ankara’ya geldiği zaman öncelikle Mustafa Kemal Paşa’nın yanına gitmiştir. Paşa, kendisine; Nerede kaldın Hocam?, dört gözle seni bekliyorduk” demiştir. Bunun üzerine Şükrü Hoca da, Afyon’daki çalışmalarını anlatarak, Paşa’ya oradaki düşmanın durumu ve yapılması gereken işler hakkında bilgi vermiştir. Bu sırada, Mustafa Kemal Paşa, tekrar: “Varolunuz Hocam. Sizin gibi din alimlerinin bu hususta millete önayak olmanız, memleketin ve dinin muhafazası için elzemdir. Afyon’da nasıl çalıştığınızı, evlerde, camilerde, köylerde halkı düşmana karşı mukavemete nasıl hazırladığınızı işittim. Memleket ve din uğrundaki bu mücadeleniz şayanı takdirdir. Çok memnun oldum Hocam : Yine sizin gibi bir din alimi olan arkadaşınız Nebil Dehşeti Efendi’nin (1. Dönem TBMM Afyonkarahisar Meb’usu) mesaisini de takdir ederim” diyerek hocaların özellikle Şükrü Hocanın Millî Mücadele’deki hizmetlerini belirtmiştir94.

Yunan orduları durmadan ilerliyorlardı. Alaşehir elden çıkmıştı. Yunan işgalinin genişlediği bu günlerde konu TBMM’nde gündeme gelmiştir. Mustafa Kemal Paşa ve İsmet Paşa’nın da hazır bulundukları Meclis toplantısında hararetle tartışılmıştır95. Bu arada Şükrü Hoca’da görüşlerini açıklamıştır. O uzunca olan konuşmasının bir bölümünde konuyla ilgili görüşlerini şöyle dile getiriyordu:

“... Bu gün benim memleketim istilâya maruzdur. Düşman şimendiferleri üç saatlik bir mesafededir. Fakat ben meyus değilim. Beni meyus edecek diğer mahallerin sukutudur. Bu gün Uşak sukut edecek, yarın Karahisar, Bir memleket yanarken diğerinin seyirci kalması islâmiyete sindir. Efendiler bu gün yapılacak bir vazife vardır. Öyle nazariyat, peşinde koşulacak zaman değildir. Bundan evvel bizim kölemiz olan ve nüfusu bir buçuk milyondan ibaret bulunan hain bir Yunan bu gün yükselsin de, yüz yüz elli bin kuvvetle hücum etsin de bu kadar kuvveti mağlup etsin. Bu islâmiyetle kabili tevfik değildir. Bu gün Millet Meclisi şu derde deva bulmak için toplanmıştır. Biz de onun için buraya geldik. Bunun çaresi umum Anadolu kuvvetlerini tevhit etmek, cihadı mukaddes ilân etmektedir. Bu gün ben mukadderatımızı elinde tutan kimselerin sui idaresini bilmekle beraber onlardan müşteki değilim; onların iskatı taraftarı değilim. Gördüğüm yolsuzluklar karşısında ve düşman taarruzuna karşı buradaki lâkayitlikler beni eritiyor. Rica ederim, itiraf etmeliyiz azillerin, nasıpların sırası değildir. Millet kendini kuvvetli göstermeli(dir)...”96.

Meclis’teki bu tartışmalar esnasında Erkan-ı Harbiyei Umumi Reisi (Genelkurmay Başkanı) Fevzi Paşa, Şükrü Hoca’ya; “Hocam vaziyet tehlikededir... Bir cephe kurabilmek için bize beş ay zaman lazım” demesi üzerine de Şükrü Hoca kendisine yeteri miktarda at ve silah verilmesi halinde düşmanı beş ay oyalamak yerine durdurabileceğini bildirilmiştir97.

Bundan sonraki gelişmeleri Şükrü Hoca şöyle anlatır:

“... Paşa bu tekliften memnun kalır. “Ne kadar silah ve cephane varsa derhal bana teslim edilmesi için Ankara silah deposuna emir verdiler98. Depoya gittim. Ne göreyim: 14 adet martinden muaddel tek ateşli bekçi silahlarından başka silah yok. Bunları aldım. Kırka iblâğını istedim. Ankara Kolordu Kumandanı ve Vali Vekili Nuri Beyin bunu bulacağını ümid ediyordum. Maalesef buna imkân olmadığını söyledi... Resmi makamlardan ümid kesilince Allaha dayanarak bir çare düşündüm. Hemen bir gün içinde bir asker elbisesi diktirdim. Basımdaki sarığı muhafaza ederek bu asker elbisesini giydim. Hacı Bayram Camiinde cuma namazından sonra kürsüye çıktım... “Ey cemaati müslimin! dedim. Kapıları kapayınız. Hiçbiriniz camiden dışarı çıkmasın. Sizinle görüşecek mühim meseleler var!” dedim. ... coştum, söyledim. Evde duvarlarda asılı duran harb silahlarının boşuna asılı kalırsa ev sahibine lanet edeceğini anlattım. Memleket ve din tehlikede kalırsa yedisinden yetmişine kadar bütün Müslümanların cihadla mükellef olduğunu anlattım. Mustafa Kemal Paşa’nın teminatını söyledim. Cemaat ağladı. Ben ağladım. Nihayet arkamdaki ilmiye cübbesini çıkararak asker elbisesiyle başımda sarık olarak kürsüde ayağa kalktım. “Ey cemaati müslimin! dedim. İşte ben asker kıyafetine girdim cepheye gidiyorum. Memleket ve din kurtuluncaya kadar cephelerde düşmanla çarpışacağım. Memleketi dinini seven benimle gelsin” dedim... Herkes sağa sola koştu. O gün akşama kadar 700 silah, 600 mücahid, 120 at toplamıştı. ... Ben miktarı kafi silahşor mücahidlerle Ankara’dan ayrıldım... Afyon’a gelir gelmez düşman birtaarruz daha yapmış. Uşak’a girmişti. Acele cepheye koştum. “Uşak Cephanesine” izzettin Bey Kumanda ediyordu... Ben hemen o tarafta bir müdafaa hattı tesis ettim”99.

Demiralay’ın varlığı, İtalyanların Isparta ve çevresinde barınamamasını sağlamıştır. Çelikalay da Dumlupınar’da Yunan ileri harekatını dokuz ay durdurarak ordumuzun hazırlanmasını temin etmiştir. Şükrü Hoca, cephede alayının başında ve cephe gerisinde de camilerde va’z ederek Afyon halkının Millî Mücadele lehinde bilinçlenmesinde de hizmet vermiştir100.

Hafız İbrahim ve Hoca Şükrü efendiler’den başka çalışma alanımıza giren bölgede, kimi din adamları da gönüllülerden oluşturdukları müfrezelerini komuta etmişlerdir. Örneğin, daha önce de belirtildiği gibi Çal Müftüsü Ahmet İzzet Efendi bunlardan birisidir. Müftü Ahmet İzzet Efendi, Çal (Denizli) ve çevresinden oluşturduğu 100 kişilik müfrezesini Aydın-Köşk cephesinde komuta etmiştir. Yine Salihli-Bozdoğan Cephesinde Kadı Zahit Molla, Bakirli Hüseyin Hafız, Kırkağaç Müftüsü Mehmet Rifat da Kuva-yı Millîye komutanlıkları yapmışlardır. Bunlardan Müftü Mehmet Rıfat Efendi düşmanla çarpışırken esir düşmüş ve Atina’da uzun süre esaret hayatı yaşamıştır101.

Bir diğer müfreze komutanı da Celal Bayar’ın, “... İri vücutlu, başında kocaman sarığı, muntazam kesilmiş sakalı, elinde bir İngiliz filintası, belinde fişekliklerle İngiliz atı üzerinde çok heybetli görünüyordu. Yanında silahlı beş muhafız vardır” diye tanımladığı Eşme Müftüsü Hacı Nafiz Efendi’dir102.

Özetle Millî Mücadele’de din adamları ellerinde silah beldelerini de korumuşlardır.

Bu bölümü, Mustafa Kemal Paşa’nın Demiralay Komutanı Hafız İbrahim’e gönderdiği 14.8.1336/1920 tarihli telgrafıyla bitirelim:

12 Kolordu Kumandanlığı Vasıtasıyla Isparta Millî Demiralay Kumandanı Meb’us İbrahim Bey’e Isparta Livasının Müdafaa-i vatan hususunda gösterdiği fedakarlık teşekküre şayandır. Bütün alay zevatı ve kendisine Büyük Millet Meclisinin takdirlerini ve teşekkürlerini takdim ederim. Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal”103.

Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinde Görev Alan Din Adamları

Müdafaa-i Hukuk, bir milletin yaşama hakkının mücadelesini simgeler.

Müdafaa-i Hukuk, Türk Milletinin “ben varım, binlerce yıllık bir tarihin ve bu toprakların sahibiyim” diyen sesin bütün dünyaya duyurulmasıdır. Müdafaa-i Hukuk, hakları, hürriyetleri, namusları ve tarihleri ellerinden alınmak istenen bir toplumun mücadele azmi ve kararlılığıdır. Müdafaa-i Hukuk, hak ve hürriyetleri için bir araya gelenlerin, sırasında canlarını ortaya koydukları mücadele şuurudur. Nihayet Müdafaa-i Hukuk, yeni bir devletin doğuşunun kaynağıdır. Türk’ün dünyaya kendisini savaş alanlarından barış masalarıda tanıttığı güçtür. İmandır.

Müdafaa-i Hukuk Teşkilatları başlangıçta yereldir. Bu kuruluşların “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” adı altında toplanmalarıyla bütün vatanın kurtuluşu ve millî bir devletin kuruluşu amaçlanmıştır. Başlangıçta belki sadece Yunan işgaline, Ermeni saldırılarına, Fransız, İngiliz ve İtalyanlara karşı başlayan mücadele, Sivas Kongresinden (7-11 Eylül 1919) sonra bütününe yönelmiştir.

