28 Şubat 2012 Salı

Kemal Kılıçdaroğlu'nun 16. olağanüstü Kurultay açılış konuşması 26.02.2012

Cumhuriyet Halk Partisi 16. olağanüstü Kurultayı " Büyük Demokrasi Şöleni" CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, kurultayın açılış konuşmasını  26.02.2012

22 Şubat 2012 Çarşamba

Kılıçdaroğlu'nun grup toplantısı konuşması 21 Şubat 2012

Kılıçdaroğlu'nun grup toplantısı konuşması 21 Şubat 2012

18 Şubat 2012 Cumartesi

Müslümanlığı Parselleyen Din Baronları - İlhan Selçuk

Vaktiyle Mevlevi tarikatına girmek isteyen aday, 1001 gün sınavdan geçermiş.

40 gün hayvan bakımı..

40 gün ortalığı silip süpürmek..

40 gün su çekip taşımak..

Sonra odun kesmek, yatakları serip kaldırmak, yemek pişirmek, alışverişi yapmak vb. derken süre doluncaya değin çalışmak zorundaymış aday...

Tekke deyip geçemezsin, tarikatın işleyişi düzenli, disiplinli olacak...

Mevleviliğin başı Celaleddini Rumi’nin “Mesnevi”si Doğu’da ve Batı’da ünlüdür, söylendiğine göre Kuran’dan sonra en çok okunan kitaptır...

Karayobaz, Mevlevi’ye de yan bakar, çünkü Mevlana’nın şiirli dünyasında musiki ve dans vardır.

*

Eskiden bir tarikatın tekkesinde nasıl yaşanırdı, hangi ortamda tapınırdı müritler?..

Yoksulluk erdemdi...

Eşeği al, dağa git, odun kes, getir ocağı yak, su taşı, ortalığı süpür...

Mürit olmak kolay mı?..

Özveri ister...

Ya bugün?..

Bugünkü tarikat ya da cemaat için, erdem bir yana, inanç önemli değil...

Ya ne önemli?..

Üç şey:

Para, para, para!..

Adam tarikat ya da cemaat başı olmuş, ama Napolyon’a taş çıkartıyor; Koç bunun yanında işadamı sayılmaz, Sabancı bunun yanında yaya kalır; köftehor trilyonlarla oynuyor...

Din adamı mı bu?

İşadamı mı?

Politikacı mı?

“Tarikat” ya da “cemaat” sözcükleri artık inanç için oluşmuş bir kurum anlamına gelmiyor.

*

Müslümanlığın mezhepleri ve tarikatları geçmiş zamanın inanç dünyasında ortaya çıkmış, ulularını yetiştirmiş...

Sonra bugüne gelmişiz; adamın birini gösteriyorlar ve tanıtıyorlar:

- Nurcudur!..

Nereden çıkmış bu Nurcu?

Arıyorsun, tarıyorsun, 31 Mart İsyanı’na katılmış sıradan biri, 1400 yıllık Müslümanlıkta kendine göre özel bir görüş türetmiş. Bu yetkiyi nereden almış? Hazreti Muhammet’ten mi?.. Hazreti Ömer’den mi?.. Hazreti Ali’den mi?.. Nasıl bir öğreti bu?.. Kutsal İslama hangi yetkiyle kendine göre biçim verip içerik kazandırmak cüretiyle ortaya çıkmış?.. Ucundan yakaladın mı günümüzde Nurculuğun altından çıkan ne?.. Bir dizi insan için bu iş borsa, şirket, holding, ihracat, ithalat, geçim, seçim, politika, banka, medya, gazete, iktidar, televizyon, radyo, milletvekilliği; ticaret, siyaset, para, para, para...

*

Neymiş?..

Diyorlar ki:

- Bunlar ‘din baronları’!..

Vah Müslümanlığa!..

Birini gösteriyorlar Nurcu imiş, öteki Süleymancı imiş, şu beriki Fethullahçı imiş, say sayabildiğince, İslamı nasıl ve hangi küstahlıkla parsellemişler?..

Niçin parsellemişler?..

Üç sözcük:

Para.. para.. para!..

