30 Ağustos 2011 Salı

BÜYÜK ZAFER’İN (Anadolu Zaferi) ANLAM VE ÖNEMİ

Osmanlı İmparatorluğunun anavatanı olan toprak bütünlüğüne sahip bir Türkiye’nin ; jeo-stratejik konumu nedeniyle Emperyalist İngiltere’nin sömürge yolları üzerinde bulunması , bölgenin kontrolü bakımından çeşitli güçlükler yarattığı için , parçalanarak ortadan kaldırılması ve coğrafya haritasından silinmesi , onun yerine , kendisine bağlı bir Yunanistan’ın geçirilmesi amacıyla , Yunan Ordusu , “Büyük Yunanistan” Kurma Hayali ile , Ortadoğu’daki İngiliz Menfaatlerinin Bekçiliğine tayin edilmişti.
Yunanlılar ; İngilizler tarafından , “Hristiyan Uygarlığının Temsilcisi “ve kendi menfaatleri açısından , Doğu Akdeniz Havzasında “Geleceğin Ulusu “olarak görülüyordu.
Bu amaçlarla , Emperyalist İşgalci Büyük Batılı Devletlerin ( Özellikle İngiltere’nin ) desteği ile Anadolu’ya çıkartılan ve işgallere başlamış olan Yunan Ordusuna karşı , 23 Ağustos – 13 Eylül 1921 tarihleri arasında yapılan Sakarya Meydan Muharebesi’nin , çok büyük ve kanlı bir mücadele ile kazanılmasının ardından , iç ve dış siyaset açısından olumlu sonuçlar elde edilmesine karşın , henüz her şey bitmiş ve Misak-ı Milli ile hedeflenen sınırlara ulaşılmış değildi . Yurdumuz ; İşgalci Batılı Emperyalist Orduların kirli çizmelerinin altında , baskı ve zulümlere maruz bir şekilde , insanlık onuru ile asla bağdaşmayan tutum ve davranışlarla çiğnenmeye devam ediliyordu.
“1922 yılında , (….) bilindiği gibi , o tarihte İstanbul ; İngiliz-Fransız-İtalyan İşgali altında bulunuyordu. Padişah Vahdettin ve onun kukla hükümeti , Anadolu’da , Yunanlılara karşı ölüm-kalım savaşı veren Mustafa Kemal Paşa’nın komutasındaki ulusal güçleri arkadan hançerleyip çökertmek için , her çareye başvuruyorlardı. Türk Ordularının Büyük Taarruzu henüz başlamamıştı.
İstanbul’da güvenliği sağlamakla görevli Türk Polisleri ; Yabancı Subayları , sokakta selamlamak zorunda idiler.

28 Ağustos 2011 Pazar

Cinayetin Adı Var!.. - İlhan Selçuk

Neşeli bir günümdü; sabah Mustafa Balbay ‘ı aramak istedim; tam elimi uzatırken telefon çaldı.
Açtım, Mustafa Balbay!..
Telepatiye bak sen!.. Bir şeyler söylüyorum, takılıyorum, neşemi paylaşmak istiyorum; ama, hemen duyumsadım ki sözlerim buzlu bir cama çarpıyor.
Acı haberi Balbay verdi; daha birkaç dakika olmuş olmamıştı.
*
Telefonu kapadım; Cumhuriyet’in imtiyaz sahibi Berin Nadi ‘yi aradım.
Nadir Nadi ‘nin sevgili eşi.
Dedim ki:
”- Berin Hanım, biz bu gazeteyi kapatalım!..”
Sanki kapatmak elimizden gelirmiş gibi…
Bir ömür boyu saldırılar, cinayetler, ihanetler, alçaklıklar, işkenceler, hapishanelerle dolup taşan sürecin gazetecilikle ilgisi ne?..
Hayır, yaşadığımız hayat gazetecilikten ve yazarlıktan çok daha ötede anlam taşıyor.
*
Ahmet Taner Kışlalı ..
Kemalist!..
Bu tek sözcük, cinayeti tasarlayanların kimliklerini ele veriyor.
Uğur Mumcu, Cavit Orhan Tütengil, Onat Kutlar, Muammer Aksoy, Bahriye Üçok ‘tan sonra Ahmet Taner’e mi sıra gelmişti?..
Kışlalı’dan sonra sıra kime gelecek?..
Cumhuriyet yazarlarına düzenlenen suikast zincirinin halkalarını bir yerde kırabilecek gücü kendimizde bulamayacak mıyız?.. Adını Atatürk ‘ün koyduğu bu gazete ’1923 Cumhuriyet Devrimi’ ni savunduğu için ille de kurban vermek zorunda mı?.. Neden bu ülkenin cumhuriyetçi demokratları ele veremezler?.. Niçin güçlerini birleştiremezler?.. Karanlık saldırıların hedef tahtasına dönen öncülerin teker teker öldürülmesi karşısında ağıt yakmaktan ötede bütünleşemezler?..
*
Sevgili Ahmet Taner de yüreğimizi dağlayarak toprağa düştü.
Ölümün acısı dipsiz…
Ancak anlamı korkutucu!..
Çünkü 28 Şubat’tan bu yana faili meçhul cinayetler durmuştu; Kışlalı’nın katili veya katilleri bulunamazsa, Türkiye’de demokratik geleceğin umutları yeniden silinecek, Anadolu’yu cinayetler ülkesi olmaktan koruyabilecek güçlerin varlığına ilişkin kuşkular yoğunluk kazanarak büyüyecek…
Bu cinayet yalnız bir yazarın öldürülmesi değil..
Cumhuriyet’in kundaklanması değil..
Laik Cumhuriyet’in demokratikleşmesini dinamitlemek isteyenlerin bilinçli eylemi…
*
Uğur Mumcu’yu yitirdiğimizi haber veren Cumhuriyet’in başlığı:
”Susmayacağız!..”
Acının zehirli dumanı genzimizi yakarak bizi gözyaşlarına boğarken yinelemenin zamanıdır:
1923 Devrimi’nin laik Cumhuriyeti’ne kastedenler Cumhuriyet yazarlarını tek tek öldürebilirler..
Ancak Cumhuriyet yaşayacak, sonunda kendileri kahrolacaklardır.