Müdafaa-i Hukukun ve bu ana fikir etrafında meydana gelen teşkilatların askeri güçle birlikte hareketi de gene Sivas Kongresi sıralarında gerçekleştirilmiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisi de, bu teşkilatların üzerine bina edilmiştir104. Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinin kuruluş ve faaliyetlerinde, din görevlileri de görev almışlardır. Ancak hemen belirtelim ki, Millî Mücadele’nin diğer sahalarında olduğu gibi, Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri konusunda da din adamları ilk sırada yer almışlar. İstisnasız hiçbir Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti yoktur ki, üyeleri arasında bir din adamı bulunmasın. Bunlardan Vilayet ve mutasarrıflık mer-kezlerindekilerinin isimlerini tesbit edebildiklerimizi sunuyoruz:

Ankara Vilayeti: Müftü M. Rifat Efendi (Başkan), Kınacızade Şakir, Hanifızade Mehmet ve Hatib Hacı Ahmet Efendiler.

Edirne Vilayeti: Müftü Mestan Efendi (Üye).

Erzurum Vilayeti: Hoca Raif Efendi (Başkan), Müftü Sadık Hacı İsmail Efendizade Tevfık, Leylizâde İbrahim, Derviş Ağa Hatibi Ahmet, Çitzâde Ragıp Efendiler.

Bitlis Vilayeti: Müftizâde Mahmut Efendi (Başkan), Kalelizâde Şevket, Hacı Babuzâde Mehmet Nuri, Şeyh Abdülgazi Efendiler.

Diyarbakır Vilayeti: Müderris Ahmet Hamdi Efendi.

Kastamonu Vilayeti: Müftü Salih Efendi, Şeyh Şemsizade Ziyaeddin Efendi.

Konya Vilayeti : Ali Kemal Efendi (Başkan), Müftü Ömer Vehbi Efendi.

Mamuretilaziz (Elazığ) Vilayeti: Müftü Halil Efendi.

Sivas Vilayeti: Müftü Abdürrauf Efendi (Başkan).

Trabzon Vilayeti: Müftü Mehmet İzzet. Hafız Mahmud Efendi.

Van Vilayeti: Müftü Şeyh Masum Efendi (Başkan).

Aksaray Mutasarrıflığı: Müftü Kazızade İbrahim Efendi, Hacı Şerif Efendizade Hüseyin Efendi.

Amasya Mutasarrıflığı: Müftü Hacı Tevfık Efendi (Başkan)

Aydın Mutasarrıflığı: Müderris Hacı Süleyman Efendi, Hafız Ahmet Efendi.

Beyazıd Mutasarrıflığı: Şeyh İbrahim ve Abdülkadir Efendiler.

Bolu Mutasarrıflığı: Müderris Kürtzade Mehmet Sıtkı Efendi(Başkan). Burdur Mutasarrıflığı: Müderris Hatibzâde Mehmet Efendi.

Canik (Samsun) Mutasarrıflığı: Ömerzade Hoca Hasan Efendi, Müderris Adil Efendi.

Çorum Mutasarrıflığı: Müftü Ali Efendi.

Denizli Mutasarrıflığı : Müftü Ahmet Hulusi Efendi (Başkan), Müftüzade Kazım Efendi.

Erzincan Mutasarrıflığı: Müftü Osman Fevzi Efendi, Şeyh Safvet Efendi, Şeyh Hacı Fevzi Efendi.

Giresun Mutasarrıflığı: Müftü Lazzâde Ali Fikri Efendi.

Gümüşhane Mutasarrıflığı: Mehmet Şükrü Efendi, Müftüzade Mehmet Efendi.

Ertuğrul (Bilecik): Müftü Mehmet Nuri Efendi (Başkan), Hafız Arif Efendi.

Hakkari Mutasarrıflığı: Müftü Ziyaeddin Efendi (Başkan).

Hamidabad (Isparta) Mutasarrıflığı: Müftü Hüseyin Efendi, Şeyh Ali Efendi (Başkan), Hafız İbrahim Efendi, Müderris Şerif Efendi.

İçel Mutasarrıflığı: Hocazade Emin Efendi.

Karahisar-ı Sahib (Afyon) Mutasarrıflığı: Müftü Said Efendi (Başkan), Gevikzade Hacı Hafız Efendi, Nebizade Mehmet Efendi.

Kengiri (Çankırı) Mutasarrıflığı: Müftü Bekirzâde Ata Efendi (Başkan).

Kırşehir Mutasarrıflığı: Müftü Halil Hilmi Efendi (Başkan).

Kütahya Mutasarrıflığı: Mazlumzade Hafız Hasan Efendi, Hacı Musazâde Hafız Mehmet Efendi.

Lazistan Mutasarrıflığı: Müftü Mehmet Hulusi Efendi, Mataracızade Mehmet Şükrü Efendi, Şeyh İlyas Efendi.

Malatya Mutasarrıflığı: Müderris Tortumluzade Hacı Hafız Efendi. Maraş Mutasarrıflığı: Müftü Abdullah Mehmet Efendi. Mardin Mutasarrıflığı: Müftü Hüseyin Efendi. Muş Mutasarrıflığı: Müftü Hasan Kamil Efendi. Niğde Mutasarrıflığı: Müftü Süleyman Efendi.

Oltu Mutasarrıflığı: Müftü Mehmet Sadık Efendi, Müderris Emin ve Yakup Efendiler.

Ordu Mutasarrıflığı: Müftü Ahmet İlhami Efendi. Siirt Mutasarrıflığı: Müftü Hoca Ömer Efendi. Sinop Mutasarrıflığı: Müftü Salih Hulusi Efendi.

Teke (Antalya) Mutasarrıflığı : Müftü Yusuf Talat Efendi, Hacı Hatip Osman Efendi.

Tokat Mutasarrıflığı: Müftü Katibzâde Hacı Mustafa Efendi, Habib Efendizâde Hoca Fehmi Efendi, Hafız Mehmet Efendi.

Urfa Mutasarrıflığı: Müftü Hasan Efendi.

Yozgat Mutasarrıflığı: Müftü Mehmet Hulusi Efendi (Başkan)

Zonguldak Mutasarrıflığı: Müftü İbrahim Efendi (Başkan)105.

Vilayet ve Livalarda olduğu gibi, Kaza ve Nahiye merkezlerinde kurulan Müdafaa-i Hukuk Şubelerinde de din adamları görev almıştır. Başka bir ifadeyle, içerisinde din adamı olmayan Müdafaa-i Hukuk Şubesi hemen hemen yok gibidir. Bu cümleden olarak, Batı Anadolu’yu örnek olarak seçelim. Bu bölgede Mûdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinde görev alanlardan - din adamı olmayanlar da dahil- isimlerini tesbit edebildiklerimizi sunuyoruz.

Denizli: Müftü Ahmet Hulusi Efendi, Başgazade Yusuf, Müftüzade Kazım, Hamamcı Şeyh Mustafa, Tat Osmanoğlu Emin, Tavaslızade Mustafa, Küçükağazade Ali, Doktor Kazım, Dalamanlızâde Şükrü Bey ve Efendiler106.

Acıpayam: Müftü Hasan Efendi, Mehmet Arif Efendi, Mehmet Kamil Bey, Kızılhisarlı Hasan Efendi107.

Çal: Müftü Ahmet İzzet Efendi, Necip Bey, Hacı Mahmut Efendi, Emin Bey, Şakir Ağa, Belediye başkanı Hacı Mehmet Ağa, Derviş Efendi, Damat oğlu Abdullah Efendi, Osman Efendi, İzzet Efendi, Abdurrahman Ağa, Sadık Efendi, Bekir Ağa oğlu Mustafa ve Rıza Efendiler. Hacı Mustafa oğlu Zekeriya, Arapzade Ahmet, İbrahim Çavuş, Ahmet Çavuşoğlu Hüseyin, Mehmet Ağaoğlu Derviş108.

Buldan: Müftü Salih Efendizâde Mehmet, Hacı Mollazade Necip, Kara Yusufzade Hacı Mehmet Efendi, Çopur Süleyman Efe ve Güneyli Kolağası Mehmet Efe109.

Çardak: Rıza Bey110.

Çivril: Çorbacıoğlu Hasan Ağa111.

Sarayköy: Müftü Ahmet Şükrü Efendi, Belediye Başkanı Hacı Salihzade Halil, Müderris Hacı Halilzâde İsmail Efendiler112.

Tavas: Müftü Cennetzade Tahir Efendi, Belediye Başkanı Gerdekzade Hacı İsmail, Katırcızade Abdullah ve Şeyh Alizade Kemalettin Efendiler ve Müderris (Öğretmen) Mehmet Ali Bey113.

Nazilli: Giritli İsmail Hakkı (Akdeniz), Avukat Ömer, Hoca Hacı Süleyman, Mollaoğlu Hasan, Palamutçu İbrahim Tüccardan Ali Haydar, Müftü Salih ve Sultanoğlu Sadık Bey ve Efendiler114.

Çine : Müftü Ahmet Zühtü Efendi, Kadıköylü Mustafa Efendi, Bözüklü Hacı Süleyman Efendi, Belediye Başkanı Hidayet Efendi115.

Ödemiş: Refik Şevket (İnce) Bey, Hamit Şevket (İnce) Bey, Eczacı Tevfık bey, Dr. Mustafa Bey, Hakkı Paşaoğlu Fahri Bey, Müftü Hacı Hüseyin Efendi, Müderris Mustafa ve Hacı Mümtaz efendiler116.

Koçarlı: Hacı Yunuszade Mehmet Cihanoğlu Mustafa, Hafız Tevfık, Hacı Halil İbrahim Efendiler117.

Bayındır: Müftü Hacı Hasan Efendi118.

Manisa: Bahri (Sarıtepe) Bey Başkanlığında kurulmuştur119.

Akhisar: Reşat Bey, Emin Ali Bey, Dramalı Hacı Şevket Bey, Manisa Müftüsü Alim Efendi, Kemerlizade Mehmet Hulusi Bey, Kayalızade Mehmet Ağa, Müderriszade Süleyman Efendi, Müftüzade Hasan Efendi120.

Alaşehir: Kadı Mehmet Münif Efendi, Müftü, Belediye Reisi Galip, Kuşakçızade Raşit, Hacı Musazade Eyüp, Hasağası Ömer gibi Alaşehir’in ileri gelenlerince kurulması muhtemeldir121.

