30 Ekim 2010 Cumartesi

Bu da Geçer Ya Hu! / Cengiz ÖZAKINCI


ATATÜRK'ün bugün müze olarak kullanılan Çankaya'daki konutunun duvarına astığı "biricik hat" yazısının "Bu da geçer ya hu" olduğu söylenir.

ABD Başkanı Abraham Lincoln, VVisconsin'de yaptığı bir konuşmada bu söze duyduğu hayranlığı şöyle dile getirmiş: "Doğu'da bir padişah, danışmanlarından, her okunduğunda bulunulan durumu tüm gerçekliğiyle anlatacak bir söz bulmalarını istemiş. Bulmuşlar; 'Bu da geçer!' Öyle anlamlı bir sözdür ki bu, hem böbürlenmeyi dizginler; hem acılara dayanma gücü verir!"

Osmanlı İmparatorluğu, 1918 yılında işgal edilip düşman savaş gemileri Boğaziçi'ni doldurunca, Hattat İsmail Hakkı Altunbezer, bir kağıda "Bu da geçer ya Hu" yazıp atölyesine asar; kısa sürede işyerleri, kahvehaneler, vapurlar, bu yazıyla donatılır. Halkın işgale karşı tepkisini dile getirmek üzere her yere astığı bu yazı o acı günlerin, "Mütareke Dönemi"nin bir simgesi olmuştur.

Bu sözle anlamlandırılan "sabır ve tahammül"e büyük gereksinim duyduğumuz son dönemlerde, Mustafa Kemâl'in de "sabır testi"nden geçtiği yılları anımsamakta yarar var.

"Mütareke'den Tezkere'ye / Mustafa Kemâl'in Tuğgenerallik Günleri"ni ilgiyle okuyacağınıza inanıyoruz..."Mütareke"den "Tezkere"ye


Geçtiğimiz ay kimi köşeyazarları, darbe soruşturmalarının 2003 yılında, "1 Mart Tezkeresi" döneminde yapılan askeri plan tatbikatlarıyla ilgili olduğunu öne sürdüler. Yaptıkları yorumlara göre; 2003 yılında "1 Mart Tezkeresi"nin T.B.M.M'de kabul edilmesi halinde, Türk ordusunun ABD askerleriyle birlikte Irak işgaline katılacağı; Türkiye'nin teröristlerin hedefi haline geleceği; sivil hükümetlerin ülkeyi yönetemez bir duruma düşeceği varsayımıyla ordunun yönetime el koymasına yönelik hazırlıklar yapılmıştı; şimdiki gözaltı ve tutuklamalar 2003 yılındaki o hazırlıklarla ilgiliydi.

12 Eylül Darbesi, benim ve kardeşimin yaşamından 5'er yıl götürdüğü; kardeşimin 44 yaşında ölmesinde en büyük paya sahip olduğu ve ailemizi yıllarca perişan ettiği için; ne zaman "darbe"den sözedildiğini duysam, tüylerim diken diken olur. Bu yorumları okuyunca, ABD'nin Irak'ı işgale hazırlandığı "1 Mart Tezkeresi" günlerinde gazetelere yansıyan kimi olayları anımsadım:

  • 17 Şubat 2003: 60.000 Amerikan askeri Türkiye topraklarında konuşlandırılacak... ABD Heyeti, üs ve limanların modernizasyonu çerçevesinde Mersin ve İskenderun limanlarında incelemelerde bulunacak.
  • 19 Şubat 2003: ABD heyeti, Sabiha Gökçen uluslararası havaalanında incelemelerde bulundu. Çorlu ve Afyon havaalanlarını da denetleyen ABD'nin isteklerine, Samsun ve Trabzon limanları da dahil.
  • 20 Şubat 2003: ABD'li heyetler, Mardin ve Batman'da incelemelerde bulundular.
  • 24 Şubat 2003: İskenderun Limanı'na yanaşan Amerikan Ro-Ro gemisi araç ve mühimmat boşaltmaya başladı.
  • 25 Şubat 2003: İskenderun Limanı'na ABD donanmasına ait kargo gemisi yanaştı.
  • 12 Mart 2003: ABD'nin askeri yığınak yaptığı İskenderun Limanı'nda bir grup gösteri yapmak istedi. Türk askeri havaya ateş açtı. Göstericiler gözaltına alındı.
  • 15 Mart 2003: İskenderun Limanı'ndan vagonlara yüklenen askeri araç ve malzemelerin demiryolu ile sevkiyatına başlandı.
  • 20 Mart 2003: ABD'nin Irak operasyonu, Bağdat'ı bombardıman ile başladı.

Resim


Şükrü Sina Gürel, 19.09.2003 günlü Akşam gazetesinde yayımlanan söyleşisinde, 1 Mart Tezkeresi'yle ilgili olarak "işgal edilecektik" diyor.



1995'te, yani ABD'nin Irak işgalinden 8 yıl önce yayımlanan "İletişim Çağında Aydın Kirlenmesi" adlı kitabımda, mütareke döneminde Tuğgeneral Mustafa Kemâl'in başına gelenleri anlattığım sayfalar, tezkere sürecinde yaşananları çağrıştırdığı için olacak, o günlerde kimilerince kaynak gösterilmeden yayımlanmıştı. 1995 tarihli o yazımda, benzer olayların 1918'de Osmanlı İmparatorluğu'nun ve Mustafa Kemâl'in de başına geldiğini özetle şöyle anlatıyordum:


Osmanlı Devleti, Almanya ve Avusturya ile birlikte katıldığı I. Dünya Savaşı'ndan yenik çıkmış, 30 Ekim 1918 günü Limni Adası'nın Mondros limanında, İngilizlerin Agamemnon savaş gemisinde, koşulları çok ağır bir Silah Bırakışması (Mondros Mütarekesi) imzalamış ve Alman Komutan Liman von Sanders'ten boşalan Yıldırım Orduları Komutanlığı'na Mustafa Kemâl atanmıştır.