İlhan Selçuk

18 Ağustos 2011 Perşembe

KÜRTÇÜ FAŞİZMİ BESLEYEN EMPERYALİZMDİR “ABD Temsilcisinin 89 Yıl Önce Hazırladığı Kürt Raporu’nun Sırrı” - Sinan MEYDAN

Türkiye’de “Kürt Sorunu” diye adlandırılan ayrılıkçı Kürtçü faşizmi besleyen iki ana damar vardır. Bunlardan biri aşiret-tarikat kontrolündeki feodal yapı, diğeri ise emperyalizm kıskacıdır.Yüzyılın başında Anadolu’da “uydu bir Kürt devleti” kurdurmak isteyen ABD, İngiltere ve Fransa, Kurtuluş Savaşı yıllarında, Anadolu’daki Kürtlerle çok yakından ilgilenmiş, ayrılıkçı Kürtleri önce Türk ulusunun ölüm kalım mücadelesi olan Türk Kurtuluş Savaşı’na, sonra da çağdaş Türk ulus devletine karşı isyana teşvik etmiştir. Kurtuluş Savaşı yıllarında ve sonrasında Anadolu’da Türkiye karşıtı 30’dan fazla Kürtçü isyan çıkmıştır.[1]
“Kürt Sorunu”nun, daha doğrusu “ayrılıkçı Kürtçü faşizmin” kaynağını doğru anlamak için, Kurtuluş Savaşı sırasında ve sonrasında Türkiye’de cirit atan ABD, İngiltere ve Fransa temsilcilerinin ve ajanlarının hazırlayıp ülkelerine gönderdikleri Kürt raporlarını iyi incelemek gerekir.
Örneğin, ABD’nin Türkiye’deki Yüksek Komiseri Tuğamiral Mark L. Bristol, 20 Şubat 1922’de İstanbul’dan Washington’a gönderdiği bir “Kürt raporunda” şu bilgilere yer vermiştir:
“Sayın Dışişleri Bakanı Efendim!
Başkanlığın bilgisi için askeri ateşe tarafından Kürdistan’daki durumla ilgili hazırlanan raporu sunuyorum. Daha önceki yazılarımda belirttiğim gibi Kürt sorunu dikkati çekecek değerdedir. Normal koşullarda bile Kürtler daima komşuları için sorun olmuşlardır. Şimdi, Kürdistan’ın ünlü petrol yatakları nedeniyle yabancı entrikalar kuşkusuz başladığı için ciddi sonuçlar çıkabilir. İngilizler herhalde Kürdistan’ı denetim altına almak için Kürtleri Türklere karşı kullanmak isteyeceklerdir. Türkler de Kuzey Mezopotamya’yı (Kuzey Irak’ı) ele geçirmek için aynı şeyi yapacaktır. Kürdistan’ı özel etki bölgesi sayan Fransızlar da Türk İngiliz sürtüşmesinden çıkar sağlamakta bir an duraksamayacaklardır.”
Bristol raporuna, Fransız Askeri İstihbaratı’nın Kürtler hakkında hazırladığı bir rapordan alıntılar yaparak, şöyle devam etmiştir:

15 Ağustos 2011 Pazartesi

ATATÜRK’ÜN GAP PROJESİ “Ayrılıkçı Kürtçüler Bunu Biliyor mu?” - Sinan MEYDAN

Atatürk’ün Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki Yatırımları Atatürk, “çağdaş” bir Türkiye yaratmak istemiştir; hurafeler yerine “akıl” ve “bilimin” egemen olduğu, “kulluktan” kurtulup “birey” olan insanların “özgür iradeleriyle” kendi kendilerini yönettiği, eğitim seviyesi yüksek, herkesin birlikte çalışıp, birlikte üretip, birlikte bölüştüğü,“eşitlikçi” ve “tam bağımsız” bir Türkiye yaratmak istemiştir.
Atatürk, böyle bir Türkiye yaratırken, öncelikle Türkiye’deki Ortaçağ kalıntısı “kemikleşmiş” feodal yapıyı kırmakla işe başlamıştır.
Ancak, “tarikat” ve “cemaat” yapısı içinde kimliğini ve kişiliğini kaybetmiş, kaderini ağaya, şeyhe ve şıha bırakmış, ekonomik özgürlüğü olmayan, okuma yazma bilmeyen, dinle kandırılmış, emperyalist oyunlarla kışkırtılmış Kürt vatandaşları, 500 yıllık “feodalist” ve “emperyalist” kıskaçtan bir anda çekip almak çok da kolay olmamıştır.
Yüzlerce yıllık alışkanlıklar ve çıkarlar, genç Cumhuriyetin karşısına “dev bir hayalet” gibi dikilmiştir.
Atatürk, “Kürt sorununu” besleyen Doğu’daki “feodal yapıyı” kırmak için herşeyden önce “toprak ağası” durumundaki “aşiret reislerinin” topraklarını ellerinden alarak yoksul köylüye dağıtmanın, yani “toprak reformu”nun hesaplarını yapmıştır.