Kula: Keleşzade Mehmet Ağa (Keleşoğlu), Keleşzade Hakkı Ağa (Keleşoğlu), Palanduzzade Mehmet Şevki Efendi (Palanduz), Buruşukzade Halil Efendi (Taner) ve Müftüzade Sofi Hakkı Hoca’dır122. Ayrıca Kula Müdafaa-i Hukuk Cemiyetinde Avukat Abdurrahman Çil, Mehmet Gidişoğlu ve İsmail Tanıl da görev almıştır123.

Kırkağaç: Hacı Halil Efendi, Hacı Süleyman Efendi, Mehmet Efendi, Ali oğlu Celal Efendi, Rıza Efendi, Şükrü Efendi, Ahmet Efendi, Nazmi Efendi ve Fesçi Mehmet Efendi124.

Gölmarmara: Hafız Osmanoğlu Hafız Tahir (Barutçuoğlu) Efendi, Hafız Kamil Efendi, İbrahim Efendi, Ayanoğlu Mustafa Çavuş, Seyfı oğlu Ali Efendi, Halil Efendi, Ömer Çavuş, Çoban Hasan, Kadri Lütfı Hoca oğlu Şakir Efendiler, Osman Ağa125.

Gülbene: İshakzade Ahmet Bey, Hilmi Bey, Hakkı Bey, Ali Ağa, Eşref Efendi, Lütfi, Muharrem, Seyfı ve Hafız İsmail Efendiler126.

Salihli: Zahid Molla, Şabanzade Ali, Tomaslızade Ali Rıza, Refîkzade Hasan Refik, Hacı İsmail ağazade. Hacı Mustafa, Pazarcıkoğlu Süleyman Faik, Osmanağazade Münir127.

Soma: Hacı Raşit Efendi, Osman Efendi, Bakirli Hafız Hüseyin Efendi, Tırhalalı Osman Ağa, Giritli Hüseyin Efendi128. Aynca Muallim Ali Rıza Davavekili Mehmet Efendi de görev almıştır129.

Balıkesir: Mehmet Vehbi (Bolak), Hulusi Bey (Zorbalı), Keçeci Hafız Bey (Belediye Başkanı), Hacım Muhiddin Bey (Çarıklı), Rasim Bey (İslam ağazade, çoğan), Sabri Bey (Maarif Müdürü - Sözener), Mehmet Bey (Kocabıyıkzade), Hoca Abdülgafur Efendi (Isıtan), Şükrü Bey (Yırcalı), Osman Bey (Gönenli), İbrahim Bey (Basribeyzade), Hacı Mustafa Efendi (Kangal), Mustafa Efendi (Yağcılarlı), Nuri Efendi (Kunduracı), Mehmet Efendi (Beypazarlı), Hacı Hafız Efendi (Arabacızade) Müderris Halil Efendi, Müderris Hasan Basri (Çantay), Sabri Bey (Tirelizade) Şevki efendi (Tüfekçi), imamzade Hacı Rifat Efendi, Yzb. Atasan Rıza Bey, Ali Galip Efendi, Ahmet Naci Efendi, Süleyman Efendi (Barutçuzade) Ahmet Ekrem Efendi (Kiper), Mustafa Nazım Efendi (Erdem), Hacı Kamile Hanım, Zeynep Hanım, Ali Suûri Bey 130.

Balya: Mustafa Çavuş Alaattin Efendi, Yürük Ali Ağa, Kara Şeyh Efendi ve Kara Mehmet Efendi131.

Biga: Müftü Hamdi Efendi, Hacı Zati Efendi, Mehmet ağa, Hüseyin Bey, Dizman Mehmet ağa132.
Burhaniye: Hoca Şükrü Efendi, Müftü Mehmet Efendi, Çakarağazade Hakkı Bey, Ahmet Şakir Efendi, Rüsuma memurlarından Ahmet Enver Efendi, Emin Hüseyinzade Hafız Mustafa Efendi133.

Gönen: Emekli Binbaşı Hasan Bey, Müftü Şevket Efendi, Belediye Başkanı Hüseyin Çavuş, Kalaycıoğlu Hacı Ahmet Ağa, Hacı Mecidin Lütfı, Burunoğlu Hafız Halil, Salih Efendi, Hafız Kazım Efendi, Uncu Ali Ağa, Avukat İbrahim Bey, Tabak Hacı Hasan Efendi, Çerpeşli Hakkı Efendi134.

Havran: Hasan Kamil Bey, Fahri Bey, Hatipzade Ali Efendi, Hecinoğlu Hüseyin Efendi, Muharrem Bey, Hocazade Abdurrahim Bey, Fevzi Bey, Seyit Bey Kızılkeçili Fevzi Bey, Hamzazade Süleyman Efendi, Hacı Bey135.
İvrindi: Mehmet Bey ve Hamit Bey136.

Uşak: İbrahim (Tahtakılıç) Bey, Müftü Ali Rıza Efendi ve Bacakoğlu Mustafa137.

Eşme: Müftü Nazif Efendi138.

Afyon: Müftü Hüseyin Efendi, Müderris Şükrü Efendi, Müderris Nebil Efendi, Turunçzade Yusuf Bey, Turunçzade İsmail Bey, Ethemzade Hacı Hüseyin Bey, Akosmanzade Hacı Hüseyin Efendi, Sarıhacı Alizade Hacı Mehmet Efendi139.

Muğla: Zorbazade Ragıp bey, Dr. Cemil Seri Baydur, Müftü Hacı Hamzazade Mehmet Zeki Efendi, Hacı Kadızade Hafız Sabri Efendi, Zorbazade Emin Kamil Bey, Serezlizade Memiş Efendi, Selimzade İsmail Efendi, Mestan Efendi, Serficeli Reşit Bey, Bozöyüklü Hacı Süleyman Efendi140.

Bodrum: Resulzade Hacı Halil Efendi, Müftü Yusuf Ziya Efendi, İsmail Ağaoğlu Hasan141.

Datça: Kamil Efendi, Cazim Ağa, Hacı Rüştü Efendi, Emrullah Efendi, M. Cavit Efendi142.

Fethiye: Çeşmeli Osman Bey, Kamil Sıkman, Salih Zeki Pekim, Dr. Vasfı Bey, Hilmi Döğerli, Hoca Süleyman Efendi143.

Köyceğiz: Tavaslıoğlu Hacı Osman, Tahirağaoğlu Osman Ağa, Tevfık Bey, Müftü Ali Rıza Efendi, Şükrü İlhan, Hamdi İlhan, Cemil Efe, Ethem, Selahi ve Tevfık144.

Marmaris: Binbaşı Edip, Hafız Kamil, Hafız Mehmet Dede Rıfkı Efendiler, Av. Saitoğlu Münir ve Hamdi Yüzak145.

Milas: Feyzullah Ağa, Müftü M. Rüştü Efendi, Kara Hafız, Rifat Gazi ve O. Zeki Beyler146.

Ula: Hamza Hayati Bey, Bahattin Ağa, Hacı Halil Ağa, Hacı Hasanoğlu Şükrü Efendi ve Şükrü Efe147.

Yatağan: Fehmi Ağa, Müderris İbrahim Efendi, Hoca Mehmet Ali Efendi, Abit Hoca, Fettah Hoca ve Numan Azam Efendi148.

Fetvalar ve Fetvaları Tasdik Eden Din Adamları

Bir davranış, bir işin İslam Dini hükümleri açısından doğru ve yanlışlığı, olur veya olmazlığı konusunda, din bilginlerinin verdikleri sözlü veya yazılı cevaplara fetva denilir. Kısa tanımıyla fetva, Müftünün verdiği şer’i cevaplardır.

Anadolu’da Mustafa Kemal Paşa önderliğinde başlayan ve her geçen gün daha da güçlenen ulusal harekat, itilâf güçlerini rahatsız ediyordu. Bu sebeple 16 Mart 1920’de Millî Mücadele için yeni bir dönem başladı. İstanbul’daki Ulusal Harekat taraftarı olan herkes takip edilip tutuklandığı gibi, Anadolu’ya çıkış yolları da kontrol altına alındı. Bu arada Anadolu’da yer yer isyanlar çıkarıldı.

Başta İngilizler olmak üzere itilâf devletleri yapılanları yeterli görmediler. Bu yüzden ellerindeki bütün imkanları harekete geçirmek suretiyle İstanbul Hükümeti üzerindeki baskılarını artırdılar. Ta ki en büyük dini makam olan Şeyhül-İslam’dan Ankara’dakileri kötülüyen bir fetva olarak Anadolu’ya dağıtsınlar ve böylece halkın onlara olan itimatını sarssınlar. Çünkü düşman, Anadolu halkının dini hislerine nasıl yürütürken bağlı olduğunu anlamıştı. Bu arada Türk Milletinin ruhunda ve benliğinden mevcut olan direnme gücünü ateşleyen hocalar, Müftüler Millî Mücadele fikrinin doğuşunda önemli faktör olmuşlardı. Kısaca Türk Milleti Mustafa Kemal Paşa’nın “Ya İstiklal Ya Ölüm” parolası etrafında birleşmiştir.

İşte bu birlik ve beraberliği parçalamak isteyen düşman kuvvetleri, halkın dini duygularına hitabeden bir vesika elde etmek arzusuna kapıldılar. Sonunda Şeyhül-İslam Dürrizade Abdullah Efendi’den “Anadolu Harekatına Girişenlerin Katli Vacip Olduğuna” dair bir fetva aldılar149. Fakat bu kolay olmamıştır. Dürrizade’nin selefi olan Haydarizade İbrahim Efendi, istenilen bu fetvayı vermemek için Şeyhülislamlık makamını terke mecbur kalmıştır. Bu yüzden dördüncü Damat Ferit Hükümetinin teşkili iki gün gecikmiştir. Ancak Dürrizade Abdullah’ın Şeyhülislamlık görevini kabul etmesiyle 5 Nisan 1920 tarihinde hükümet kurabilmiştir.

Dürrizade’nin fetvasını ele geçiren işgal kuvvetleri fetvayı çoğaltarak Anadolu’nun her tarafına çeşitli vasıtalarla (Postayla, Anadolu’ya geçen kimseler aracılığıyla vs.) hatta Yunan ve İngiliz uçaklarıyla dağıttılar.