Karargahı Adana'da bulunan Yıldırım Orduları Komutanı Tuğgeneral Mustafa Kemâl, 5 Kasım 1918 günü, komutası altında bulunan 7. Ordu, 41. Tümen ve 3. Kolordulara şu buyruğu verir:
    "İngilizlerin çeşitli bahanelerle İskenderun'a asker çıkararak 7. Ordu birliklerini zor duruma sokmak istediklerini anlıyorum. Buna meydan vermemek için, 3. Kolordu, İskenderun'a kuvvet çıkartılmasını, gerekirse ateşle engelleyecektir." (1)


Durumu aynı gün İstanbul'a, Genelkurmay Başkanlığı'na da bildiren Mustafa Kemâl, Başkumandanlığa gönderdiği telgrafta şöyle der:

    "Çok ciddi ve içtenlikle arz ederim ki, Bırakışma Antlaşması'nın koşullarındaki yanlış anlamaları giderecek önlemleri almadan orduları terhis edecek ve İngilizlerin her dediğine boyun eğecek olursak; İngiliz ihtiraslarının önüne geçme olanağı kalmayacaktır." (2)

  
Bu uyarılarına karşılık, Genelkurmay'dan; "İngilizler yalnızca birliklerinin yiyecek gereksinimlerini karşılayacaklardır, işgal gibi bir amaçları yoktur, sakın ateş açmayın; İngilizler ateş açsalar bile siz ateşle karşılık vermeyin, İngilizler'e çok iyi davranın" yanıtını alan Mustafa Kemâl'in kanı beynine sıçrar:

    "İngilizlerin Halep civarındaki ordularını beslemek için İskenderun'dan faydalanmak istemeleri haklı değildir. Çünkü İngilizlerin eline geçmiş bulunan Halep vilayetinde ve yalnız Halep şehrinde milyonlarca erzak vardır... Hangi neden ve gerekçeyle olursa olsun İskenderun'a asker çıkarmaya yeltenecek İngilizlerin ateşle engellenmesi buyruğunu verdim. İngilizlerin aldatıcı işlem, öneri ve davranışlarına İngilizlerden çok hak verip nazik göstererek onların gönlünü hoş tutmaya yönelik buyruğunuzu uygulamaya yaradılışım elverişli olmadığından... yerime başka birini atamanızı özellikle rica ederim." (3)


7 Kasım 1918 günü Padişah buyruğuyla ordusu lağvedilen Mustafa Kemâl Harbiye Bakanlığı emrine alınır ve Başbakan Ahmet İzzet Paşa, 8 Kasım 1918 günü Mustafa Kemâl'e bir telgraf çeker:

    "İskenderun'u İngilizlere teslim ediniz!"


Mustafa Kemâl, aynı gün Ahmet İzzet Paşa'ya telgrafla yanıt verir:

    "İskenderun şehrinin İngilizlere teslimi hakkındaki 8.11.1918 tarihli emriniz alındı. İngilizlerin önerilerine bugüne dek olduğu biçimde olumlu karşılık vermeye devam edildiği taktirde, bugün Payas-Kilis çizgisine kadar olan araziyi isteyen İngilizler yarın Toros'a kadar olan Kilikya bölgesini; daha sonra Konya-İzmir çizgisini işgal etmeyi; ardından ordumuzu doğrudan kendileri yönetmeyi ve giderek Osmanlı Bakanlar Kurulunun Britanya Hükümeti tarafından seçilmesini isteyeceklerdir. İngilizlerin savaşla ellerine geçiremedikleri yerleri biz onlara kendi ellerimizle armağan edersek, bu, onurlu geçmişimiz ve şimdiki yöneticilerimiz için kara bir sayfa oluşturur!.. Hangi konum ve durumda bulunursam bulunayım, doğru olduğuna inandığım ve ülkemin kurtuluşu için yetkililere bildirmeyi görev saydığım görüşlerimden vazgeçmeye yaradılışım gereği olanak yoktur!" (4)

Ahmet İzzet Paşa Başbakanlıktan istifa eder ve Mustafa Kemâl'i İstanbul'a çağırır. Mustafa Kemâl, İstanbul'a gitmeden önce, silahların İngilizlerin eline geçmesini önler: "Terhis edilecek kuvvetlerimize ait teçhizat, silah, cephane ve başka araçların toplanıp saklanmasına ait tertibat" almıştır. (5)Ali Fuat Paşa'yla yaptığı görüşmede, halkın direnişe hazırlanmasını ister: "Artık milletin bundan sonra kendi haklarını kendisinin araması ve müdafaa etmesi, bizlerin de mümkün olduğu kadar bu yolu göstermemiz ve bütün ordu ile beraber yardım etmemiz lazımdır." (6)  İstanbul'a dönerken Katma istasyonunda karşılaştığı Ali Cenani Bey'e direnmeyi öğütler: "Örgütlenin, ulusal bir güç oluşturun, kendinizi savunun." (7)

1918 yılına ait bu belgeler, Anadolu'da direniş düşüncesinin Mustafa Kemâl'in aklına Kazım Karabekir tarafından Nisan 1919' da İstanbul'da sokulmuş olduğu savım çürütmektedir. 13 Kasım 1918 günü Haydarpaşa Garı'nda kendisini Adana'dan İstanbul'a getiren trenden inen Mustafa Kemâl, 22'si İngiliz, 17'si İtalyan, 12' si Fransız, 4'ü Yunan olmak üzere toplam 55 parçadan oluşan "gayrı resmi işgal" gemilerinin boğazı boydan boya kaplamış olduğunu görecektir. Haydarpaşa'dan bindiği vapur işgal gemilerinin arasından geçerken Yunan bayrağı çektikleri kayıklara doluşan İstanbul'lu Rumların Averof zırhlısını alkışlarla karşıladıklarına tanık olan Mustafa Kemâl, yanındaki yaverine"geldikleri gibi giderler" der ve İstanbul'un o günlerdeki durumunu şöyle anlatır:
    "Şişlideki evimde yeni vaziyeti değerlendiriyordum. İstanbul sokakları itilaf devletlerinin süngülü askerleriyle dolmuştu. Boğaziçi, toplarını sağa sola çeviren düşman zırhlılarıyla lacivert sularını gösteremeyecek kadar örtülüydü. Herkes, ancak pek zorunlu ihtiyaçları için evlerinden çıkabiliyor, sokaklarda hatır ve hayale gelmeyen hakaretlere uğramamak için caddelerin duvar diplerinden büzülerek, eğilerek, korkarak yürüyebiliyorlardı. Bütün bu önlemlere rağmen yine bin türlü feci tecavüz sahneleri eksik değildi. Koskoca İstanbul ve koskoca İstanbul'un yüzbinlerce halkı, sesleri kesilmiş bir halde idi. İstanbul ufuklarında yükselen şeyler yalnız düşman sesleri, düşman hakaretleri, düşman bayrak ve süngüleriydi." (8) 