Bu amaçla, 1934 yılında İskan Kanunu çıkarılmıştır.[1] Bu kanuna göre yoksul ve topraksız köylüye toprak dağıtılacaktır.[2] Kanunun 10. maddesine göre “Aşiret reisliği, beyliği, ağalığı ve şeyhliği” kaldırılmıştır. Kanun, “Aşiretlerin şahsiyetlerine veya onlara gönderme yaparak, reis, bey, ağa ve şeyhlere ait olarak tanınmış, kayıtlı ve kayıtsız bütün taşınmazların teminatsız kamulaştırılıp, göçmenlere, mültecilere, naklolunanlara, topraksız veya az topraklı yerli çiftçilere dağıtılıp tapuya bağlanmasını” öngörmüştür. [3]
1935 yılında toplanan (9-16 Mayıs) CHP 4. Büyük Kurultayı’nda ilk kez Toprak Reformu’na yer verilmiştir.[4] 14 Mayıs 1935 tarihinde kabul edilen CHP Programı’nın 34. maddesi şöyledir:“Her Türk çiftçisini yeter toprak sahibi etmek partimizin ana gayelerinden biridir. Topraksız çiftçiye toprak dağıtmak için özgü istimlak kanunları çıkarmak lüzumludur.”[5]
1935 ve 1937’de İçişleri, Sağlık ve Tarım Bakanlıkları Toprak Kanunları hazırlamıştır.[6]
1935’te Vakıflar Kanunu çıkarılmıştır. Bu kanunla Vakıf toprakları eylemli olarak tasfiye dilmiş, böylece feodal, dinsel kurumların temelini oluşturan büyük vakıf toprakları devlet mülkiyetine alınıp satış yoluyla özelleştirilmiştir. Ancak bu toprakların varlıklı alilerin eline geçmesi istenilen sonucu vermemiştir.[7]
1937’de kamulaştırma ve toprak dağıtımı için Anayasa değişikliği yapılmıştır.13 Şubat 1937’de Anayasa’nın 74. maddesine şu fıkra eklenmiştir:
Çiftçiyi toprak sahibi yapmak ve ormanları devlet tarafından idare etmek için istimlak olunacak arazi ve ormanların istimlak bedelleri ve bu bedellerin ödenmesi sureti özel kanunlarla tayin edilir.” [8]
Sonuçta, 1934-1938 arasında toplam 90 bin civarında aileye 3 milyon dönüm kadar toprak dağıtılmıştır.[9] Genç Cumhuriyet 1923-1938 arasında toplam, 246.431 aileye toplam 9. 983.750 dekar toprak dağıtmıştır.
Ancak, Atatürk’ün ve genç Cumhuriyetin bütün iyi niyetli çabalarına karşın ortaya çıkan bu tablo yetersizdir. Her şeye rağmen feodalizm canavarı Cumhuriyete meydan okurcasına halkın kanını emmeye devam etmiştir.
Atatürk, Kürtleri, Türkiye Cumhuriyeti’nin “eşit yurttaşları” yapmak için kültürel, ekonomik, siyasal ve toplumsal birçok adım atmıştır.
Bu adımlara geçmeden önce 1920’lerde ve 1930’larda bölgenin temel özelliklerine bakmak yerinde olacaktır.
İşte o günlerin Güneydoğusu:
« Bölgenin imkânsızlıklarından dolayı, bölgeye yöneticiler ve memurlar gitmemektedir.
« Bölge halkı hükümet ile eşkıya arasında sıkışıp kalmış ve iki taraflı “korku psikolojisi” içine girmiştir. Köylü hükümete, eşkıya hakkında bilgi verince, eşkıyanın baskını ile karşılaşmaktadır.
« Bölgede sıkça isyan çıkmaktadır.
« Bölgede dikkate değer esnaf, tüccar ve sanat erbabı yoktur. Bu durum halkı mağdur etmektedir.
« Yol durumu çok kötüdür.
« Okuma yazma oranı çok düşüktür.
« Tabiat şartlan çok zordur. Bölgenin bazı illerinde kış, 8 ay sirmekte ve yollar ulaşıma kapanmaktadır.
« Erzurum sathı 1900, Van gölü sathı 1720 m. irtifadadır. Böyle olunca ürünler şehirlere gidemediği için köylünün elinde kalarak çürümektedir.
« Topraklar, toprak ağalarının elindedir, köylü ağaların hizmetkarı durumundadır.
Cumhuriyet tarihi yalancılarının sıkça dile getirdikleri, “Atatürk döneminde genç Cumhuriyetin Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya yatırım yapmadığı!” tezi doğru değildir. Sürekli isyanlarla çalkalanan, dolayısıyla sürekli “asayiş sorunlarının” yaşandığı, coğrafi ve toplumsal yapıdan kaynaklanan zorlukların geçit vermediği bir bölgeye yatırım yapmanın güçlüğüne karşın, genç Cumhuriyetin yine de en çok yatırım yaptığı bölgelerden biri Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgeleri olmuştur. Nitekim, aynı dönemde ülkenin diğer bölgelerinde asayiş problemi yaşanmamasına karşın, Doğu illeri ortalamalarının altında kamu harcaması almış iller vardır.[10] Bu nedenle o dönemdeki göreceli “yatırım azlığını”, “Genç Cumhuryet doğuya yatırım yapmadı!” yalanıyla değil de, ülkenin genel ekonomik koşullarıyla açıklamak daha doğru olacaktır.[11]
Ayrıca bölgedeki isyanlar, ülke ekonomisine ciddi yükler getirmiştir. İngiliz The Times gazetesine göre Türkiye’nin sadece Şeyh Sait İsyanı’ndaki kaybı 20 milyon Paund’dur. Buna rağmen, genç Cumhuriyet, bölgenin asayişini sağlamak ve bayındırlık hizmetleri götürmek için, uzun yıllar boyunca bölgeye “özel ve olağanüstü” ödenekler aktarmıştır.[12] Hatta “Tunceli” adında yeni bir il bile kurmuştur.[13] Bu ilin kurulmasına ilişkin yasa teklifi, dönemin İçişleri Bakanı tarafından “…Cumhuriyet devri memleketin esaslı ihtiyaçlarını temin ederek asıl hastalığı tedavi etmek şiarı olduğu için, burada da medeni usullerle bir tedbir düşünüldü. Ve bu program ile memleketin her yerinde olduğu gibi buraların da Cumhuriyetin feyizlerinden istifade etmesini gözetti” denilerek Meclis’e sunulmuştur.[14] Özakıncı’nın deyişiyle, Dersim’i yeniden yapılandırmayı amaçlayan 25 Aralık 1935 tarihli “Tunceli Vilayeti’nin İdaresi Hakkında Kanun“la,“Cumhuriyet, aşiretlerin Dersim’ini, insan ve yurttaş haklarının Tunçeli’ne dönüştürmek” istemiştir.[15]
“Cumhuriyet, aşiretlerin ‘Dersim’ini, insan ve yurttaş haklarının ‘Tunç Eli’ne dönüştürmek üzere; yöreyi köprüler, yollar, okullar, hastahaneler, sinemalar, tiyatrolar, halk evleri, bankalar, ziraat kurumlan, hükümet binaları, adliye örgütü, karakol ve kışlalarla donatmaya başladı. Başka yöreden işçi getirilip çalıştırılması yasaktı. Bütün yapılar dolgun bir gündelik verilerek yöredeki aşiret üyelerine yaptırılacak; aşiret üyesi, reisinden bağımsız bir birey olarak çalışıp emeğinin karşılığını para olarak alacak; yüzyıllar boyu yalnızca kendi ailesinin yaşamı için gerekli şeyleri tüketebileceği kadar üreten, bundan fazla üretim yapmadığı için pazara götürüp satacak bir varlığı bulunmayan, dolayısıyla özel mülk nedir, parasal birikim nedir, mülkiyet özgürlüğü nedir tatmamış olan aşiret üyelerinin ceplerine para girecek; aşiretten bağımsız kendisine özel birikim yapmayı ve kendi birikimini dilediği gibi kullanmayı öğrenen aşiret üyeleri böylelikle aşiret düzeninden uzaklaşıp, insan ve yurttaş haklarına adım atacaktı.