İstanbul fetvasının Anadolu’da yayılmasını ve zararlarını önlemek için sıkı önlemler alınmış ise de bunda pek başarılı olunduğu söylenemez. Zira Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışı arefesinde, ülkenin işgallerden kurtulabilmiş köşeleri ayrı görüşlerin kavga sahnesi haline gelmişti. Bu yıkıcı fetvalar ve Bab-ı Ali’nin beyannameleri ile aldatılan halk yer yer vatan kurtarıcılarının önüne dikilmişti. Dini duyguları istismar edilen halkın da katılımı ile, Anadolu’nun muhtelif yerlerinde ayaklanmalar baş göstermişti. Bu tehlikeli isyan hareketleri Ankara’nın yakınlarına kadar ulaşmıştı. Öyle ki “Ankara’nın burnu dibinde Beypazarı isyanı patladı, isyancılar Ayaş belinden Ankara’yı seyreder hale geldiler. “150

Türk Millî Mücadelesi için zor günler yaşanıyordu. İç ve dış ihanet odakları el ele vererek Anadolu’da bir kardeş kavgası çıkartmak suretiyle Türkü Türk’e kırdırmak istiyorlardı. Durum her geçen gün daha da tehlikeli bir hal aldı. Ulusal harekatın başarısızlığı dahi söz konusu olabilirdi. Nitekim eldeki Kuva-i Millîye ve askeri birliklerden firarlar başlamıştı151.

Bu üzücü ve tehlikeli gelişmelerin mukabil fetvaların yayınlanması ile önlenebileceğini görmekle gecikmeyen vatansever din adamları hemen harekete geçtiler. “Padişah ve Halife dahi esirdir. Makam-ı Hilafet ve Saltanatın kurtarılması lazımdır.” Noktayı nazarından hareketle; düşman elinde esir olan Halifenin zor ve baskı kullanılarak Şeyhülislam’a böyle bir fetvanın yayınlatıldığı, bu ana fikirden hareketle, fetva yayınlanması çalışmalarına başlandı. Netice de, Ankara Müftüsü ve aynı zamanda Ankara Müdafa-i Hukuk Cemiyeti Başkanı M. Rifat Efendi (Börekçi) öncülüğünde, Millî Mücadele’nin meşru olduğuna dair bir fetva yayınlandı152.

İstanbul Fetvasında, taraflı, kasıtlı, eksik hatta yanlış bilgilere isnad edilerek hükümler verilmiş olması, daha önemlisi dini kaynak gösterilmediğinden bu fetva, Ankara Fetvası yanında inandırıcılık yönü zayıf kalmıştır. Oysa Ankara Fetvası, dini hükümlere uygun ikna edici delillere dayanan, ilmi kariyer ve dini bilgilerinde otoritelerinden şüphe edilmeyecek kadar mesleğinin erbabı ulema tarafından hazırlanmıştır153. Bu fetva ayrıca Anadolu’nun çeşitli yerlerindeki yine bu konuda söz sahibi 155 üzerinde ulema tarafından incelendikten sonra samimiyetle kabul edilmiş ve imzalanmıştır.

Böylece İstanbul Fetvası’nın Millî Harekat için arz ettiği büyük tehlike önemli ölçüde bertaraf edilmiş ve isyanlar bastırılmıştır. Müftü ve Ulemanın “... Ber vechi bala (yukarıdaki) fetvayı Şerife, Şer’i Şerife muvafıktır. “ Sözleri, Şeyhülislam’ın fetvasını hükümsüz kılmış ve Anadolu’daki ulusal birlik ve beraberliği pekiştirmiştir. Başka bir deyişle, Anadolu halkının bu birlik ve beraberliği sayesinde düşman 9 Eylül 1922’de İzmir’den denize dökülmüştür. Millî Mücadele tarihimiz etraflıca incelendiğinde, Ankara Fetvası’nın önemi daha iyi anlaşılmış olacaktır. Tabi başta Ankara Müftüsü (İlk Diyanet İşleri Başkanı) Mehmet Rifat Efendi (Börekçi) olmak üzere bu fetvaya imza koyan din adamlarının da...154.

I. Dönem TBMM’nin Din Adamı Milletvekilleri

Daha önce de ifade edildiği üzere Millî Mücadele’de din adamları cami kürsülerinden halkı uyarmış meydanlarda halkla beraber olmuş, onlara yol göstermiştir. Kimileri yurt savunmasında görev alırken, kimileri de Müdafa-i Hukuk Cemiyetlerinde canla-başla çalışmıştır. Bir kısmı da çalışmalarını TBMM’nde devam ettirmiştir.

Çalışmamızın bu bölümünde de onların isimlerini seçim bölgeleri ile birlikte zikrederek yeniden anmak, okuyucularımıza da hatırlatmak istedik.

Burada tablo vardır.155

Yukarıda isimleri geçen din adamları Meclis’te de önemli çalışmalarda bulunmuşlardır. Bazılarının öylesine teklifleri ve öneriler olmuştur ki, aradan yetmişyedi yıl geçmesine rağmen bugün dahi güncelliğini kaybetmemiştir. Mustafa Kemal Paşa’nın mefkure arkadaşım dediği İzmir Milletvekili Müderris Nazillili Hacı Süleyman Efendi’yi birlikte dinleyelim. O, öğretmenlerin maaşlarının aksatılmadan ödenmesi ile ilgili önergesi nedeniyle Meclisin 22 Mayıs 1920 günlü oturumunda kürsiye çağrılmıştır. (Konuşmasından bir bölümü, günümüz Türkçesine sadeleştirilmiş şekliyle)

“Muhterem Arkadaşlar!

Eğitim düzeni olmayan bir milletin medeni düzeni de olmaz. Bu eşkıyalıkların rezaletlerin, alçaklıkların nedeni hep cehalettir.İnsanın yaratılışı saldırı, kavga ve mücadele üzerine kuruludur. İnsanları bu ilkel kanundan vazgeçirmek için kesin ve gerçek biretken olmak gerekir. Bu da eğitimle olur...

Bu gün köylerde ufak ufak okul yapmak şehirlerde büyük büyük cami yapmaktan daha hayırlıdır.

Köylerde yalnız erkekler için değil birer de kızlar için okul açmak gerekir. Erkeklerin okuması ne kadar gerekli ise kızların okuması da o oranda önemli, hatta çok daha önemlidir. Çünkü 7-8, 10 yaşına kadar bir çocuk ana kucağında terbiye gördüğü için kadınların ilimle, kültürle zinetlenmesi daha değerlidir. Çünkü bir milletin en büyük mutluluğunu en önemli bahtiyarlığını kadınlar teşkil eder. Yalnız benim nazarımla değil gerçekte de kadın, kutsal bir yaratılış abidesidir. Onu her vakit en latif duygularla bezenmiş görmek ne tatlı bir şereftir. Kadın öyle bilirim ki insan hayatının en merhametli ve şefkatli bir temelidir. Onun için Allah süslenme hakkını erkeklere tercihen kadınlara bahsetmiştir. Kadınları yüksek mertebede bulunan bir milletin sırtı hiçbir zaman yere gelmez. Bu durumda olan bir ulus dünyanın en soylu bir ulusudur. Kadın kadınlığı, yüksek erdemliğini, anneliğini, zevceliğini bilirse o vakit sosyal düzenimizdeki ilerleme en yüksek noktasını bulur. O zorba erkekler ki, kadınların sahip oldukları hakları hiçe sayarlar. Onlar milletin geleceğini değil, içinde bulundukları sosyal durumu bile bilmeyenlerdir...

Hülasa devlet ve milletin mutluluğa ulaşması kültür derecesine bağlıdır. Kültür yol gösterici, uyarıcı ve kurtuluş yoludur. Biz onunla hareketimizi tayin edebiliriz- “156.

Mustafa Kemal Paşa’nın 10 Mayıs 1921 tarihinde TBMM’de Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubunu oluşturması üzerine din adamı milletvekillerinin büyük çoğunluğu bu grupta (I. Grup) yer almıştır. Bu gruba karşı kurulan II. Grupta bulunanların sayısı I. Grupta yer alanların ancak üçte biri kadardır. “Bu dağılım da II. Grup için sık sık ileri sürülen dinci-gerici muhafazakar nitelemesini doğrulamamaktadır. Bu nitelemenin sonucu olarak, din adamlarının II. Grup’ta I. Grup’a göre çok daha yüksek oranda yer alması beklenirdi”151. Başka bir deyişle din adamlarının. Mustafa Kemal Paşa yanında yer alışları TBMM’nde de devam etmiştir.

SONUÇ

Buraya kadar yapılan açıklamalardan da anlaşılacağı üzere Şeyhülislam Mustafa Sabri ve Dürrizade Abdullah, Ayan azası Zeynelabidin, Bursa Müftüsü Ömer Fevzi, Babaeski Müftüsü Ali Rıza, Gerede-Bolu olaylarının kör Ali, Eşref Hocaları, Düzce’nin Ahmet Hocası, Biga’nın Gavur İmamı. Konya-Bozkır’ın Zeynelabidin’e bağlı hocaları gibi kimilerinin aksine, vatanın işgallerden kurtarılması ve milletin bağımsızlığı için. pekçok din adamı önemli hizmetlerde bulunmuşlardır. Merhum Orgeneral Kazım Özalp’in ifadesiyle “... O gayr-i müsait ahval ve şerait içinde muhterem ulamamız öne geçmişler, münhasıran telkinve irşad ile iktifa etmemişler, millî kuvvetlerin başında çarpışmışlardır...”

Öte yandan hiçbir Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti yoktur ki, bu örgütün içinde veya başında bir din adamı bulunmasın. Bilindiği üzere TBMM, bu kuruluşların üzerine bina edilmiştir. Bu arada Mustafa Kemal Paşa 19 Mayıs 1919’da Anadolu topraklarına ayak bastığında, O’nu karşılayanların başında yine din adamları ön saflarda yer almışlardır. Ayrıca bir kısmı çalışmalarını TBMM’nde sürdürmüştür. Orada da Mustafa Kemal Paşa’yı yalnız bırakmamışlardır.