Resim


İşgal gemileri İstanbul'da (Üstte)

İstanbul işgaline katılan Amerika'nın USS Noma savaş gemisi (Ortada)

Galata'da demirli İngiliz MI denizaltısı İstanbul halkına korku salıyor. (Altta)




Ülkeyi düştüğü kötü durumdan kurtarabilmek için ilk adımda yeni oluşturulacak Bakanlar Kurulu'nda Harbiye Bakanı olarak görev almayı düşünen Mustafa Kemâl, İstanbul'a geldikten birkaç gün sonra, 17.11.1918 günlü "Minber" gazetesinde yayımlanan söyleşisinde şöyle der:
    "Bu harpte İngilizlerle Arıburnu, Anafarta ve Filistin cephelerinde karşı karşıya bir çok muharebeler verdim... Kalbimde kin ve düşmanlık hissiyatı yer bulmamıştır. İngilizlerin Osmanlı milletinin hürriyetine ve devletimizin bağımsızlığına riayette gösterecekleri hürmet ve insaniyet karşısında yalnız benim değil, bütün Osmanlı milletinin İngilizlerden daha hayırhah bir dost olamayacağı kanaatiyle etkilenmeleri pek tabiidir." (9)


Ertesi gün, 18.11.1918 günlü Vakit gazetesinde yayımlanan söyleşisinde yine bu doğrultuda konuşmuştur: "Hükümetimizle mütareke imzalayan devletlerin ve bu devletler adına Mütareke Şartnamesi'ni yapan Britanya hükümetinin Osmanlılara karşı olan iyi niyetlerinden şüphe etmek istemem; eğer sözkonusu şartname hükümlerinin uygulanmasında yanlış anlamaya neden olacak yönler görülüyorsa, bunun sebebini derhal anlamak ve muhataplarımızla anlaşmak lazımdır." (10) 

  
Çok değil iki hafta önce, Adana'da İngiliz-Fransız-İtalyan güçlerine karşı halkı silahlandırıp direnişe hazır olmalarını isteyen Mustafa Kemâl'in, İstanbul'a gelir gelmez gazetelere demeçler vererek "İngiliz dostluğu"ndan söz etmesi, ona kin duyan kesimlerce karalama amacıyla kullanılmıştır. Oysa, Mustafa Kemâl'in bağdaşmaz gibi görünen bu tutumunun anlaşılmaz bir yanı yoktu. Mustafa Kemâl, daha savaşın patlak verdiği ilk günlerde "İngiltere-Rusya İttifakı"nın savaşın sonuna doğru "İngiliz-Rus Çatışması"na dönüşeceğini görmüştü: "Harp Avrupa cephesinde stabilize olur olmaz İngiltere ile Rusya, Osmanlı ülkesi üzerinde iki önemli rakip olduğundan, her ikisi de bu topraklara büyük kuvvetlerle saldırmaya başlayacaklardır. Rakibinden daha fazla parça koparabilmek için, İngiltere'nin Hindistan'ı güvenceye almak konusundaki kaygıları gözönüne alınırsa, ne yapıp edip Ruslardan çok daha fazla bir kuvveti Osmanlı ülkesine göndereceklerdir." diyen Mustafa Kemâl, dünya savaşının sonuna doğru; "Rusya'nın Bolşevik olup savaş dışı kalmasından yeterince yararlanılamadığını" (11) belirtmişti.

Olaylar Mustafa Kemâl'in İngiliz-Rus çatışması öngörüsünü doğrulamış, Lenin önderliğinde gerçekleştirilen 1917 Bolşevik Devrimi'yle Rusya, İngiliz yandaşlığından koparak İngiliz karşıtı olmuştu. İngiliz Genelkurmayı, 1916'da Rus Çarlığının devrimle yıkılacağını anlar anlamaz, Osmanlı'ya karşı yeni duruma uygun yeni bir politika önermeye başlamıştı.

İngiliz askeri kanadına göre: Rusya, önünde sonunda İngiliz çıkarlarıyla çatışan bir yayılmaya yönelecekti. Öyleyse Osmanlı'yı parçalayıp yok etme tasarısını terk ederek, onu Rus yayılmasına karşı bir kalkan olarak ayakta tutmak gerekiyordu.

İngiliz siyasi kanadına göre: Rusların İngiliz çıkar bölgelerine yayılmasını önlemek için İstanbul'u Türkler'de bırakıp Osmanlı Devleti'ni yaşatmaya hiç gerek yoktu. Rusya'nın Boğazlardan Akdeniz'e inmesi Batı Anadolu'da bir Büyük Yunanistan kurularak engelleneceği gibi, Rusya'nın Kafkaslardan Basra Körfezi'ne inip Hint Okyanusu'na ulaşması da, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da Büyük Ermenistan ve Kürdistan kurularak önlenecekti.