Aşiretler Dersim’inin, özgür birey yurttaşlar Cumhuriyet’inin “Tunç Eli”ne dönüştürülmesi, tasarının biricik amacıydı. Çalışmalar coşkuyla sürüyor, yapımı bitirilen bir köprünün ATATÜRK tarafından açılacağı söyleniyordu. Fakat öyle olmadı. O günleri yaşayan İhsan Sabri Çağlayangil anılarında o günleri:
‘Atatürk Singeç Köprüsü’nü açmaya gidecek. O tarihte Seyit Rıza Dersim’in lideri. Devlet, Fırat üzerine bir köprü yapmış. Köprünün başında da bir karakol. Karakolda 33 askerimiz, başlarında İsmail Hakkı adında bir yedek teğmen var. Köprüye Dersimliler saldırı düzenliyor. Karakol yakılıyor ve 33 askerimiz şehit oluyor. İşte bu olay isyanın başlamasıdır. Atatürk olayla ilgileniyor ve kesin talimat veriyor: ‘Bu meseleyi kökünden hallediniz’ diye anlatmıştır.”[16]
İşte Atatürk Cumhuriyeti’nin Kürtlerin yoğun olarak yaşadıkları Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesindeki bazı yatırımları[17]:
« 1924’te Diyarbakır-Ergani Madeni devletleştirilerek işletmeye açılmıştır.
« 1925’te -köylüyü ezen- Aşar Vergisi kaldırılmıştır.
« 1925’te 3 milyon lira sermaye ve %50 nispetinde Alman sermayesiyle “Ergani Bakırı Türk Anonim Şirketi” kurulmuştur.[18]
« 1925’te tütün rejisi yabancılardan alınmıştır.
« 1929’da Elazığ’da “Elaziz İpek Mensucat Türk Anonim Şirketi”nin” kurulmasına karar verilmiştir.[19]
« 1929’da “Yol ve Köprüler Yapımına İlişkin Kanun” çıkarılarak Güneydoğu Anadolu’da pek çok yol ve köprü inşa edilmiştir.
« 1932’de Ankara’da Birinci Tütün Kongresi toplanmıştır.
« 1934’te Diyarbakır-Siirt yolunda Pasur köprüsü açılmıştır.
« 1934’te Fevzipaşa-Diyarbakır demiryolu tamamlanmıştır.
« 1934’te Elazığ’a demiryolu ulaşmıştır.
« 1934’te Yolçatı-Elazığ demiryolu işletmeye açılmıştır.
« 1934’te Siirt’te 7 yeni cadde ve 21.384 metre yeni kaldırım yapılmıştır.
« 1934’te Elazığ’ın Maden ilçesi Alacakaya (Guleman) krom sahası “Şark Kromları İşletmesi” idaresinde 1936’dan itibaren işletilmiştir.
« 1935’te Adıyaman Göksün köprüsü açılmıştır.
« 1935’te Munzur suyu köprüsü açılmıştır.
« 1935’te Van gölü işletmeye açılmıştır.[20]
« 1935’te Keban maden köprüsü açılmıştır.
« 1936’da Erzurum’da Kız Sanat Okulu açılmıştır.
« 1936’da Erzurum-Sivas demiryolu hattının temeli atılmıştır.
« 1936’da Yazıhan-Hekimhan demiryolu işletmeye açılmıştır.
« 1936’da Malatya’da Sigara Fabrikası kurulmuştur.[21]
« 1936’da Bitlis’te Sigara Fabrikası kurulmuştur.
« 1937’de Malatya Bez Fabrikası’nın temeli atılmıştır.[22]
« 1937’de Hekimhan-Çetin demiryolu işletmeye açılmıştır.
« 1937’de Islahiye deniryolu işletmeye açılmıştır.
« 1937’de Atatürk Tunceli’de Singeç körüsünü açmıştır.
« 1937’de Diyarbakır- Cizre demiryolunun temeli atılmıştır.
« 1938’de Ankara-Erzurum demiryolu Erzincan’a ulaşmıştır.
« 1938’de Sivas Çimento Fabrikası’nın yapmına başlanmıştır.[23]
« 1938’de Erzurum’da 900.000 TL.lık bir imar çalışmasıyla ilçeler dahil 30 ilkokul, sinema şehir elektriği vs. yatırımlar gerçekleştirilmiştir.
« 1938’de Erzurum’da Ilıca nahiyesinde posta ve telgraf merkezleri açılmış, 14 derslikli ilkokul binası ihale edilmiş, gazino ve lokantası olan bir otel de planlamaya alınmıştır.
« 1938’de Erzurum’da Doğu Kültür Kongresi açılmıştır.
Atatürk’ün genç Cumhuriyeti, Türkiye’de görülen “trahom hastalığıyla mücadele” konusunda Güneydoğu Anadolu’da büyük bir çalışma başlatmıştır. Adana, Gaziantep, Malatya, Urfa ve Maraş’taki mücadele sırasında toplam 120 yataklı trahom hastaneleri kurulmuş ve yalnızca 1934 yılında müracaat eden 87.000 kişiden 2215’i tedavi, 4318’i ameliyat edilmiştir.[24]
Fethi Okyar Hükümeti’nin önemli hedeflerinden biri Doğu Anadolu’da “dokuma sanayine” hız kazandırmaktır. Hükümet programında, bölgede 10.000 iğlik bir iplik fabrikası kurma hedefinden söz edilmiştir.[25]
Atatürk, 1937’de Celal Bayar başkanlığındaki hükümete “en kısa yoldan, en ileri ve en refahlı Türkiye idealine ulaşmak” için yeni ekonomik hedefler göstermiştir. Bu hedefler doğrultusunda hazırlanan Celal Bayar’ın üç yıllık maden işletme ve dört yıllık sanayileşme planlan,[26] kamuoyunda büyük heyecan yaratmıştır.[27] Bayar’ın sanayileşme planında, Doğu Anadolu’yu doğrudan etkileyecek Trabzon limanı ile Sivas’ta çimento ve Motor fabrikaları, Iğdır pamuklarını işlemek için Erzurum’da iplik fabrikası kurulması da yer almıştır. Ayrıca programda öngörülen üç şeker fabrikasından ikisinin Doğu illerinde inşası planlanmıştır.[28]
Erzurum’da kurulacak iplik fabrikası için gereken elektrik enerjisinin Tortum şelalesinden elde edilmesi için mühendisler grubuna incelemeler yaptırılmış ve buradan elde edilecek enerjiyle “bütün Doğu’nun, bilhassa Erzurum’un mühim bir sanayi merkezi olması kabiliyetini kazanacağı” anlatılmıştır.[29]
Atatürk döneminde Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde 6.124 işyeri açılmıştır.[30][31]
Atatürk, 1930’larda Doğu’da bir “üniveriste kurma” talimatı vermiştir. Bu doğrultuda bugünkü Erzurum Atatürk Üniversitesi kurulmuştur.
Rahmi Doğanay, “1930-1945 Dönemi Doğu Anadolu Bölgesinde Uygulanan Sanayi Politikaları” çalışmasının sonucunda, genç Cumhuriyetin Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da birçok yatırım yaptığını doğrulamıştır:
“Doğu Anadolu, Birinci Sanayi Planı çerçevesinde maden, dokuma ve sigara sanayi gibi birçok endüstriyel kuruluşa kavuşmuştur. Kaldı ki; bu dönem kalkınma ve sanayileşme hedefleri bölgesel gelişmeyi değil, bütün ülkenin topyekün gelişmesini hedeflemiştir. İkinci Sanayi Planı ise daha geniş kapsamlı olmakla birlikte uygulamada dünya ve Türkiye’nin olağanüstü şartları içinde daha etkisiz kalmıştır.(…)[32]