17 Şubat 2012 Cuma

Namus Ne Oldu? - İlhan Selçuk

Namus işsiz kalmıştı. Karnı zil çalıyordu. Ne yapacaktı? Açlıktan kıkırdıyacak mıydı?

Dilenmeye de yüzü yoktu. Namus dilenir mi?

Sabah karga kahvaltısını etmeden yine yollara düşmüştü. Bir gazete alacak parası yoktu. Köşebaşındaki çöp tenekesinde yırtık bir gazete gözüne ilişti. Hemen alıp küçük ilanları incelemeye başladı. Bir şirket muhasebeci arıyordu, bir başkası pazarlama uzmanı, bir üçüncüsü yönetici, bir dördüncü şirketin veznedara gereksinmesi vardı. O arada büyükçe bir ilan daha gözüne ilişti:

- İş tecrübesi olan güvenilir bir eleman aranıyor; dolgun ücret verilecektir.

Geçmişteki acı deneylerinden ders almamıştı namus; bir kez daha şansını denemeye yöneldi.

*

Gazetedeki adrese başvurdu.

Burası on katlı kocaman bir yapıydı. İlgili serviste çalışan güzel bayan Namus’a bir kâğıt verdi:

- Bunu doldurup getirin.

Namus kâğıdı aldı; özenle inceledi; soruların yanıtlarını yazmaya başladı:

Adı: Namus

Soyadı: Ahlâk

Babasının adı: Doğruluk

Anasının adı: Erdem

Doğum yeri? Yaşı? Öğretimi? Diplomaları? Çalıştığı yerler? Sağlık durumu? Geçirdiği hastalıklar? Geçmişinde nesi var nesi yoksa, hepsini yazdı Namus; sonra kâğıdı görevlilere verdi. Görevliler yazılanları okudular; aralarında fıs-fıs konuştular. Namus’u lüks döşeli bir odaya soktular. Odadaki meşe ağacından masanın ardında göbekli, gözlüklü bir adam oturuyordu. Namus’u tepeden aşağı süzdü:

- Çok ilginç bir kişiliğiniz var, dedi, merakımı çektiniz, sizi bir kez görmek istedim. Çünkü hayatımda sizin gibisini görmemiştim. Ne yazık ki size iş veremiyeceğim.

Namus boynunu büktü:

- Neden?

- Bizim namusa ihtiyacımız yok.

- Nasıl olur?

- Çünkü bizim namus servisimiz var.

- Olamaz.

Kalantor herif güldü, zile bastı, gelen görevliye emir verdi:

- Götürün bu bayı, dedi, namus servisimizi gösterin, gezdirin, anlatın.

*

Asansöre bindiler. Sekizinci kata çıktılar. Uzun bir koridoru geçtiler. Bir kapının önünde durdular. Kapının yanında bir pirinç levha parlıyordu:

“Namus Servisi”

İçeri girdiler. Köşedeki koltukta bacak bacak üstüne atmış birisi oturuyordu, Namus’a yol gösteren görevli durumu açıkladı:

- İşte, dedi, şirketimizin Namus Servisi Müdürü...

Koltuktaki adam sırıttı:

- Evet benim; bir isteğiniz mi var?

Namus sordu:

- Siz ne iş yaparsınız burada?

- Ben bu şirketin namusuyum. Aybaşında paramı alırım otururum. Yalnız şirketin ülkeye ve halka attığı kazıklardan canı burnuna gelen bir yurttaş “Yahu sizde hiç namus yok mu?” diye bağırınca ona görünürüm. Şirkete ilişkin yolsuzluk ve kaçakçılık iddialarını kovuşturanlarla ilgilenip gereğini yaparım. Bu çalışma düzeni şirketin de işine geliyor. Çünkü maliyet ve rantabilite hesapları yapılmıştır. Şirket namuslu çalışacağına bir Namus Servisi kurmak daha ucuza geliyor.

Namus şaşırmıştı; izin istedi, vurdu kendini sokaklara... O gün bugün işsiz dolaşıyor; kim bilir, şimdiye dek belki de açlıktan ölmüştür.