SEVR ANTLAŞMASINA GÖRE OSMANLI DEVLETİ
Image resized to : 80 % of its original size [ 618 x 415 ]
Resim




Savaş sürerken Malta'da tutsak bulunan Eşref Sencer Kuşçubaşı aracılığıyla Enver Paşa'yla iletişim kuran İngiliz Genelkurmayı; Rusya'ya karşı Osmanlı-İngiliz İttifakı önermiş; Osmanlı'nın Alman ittifakından ayrılıp İngiltere ile barış imzalaması için pek çok gizli girişimde bulunmuştu.

Mustafa Kemâl, Enver'in istese de kabul edemeyeceği bu İngiliz girişimlerinden haberdardı. 1916 yılı sonlarında İttihad ve Terakki içinde Almanlardan ayrılarak İngilizlerle anlaşmaktan yana olanların kışkırttığı Yakup Cemil, Mustafa Kemâl'i Harbiye Bakanı ve Başkumandan yapmak üzere Enver Paşa'ya suikast hazırladığı iddiasıyla yakalanıp asılmıştı. Ağustos 1918'de Padişah'ın Başyaverine gönderdiği "çok gizli" telgrafta Almanların yenilmesinin kaçınılmaz olduğunu bildiren Mustafa Kemâl, derhal İngilizlerle ayrı barış yapmak üzere kendisinin de katılacağı yeni bir Bakanlar Kurulu oluşturulmasını önermişti. (12)

  
Savaş sürerken, hem Osmanlı hem İngiliz yöneticileri arasında, İngiliz-Osmanlı ilişkileri konusunda görüş ayrılığı belirmişti. O günlerde Osmanlı'ya karşı uygulanacak politika konusunda İngiliz Genelkurmayı ile İngiliz siyasetçileri arasında patlak veren çekişmede; Savaş Bakanı Sir Winston Churchill ve Edwin Samuel Montagu, Osmanlı Devleti 'nin Anadolu'daki varlığını ve toprak bütünlüğünü Rusya'ya karşı ayakta tutmak görüşünü savunurken; karşıtları, Padişahı İstanbul'dan atıp Anadolu'yu parçalayarak Osmanlı devletini ortadan kaldırma görüşünü savunuyordu. Savaş Bakanı Churchill, Başbakan Lloyd George'a yazdığı mektupta; "Mütarekeden beri benim politikam Almanlarla barış yapıp Bolşevik (Rus) gaddarlarıyla savaşmak olacaktı; oysa siz, tam aksi bir politika yürüttünüz" diyecekti.
İngiliz yönetiminde, Osmanlı'ya karşı takınılacak tutum konusunda kararsızlığa yol açan asker-sivil çatışmasını, daha bu görüşler İngilizlerin kafasında belirmeden önce görmüş olan Mustafa Kemâl, İngiltere'nin Osmanlı'ya karşı izleyebileceği her iki politikaya karşı da hazırlıklıydı. İki eğilimden hangisi İngiliz politikasına egemen olursa olsun, Mustafa Kemâl'in kafasında Osmanlı'nın devlet olarak varlığını ve Mütareke anında elinde bulunan toprakların bütünlüğünü savunacak iki tasarı hazırdı. Şayet İngiltere, Anadolu'yu Yunan, Ermeni ve Kürtlere paylaştırarak Osmanlı devletini ortadan kaldırma politikasını uygulamaya koyacak olursa, Anadolu'da silahlı direniş başlatılacak; yok eğer Churchill ve Montagu'nun Osmanlı Devleti'ni Rus yayılmasına karşı İngiliz güdümünde yaşatma politikası uygulamaya konulacak olursa; bu durumda İngilizlerle barışçıl görüşmeler yapılarak Osmanlı'nın siyasal bağımsızlığı olabilecek en üst düzeyde sağlanmaya çalışılacaktı. İşte Mustafa Kemâl'in, bir yandan Anadolu'da silahlı direniş hazırlanmasına çalışırken öte yandan İngiliz dostluğundan sözetmesi, sonuçta her ikisi de ülke bütünlüğünün korunması amacına yönelik tasarıların İngilizlerin henüz kesin tutum belirlemedikleri bir dönemde her an uygulanabilir durumda tutulması gereğinden kaynaklanıyordu. İngilizlerin Osmanlı'ya ne yapılacağına ilişkin kararsızlığı Nisan 1919'a dek sürecek; Savaş Bakanı Churchil'in görüşünü dinlemeyen Başbakan Lloyd George 15 Mayıs 1919'da İzmir'i Yunanistan'a işgal ettirmekle Anadolu'yu Türk yönetiminde bırakmamaya karar verdiğini somut olarak gösterince; Mustafa Kemâl hemen ertesi gün karargahıyla birlikte Anadolu'ya hareket edecek ve silahlı direnişi tek odakta toplama çalışmalarına başlayacaktı. Mustafa Kemâl, İngilizlerin Mütareke sonrası bir kaç ay süren kararsızlık döneminde, İstanbul'dayken İngiliz yandaşlarıyla yaptığı görüşmeleri şöyle anlatıyordu:
    "Beni Talat Paşa'nın, Enver Paşa'nın ve umumiyetle İttihat ve Terakki erkanının muhalifi sayıyorlardı; bu sebeple taraflarından kazanılabileceğim ve onlara hizmet ederek faydalı olacağım fikrinde idiler. Benimle bu yoldan temas arayan, dostluk kurmaya çalışan Bakanlar olduğunu hatırlarım. Mesela bir ara İçişleri Bakanlığında bulunan Mehmet Ali Bey adında bir kişi, bir iki defa Şişli'deki evimde beni ziyaret etti. Bu ziyaretinden memnun kaldığını da arkadaşlarına söylemiş. Bir defa da Bahriye Bakanı Avni Paşa ile gelerek çeşitli konular üzerinde benimle konuştular. Artık adeta ahbap olmuş gibiydik. Bir defa bu zatlar tarafından "Circle d'Orient"de bir öğle yemeğine davet olunmuştum. Bununla beraber şunu da sezer gibiydim: temas ettiklerimin arkadaşları arasında bana emniyet etmenin doğru olmadığı kanaatinde bulunanlar vardı." (13)