İzmir İktisat Kongresi’nden itibaren ülkenin tümüyle bayındır ve mamur hale getirilmesi konusunda izlenen iktisadi politikalar hem devletin sorumluluk alması, hem de özel teşebbüsün yatırımlar için teşvik edilmesine yöneliktir. Birkaç kez çıkarılan Sanayii teşvik Kanunları da iktisadi gelişmeyi sağlamak amacını taşımaktadır. Birinci ve İkinci Beş yıllık Sanayi Planları da ülkenin her tarafı için olduğu kadar, Doğu Anadolu’da devlet ve özel teşebbüs yatırımlarının yaygınlaştırılması yönünde hedefler koymuş, Atatürk de yurt gezilerinde bölgenin özelliklerine göre yapılacak yatırımlar açısından görüşlerini beyan etmiştir. Ayrıca bu gezilerde yatırımları teşvik amacı da dikkate alınmıştır..”
Ramazan Topdemir de, “Atatürk’ün Doğu-Güneydoğu Politkası ve GAP” adlı kitabında, Atatürk döneminde genç Cumhuriyetin ayrım yapmadan “yurdun her tarafını” kalkındırmak için çok büyük yatırımlar yaptığını, özellikle tarımla uğraşan köylüye büyük kolaylıklar sağladığını ifade etmiştir:
“Ülkenin en uzak köşelerinde bile halkın huzuru ve güvenliği öylesine sağlanmıştır ki bunu geçmişin en sakin dönemleriyle karşılaştırmak bile yersiz olur. Herkes güven içinde tarlasında çalışmakta ya da zanaatını yürüttüğü yerde işin başındadır. Bu insanlar çalışmalarının sonuçlarından yararlanabileceklerinden emin ve bunların ellerinden zorla alınamayacağının güveni içindedirler. Ekonomi, eğitim sosyal yardım konularında şimdiden somut sonuçlar alınmıştır. Daha önceden var olan tarım okullarına Bursa’da, Balıkesir’de İzmir’de, Adana’da, Erzincan’da beş yenisi eklenmiştir. Savaşın ve değişmelerin işlemez hale getirdiği Ziraat Bankası yeniden çalışır hale getirilmiş ve birçok yerde şubeler açılarak halkın yardımına koşulmuştur. Pek çok sığınak ve göçmen refahları yönünden uygun yerlere gönderilerek yerleştirilmiştir. Bu işin daha çok yürütülmesi için özel yardım bankaları kurulmak üzeredir.
Köylülere önemli düzeyde iki buçuk milyon liralık tarım aletleri dağıtılmıştır ve dağıtım sürdürülmektedir. Ayrıca köylülere tarım araç, gereçleri vermek gerektiğinde bunları onarmak amacıyla sermayesinin yüzde 70`ine katıldığımız bir şirketle anlaşma yapılmak üzeredir. Bu anlaşma çiftçileri çok memnun edecek ve onların yararına olacaktır.”
Atatürk’ün Güneydoğu Anadolu bölgesine yönelik en önemli projesi, Atatürk öldükten sonra hayata geçirilen GAP Projesi’dir. Tarihin en büyük dehalarından Atatürk, “Buraya bir insanlık gölü inşa edelim” diyerek GAP’ın ilk adımını 1934 yılında atmıştır.[33] Atatürk’ün talimatıyla, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki mevcut su kaynaklarından elektrik elde edilmesi için 1936 yılında Elektirk İşleri Etüd İdaresi kurulmuştur. “İdare, ‘Keban Projesi’ ile yoğun etüdlere başlamış, Fırat Nehri’nin her açıdan tetkiki ve sonuçlarının tespiti için rasat istasyonları kurmuştur. 1938 yılında Keban boğazında jeolojik ve topoğrafik etüdlere başlanmıştır. 1950-1960 yılları arasında gerek Fırat gerekse Dicle üzerinde Elektrik İşleri Etüd İdaresi tarafından sondaj çalışmalarına ağırlık verilmiştir”[34].Böylece GAP’ın alt yapısı hazırlanmıştır.
Atatürk, Doğu’yu nasıl görmek istediğini; Diyarbakır, Malatya, Elazığ ve Tunceli gezisinde yanındaki Sabiha Gökçen’e şöyle ifade etmiştir:
“İnsan ömrü yapılacak işlerin azameti karşısında çok cüce kalıyor Gökçen… Geçtiğimiz yerlerde fabrikaları görmek istiyorum, ekilmiş tarlalar, düzgün yollar, elektirkle donanmış köyler, küçük, fakat canlıi tertemiz, sağlıklı insanların yaşayabileceği evler, büyük yemyeşil ormanlar görmek istiyorum.
Gürbüz çocukların, iyi giyimli çocukların yüzleri sararmamalı, dalakları şiş olmayan çocukların okuduğu okullar görmek istiyorum.
İstanbul’da ne medeniyet varsa, Ankara’ya da ne medeniyet getirmeye çalışıyorsak, İzmir’i nasıl mamur kılıyorsak, yurdumuzun her tarafını aynı medeniyete kavuşturalım istiyorum. Ve bunu çok ama çok yapmak istiyorum.
Dedim ya, insan ömrü çok büyük işleri başarabilecek kadar uzun değil. Mamur olmalı Türkiye’nin her bir tarafı, müreffeh olmalı…
Devletin yapamadığını, millet; milletin yapamadığını devlet yapmalı. her şeyi yalnız devletten ya da her şeyi yalnız milletten beklemek doğru olmaz. Devlet ve millet ülke sorunlarını göğüslemede daima elele olmalıdır.
Ben yapabildiğim kadarını yapayım, sonra ne olursa olsun, benim kitabımda yok. Geleceği, geleceğin Türkiyesi’ni, düşünmek görevim. Bir iş aldık üzerimize, bir savaşın üstesinden geldik, şimdi ekonomik alanda savaş veriyoruz, daha da verdceğiz… Bu heyecanı yaşatmak, bu heyecanın ürünlerini görmek lazım.”
Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da fabrikalar, ekili tarlalar, düzgün yollar, elektirkli köyler, tertemiz, canlı ve sağlıklı insanların yaşayacağı evler, gürbüz çocuklar ve büyük yemyeşil ormanlar görmek isteyen Atatürk’ün en büyük amaçlarından biri bütün Türkiye’nin olduğu gibi Doğu’nun da kalkınmasıdır!…
Atatürk’ün ve genç Cumhuriyetin tüm Türkiye’yi olduğu gibi Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerini kalkındırmak için yaptığı bu çalışmalar, asırlardır bölge halkını sömüren feodal unsurların; ağaların, şeyhlerin ve şıhların tepkisini çekmiştir. Genç Cumhuriyetin bu yatırımları devam ederse bölge halkı üzerindeki nüfuzlarını tamamen kaybedeceklerini düşünen bu feodal unsurlar, Türkiye’yi bölüp parçalamak isteyen ayrılıkçı unusurlarla anlaşarak, genç Cumhuiyete başkaldırmışlardır. Genç Cumhuriyetin “çağdaşlaşmaya” yönelik devrimlerini, “dinsizlik” olarak adlandırıp, bu yönde propaganda yapan feodal unsurlar, bölgede yapılan yolları, köprüleri, santralleri tahrip ederek karakollara saldırmışlardır.
İşte, 1937-1938 Dersim isyanı, böyle bir ortamda patlak vermiştir.
NOT: Ayrılıkçı Kürtçü hareketi, yakın tarihimizdeki Kürtçü isyanları, Kürtçü hareketin arkasındaki emperyalizm desteğini ve Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı sırasındaki Kürt poltikasını bütün bilinmeyenleriyle CUMHURİYET TARİHİ YALANLARI, 2.KİTAP‘ta derinlemesine anlattım….
Sinan Meydan 15 Ağustos 2011
İLK KURŞUN