Kısaca İzmir’in işgalinden sadece dört saat sonra düzenlediği mitingte ilk direniş fetvasını veren ve örgütünü kuran Müftü Ahmet Hulusi Efendi’den, İzmir Valisi İzzet Bey’in Yunan işgaline karşı çıkılmaması emri üzerine; “Vali Bey... bu sakalım kanımla kızarabilir, ama bu alına Yunan alçağını sükunetle selamlamış olmanın karasını sürerek Huzur-u İlahiye çıkamam” diye haykıran İzmir Müftüsü Rahmetullah Efendi...

Millî Mücadele’nin meşru olduğuna dair fetva veren başka bir ifadeyle İstanbul’un dini içerikli saldırısına ayniyle yanıtlayan Müftü Mehmet Rifat Efendi’den Mustafa Kemal Paşa’yı “Paşam!... Bütün Amasya emrinizdedir” sözleriyle karşılayan Müftü Hacı Tevfik ve “Milletin şerefi, haysiyeti, hürriyeti ve İstiklali hakikaten tehlikeye düşmüştür. Bu felaketten kurtulmak icabederse vatanın son ferdine kadar ölmeyi göze almak lazımdır. Hiçbir şahıs ve makamın mevcudiyeti kalmamıştır. Tek Kurtuluş çaresi, halkın doğrudan doğruya hakimiyeti ele alması ve iradesini kullanmasıdır” şeklindeki vaazlarıyla halkı aydınlatan Vaiz Abdurrahman Kamil Efendiler ve daha niceleri, Mustafa Kemal Paşa’nın “Ya İstiklal, Ya Ölüm” parolası etrafında birleşmişlerdir. Ordu yokken, meydana getirilmiştir. Çoluğuyla, çocuğuyla, kadınıyla, erkeğiyle, genciyle, yaşlısıyla bütün bir millet vazifeye koşmuştur. Öyle ki, kadınlarımız cephelere mermi taşımış, çocuklarımız yetişkinlerin yanı sıra vuruşmalara katılmıştır. Kısaca Türk Milleti, İstiklal marşımızın “Şüheda fışkıracak toprağı sıksan, şüheda” mısrasında ifadesini bulan bir mücadelenin sonunda, 9 Eylül 1922’de düşman İzmir’den denize dökülmüştür. Başka bir deyişle, Türk Milleti Atatürk’ün önderliğinde, Sevr’i tarihin çöplüğüne atarak Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuştur.

Böylece Hıristiyanlık dünyasının, “Türkleri Anadolu’dan atmak” gayesi, zorlu bir mücadelenin sonunda engellenmiştir. İşte bu zorlu mücadelede din adamlarının önemli hizmetleri olmuştur.

Mustafa Kemal Paşa’da vatanın kurtuluşu ve milletin bağımsızlığı için çalışan din adamlarını her zaman takdir etmiştir. Bunlardan birisi Ankara Müftüsü Mehmet Rifat Efendi’dir. Atatürk Onun Millî Mücadele’deki hizmetlerinin anısına “her bayram M.Rifat Börekçi’ye bir hediye gönderir ve buna 1200 liralık bir çeki de eklerdi”159.

Mustafa Kemal Paşa’nın aynı şekilde davranışta bulunduğu bir diğer kişi “baba” diye hitap ettiği Amasya Müftüsü Abdurrahman Kamil Efendi’dir.

Konumuzu Atatürk’ün 24 Eylül 1924 tarihinde Amasya’ya ziyareti esnasında şerefine verilen yemekte yaptığı konuşmayla bitirelim:

“Muhterem Efendiler;

Benim için, memleketi için, inkılap için çok mühim günler geçirdiğim bir şehirde bulunuyorum. Bu şehrin muhterem ahalisi gecenin zulmetine rağmen beni uzaklardan çok parlak, pek hararetli samimi tezahüratla karşıladılar. Bu dakikada halkın kıymetli mümessilleriyle, mensuplarıyla bir sofrada bulunuyorum. Bütün bunlara ait hissiyatım, efkarım o kadar çok, o kadar heyecan halindedir ki, bunları ifade ve izah için beşeri lisanı gayri kafi görüyorum. Biliyorsunuz ki, kalpden kalbe yol vardır. Kalplerinizde, kendi vicdanlarınızda okuyabilirsiniz. Yalnız Amasya’da geçirdiğim günlere ait iki hatırayı ihya etmeden geçemeyeceğim. Biri el-yevm Müftünüz bulunan Kamil Efendi hazretlerine aittir.

Efendiler, bundan beş sene evvel buraya geldiğim zaman bu şehir halkı da bütün millet gibi vaziyeti hakikiyeyi anlamamışlardı. Fikirlerde teşevvüş vardı. Dimağlar adeta durgun bir halde idi. Ben burada bir çok zevatla beraber Kâmil Efendi Hazretleriyle de görüştüm. Bir camii şerifte hakikati halka izah ettiler. Efendi Hazretleri halka dediler ki: “Milletin şerefi, haysiyeti, hürriyeti ve İstiklâli hakikaten tehlikeye düşmüştür. Bu felaketten kurtulmak icabederse vatanın son birferdine kadar ölmeyi göze almak lazımdır. Padişah olsun, halife olsun, isim ve Unvanı her ne olursa olsun hiçbir şahıs ve makamın hikmeti mevcudiyeti kalmamıştır. Yegane çaresi halas halkın doğrudan doğruya hakimiyeti eline alması ve iradesine kullanmasıdır”. İşte Efendi Hazretlerinin bu mürşidane vukubulan vaaz ve nasihatından sonra herkes çalışmaya başladı. Bu münasebetle Müftü Kamil Efendi Hazretlerini takdirle yadediyorum. Ve genç Cumhuriyetimiz bu gibi ulema ile iftihar eder...”159. Tabii bizler de...
Prof. Dr. Ali Sarıkoyuncu
ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ DERGİSİ, Sayı 39, Cilt: XIII, Kasım 1997


