4 Aralık 2010 Cumartesi

Hieron'un Tacı...


Sirakuza Kralı Hieron, görkemine daha yakışır bir taç yaptırmak istiyordu, buyurdu, kuyumcubaşıya saray hazinesinden bir altın külçesi verdiler.

Kuyumcubaşı aylarca çalıştı, ortaya pek güzel bir yapıt çıkardı, ama kralın içine bir kurt düştü: Kuyumcu, verilen altının tümünü yapımda kullanmış mıydı? Yoksa işin içine bir başka maden katarak altından çalmış mıydı? Tacın ağırlığı kuyumcubaşıya teslim edilen altın külçesine eşitti. Ancak bu bilgi sorunu çözmüyordu.

Kral Hieron, sorunun yanıtını kendi kendine veremeyince, amcasının oğlu Arşimet’e başvurdu.

Arşimet düşündü: Diyelim ki kuyumcu, altına gümüş katarak bir alaşım oluşturdu; bu durumda tacın -ağırlığı altın külçesine eşit olduğuna göre- hacmi büyümüş olmalıydı. Çünkü gümüş altından hafifti. Gel gör ki bunca süsü püsü, oyması işlemesi, girdisi çıktısı bulunan tacın hacmini ölçmek olanaksızdı. Ne yapmalıydı? Sorun Arşimet’in kafasına saplanmıştı. Nereye gitse, bu konuyu düşünüyordu. Bir gün ağzına kadar dolu banyoya girdiğinde taşan suları görünce bağırdı:

- Buldum, buldum!..

Kuyumcuya verilen altın külçesine eşit bir başka altını su dolu bir kaba batırmalı, taşan suyu tartmalı. Sonra aynı deneyi taçla yapmalı, iki deneyde taşan su eşit ağırlıkta ise kuyumcu namusludur, değilse hırsızdır.

Ünlü Arşimet yasasının böyle bulunduğunu kitaplar yazarlar; öykü doğru mudur, uydurma mıdır, Allah bilir; ama yakıştırma olsa da gerçek tadını vermektedir.

*

Ne zaman süslü püslü, işlemeli oymalı, girdili çıktılı bir yazı okusam Kral Hieron’un tacını anımsarım. Niçin?

Bu soruya yanıt vermeden önce Melih Cevdet Anday’ın geçenlerde bu sayfada yayımlanan yazısını okurken altını çizdiğim satırları aktarmak istiyorum. Anday, düzyazıda “sadeleştirme” akımına değinerek diyor ki:

“... sadeleştirme sözü, bizde eskiden beri kullanılan o söz, yazı dilini konuşma diline yaklaştırma anlamındadır. Daha açarsak, yazı dili; konuşurken kolayca, en kestirme yoldan anlattığımız bir konuyu, süse püse bulamak sanılırdı eskiden. ‘Eskiden’ dedimse, bakmayın, düzyazıyı gene de böyle sananlar var; tümceleri uzatmakla, konuyu dağıtmakla, araya benzetmeler, anıştırmalar, dokunmalar, dolaylı anlatımlar, yabancı dillerden deyimler katmakla becerilerinin gücünü kanıtlamaya yönelenler var. Ama asıl amaç, söylenmek istenen söz güme gidiyor. (...) ‘Basit’ sözcüğü, ‘karışık olmayan, düz, süssüz, püssüz’ anlamına gelir. Bütün büyük yazarlar böyle bir dil kullanmaya bakmışlardır. Yaratma ise, dili genişletmekle olur. Arapça ‘basit’ sözcüğünün bir anlamı da ‘genişleme’dir.”

Karışık değil; ama karmaşık bir evrende yaşıyoruz. Kimi zaman çok karışık gibi görünen nice olayın yalın bir bilim yasasıyla aydınlığa kavuşması işten değildir.

İnsan düşüncesi, gün geçtikçe, sanat, felsefe ve bilimle evreni kavramak yolunda gelişiyor. Yalnız Türkçeye özgü bir şey değil; bütün dillerin zamanla ilerlediğini söyleyebiliriz. Dünyada iletişim ağı öylesine yoğunlaşıyor ki birinin Afrika’da, Asya’da ya da Amerika’da söylediğini bütün insanların duyup işittiği, anlayıp kavramaya çalıştığı gezegenimizde diller geri kalamazlar, daralamazlar; derinleşmek ve genişlemek zorundadırlar.

Çağdaşlık zorunluluğu bütün toplumları baskısı altına almıştır.

*

Şimdi gelelim yine Kral Hieron’a..

Son günlerde gazetelerde ya da dergilerde kimi yazıları okurken içimde Kral Hieron’un kuşkusu büyüyor. Görünüşte ‘bilimsel’ ya da ‘sanatsal’ bir yazı; ama öylesine süslenmiş püslenmiş, öylesine oymalı işlemeli, öylesine girdili çıktılı ki gerçek değerini ölçmek kolay değil...

Ne yapmalı?

Yazarın hileye sapıp sapmadığını anlamak için Arşimet yasasını kullanmak olanağı da yok.

En iyisi böyle yazıları, eleştirici akıl yoluyla süsünden püsünden, girdisinden çıktısından, işlemesinden oymasından sıyırmaktır. Bütün enlem ve boylamlarıyla bir yazıyı akıl yoluyla yalınlaştırmak, gerçek değerini vermekle eşanlamlıdır.

0 yorum:

Yorum Gönder