Kaynaklar-Dipnotlar
[1] 14 Haziran 1934 tarihinde kabul edilen 2510 sayılı kanun.
[2] İskan Kanunu hakkında bkz. Fikret Babuş, Osmanlı’dan Günümüze Etnik Sosyal Politikalar Çerçevesinde Göç ve İskan Siyaseti ve Uygulamaları, İstanbul, 2006.
[3] Ömer Lütfi Barkan, Türkiye’de Toprak Meselesi, İstanbul, 1980, s.454 vd.Doğu Perinçek, “Cumhuriyet Döneminde Kamulaştırma”, Teori, S.134, Mart 2001, s.32 vd. Ancak bu konundan beklenen verim alınamamıştır. Uygulaması uzun süreli olamamış, kısa süre sonra ağalar ve şeyhler gerei dönmüş ve devletin el koyduğu topraklar da kendilerine verilmiştir.
[4] Perinçek, Toprak Ağalığı ve Kürt Sorunu, s.98 vd.
[5] Bkz. Doğu Perinçek, Atatürk’ün CHP Program ve Tüzükleri, İstanbul, 2008, s.182 vd.
[6] Perinçek, Toprak Ağalığı ve Kürt Sorunu, s.52, 116-119
[7] age, s.113,114.
[8] age, s.119.
[9] age, s.152.
[10] Sait Aşkın, “Atatürk Döneminde Doğu Anadolu, (1923-1938)”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, S. 50, C.XVII, Temmuz, 2011
[11] agm.
[12] Örnek olarak Tunceli bölgesindeki yol işleri için her yıl 1.350.000 TL. olmak üzere üç yıllık program bütçeye, o günün koşullarında ayrı bir yük getirmiştir. Bkz. Ayın Tarihi, Haziran 1936, S.30, s.67.
[13] Tunceli, 4 Ocak 1936 tarih ve 3197 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan “Yeniden Dokuz Kaza ve Beş Vilayet Teşkiline ve Bunlarla Otuziki Nahiyeye Ait Kadrolar Hakkında Kanun” ile “il” yapılmıştır.
[14] Bu yasanın görüşmeleri sırasında İçişleri Bakanı Şükrü Kaya: “…Burası 91 aşirete münkasımdır. 1876’dan bugüne kadar muhtelif zamanlarda Dersim üzerine 11 harekatı askeriye yapılmıştır. Halk cahil, biraz da toprağın fakirliği dolayısıyla fakir olur ve eli de silahlı bulunursa tabii böyle bir yerde vukuat eksik olmaz. Fransa’da, İtalya’da, Yunanistan’da da böyle yerler vardır. … Efkarı umumiyemize arzetmek isterim ki, memleketimizde anormal bir vaziyet yoktur” demiştir. Bkz. Ayın Tarihi, Ocak 1936, s.25, s.25 vd.
[15] Cengiz Özakıncı, “Dersim’den Tunceli’ye Yurttaş Hakları Devrimi, Dersim Dersi”, Bütün Dünya dergisi, S.2010/01, 1 Ocak 2010 , s. 62.
[16] agm, s.62,63.
[17] Bkz. Ramazan Topdemir, Atatürk’ün Doğu-Güneydoğu Politikası ve GAP, İstanbul, 2011
[18] 1930’lu yıllarda Ergani madeni için üretim miktarı 7.500 blister olarak tasarlanmış ve bunun 1.200 tonu ülkenin ihtiyacına alıkonularak 6.300 ton ham bakırın dışarıya satılması düşünülmüştür. Afet İnan, Türkiye Cumhuriyeti’nin II. Sanayi Planı, Ankara, 1973, s.51.
[19] 12.9.1929 Tarih ve 1/8350 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı. C.A. Karton No: 030.18. 1/5.45.17.
[20] Nisan 1935’te Van Gölü İşletme İdaresinin bütçesi hakkında Meclis’te yapılan görüşmeler sırasında İçişleri Bakanı Şükrü Kaya şöyle demiştir “…Cumhuriyet Şeyh Sait vakasından ve onu takip eden hadiselerden sonra icap eden inzibat tedbirlerini tamamıyla aldı. Onu müteakip de oranın ümranını gözetti. Bu muntazam bir program halinde devam edecektir ve etmesi de lazımdır. Van Gölü İşletmesi Vapurları Van Gölü sahillerinin ve havalisinin birebir irtibat vasıtalarıdır. İki köy arasında, iki şehir arasında Devlet şosesini yaparken nasıl onun gelirini değil memleketin inkişafını gözetirse, Van Gölü’nün işletilmesinde kullanılan vapur ve sair vesaiti nakliye müteharrik bir köprü, bir şose telakki edilmelidir. Bu bir amme hizmetidir. Bir irat membaı değildir. Ve uzun yıllar böyle devam edecektir
[21] 720 ton sigara üretim kapasitesine sahip Malatya’daki fabrikada çevre illerin tütünü de işlenmiştir. Ersal Yavi, Cumhuriyet Döneminde Doğu Anadolu, Ankara,1994, s.118-119
[22] 1939 yılında kurulan “Malatya Bez ve İplik Fabrikası” kısa sürede büyük bir üretim hızı yakalamış, Teşvik-i Sanayi Kanunu’ndan da yararlanarak 1941’de Malatya’daki 4 işyerinin toplam üretiminin %32.2’sini gerçekleştirmiştir. Yurt Ansiklopedisi, C.5, s.5455
[23] 8 Şubat 1938’de Almanlara ihale edilen Sivas çimento fabrikasının yapılış nedeni “şark vilayetlerimizle Orta Anadolu’da daha ucuza çimento satışını temin etmek” olarak kayıtlara geçmiştir..
[24]Aşkın, agm.
[25] “Okyar Hükümeti Programı”, T.B.M.M. Kütüphanesi.
[26] Başbakan Celal Bayar’ın bu ekonomik plan hakkında Anadolu Ajansı’na yaptığı açıklamanın tam metni için bkz.Ayın Tarihi, Eylül 1938, S.58, s. 19-22.
[27] Muhittin Birgen, “Celal Bayar’ın Üçüncü Planı”, Son Posta Gazetesi, 22 Eylül 1938.
[28] Bkz. Asım Us, “Çifte Plan İle İcraata Giriş”, Kurun Gazetesi, 20 eylül 1938; Ayın Tarihi, Eylül 1938, S.58, s.19-22.
[29] Ayın Tarihi, Temmuz 1938, s.55, s.9
[30] Ramazan Topdemir, “Atatürk’ün Güneydoğusu”, Hürriyet, 24 Eylül 2009.
[31] agm.
[32] Rahmi Doğanay, “1930-1945 Dönemi Doğu Anadolu Bölgesinde Uygulanan Sanayi Politikaları”, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilgiler Dergisi, C. 10, S.2, Elazığ, 2000, s.229,230
[33] Bkz. Ramazan Topdemir, Atatürk’ün Doğu-Güneydoğu Politikası ve GAP, İstanbul, 2011.
[34] “GAP’ın Tarihçesi”, TC. Başbakanlık Güneydoğu Anadolu Projesi Bölge Kalkınma İdaresi Başkanlığı İnternet Sitesi, (http://www.gap.gov.tr/gap/gap-in-tarihcesi).