NOT: Bu konferans Atatürk Araştırma Merkezi Başkanlığı adına 25 Aralık 1997 tarihinde Ankara’da Türk Dil Kurumu Konferans salonunda verilmiştir.
1 Sabahattin Selek, Anadolu İhtilali, 6. baskı, İstanbul, 1976, s.69-70.
2 S Selek, age s.70. ayrıca Milli Mücadele’de yöneticilerin tulum ve davranışları için bkz. Kamil Erdeha. Milli Mücadele’de Vilayetler ve Valiler, İstanbul, 1975.
3 S.Selek. age. s.83.
4 age. s.96.
5 Bkz, Ali Sarıkoyuncu. “Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi’nin Milli Mücadele ve Atatürk İnkılapları Karşılı Tutum ve Davranışları” Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, sayı: 39.
6 Bkz. Yücel Özkaya, “Ulusal Bağımsızlık Savaşı Boyunca Yararlı ve Zararlı Dernekler” Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi. Sayı: 10, s. 179-180.
7 Bkz. Ali Sarıkoyuncu. “Ulusal Bağımsızlık Savaşında Milli Varlığa Düşman Cemiyetlerden Teâli-i İslam’ın Bir Bildirisi” Tarih ve Toplum Sayı: 102, s. 19-22.
8 Ömer Fevzi hakkında bkz.. Sadık Albayrak, Son Devir Osmanlı Uleması, İstanbul, 1980, C.4-5. s.335-336.
9 TBMM Gizli Celse Zabıtları, Türkiye iş Bankası Yayını Ankara, 1985. C.I, s.203. Ayrıca Mehmet Vehbi Efendi hakkında bilgi için bkz., Numan Hadimioğlu, Hadim ve Hadimiler, Ankara 1983, s. 185.
10 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Ankara. 1989, C.I-II. s.208.
11 Ali Sarıkoyuncu, Milli Mücadele’de Din Adamları I, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayını. Ankara. 19S5.S.79-80.
12 Rahmi Apak, İstiklal Savaşında Garp Cephesi Nasıl Kuruldu, 2. baskı, Ankara, 1990, s.89.
13 A. Sarıkoyuncu. age, s. 19-20. Ayrıca Ahmet İzzet Efendi’nin hizmetleri için bkz, Orhan Vural, “İstiklal Savaşında Müftüleri Hizmetleri” Sebilürreşad, C.I, Sayı: 12, s.185-187. Acıpayam ve Çal İlçelerinden toplanan gönüllüler için bkz. ATAŞE Arş. Kİ: 425, D: 2, Fh: 31, Kİ: 792, D: 85, Fh: 67-2.
14 Celal Bayar. Ben de Yazdım, C.6, s. 1969.
15 Celal Bayar, a.g.c. C.6. s. 1959-1960.
16 Ali Sarıkoyuncu. “Yunan Megalo ideasi ve Batı Anadolu’nun Düşman işgalinden Kurtarılmasında Din Adamları”. Diyanet İlmi Dergi, C. 30, Sayı: 4, s.45. Ayrıca, Hacı Süleyman Efendi hakkında daha fazla bilgi için bkz., Sadi Borak. Hacı Süleyman Efendi, İstanbul. 1947.
17 A. Sarıkoyuncu, “Milli Mücadele’de Afyon Müftüsü Hüseyin (Bayık) Efendi”, 3. Afyonkarahisar Araştırmaları Sempozyumu, Afyon, 1994, s.74.
18 A. Sarıkoyuncu, “Yunan Megalo Ideası...”, s.45.
19 İlhan Tekeli-Selim ilkin, Ege’de Sivil Direnişten Kurtuluş Savaşına Geçerken Uşak Heyet-i Merkeziyesi ve İb.rahim (Tahtakılıç) Bey, TTK Yayını, Ankara, 1989, s.71.
20 Bu yüzden olacak ki, Manisa Müftüsü Alim Efendi’nin hazırladığı fetvayı fikren katıldığı halde imzalamamıştır (Teoman Ergül, Kurtuluş Savaşında Manisa (1919-1922), İzmir, 1991, s.25).
21 T. Ergül. a.g.e, gös. yer.
22 T. Ergül. a.g.e. s.25. Ayrıca Alim Erendi hakkında bilgi için bkz. M. Çağatay. Manisa Ünlüleri. Manisa, 1946. s.44; Bertuğ Selamı, “Manisalı Alim Efendi ve Klasik Türk Musıkisindeki Yeri “Mesir Konferansları”. 1993, Manisa Turizm Derneği Yayınları No: 4, s.7-12.
23 Hasan Basri Hoca, halkı Milli Mücadele lehinde bilinçlendirmek için bir de gazete çıkarmıştır. Ses adını verdiği gazetesinde işgallere karşı konulması konusunda yazılar yazmıştır. Ayrıca bkz. Doç.Dr. Mücteba Uğur, Hasan Basri Çantay, Ankara, 1994.
24 1908 yıllarında Uşak Müftülüğü görevini yürüten İbrahim Tahtakılıç’ın, Milli Mücadele’deki hizmetleri için bkz., İ. Tekeli-S.İlkin, a.g.e, s.365-381.
25 Müftü Nazif Efendi, Muntazam ordu haline getirilinceye kadar Kuva-yı Milliye’de çalışmıştır. Eşme ve Çevresinde Kuva-yı Milliye’yi örgütlemiştir. Bundan dolayı, “Kuva-yı Milliye karşıtı ve Milli Mücadele’nin tanınmış düşmanlarından Esmeli Madanoğlu Mustafa’nın kızkardeşinin oğlu Kamil Güven tarafından Müftü Efendi (Siyasi husumet sebebiyle) şehit edilmiştir” (C. Bayar, a.g.e, C. 8, s.2460).
26 A. Sarıkoyuncu, Milli Mücadele’de Afyon Müftüsü... s.74.
27 BTTD. Sayı: 36. Belge No: 12. Ayrıca bkz. Şeyh Edebâli ve Milli Mücadele’de Bilecik Müftüsü Mehmet Nuri Efendi, Diyanet timi Dergi, C. 4, Sayı 3’ten Ayrı Basım.
28 Bu din adamlarının Güney cephesindeki hizmetleri için bkz. Hakkı Şenkon, “Maneviyatın Yurt Müdafaasındaki Rolü”, Sebilürreşad, C.2, s.367, vd.; Hulusi Yetkin, Gaziantep Tarihi ve Davaları. Gaziantep. 1968; Sahir Uzel, Gaziantep Savaşının İçyüzü, Kayseri, 1964; Bedri Alpay, “İstiklal Savaşının Sarıklı Kahramanları”, Sebilürreşad, C. II, s.336 vd; Adil Bağdatlıoğlu, Uzun Oluk, İstanbul. 1942, s. 53 vd; Hulusi Yetkin, Gaziantep Savaşı Hatıralarından Derlemeler, Gaziantep, 1962, s.20 vd.; C. Kutay, Kurtuluşun ve Cumhuriyetin Manevi Mimarları, s. 303-304.
29 Bkz. Yaşar Akbıyık. Milli Mücadele’de Güney Cephesi (Maraş), Kültür Bakanlığı Yayını, Ankara, 1990. s.l 12 vd.
30 Bkz. Hasan Güzel, Konya’da Milli Mücadele’yi Destekleyen Din Adamları, Yüksek Lisans Tezi (Basılmamış). AÜTİTE, Ankara, 1988.
31 Şeyh Ata Efendi’nin Anadolu’ya silah ve personel şevkinde önemli hizmetleri olmuştur. İsmet İnönü’den Halide Edip’e ve Mehmet Akif’e kadar çok kimse Şeyh Ata’nın Dergahından Anadolu’ya hareket etmişlerdir. Albay Hüsamettin Ertürk. işgal altındaki İstanbul’dan Anadolu’ya silah sev-kiyatını idare eden vatanperverleri zikrederken şu din adamlarını da saymaktadır: Topkapı’da Kayyım Ahmet, İmam Necati. Kadıköy’de ilk milli teşkilatı kuran Şeyh Muhip Efendi ile oğlu Yusuf Efendi, Aksaray’da İmam Tevfik Efendi. Üsküdar’da Hafız Nuri ile Bektaşi Tarikatından Ali Nutki Baba. Sarıyer’de Hafız Mehmet Bey’dir. (Hüsamettin Ertürk. İki Devrin Perde Arkası, İstanbul, 1957. s. 222-239). Yine Birinci Dünya Savaşı esnasında Van ve çevresini işgal eden Ruslara karşı silahlı mücadelede bulunan Bediüzzaman Said Nursi de Milli Mücadele’nin ilk günlerinde İstanbul’da bulunuyordu. “Ben tehlikeli yerele mücadele ermek istiyorum. Siper arkasında mücadele hoşuma gitmiyor. Anadolu’dan ziyade burayı daha tehlikeli görüyorum” (Bediüzzaman Said Nursi-Tarihçe-i Hayatı, Eserleri. Meslek ve Meşrebi Ankara, 1958. s.90) diyen Said Nursi. Fevzi ve Mustafa Kemal Paşaların ısrarlı davetleri üzerine Ankara’ya gitmiş, TBMM’nce kendisine resmen hoşâmedî (hoş-geldin) töreni ifa edilmiştir. (Bu konuda bilgi için bkz, TBMM Zabıt Ceridesi, C.24. s.457).
32 Hakimiyet-i Milliye (5 Mayıs 1336); Kadir Mısıroğlu. Kurtuluş Savaşı’nda Sarıklı Mücahitler. İst. 1969. s. 109 vd.; Cemal Kutay, Kurtuluşun ve Cumhuriyetin Manevi Mimarları, s.43 vd.; Ali Sarıkoyuncu. Milli Mücadele’de Zonguldak ve Havalisi, Kültür Bakanlığı Yayını, Ankara, 1993, s.96-120; Ali Sarıkoyuncu “Milli Mücadele’de Amasya Müftüleri Hacı Tevfık ve Abdurrahman Kâmil Efendiler), Diyanet İlmi Dergi, Cilt; 31, Sayı: 2, s.61-100.
33 Örneğin; 23 Temmuz 1919 günü Erzurum Kongresini açarken yaptığı konuşmasını, “En son olarak niyazım şudur ki. Cenabı Vahibülâmal -Hazretleri Habib-i Ekremi hürmetine bu mübarek Malanın sahip ve müdafii ve diyaneti Celile-i Ahmediye’nin ilâ yevmül kıyam harisi esdakı olan millet necibemiz.i ve makam saltanat ve hilâfeti kübra’yı masum ve mukaddesatımızı düşürmekle mükellef olan heyetimizi muvaffak buyursun!... Amin.” cümleleriyle bitiriyordu. Aynı kongrenin kapanış konuşması (7 Ağustos 1919) da şöyle son buluyordu: “... Bu felâhpira içtimamız, hitampezir olurken Cenabı Vahibülâmal Hazretlerinden avnü hidayet ve Peygamberi zişanımızm ruhu gürfütuhundan feyzü şefaat niyazivle vatan ve milletimize ve devleti ebed müddetimize mesut akıbetler temenni ederim” (Atatürk”ün Söylev ve Demeçleri, Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, Ankara. 1989, C.I, s.5). Ayrıca bkz, EK:XI1.
34 Mehmet Akif in Kastamonu ve diğer yerlerde yaptığı dinî içerikli konuşmaları için bkz, Mehmet Akif’in Kur’an-ı Kerim’i Tefsir-i Mevıza ve Hutbeleri. Hazırlayanlar: Doç.Dr. Abdülkerim Abdülkadiroğlu, Nuran Abdülkadiroğlu, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayını. Ankara, 1992.