İstanbul'da Rahip Frew, Kont Sforza, George Ward Price, vb. gibi yabancılarla da görüşen Mustafa Kemâl, Ocak ve Şubat aylarında yapılan tutuklamaların hedefi olmamıştı. Almancı İttihat ve Terakki Partisi yönetimdeyken sesleri çıkmayan İngiliz yandaşı "Hürriyet ve İtilaf"çılar, Mütareke Dönemi'nde tam bir öcalma furyası başlatmış; İngiliz karşıtı olarak bildikleri herkese ağıza alınmayacak sövgülerle suçlamalar yağdırmaya koyulmuş; generallerin rütbelerinin albaylığa indirilmesini savunan gazeteler, önde gelen komutanların hapse atılmasını isteyen yayınlar yapmaya başlamıştır. Mustafa Kemâl, bu ortamı şöyle anlatır:

    "O sırada İstanbul'da bir çok kimseyi tutukladılar. Fethi Bey de bunların arasında idi... Kendisini görmek istedim. Hapishanede merdivenlerden çıkarken kendi ayağımla geldiğim hapishanede kalmak korkusu hatırıma geldi. Dam katına çıktık. Sadrazamlar, Bakanlar, bütün önemli kimseler ve bazı ünlü gazeteciler, benim de içlerine katıldığımı görünce sevindiler. Her taraftan buyurun sesleri geldi... Derin düşüncelere daldım. Bu kişiler arasında hesaba, imtihana çekilmek lazım gelenler vardı, fakat hesap soran millet değildi. Bilakis milleti daha ağır bir felakete sürükleyen insanlardı... Ben de o günlerde birtakım takiplere uğrar gibi olduğumu hissettim." (14)


Bekirağa Bölüğü'ne atılanların, Malta'ya sürülenlerin tümünü suçsuz olarak görmeyen, bunların bir bölümünü, ülkeyi felakete sürükleyen ve milletçe hesap sorulması gereken kimse ler olarak değerlendiren Mustafa Kemâl, kendisinin de izlenmeye başladığı duygusunda yanılmamıştır. "Kudüs Fatihi" olarak anılan İngiliz generali Allenby, Şubat ayında İstanbul'a gelmiş, Osmanlı yöneticilerine buyruklar yağdıımış ve bu arada Mustafa Kemâl'in Irak'ta bulunan 6. Ordu'ya atanarak İstanbul'dan gönderilmesini emretmiştir. Bu görevi reddettikten sonra Mustafa Kemâl'in başı dertten kurtulmayacak ve yine Şubat ayında İstanbul Polis Müdürü Halil Bey'in basında yayımlanan suçlamalarıyla karşılaşacaktı. Bu yayım bağlı bulunduğu Harbiye Nezareti'ne bildiren Mustafa Kemâl, bu kişinin iftiralarına karşı yasal işlem yapılmasını isteyecek, fakat Harbiye onun bu yasal isteğini yerine getirmeyecekti.

  
Bir gün annesinin Akaretlerdeki evine İtalyan askerleri gelir, arama yapacaklarını söylerler. Mustafa Kemâl, İtalyan yetkililerini arayarak bunu önler ve İtalyanlar kendisine "bu eve tecavüz edilemez" yazılı bir belge verirler. İtalyan Elçiliği'nin kapılarının her zaman Mustafa Kemâl'e açık olduğunu bildirirler. Mustafa Kemâl bu öneriyi reddeder. Bir süre sonra, bu kez de İngiliz askerleri eve gelip Mustafa Kemâl'in yokluğunda arama yaparlar. (15)

Derken 4 Mart 1919'da Damat Ferit hükümeti kurulur. İngiliz Amirali Webb, 5 Mart 1919'da, ülkesine şu raporu geçer: "Damat Ferit, bizim her istediğimizi tutuklamaya hazırdır!"

Baskının her geçen gün biraz daha yoğunlaştığı o günlerde Mustafa Kemâl, şimdi müze olan Şişli'deki evinde 14 Mart tarihli Yeni Gazete'yi okurken kendisinin Rauf Orbay'la birlikte tutuklandıkları haberiyle karşılaşır. Aynı gün Hukuk-u Beşer gazetesinde yayımlanan bir başka haberi görünce beyninden vurulmuşa döner. Haber şöyledir:

    "Dünya Savaşında, kağıt paranın güya geçerli olmadığı yerlerdeki ordulara, milyonlarca altıngümüş akça, vagon vagon 'ordu komutanı' denilen 'adi sefiller'e, daha doğrusu 'haydutbaşlar'a teslim edildi!"

