14 Kasım 2010 Pazar

HİZBULKONTRA!


Son günlerde Güneydoğu'da işlenen cinayetlerin arkasında kimler var? Bir sava göre "Hizbullah"...
Bu savın sahipleri, Hizbullah örgütünün devlet tarafından desteklendiğini, bu cinayetlerin "Kontrgerilla" örgütünce planlandığını, "Hizbullah" adlı İslamcı örgütün bu amaçla kullanıldığını da ileri sürüp, bu örgüte "Hizbulkontra" adını takıyorlar.
"Hizbullah" Şii kökenli bir terör örgütüdür. Sözcük anlamıyla "Allah'ın Partisi" demektir.
"Hizbullah", 1973 yılında İran'ın Kum kentinde Muhammed Gaffari tarafından kuruldu. Gaffari, Şah rejimi tarafından tutuklandı ve cezaevinde öldürüldü. Örgüt, Humeyni'nin iktidara gelmesinden sonra Muhammed Gaffari'nin oğlu Hadi Gaffari tarafından yaşatıldı. "Hizbullah", İran'da İslam Cumhuriyeti kurulduktan sonra kısa sürede 75 silahlı militana sahip bir örgüt haline geldi.
Aynı amaçlı bir başka örgüt "Amal" örgütüdür. Şii liderlerden İmam Musa Sadr'ın 1975 yılında Güney Lübnan'da kurduğu "Amal" örgütü, 1978 yılında Musa Sadr'ın Libya'da öldürülmesinden sonra ikiye ayrılmış, "Amal" örgütü Nebih Berri tarafından temsil edilirken, Hüseyin Musavi liderliğindeki "İslami Amal" Bekaa Vadisi'nde örgütlenmeye başlamıştı.
İktidara geldikten sonra komşu İslam ülkelerine "devrim ihraç" etmek isteyen Tahran rejimi, bir yandan büyük çaplı bir propaganda çalışmasına girişirken, bir yandan da İran İslam Cumhuriyeti'nin emrindeki "Hizbullah" eliyle Ortadoğu ülkeleri ile Avrupa ve Türkiye'de Şah yanlılarına karşı eylemler düzenlemeye başlamıştı. İran rejimi, ilk aşamada Irak'a ve daha sonra Türkiye'ye de devrim ihraç etmek istiyordu. Asıl amacı da Irak ve İran'daki Kürtleri denetimi altında tutmaktı.
Hizbullah, Türkiye'deki Kürtleri etkilemeye çalışıyordu.
Tahran'da "Vezaret-i İrşadı İslami" tarafından hazırlanan "Kürdistan, Emperyalizm ve Bağımlı Gruplar" başlıklı kitap Türkçe olarak yayımlandı.
Hizbullah ve öteki Şii örgütleri, Türkiye'de de örgütlendiler. Güneydoğu'daki "Hizbullah" adlı örgüt, bu Şii örgütlerinin Türkiye'deki uzantısıdır. Güneydoğu'daki Hizbullah, İslamcı Kürtler'den oluşur, "Hizbullah" ve "Amal" örgütleri ile aynı yolu izler, aynı yöntemleri kullanır.
PKK ise Marksist-Leninist ideolojiye dayandığını ileri sürer. İslamcılıkla Marksist-Leninistlik nasıl bağdaşır? Tabii ki bağdaşmaz.
PKK 15-26 Temmuz 1961 tarihleri arasında topladığı 1. Kongre'ye sunduğu raporda Marksist-Leninist ideolojiyi benimsediğini ve bu bağlamda şu stratejiyi uyguladığını açıklamıştı:
- Orta-Kuzey-Batı Kürdistan Devrimi proletarya önderliğindeki bir Milli Demokratik Devrim'dir (Politik Rapor, Weşanen Serxwebun, 1982, Köln, s. 92 ve 147).
1988 yılından sonra Tahran rejiminin PKK'ya Kuzey İran'da kamp yerleri vermesi üzerine PKK lideri Abdullah Öcalan, İran İslam Devrimi'ni öven demeçler vermeye başladı:
- Çünkü İran devrimi İslam'ı, ilerici temelde kullanmış veya değerlendirmiştir, devrimci ve anti emperyalist özünü ortaya çıkarabilmiş ve büyük etkinlik sağlamıştır. (Serxwebun, Kasım 1990, s. 19)
Öcalan, Almanya'da yayımlanan "Din Sorununa Devrimci Yaklaşım" adlı kitapta da şu görüşleri savundu:
- Bir İran deneyiminde olduğu gibi anti emperyalist, radikal çıkış örneklerinden yararlanarak, bunların olumlu yönlerini kendi koşullarımıza göre değerlendirerek ve daha olumlu bir karşılık vererek sonuç alabiliriz. (Din Sorununa Devrimci Yaklaşım, Weşanen Serxwebun, 1991, Köln, 119)
Marksist-Leninist olduğunu ileri süren PKK'nın din silahına el atması ters tepki yaratmış ve PKK'nın bu yeni stratejisi herhalde "Hizbullah" örgütünü ve İslamcı Kürtleri harekete geçirmiştir.
"Kürt Hizbullahı" özellikle son bir yıldır PKK'ya karşı saldırılar düzenliyor. Bu saldırılar devlet içindeki örgütler, örneğin "Kontrgerilla" olarak bilinen eski adı "Özel Harp Dairesi" tarafından destekleniyor mu? Bunu, bugün için bilmeye ve yazılı belgeye dayanarak kanıtlamaya olanak yoktur.
Bazı devlet görevlileri ile bu tür örgütler arasında hiyerarşik düzen içinde ve emir komuta ile değil, 12 Eylül öncesinde kanıtlandığı gibi bireysel ilişkiler de kurulabilir.
12 Eylül öncesinde kurulan bu ilişkilerin bir kısmı yazılı belgelere dayanılarak kanıtlanmış ve ilişkiler bu köşede yayımlanmıştı. Ancak bu ilişkilerin devletin hangi tepe noktasına kadar ulaştığı ise bir türlü anlaşılamamıştı.
Bugün, hükümetin başta Musa Anter cinayeti olmak üzere bölgede işlenen bütün cinayetleri tek tek aydınlatması gerekir. Bu cinayetler aydınlanmaz ve bu saldırılar da böyle sürüp giderse, devlet-haklı ya da haksız, yanlış ya da doğru- bu tür suçlamalardan kurtulamaz.
UGUR MUMCU
(Cumhuriyet, 26 Eylül 1992)

0 yorum:

Yorum Gönder