35 Celal Bayar, Ben de Yazdım, C. 6, s. 1753-1754.
36 Celal Bayar, a.g.c. C.6, s. 1846.
37 H.Ertürk, a.g.c, s.349.
38 Enver Behnam Şapolya, Kemal Atatürk ve Milli Mücadele Tarihi, 3. baskı, İstanbul. 1959. s.312.
39 E.B. Şapolya. a.g.c, s.315.
40 Hüseyin Meriç, Milli Mücadele Yıllarında Amasya, Ankara 1992. s.33.
41 Mazhar Müfit Kansu, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, TTK. Ankara, 1988, C.I. s.23.
42 Cevat Yularkıran, Reşit Paşa’nın Hatıraları İstanbul, 1940, s. 123.
43 Mahmut Goloğlu, Sivas Kongresi, Ankara, 1969, s.22.
44 G. Jaeschke, Türk Kurtuluş Savaşı Kronolojisi TTK. Ankara 1970, s.81; Vehbi Cem Coşkun, Sivas Kongresi. İstanbul, 1963, s. 191; Mazhar Müfit Kansu Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, TTK. Ankara, 1988, C.II. s.487.
45 M.M. Kansu. age C.II. s.490.
46 Zübeyir Kars, Milli Mücadele’de Kayseri, Kültür Bakanlığı yayını, Ankara 1993, s.57.
47 Z. Kars, age s.58, dip not: 105.
48 Z. Kars, age s.63. Ayrıca, Heyet-i Temsiliye’nin Kayseri’de kaldığı süre içerisindeki faaliyetleri için bkz. age s.62-66.
49 MM. Kansu age, C.II. s.492, M. Kemal Paşa, hareketten önce Heyet-i Temsiliye adına Kayseri’lerin sıcak ilgi ve samimi duygularına karşılık vererek memnuniyetlerini bildirmişti. Bu arada bir de beyanname yayınladı. (Z. Kars, age, s.66). Ayrıca beyanname için bkz, age, s.66-67; İrade-i Milliye. 5.1.1920; Adana’ya Doğru 22.12.1919.
50 MM. Kansu. age, C.II. s.493.
51 MM Kansu, a.g.e, C.II, s.493-494.
52 M.M.Kansu. a.g.e. C.II, s.494.
53 M.M. Kansu, a.g.e. C.II. s.495.
54 “... Mukarrer saatten iki üç saat sonra, yani gece sekiz buçuğa doğru Mucur’a gelebildik. Doğrucu hükümet önünde durduk. Kaymakam Cevat Bey bizi istikbal etti. Fakat bu bir habersiz gelişti. Bizim Mucur’a gelmeden Yenice çiftliğinden doğruca Hacıbektaş’a gideceğimizi zannediyorlarmış...” (M.M. Kansu. age, C.II, s.493).
55 C. Kutay, Kurtuluşun ve Cumhuriyetin Manevi Mimarları, s.305.
56 Mazhar Müfit Kansu deftere aşağıdaki yazının yazıldığını belirtmektedir:
“Kırşehir gençlerinin, vatanımızda gençliğin kıymetli bir enmuzeci olduklarını isbat edecek efkârı metine ve musibe ile mütehalli bulundukları kanaatiyle vaz’imza eyleriz” 24 Kanunuevvel H.Behiç. A. Rüstem, M.Müfit, Hüseyin Rauf, Mustafa Kemal (M.M. Kansu, age, C.II, s.496). Ayrıca Mustafa Kemal Paşa’nın Kırşehir Gençler Derneği’ndeki hitabesi için bkz, Kırşehir Gazetesi, 30 Ağustos 1336.
57 Sırrı Kardeş, Hey’et-i Temsiliye ve Mustafa Kemal Paşa Kırşehir’de, Ankara, 1950, s.50.
58 TBMM adına Mustafa Kemal imzasıyla 16/17 Haziran 1336 (1920) tarihli telgrafta şöyle denilmektedir:
“Selâbel ve mütânetinize ve memlekete muhafazada gösterdiğiniz sebat ve gayretlere teşekkürler ederiz. Orada güvendiğiniz kimselerden yeteri kadar Jandarma kaydediniz., masraflarını ya mal sandığından veya başka bir yerden temin ediniz. Devletin borcudur, hemen ödenecektir. Kaymakamlık vekilliğini üzerinize alınız. Ayaklanmaların bir kaç gün içinde bastırıldığı görülecektir. Bu suretle, beldenizin büyükleri ve ileri gelenlerinin vatan için gösterdikleri himmet şükranla kaydedilmiş olacaktır. Telgraf teliyle irtibat muhafaza ederek, her altı saatte bir vilayete ahval hakkında malumat vermenizi rica ederim” (C.Kutay, Kurtuluşun ve Kuruluşun Manevi... s.3O9)
58 Mahmut Goloğlu, Üçüncü Meşrutiyet, Ankara, 1970, s.8-9.
59 Mahmut Goloğlu, Üçüncü Meşrutiyet, Ankara, 1970, s.8-9.
60 M.M. Kansu, age, C.I, 75-78; M. Cevad Dursunoğlu, Milli Mücadele’de Erzurum, Ankara, 1946, s.92-94; Prof.Dr. M. Fahrettin Kırzıoğlu, M. Kemal Paşa - Erzurum İlişkileri Üzerine Belgeler TTK Ankara 1991, s.3 vd; Prof.Dr. Ayferi Göze, İnkilâp Tarihimiz ve Atatürk İlkeleri, 2. baskı, İstanbul 1985, s.29-32.
61 M.K. Atatürk Nutuk. C.I, s.44.
62 Dr. Kadir Kasalak, Milli Mücadele’de Manda ve Himaye Meselesi, Genelkurmay Yayını, Ankara. 1993, s. 141.
63 Prof.Dr. Fahrettin Kırzıoğlu, “Amerikan Mandasını Kimler İstiyor ve Nasıl Öneriyorlardı” BTTD, C.XII, Sayı; 67-68, s.31; ATASE Arşivi, KL: 78, D; 290, Fh. 4-2. M.K. Atatürk, Nutuk, C.I, s.66-68. Ayrıca, mandayı taraftar olan kişi ve kuruluşlar için bkz., K.Kasalak, age, s.9. vd.
64 Hey’et-i Temsiliye’den M.Kemal Paşa, Rauf Bey, ulemadan Raif Efendi, Şeyh Fevzi Efendi, Bekir Sami Bey, Doğu Anadolu adına Sivas Kongresinde bulunmak üzere Erzurum Kongresi’nce görevlendirilmişlerdir. (A.Göze, age. s.48).
65 K.Kasalak, age, s.139.
66 Uluğ İğdemir, Sivas Kongresi Tutanakları, Ankara, 1986, s.47; Kasalak, age, s.139.
67 Bu tartışmalar için bkz.. A.Göze, age. s.51-59; K.Kasalak, age, s.136-142: M.M. Kansu, age, C.I, s.237-251.
68 M. Goloğlu. Sivas Kongresi, s.88. Albay İsmet Bey, manda ile ilgili kanaatini Erzurum’da bulunan Kazım Karabekir Paşa’ya yazdığı zaman, (27.8.1919) daha ortada Sivas Kongresi yoktu. Bkz. Kâzım Karabekir, İstiklâl Harbimiz, Ankara, 1990, s.164-166.
69 Erzurum Kongresi, Müftü Hasan Efendi’nin yaptığı dualarla açılıp kapanmıştır. Bundan dolayı Mustafa Kemal Paşa. “Şiran Müftüsü Hasan Fahri Efendi Hazretlerine” hitabıyla gönderdiği 9 Ağustos 1335 (1919) tarihli telgrafıyla onu şöyle taltif etmektedir:
“Erzurum kongremizin hin-i küşadında (açılışında) ve hitam-pezir olması (sona ermesi) münasebetiyle irad buyurduğunuz (söylediğiniz) Arapça beliğ ve fasih (inandırıcı ve açıklayıcı) ve maksada tamamen mutabık (uygun) hitabeniz (söyleviniz) cemiyetimiz tarihinde pek kıymetli hatırat (anılar) olarak mahfuz (saklı) kalacaktır. Bulunacağız muhallerden dahi latif sözlerinizle mali (dolu) mektubunuzu almakla mübahi olacağım (onurlanacağım). Cenabi-ı Hak hayırlı seyahat müyessir buyursun. Amin” (C. Kutay. Kurtuluşun ve Cumhuriyetin manevi... s.292).
70 M.M. Kansu. age. C.I, s.78-80.
71 M.M. Kansu. age. C.I. s.252.
72 Sivas Valisi Reşit Paşa’nın Hatıraları, s. 123.
73 MM. Kansu. age, C.I, s.208.
74 MM. Atatürk, Nutuk, C.I. s.29.
75 Bkz. M.K. Atatürk, Nutuk, C.I, s.53-56.
76 Sivas Valisi Reşit Paşa’nın Hatıraları s. 15; K.Mısıroğlu, age, s. 161.
77 İ. Tekeli- Silkin, age, s. 171-237.
78 Mustafa Çalışkan, Kurtuluş Savaşı Sırasında Din Faktörü, AÜTİTE. Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 1990, s. 122. Kongreye katılan delegelerin isimlerinin tamamı için bkz. H.M. Çarıklı, age. s. 118-120.
79 Kongreye katılanların tamamı için bkz.. Rahmi Apak, İstiklâl Savaşında Garp Cephesi Nasıl Kuruldu. TTK. Yayını Ankara. 1990. s. 1 i7-118.
80 İ.Tekeli-S.İlkin, age, s. 184-186.
81 İ.Tekeli-S. İlkin, a.g.e., s.370.
82 M.Çalışkan, age., s. 123. Ayrıca Alaşehir Kongresine katılan delegelerin tamamı için bkz., H.M.Çarıklı, age., s.205-206.
83 İ.Tekeli - S. İlkin, age, s.366-374. Ayrıca bkz. İbrahim Bey’in Milli Mücadele’deki hizmetleri için, İ. Tekeli-S.İlkin, age., s.3654-381.
84 HM. Çarıklı, age, s. 179.
85 Hacım Muhiddin Bey’in notlarında birkaç örnek:
17 Haziran 1919
“Biraz sonra Esat Bey ve akşam da Mirza Bey Manyas’a geldiler Teravihten sonra Müftü Efen-di’nin Makamında toplanacak idik...” (H.M.Çarıklı age, s.18).
18 Haziran 1919
“...Bu akşam üzeri toplanmak üzere Müftü Efendi söz vermiş idi. Halbuki bilâhare vazgeçmiş. Güya Hürriyet ve İtilaftan bazıları Müftüyü balta ile tehdit etmiş! Sonra Müftü Efendi’ye bilvasıta haber gönderdim. Teravih sonra yirmi otuz kişi kadar toplandık... Yarın akşam daha kalabalık Plevne Camii’nde toplanacağız”(H.M. Çarıklı age, s. 19).
23 Haziran 1919
“Cemaat-i İslamiyeye gittim ve biraz hasbihal ettik” (H.M. Çarıklı age. s.20).
27 Haziran 1919
“... Dün Nasuh Bey’e bir karakol nizamnamesi verdim. Okuyup sonra Balıkesir’de (Müderris Abdülgafur Efendi’ye teslim edecek”(H.M.Çarıklı, age, s.21).
29 Haziran 1919
“...Bergamalıları Yeşilli Camii’ne davet ettim. Ve seksen kişilik birlik teşekkül etti (H.M. Çarıklı, age, s.27).
23 Temmuz 1919