  
Resim


14 Mart 1919 günlü "Hukuku Beşer" gazetesinde çıkan bu yazının amacı, Dünya Savaşı sırasında İngilizlere karşı çarpışan Ordu komutanlarının hepsini rüşvetçi olarak damgalayıp tutuklattırmak ve süründürmektir. Mustafa Kemâl de Osmanlı ordusunda bu türden komutanların var olduğunu bilmekte, bunların yargılanması gerektiğine kendisi de inanmaktadır; fakat bu yazıda ayırımsız bütün ordu komutanları Almanlardan rüşvet almakla suçlanmıştır. Mustafa Kemâl, haberi okurken kendisine teklif edilen Alman rüşvetini anımsar. Olay kendi anlatımıyla şöyle olmuştur:
    "Yıldırım Ordusu Komutanlığı'nı üstlenip İstanbul'dan Halep'e hareket edeceğim günün gecesi idi. Falkenhayn, karargahında bulunan erkanı harp subaylardan Tevfik Bey'in (şimdi Cumhurbaşkanlığı Başkatibi) refakatinde bir genç Alman subayı, Akaretler'deki 76 numaralı ikametgahıma geldi, ufak ve zarif sandıklar içinde, Falkenhayn tarafından bazı şeyler getirdiğini söyledi. O 'şey'lerin kendilerini kabul ettiğim odaya nakledilmesini emrettim. Salon kapısının yanma ufacık sandıklar istif edildi. 'Bunlar nedir?' dedim. Alman subayı dedi ki: 'İstanbul'dan ayrılıyorsunuz, size Mareşal Falkenhayn tarafından bir miktar altın gönderilmiştir' ... 'Bu sandıklar bana yanlış geldi. Ordunun Levazım Reisine gönderilmesi lazımdı; benim için fazla külfettir' dedim. Subayımız sözlerimi Alman subayına nakletti. Subay derhal: 'Efendim o da başka.' dedi. Bizim subaya: 'Paranın miktarını bu subaydan iyi tahkik et, huzurunda alındığına dair bir senet yaz, ver, imza edeyim' dedim. Emrim yapıldı, fakat subay imzalı senedi kabul etmek istemedi, tekrar Tevfik Bey'e: 'Bu subay bilmiyor' dedim.
      'Senedi alsın, Mareşale versin ve siz de bu paraları gelip alması için Levazım Reisi'ne haber gönderiniz' ...
    Yedinci Ordu Komutanlığından kendimi affettikten sonra, kumandanlığa vekil bıraktığım Ali Rıza Paşa'ya bu sandıkları teslim ettim ve kendisinden aldığım senedi o vakit yaverlerim bulunan Cevat Abbas ve Salih Bey'lere bırakarak, kendilerine şu emri verdim:
      'Hemen Falkenhayn'ın karargâhına gideceksiniz, bizzat kendisini görüp bu senedi vereceksiniz ve benim kendisinde bulunan senedimi alacaksınız.'
    Bir saat sonra Falkenhayn'ın elinden benim imzam olan kağıt parçasını alıp dönmüşlerdir. Kolayca tahmin etmek mümkündür ki Mareşal Falkenhayn beni, belki benden başka birçoklarını böyle sandıklarla altın vererek iğfal etmek yolunda idi.
    " (16)



Resim


Mustafa Kemâl, Falkenhayn'ın bütün dalaverelerini Enver, Talat ve Cemal Paşalara gönderdiği 20-24 Eylül 1917 günlü raporlarda gözler önüne sermiş ve Alman politikasının Arapları İngilizlerden ayırıp kendi güdümlerine alarak Osmanlıdan kopartmaya yönelik olduğunu, bu politikaya engel olabilecek generallerin rüşvetle yola getirilmeye çalışıldığını bildirmiştir. Rüşvetçi Falkenhayn'la çatıştığına ve rüşvete şiddetle karşı çıktığına ilişkin bütün yazışmaları Harbiye Bakanlığı arşivlerindedir.

Mustafa Kemâl, 14 Mart 1919 günü okumakta olduğu gazetede, hiç ayırım yapılmadan kendisi dahil bütün ordu komutanlarının rüşvetle suçlanarak "sefil" ve "haydutbaşı" olarak aşağılanmasına isyan eder. Bu yazı hakkında yasal işlem yapılması istemiyle Harbiye Bakanlığı'na bir dilekçe yazarak şöyle der:

    "Hukuk-u Beşer Gazetesi'nin 14 Mart 335 (1919) tarihli sayısında, Damad Ferid Paşa kabinesine yöneltilen 'gerekçeli sarular'dan 3 numaralısında, 'kağıt paranın güya geçerli olmadığı yerlerde ordu, hatta mülkiyenin ihtiyaçlarının giderilmesi bahanesiyle, Meskûkat Müdüriyeti tarafından milyonlarca altın ve gümüş akçe basılarak bazen vagon vagon ordu kumandanı denilen ali sefillere, daha doğrusu haydutbaşılara teslim edildi...' denilmektedir. Bu ifade ile ordu kumandanlarının sefil ve haydutbaşı ve dolayısıyla orduların haydut oldukları ilân edilmiş oluyor. Müdafaalarına hiçbir vakit lüzum görmeyeceğim bazı şahıslara taş atmak isterken, vatan ve millet için tam bir saflık ve masumiyetle ve her türlü mahrumiyet ve zorluk içinde namuslu vazifesini hakkıyla yapan Osmanlı ordularını 'haydut' ve aynı mahrumiyet ve zorluklar içindeki ve tek dayanakları namus ve haysiyetleri olan söz konusu orduların kumandanlarını 'sefil' ve 'haydutbaşı'lıkla niteleyip teşhir etmek ne büyük bir ahlaksızlık ve ne sefil bir vicdansızlıktır. Osmanlı ordularını, onların namuslu kumandanlarını bu şekilde teşhir edebilmek kabiliyeti, ancak vatan ve milletin mahvolup dağılmasını arzu eden bir alçakta bulunabilir. Fevzi Paşa, Nihat Paşa, Yakup Şevki Paşa, İhsan Paşa, Cevat Paşa vb. gibi namus ve istikametlerinden asla şüphe edilemeyecek olan ordu kumandanı arkadaşlarımın bu rezilce teşhire karşı ne diyeceklerim bilemem. Yalnız kendi adıma ve hesabıma bildiririm ki, benim Anafartalar'da, Kürdistan'da, Suriye'de başlarında bulunmakla iftihar ettiğim kahraman ordular, haydutlardan değil, soylu Osmanlı milletinin namuslu evlatlarından oluşuyordu. O sefil müfteri şunu da kesin olarak bilmelidir ki, ben de, hiçbir vakitte vagon vagon altın teslim alan sefil ve haydutbaşılardan değilim. Dolayısıyla Harb-i Umumi içinde kumanda ettiğim Anafartalar Gurubu, İkinci Ordu, Yedinci Ordu ve en sonunda Yıldırım Orduları Grubu ve şahsım namına bu namussuzca iddiayı red ve sahibini tel'in ederim. Bu müfteri hakkında icap eden kanunî muamelenin yüksek Nezaretlerince uygulanması ve yapılmasının temin buyurulması istirham olunur. Kaldırılan Yıldırım Orduları Grubu Kumandanı Padişahın Fahri Yaveri; Mustafa Kemâl" (17)