14 Ağustos 2011 Pazar

Atatürkçülük devrimciliktir - Tülay ÖZÜERMAN

Sen
Her bahane ile Atatürkçüyüm diyorsun,
Devrimi devirenlerle yan yana fotoğraf veriyor,

Yerini korumak için her yöne kıvrılıp bükülüyorsun…
Atatürkçüyüm” demenin dışında tek kelime edemiyorsun…
Susuyor, konuşanlara mesafeli duruyorsun…
Yerini korumak istedikçe bulunduğun yer kadar küçülüyor,

O koltuktan kimlerin gelip geçtiğini, kendinin de geçici olduğunu unutuyorsun.
Sen
Laiklikten söz ediyor,

Kadının başını örtmesini savunup, bulunduğun yerle çelişiyorsun.
Rüzgar nereden eserse senin yüzün orada.
Senin rengin çok; her renge girip çıkabiliyorsun.
Pahalı bir araç, özel bir plaka ile cakalı dolaşıp, herkese tepeden bakıyor, halkı bulunduğun kurumdan soğutuyorsun…
Sen
Dürüstlüğü dilinden hiç düşürmüyorsun,
Neden her yerde dürüstlükten söz etme gereğini duyuyorsun?
Herkeste olması gerekeni meziyetli görünmek için kullanıyorsun,
Dürüstlük akçalı işlerden ibaret değildir…
Kimlerin yolunu kestiğine ve kimlere haksızlıklar yaptığına;
Yalnızca sana yakın oldukları için hak etmedikleri yerlere taşınmasına katkı koyduğun kifayetsizlere, söylediklerinle yaptıkların arasındaki mesafeye dön bir bak,
Bulunduğu yere nasıl ve kimler sayesinde geldiğini unutanlar daha ileri gidemezler….
Kendini, seni var eden kurumun üzerinde özel bir yerde görmeye başladığın için seni bir yerlere getiren kuruma zarar vermeye başladın…
Sen
Hep seyirci, hep şikayetçisin,

Oturduğun yerde mucize bekliyor, onu bunu suçluyor,
Ah Atatürk!” diye sızlanıyorsun.
Sen
Korkma diye başlayan İstiklal Marşımızı binlerce kez söylemiş, dinlemişsin,
Ama korkuyorsun!…
Yetmedi; “Bunlar geldi, gitmez” diyor, herkesi de korkutmaya çalışıyorsun…
Ve sen hala “Atatürkçüyüm” diyorsun…
Sen
Yıllardır Atatürkçülüğünle tanındın ve CHP’ye hep burun kıvırırdın, çünkü sen daha solcuydun (!).

CHP’nin kurucu başkanı komplo ile devrilince “yeni” CHP’de yerini aldın…
Ne çok sözün vardı…
CHP’li değilsin ama CHP’desin,

O gün, bugün hiç sesin soluğun çıkmıyor!..
Biliyor musun en çok sana ve senin gibilere şaşıp kalıyorum…
Asıl şu süreçte konuşmanız gerekirken…
Nasıl nasıl susabiliyorsunuz? Atatürk’e karşı sözlerle partide yer almışlara tek kelime etmeden nasıl durabiliyorsunuz?
Atatürkçülük devrimciliktir.
Devrimci susmaz, susamaz…
Devrimci korkmaz, sızlanmaz, kabullenmez…

Devrimci laiklikten, Cumhuriyetten, devletin milleti ve sınırları ile bütünlüğünden taviz vermez.
Devrimci mücadelecidir; hiçbir nedenle davasından vazgeçmez…
Siz
Atatürk’e tutundukça bir yer edinmişler; sizin vebaliniz hiç de az değil Atatürk’e karşı olanlardan, bilesiniz…

Yalnızca AKP’den değil, hak etmedikleri yerlere tırmananlardan da okumak gerekiyor içine çekildiğimiz karanlığın koyulaşmasının sebeplerini…
GÜNÜN NOTU: Şortlu kızımıza saldırıyı kınarken; sıkmabaşa sahip çıkmayı da ihmal etmeyen anlayış AKP’den daha ileride değildir.