“Bu sabah fetvahane de içtima ile teşkilat, maliye ve levazım heyetlerini teşkil ettik. Hacı Reşit Efendi (İmam-Hatip) Hareket-i Milliye Reisi oldu... Soma’da Kırkağac’a geldim. Kırkağaç’ta teşkilat yapılmış ve müderrislerden Bülbülzâde Mehmet Efendi Reis olmuş” (H.M. Çarıklı, age, s.25).
25 Temmuz 1919
“... Bundan sonra müderrisinden Müfti-i Esbak Ayanzade Hacı Süleyman Efendiyi ziyaret ettim” (H.M. Çarıklı, age, s.25).
30.8.11919
“Sarayköy Müftüsü bizi hüsnü istikbal etti ve Hareketi milliye azasından Hacı Haliloğlu İsmail Efe Hoca ile görüştük” “H.M. Çarık, age, s.49).
31.8.1919
“... Denizli’ye vasıl olduk. Mutasarrıf Faik (Öztrak/) beyle Müftü Ahmet Hulusi Efendilerle... görüştüm” (H.M. Çarık, age, s.5). Hatırat bu şekilde devam edip gitmektedir.
86 Bu kongreler hakkında daha fazla bilgi için bkz.. Tevfik Bıyıklı, Trakya’da Millî Mücadele, Ankara. 1955, C. I. s.216-250: K.Kasalak, age, s. 147-148.
87 T.Bıyıkoğlu. age, C.I. s. 136.
88 T.Bıyıkoğlu. age, C.I. s.27().
89 T.Bıyıkoğlu, age. C.I, s.272.
90 Celal Bayar Bey, hatıratında Müftü Hüsnü Efendi’den şöyle sözeder:
Müderris ve Müftü Hacı Hüsnü Efendi vatansever bir din adamı idi. Dinî inanç ve âdetleri ihmal etmez, tamamiyle tatbik ederdi. Büyük Millet meclisi’nin. ilk toplantısından başlayarak bir çok dönemlerinde üye seçilmiştir. Kendisi ile görüşmüştük, dostluğumuz vardı. Aşağı yukarı bir çok meselelerde söze karışırdı. Millî hareketi ve hükümeti de desteklerdi.
Cumhuriyet ilânının onuncu yılı töreninde bulunmak üzere meşhur Karahan’ın başkanlığında, içlerinde General Voroşilofda olduğu halde kadınlı, erkekli kalabalık bir Sovyet heyeti Ankara’ya gelmişti. O mutlu günün şerefine Ankara Palas salonlarında tertiplenen baloda Sovyet misafirlerimiz de bulunuyordu. Rahmetli Atatürk dansını bitirdikten sonra, bana kendisini takip etmekliğini söyledi. Sovyet heyetinin bulunduğu yere doğru ilerledi, kendileri ile görüşmeye başladı. Herkes ayakta idi. Atatürk’ün tam yanında bulunuyordum. Baktım sağ tarafımda bir zat belirdi; bu, müderris Müftü Hacı Hüsnü Efendi idi. Başında fesi ve sarık yoktu, başı açık, saçları muntazam surette taranmıştı. Geniş ve uzun sakalı kısalmış, hatta ucunda biraz sivrilik göze çarpıyordu. Siyah cübbe yerine üzerinde tam takım frak vardı. Frağın sağ tarafında yeşil kordeleli istiklâl madalyası şerefli mevkii almıştı. Hafif surette Atatürk’ün koluna dokundum. Yerimi saygı ile Hacı Hüsnü Efendi’ye bıraktım. Atatürk bu hali görünce hemen mevzuu değiştirdi. Sovyet dostlarımıza dedi ki:
“Bakınız bu zat hocadır, millet vekilidir. Siz ihtilâlinizde ruhanîlerinizi kestiniz. Bizde ise bu hale geldi.”
Benim de bu muhterem zatın Nazilli’deki hali gözümün önünde canlandı. İçimden kendi kendime dedim: “Nereden nereye gelmişiz!” (C.Bayar, age, C.7. s.2230-2230 (Dipnot: 2).
91 Bkz. ATAŞE Arşiv, KL: 2708, D: I Fh: 7-69.
92 M.M. Kansu, age, C.I., sb.242.
92 M. Kansu, age, C.I, s.242.
93 Cemal Kutay, Kurtuluşun ve Cumhuriyetin Manevi Mimarlar, s.210.
94 Sebilürreşad, Cilt: 2, sayı: 46, s.334.
95 TBMM’nde yapılan müzakere ve Tartışmalar için bkz. TBMM Gizli Celse Zabıtları Türkiye İş Bankası Yayını, Ank. 1985. Cilt: 1, s.38-74.
96 Şükrü Hoca’nın konuşmasının tamam için bkz, age, s.58-62.
97 Sebilürreşad. Cilt : 2, Sayı: 46, s.334.
98 Genelkurmay Başkanlığı Arşivinde rastladığımız bir belge, Hoca Şükrü Efendi’nin bildirdiklerini teyid etmektedir. 6 Temmuz 1920 tarihini taşıyan bu belge, Müdafaa-i Milliye Vekili Fevzi Paşa imzasıyla Ankara Komutanlığına ve Garp Cephesi Komutanlığına verilmiş bir talimattır. Anılan yazıda; Afyon Karahisar Meb’usu Hoca Şükrü Efendi’nin makamlarına müracaat ederek “Ankara ve civarından başlamak üzere Afyon Karahisar’a varıncaya kadar güzergahda kendi at ve silahlarıyla celp ve cem edeceği gönüllülerin kumandasını deruhte ederek cihada iştirak edeceğini ve gidip geçeceği yerlerden birçok din kardaslarıda birlikle götüreceğini de bildirmiştir.” denilerek. Hoca Şükrü Efendi’ye yardımcı olunması istenilmektedir (ATAŞE Arş. Kl:556, D:8, Fh: 3-1).
99 İ.Tekeli - S. İlkin age., s.337-338.
100 A.Sarıkoyuncu “Milli Mücadele’de Afyon Müftüsü Hüseyin (Bayık) Efendi...” s.76-77.
101 A. Sarıkoyuncu “Milli Mücadele’de Din adamları...” s.13.
102 C.Bayar, age. Cilt: 8, s.2460.
103 ATAŞE Arşiv. Kİ: 557, D: 27, Fh: 34.
104 BTTD. Sayı: 19 (Eylül 1986), s.8.
105 C.Kutay, Kurtuluşun ve Cumhuriyetin Manevi Mimarları, s.l 19-120; BTTD, sayı: 19 Eylül 1986.
106 M.A. Tütenk, age, s.12; A.Gökbel, age s.177. l07T.Toker, age, s.41.
108. Toker age, s.182.
109 T.Toker, age. 41.
110 ATAŞE Arş.: KI : 796. D: 34, Fh: 8.
111 K.Mısıroğlu, age, s. 194.
112 L.Müftüler. age, s.3; M.A. Tütenk, age, s.6.
113 T.Toker age, s.42.
114 Asaf Gökbel, Milli Mücadele’de Aydın Coşkun Matbaası, Aydın 1964, s. 172.
115 C.Bayar, age. Cilt: 6, s.1959.
116 C. Bayar, age, Cilt: 6, s. 1752.
117 C.Bayar, age. Cilt: 6, s.! 931.
118 C.Bayar, age. Cilt: 6, s.,1844.
119 Diğer üyeler tesbit edilememiştir (T.Ergül, age, s.25).
120 Kazım Özalp, Milli Mücadele (1919-1922), Cilt: I, TTK yayını, Ankara. 1988, s. 136. Türkmen Parlak, Akhisar Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin Hafız Mehmet Sait’in başkanlığında kurulduğunu belirtmektedir (Türkmen Parlak, İşgalden Kurtuluşa İzmir, 1982, s.458).
121 T.Ergül, age, s.64.
122 C.Bayar, age, c.8, s.2463-2464.
123 A.N.Öztürk, age, s.137.
124 K.Özalp, age.C.I, s. 136.
125 HM. Çarıklı, age, s.35-36.
126 K.Özalp, age, c.I, s. 136.
127 M.Goloğlu, age, s.305.
128 K.Özalp, age, c.l, s. 136.
129 T.Ergül. age.s.54.
130 Aydın Ayhan, agm, s.64-65.
131 K.Özalp, age. c.l, s. 135.
132 Zühtü Güven. Anzavur isyanı, İstanbul, 1948, s.48-49; İ.Tekeli, S.İlkin, age, s.230.
133 K.Özalp, age, c.l. s. 135.
134 K.Özer, age, s.41.
135 K.Özalp, age, C.l, s. 135.
136 K.Özalp, age, C.l, s. 136.
137 T.Ergül, age, s.71. Ayrıca İsmail Sofuoğlu, Bekir Yılancıoğlu, Mehmet Hacimli Ali Hamzaoğlu. Osman Seyfi Kalemoğlu’da Uşak Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nde görev almışlardır (Uşak İl Yıllığı 1967, s.64).
138 Diğer isimler tesbit edilememiştir.
139 A.Sarıkoyuncu, “Milli Mücadele’de Afyon Müftüsü... s.74-76.
140 Ü. Türkeş, age, s.256-257.
141 Ü.Türkeş, age. s.266.
142 Ü.Türkeş, age, s.269.
143 Ü.Türkeş, age, s.271.
144 Ü.Türkeş, age, s.277-278.
145 Ü.Türkeş, age, 283.
146 Ü.Türkeş, age, s.287.
147 Ü.Türkeş, age, 292.
148 Ü.Türkeş age, s.295.
149 Fetvanın tam metni için Bkz. Takvim-i Vekai, No: 3824 (11 Nisan 1920).
150 Ş.Süreyya Aydemir, Tek Adam Mustafa Kemal (1919-1922) , C,2 7 baskı, İstanbul 1990, s.285.
151 56. Tüm. Komutanı Bekir Sami Bey’in Ankara’ya ilettiği bu konudaki telgrafı için bkz. Harp Tarihi Vesikaları Dergisi, Sayı: 35, Vesika No: 875.
152 Fetvanın lamamı için bkz. A. Sarıkoyuncu, a.g.e., S. 152-153.
153 Bayram Sakallı, Ankara ve Çevresinde Milli Faaliyetler, Kültür Bakanlığı Yayını, Ankara, 1988. s. 107-108.
155 Türkiye Büyük Millet Meclisi Albümü (1920-1991), Ankara, 1994, S. I-49.
156 Sadi Burak, Hacı Süleyman Efendi, İstanbul, 1974, S.97-101. Ayrıca konuşmanın tam metni için bkz. TBMM Zabıt Ceridesi, 2. Baskı Ankara, 1940, C.2, S.6-7.
157 Ahmet Demirel. Birinci Meclis’te Muhalefet İkinci Grup. iletişim Yayınları, İstanbul, 1994. s. 149.
158 “Atatürk Sivas’tan Ankara’ya yeni gelmişti. Devlet hazinesi bomboştu. Hükümet üç-dört bin lirayı bir araya getirmekte sıkıntı çekiyordu. Bir gün Atatürk’e çok çok inanmış, o zaman Ankara Müftüsü olan Rahmetli Diyanet İşleri Başkanı Rifat Börekçi elinde bir mendile sarılmış 1200 lira kadar bozuk para ile Mustafa Kemal’i ziyarete geldi... ve bağlı mendili masanın üzerine bıraktı. Atatürk kendisini son derece duygulandıran bu davranışın anısını hiçbir zaman unutmamıştı. Her bayram Rifat Börekçi’ye bir hediye gönderir ve buna 1200 liralık bir çeki de eklerdi” (Uluğ İğdemir, Yılların İçinden. Ankara 1976, s.29.
159 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, s.208-209.