Mustafa Kemâl'in bu dilekçesinin Harbiye Bakanlığınca işleme konulması ve bütün komutanları haydutbaşılıkla suçlayan o gazete hakkında Harbiye Bakanlığı'nca yasal işlem yapılması gerekirken; Harbiye Bakanlığı, kendi emri altında bulunan Tuğgeneral Mustafa Kemâl'in dilekçesini gazetelere sızdırmış ve dilekçe 25 Mart 1919 günlü Vakit gazetesinde yayımlanmıştır. Mustafa Kemâl başta olmak üzere, dünya savaşında İngilizlere karşı savaşan tüm ordu komutanlarına "adiler", "sefiller", "haydutbaşılar" diye saldıran Hukuk-u Beşer gazetesinin yazarı Mevlanzade Rıfat, 31 Mart ayaklanmasına adı karıştığı için 10 yıl sürgün cezasına çarptırılmış, 1918'de İstanbul'a dönüp Radikal Avam partisini kurmuş, İngiliz güdümlü bölücü Kürt Teali Cemiyeti yöneticilerindendir ve bu yazıyı o yazmıştır. Mustafa Kemâl'in Harbiye Bakanlığı'na gönderdiği dilekçe gazetelerde yayımlanır yayımlanmaz, Mevlanzade Rıfat bu dilekçede kendisine hakaret edildiği gerekçesiyle Mustafa Kemâl'i savcılığa şikayet eder.

Orduyu haydutlukla suçlayan köşeyazarı Mevlanzade Rıfat... ATATÜRK'ün Nutuk C. 3 vesika 62'de yeralan 9.9.1919 günlü şifresinde İngiliz subayı Noel ile birlikte Malatya'ya giderek halkı İngiliz güdümüne sokmaya çalıştığını bildirdiği Mevlanzade, yine Mustafa Kemâl imzalı vesika 63'te "Millet Haini", vesika 65'te "Millet ve Vatan Haini", vesika 68'de "İngiliz parasıyla Kürtleri aldatan millet haini", vesika 82'de "vatan haini casus" ve "düşman parasıyla vatanı parçalamak için vatansızlık hissiyle çalışan casus" olarak nitelenmiş olup, İstiklal Mahkemelerinin 16 Şevval 1338 ve fî Temmuz 1336/1920 tarihli kararı uyarınca "hıyanet'i vataniyye cürümü"nü işlediği nedeniyle, "hıyanet'i vataniye Kanunu'nun 2. md. mucibince derdestlerinde tekrar muhakeme edilmek üzere idamına" karar verilmiş ve "vatan haini 150'likler listesinin 97. numaralı adamı" olarak ülkeden kovulmuştur. (18)





28 Mart 1919 günü mahkemeye cağrılan Mustafa Kemâl, başına gelenleri yıllar sonra şöyle anlatacaktır:

    "Bir gün bir celpname aldım. Hakaret zanlısı sıfatıyla bir hafta sonra mahkemeye çağrılıyordum. Yaman çatmıştık. Aklımı başıma topladım. Kumandanlık mevkiinde değildim. Siyasi bir şey de yapamazdım. Hukuk çareleri bulmalı idim. İsterdim ki bu mahkemede bulunayım. Fakat o zamanki İstanbul gazetecilerinin en aşağısı ile karşı karşıya gelmek çok gücüme giden bir şeydi. Bundan başka davanın bazı yüksek politikacılar tarafından hazırlanma bir plan neticesi olduğunu da düşünüyordum. Ne yaparsam yapayım, mutlaka mahkum olacaktım. Bu vesile ile birçok derdimi döksem bile bunlar mahkeme salonlarının duvarları içinde kalacaktı. Tanıdığım Avukat Sadettin Ferit Bey'i davet ettim. Kendisine vaziyeti anlattım ve fikrini sordum: 'Dava ehemmiyetlidir', dedi; 'mahkûm olmanız ihtimali vardır.'
      'Amma yaptın canım, ben hiç de mahkûm olmak niyetinde değilim!'
    Maksadımı pek tabiî olarak kavramayan avukatım cevap verdi:
      'Elbette. Fakat müsaade ederseniz davacının vekili ile konuşayım!' 'Hayır, müsaade edemem. Ben, haklı olduğumu biliyorum. Davacının avukatı ile görüşmeye ne lüzum var? Bu iş yolumun üstüne çıkan bir dikendir. Biraz daha zamana ihtiyacım var. Davayı, lehime de kazanmanızı istemiyorum. Yalnız, bana zaman kazandırabilir imsiniz?' 'Buna söz verebilirim!'
    İlâve ettim:
      'Bu vesile ile oyalanmak, belki de hürriyetimden mahrum kalmak istemem. Siz buna mani olabilirseniz en büyük iyiliği yapmış olursunuz!'
    Vekilim bir iki defa mahkemeye gitti, davayı dağıttı, bana o kadar zaman kazandırdı ki, İstanbul'dan çıktığım gün henüz mahkeme bitmiş değildi.
    "(19) 

Bu dava nedeniyle Mustafa Kemâl her an tutuklanabilir ve suçlu bulunarak hapse atılabilirdi. Bu dava sürmekte iken İkdam Gazetesi, 17 Nisan 1919 günlü sayısında onu "Yıldız Yağmacıları" arasında göstermiş; bu karaçalmaya 19 Nisan 1919 günlü İleri gazetesinde yayımlanan söyleşisinde yanıt veren Mustafa Kemâl; "Hayretler içinde kaldım! Bu kimbilir hangi hasis ve gizli çıkar uğruna, hangi zavallı utanmaz tarafından düzenlenmiş bir iftiradır. İkdam gazetesine tekzip gönderdim. Bu o kadar gülünç bir facia ki söylenecek söz bulamıyorum. Fakat, bugün namusa saygı da kalmadığını görmekten çok üzgünüm. İşte, o kadar!" diyecekti.