Prof. Dr. Tülay ÖZÜERMAN

Demirden Bir Duvar: Atatürk Gençliği - Tülay Hergünlü

Bu günlere kolay gelmedik. Bu vatan kolay kazanılmadı. Kan akıttık, can verdik. Görünen o ki biz bu coğrafyanın üzerinde oturmaya devam ettikçe de can vermeye devam edeceğiz.  Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarını vatan topraklarından kazıyamayan iç ve dış hainler yeni bir çözüm buldular: Mustafa Kemal Atatürk’ü ve devrimlerini önemsizleştirmek. Bunda da büyük ölçüde başarılı oldular. Ama bir şeyi unuttular; Mustafa Kemal’leri… Onlar 20 yaşında ve vatanın her karışında varlar…
İşte onlardan ikisi, Atatürk Gençliği’nin görev başında olduğu canlı iki örneği, Güneş Erkul ve Utku Erişik bir araya gelmişler bir etnik düzenleyerek, yurdu karış karış gezmeye başlamışlar. Ben de ATATÜRK GENÇLİĞİ ile paylaşmak istedim. Çorba da tuzum olsun, tarihte izim kalsın misali.
İşte etkinlik ile ilgili haber:
“İlk Kurşun Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni ve Yazarı GÜNEŞ ERKUL ile Tiyatro Oyuncusu, Yazar ve Ulusal Kanal’daki “Gençlerin Gecesi” programını hazırlayıp sunan UTKU ERİŞİK tüm yurdu dolaşmaya devam ediyor!
Mustafa Kemal Atatürk, 1921 yılında, yani Kurtuluş Savaşı’nın sürdüğü günlerde, “Türklerin vatan sevgisiyle dolu olan göğüsleri, düşmanların lanetlenmeyi gerektiren tutkularına karşı daima demirden bir duvar gibi yükselecektir.” demişti. O’nun bu sözünden hareketle, Türk Gençliği’nin yükselen iki cesur sesi, Güneş Erkul ve Utku Erişik söyleşi etkinliklerine başladı.
Bu söyleşide, iki genç aydınımız, Mustafa Kemal Atatürk’ün ilke ve devrimlerine son günlerde daha da artan saldırılara karşı Türk Gençliği’nin içindeki vatan aşkıyla “demirden bir duvar” gibi duracağını vurguluyor. Hem Milli Mücadele döneminden hem de yakın tarihten verilen örneklerle bugüne köprü kuruyor ve söyleşiye katılanları o köprü üzerinden Mustafa Kemal Atatürk’ün ışığına doğru yürütüyor…
Çarpıcı başlıkların atıldığı, tarihten ilgi çekici ayrıntıların verildiği ve şiirlerle renklendirilmiş dopdolu bir etkinlik…
Söyleşiyi izleyenlere Atatürk Gençliği’nin görev başında olduğu canlı iki örneğiyle, yani Güneş Erkul ve Utku Erişik ile gösteriliyor. Hem bilgilendiren hem de sorgulatan bu söyleşi ile Cumhuriyet’in temel değerlerine sahip çıkılması konusunda toplumsal duyarlılığın artırılması hedefleniyor.
Söyleşi sonunda açılan stand ile, izleyenlere bir yandan İlk Kurşun Gazetesi ulaştırılıyor; diğer yandan da Utku Erişik, 3. baskısı yapılan “Mustafa Kemal’in Yürekli Çocukları” adlı son kitabını imzalıyor.
Siz de bu söyleşi etkinliğini bulunduğunuz kentte gerçekleştirmek isterseniz, 0 533 810 29 14 numaralı telefondan BİRSEN VAR ile görüşebilirsiniz.
GÜNEŞ ERKUL, merkezi İzmir’de olan İlk Kurşun Gazetesi’nin Genel Yayın Yönetmeni ve Yazarı… Erkul yönetiminde çıkan gazetenin internet sitesi, Hürriyet gazetesinin internet sitesi gibi haber siteleri arasında en çok tıklanan sitelerden birisi… Bu anlamda genç yaşında çok önemli bir görevi üstlenen Erkul, günümüzdeki Mütareke Basını’na karşı 1923 ruhunu yaşatan bir basın yaratmanın gerekliliğine inanarak bu aydınlanma savaşını verdiğini söylüyor.
UTKU ERİŞİK, Mustafa Kemal Atatürk’ün “Fikirler ve devrimler sanatla yayılır.” sözünden hareketle kurduğu Tiyatro Birileri ile kendisini “Mustafa Kemal’in Sanat Cephesi”nin bir neferi olarak gördüğünü söylüyor. Özellikle “Hoş Gelişler Ola” adlı oyunu ile sesini duyuran Erişik, bu oyunuyla Türkiye’de 70 il merkezi ve birçok ilçe, KKTC ve Almanya’da 450 kez sahne aldı.
Bedri Baykam’ın önsözünü yazarak övgüyle söz ettiği “Mustafa Kemal’in Yürekli Çocukları” adlı kitabı geçtiğimiz günlerde 3. baskını yaptı. Erişik, aynı zamanda her pazar akşamı Ulusal Kanal’da canlı olarak yayımlanan “Gençlerin Gecesi” adlı programı hazırlayıp sunuyor. Söyleşiye gittiği yerlerde, söyleşiyi düzenleyen kurumlarla yaptığı röportajları da programında yayımlayan Erişik, yerelde yapılan güzel çalışmaların ekrandan duyurulması görevini de üstleniyor.”
Mustafa Kemalin çocukları; haydi görev başına…
Vatan sizden hizmet bekler…

Tülay Hergünlü

5 Ağustos 2011 Cuma

ATATÜRK RAMAZANLARDA KUR’AN OKURDU! “Yobazın Ezberini Bozacak Gerçek”


Büyük Günah
Atatürk düşmanlarının öteden beri Atatürk’e saldırmak için kullandıkları en önemli yöntem, Atatürk’ün “dinsiz” olduğu ve “dindarlara baskı yaptığı” şeklindeki yalanı durmadan tekrarlamaktır. Şüphesiz ki, dünyanın en büyük devrimcilerinden birini, milleti için yapıp ettikleriyle değil de “inanıp inanmadığıyla” değerlendirmek, ancak az gelişmiş üçüncü dünya ülkelerine has bir durumdur. Maalesef aydınlanması yarım kalmış olan ülkemizde de Atatürk gibi bir “dünya lideri”, milleti için yapıp ettikleriyle değil de dini inancıyla değerlendirilmektedir. Her şeyden önce bu durum çok ama çok üzücüdür. Yokluk ve yoksulluk içindeki bir toplumda önce emperyalizmi dize getiren sonra da yarı bağımlı ve geri kalmış bir ümmet impratorluğundan çağdaş bir ulus yaratan Mustafa Kemal Atatürk’ün, “Atatürk ile Allah arasında” kalması gereken din-inanç konusundaki tutumuna göre değerlendirilmesi, herşeyden önce günahtır! Çünkü din, Atatürk’ün de dediği gibi, “ALLAH İLE KUL ARASINDAKİ BAĞLILIKTIR”.
Atatürk İle Allah Arasında
Atatürk düşmanları, Atatürk’ü Müslüman-Türk milletinin gözünden düşürmek için Atatürk’e “dinsiz” diye iftira atmışlar, genç nesilleri bu çirkin iftirayla zehirlemişlerdir.
Allah’tan korkmayan kuldan utanmayan bu Atatürk düşmanlarının Atatürk’e yönelik bu asılsız ve çirkin iftiralarına cevap vermek için 15 yılımı vererek tam 1153 sayfalık ATATÜRK İLE ALLAH