İkdam gazetesi, 29 Nisan 1919 günlü sayısında bu kez de orduda rütbesi indirilecek subaylar listesi yayımlamış ve Tuğgeneral Mustafa Kemâl'in rütbesinin albaylığa indirileceğini bildirmişti.   Nisan ayında İtalyanlar, Osmanlı yetkililerini Yunanlıların İzmir'i işgale hazırlandıkları yönünde gizlice uyardılar. Mustafa Kemâl, Anadolu'da görev yapmak üzere Ordu Müfettişliğine atandı. 15 Mayıs 1919 günü, yani Yunan askerleri izmir'e çıktıktan bir gün sonra, Mustafa Kemâl ve müfettişlik karargahı görevlileri, 16 Mayıs 1919 günü, kendilerini Samsun'a götürecek Bandırma vapurunda toplanmaya başladılar. Mustafa Kemâl yola çıkmadan önce, Hüseyin Rauf Bey, Şişli'deki evine gelerek, bineceği vapurun batırılacağına ilişkin Berç Keresteciyan (Türker) tarafından verilen haberi kendisine bildirmişti. Mustafa Kemâl, yolda batırılıp öldürülme kaygısıyla Bandırma vapuruna binmiş Samsun'a doğru yol alırken, geride, yokluğunda sürecek bir "Hakaret Davası" bırakmıştı.

Aylar geçer. Mustafa Kemâl, İstanbul'da yokluğunda yargılana dursun, o Ankara'da İngilizlere kök söktüren bir direnişin başındadır. Günlerden 19 Mayıs, yıl 1920. Mustafa Kemâl Samsun'a çıkalı tam bir yıl olmuştur. İstanbul'daki İngiliz yandaşları Ankara'daki yurtseverleri yokluklarında yargılayıp ölüm cezalarına çarptıra dursun; Ankara'daki yurtseverler de İstanbul'daki İngiliz yandaşlarını yokluklarında yargılamaya başlamış; Ankara Bidayet Mahkemesi 19 Mayıs 1920 günlü kararıyla başta Damat Ferit olmak üzere aralarında Mevlanzade Rıfat'ın da bulunduğu İngiliz yandaşlarından 28'ini mahkum etmiştir.
Aradan yıllar yıllar geçer... Kurtuluş Savaşı bitmiş, Cumhuriyet kurulmuş, Mevlanzade Rıfat yurtdışına kaçmış, Damat Ferit, Vahdettin, İngilizlere sığınmış; Harbiye Bakanı Abuk Paşa ölmüş, Mevlanzade Rıfat'la birlikte çalışan İngiliz ajanı Devlet Şurası Reisi Seyyid Abdülkerim, Kurtuluş Savaşı içerisinde bir Kürdistan kurdurmayı başaramayınca, 1925'teki Şeyh Sait ayaklanmasını kışkırtmış ve bu suçtan yargılanıp asılmıştır...

Günlerden 22 Eylül, yıl 1925. Mustafa Kemâl, Ertuğrul yatıyla Mudanya önlerindedir. Yata gelen uğurlayıcılar arasında, biri vardır: Avukat Sadettin Ferit!.. Mustafa Kemâl, Sadettin Ferit Bey'e döner: "Sadettin Bey" der, "Hatırlıyor musun? Sen bir davadan benim avukatımdın. İstanbul'da benim aleyhime bir ceza davası açmışlardı. O davanın sonucu ne oldu? Beni mahkum ettiler mi?"

Sadettin Bey, gülümseyerek yanıtlar Mustafa Kemâl'i: "Hayır Paşam!" der, "Mahkûm edemediler."

Mustafa Kemal, Mondros Mütarekesi'nin imzalanmasından bir hafta sonra "Sadrazam Ahmet İzzet Paşa Hazretleri'ne" gönderdiği telgrafta, Tanrı'ya şöyle yakarıyordu:
    "Dünün günahlarının mirası olan bugünkü elverişsiz vaziyetten devletimizi kurtarmak konusunda başarı umulan siyasi teşebbüslere yardımcı olması için Cenab-ı Hakk'a bütün ruhumla yalvarırım!" (20) 

Mütareke döneminde Bekirağa bölüğüne hapsedilip idam edilen Hayran Baba ise, kaldığı hücrenin duvarına kömür parçasıyla şöyle yazmıştı: "Bu da geçer yahu!"
KAYNAKÇA
(1)ATATÜRK'ün Bütün Eserleri, Kaynak Yay. c2, sf. 262, Adana, 05.11.1918
(2)  Bütün Eserleri, c.2, sf. 266, Adana, 05.11.1918
(3)Bütün Eserleri, c.2, sf. 268,269, Adana, 06.11.19183
(4) Bütün Eserleri, c.2, sf. 279, Adana, 08.11.1918
(5)  Bütün Eserleri, c.2, sf. 250, Adana, 03.11.1918
(6)Bütün Eserleri, c.2, sf. 234,235, Raco, 31.10.1918 ve A. F. Cebesoy, Milli Mücadele Hatıraları, 1953, sf. 28-29.
(7)Bütün Eserleri, c.3, sf. 55-56
(8)Bütün Eserleri, c.3, sf. 76
(9)Bütün Eserleri, c.2, sf. 291.
(10)Bütün Eserleri, c.2, sf. 292.
(11)A. F. Cebesoy, "Misak-ı Milli" sf. 47,48.
(12)Bütün Eserleri, c.2, sf. 232, Halep, 11-13.10.1918
(13)Bütün Eserleri, c.3, sf. 106
(14)Bütün Eserleri, c.3, sf. 85
(15)Bütün Eserleri, c.3, sf. 79
(16)Bütün Eserleri, c.3, sf. 25,26
(17)Bütün Eserleri, c.2, sf. 297-298
(18) Bkz: F. Tevetoğlu, Milli Mücadele Yıllarındaki Kuruluşlar, sf. 135,138
(19)Bütün Eserleri, c.3, sf. 86
(20)Bütün Eserleri, c.2, sf. 275, Adana, 07.11.1918, şifre no: 27

0 yorum:

Yorum Gönder