12 Aralık 2010 Pazar

İşkence Raporu...


Elimde bir kitap var, eviriyorum çeviriyorum, sayfalarını karıştırıyorum, ötesinden berisinden bir şeyler okuyorum, yüreğim daralıyor, bir kenara bırakıyorum. Sonra ister istemez yine el atıyorum.

Kitabın adı:

“İşkence Raporu - Ankara 1989”

İnsan Hakları Derneği (İHD) Ankara Şubesi, 1989 yılında rapor, tutanak ve anlatımlardan belgelediği işkenceye ilişkin bilgileri bir araya getirip kitaplaştırmış; okudukça midem bulandı; başkentinde bile bu tür insanlık suçu işlenen bir toplumun üyesi olmaktan utandım. Bilmeliyiz ki, işkence yapan her görevli Türkiye’yi uygar dünya karşısında yerin dibine batırmaktadır.

*

İHD Ankara Şubesi Başkanı Muzaffer Erdost kitabı şöyle tanıtıyor:

“İHD Ankara Şubesi Yönetim Kurulu üyesi Avukat Hüsnü Öndül tarafından hazırlanan Ankara İşkence Raporu’nu (1989), bu yıl da ‘İşkenceye Karşı Avrupa Sözleşmesi’nin yürürlüğe girişinin yıldönümünde, 1 Şubat’ta, basına ve kamuoyuna açıklıyoruz.

Raporun bölüm başlıklarının incelenmesinden de anlaşılabileceği gibi 1989’da işkence, başkent Ankara’da da tüm boyutlarıyla gündemde oldu.

Birinci bölüm, gözaltına alınanların gözaltında kaldıkları süre içinde gördükleri işkenceleri içermektedir. Bu işkenceler, adli tabip raporları, savcılık ifadeleri ve mahkeme anlatımları ile işkence görenlerin derneğimizdeki doğrudan anlatımlarından belgelenmiştir.

İkinci bölüm, Ankara Merkez Kapalı Cezaevi’nde siyasal tutukluların toplu olarak dövülmeleri ve savcılığın verdiği takipsizlik kararı ile ilgilidir.

Üçüncü bölümde ajanlığa zorlananların anlatımları; dördüncü bölümde Nihat Sargın ve Haydar Kutlu’nun 1987 yılında yurtdışından Ankara’ya geldikten sonra alındıkları gözaltında işkence gördüklerine ilişkin başvurularının sonuçsuz kalması üzerine Avrupa İnsan Hakları Komisyonu’na bireysel başvuruda bulunmaları ve bununla ilgili gelişmeler belgeleniyor.

Beşinci bölümde ise işkenceye karşı sözleşmeler ve ilgili yasa metinleri yer alıyor.”

Görüldüğü gibi Türkiye’nin başkentinde bile işkence gırla... Kitabın birinci bölümünde işkence gördükleri belgelenen 37 kişiden 10’u kadın, 27’si erkek...

Kadın-erkek eşitliği işkence tezgâhında geçerli...

Yine bu 37 kişinin 19’u üniversiteli, biri lise mezunu, 17’si iş sahibi (1 dernek üyesi ve ev kadını, 1 sekreter, 4 işçi, 2 gazeteci, 1 mühendis, 2 öğretmen, 2 teknisyen, 1 muhasebeci, 2 pazarlamacı ve biri de -kendi ifadesiyle- devrimci...) Listede saptandığı gibi işkence çoğunlukla aydın kesimine uygulanıyor; ama bu yaklaşım genelde geçerli değildir; yurdun her yanında her tür yurttaş işkenceden geçiriliyor.

*

Ankara’da İHD’nin “İşkence Raporu 1989” adlı kitabı yayımlanırken Vaşington’da ABD Dışişleri Bakanlığı’nın insan haklarına ilişkin yıllık raporu da açıklandı. Türkiye’de işkencelerin sürdüğü bu raporda da belirtiliyor, gözaltındaki sanıklara “falaka, basınçlı soğuk su, elektrik ve koltuklardan asma” yöntemlerinin uygulandığı vurgulanıyor (Cumhuriyet, 21.2.1989, Ufuk Güldemir’in haberi).

Olayın çarpıcı bir yanı daha var.

Türkiye işkenceye karşı uluslararası sözleşmeleri de rahatça imzalayan bir devlettir. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu “İşkenceye Karşı Bildirge”yi 1975’te kabul ediyor; bu belge; 26 Haziran 1987’de yürürlüğe giriyor; Türkiye, sözleşmeyi imzalıyor, 10 Eylül 1988’den başlamak koşuluyla işkence yapılmasını önleyeceğine ilişkin “taahhüde” giriyor.

“İşkenceye Karşı Avrupa Sözleşmesi”, Avrupa Parlamentosu’nda görüşüldükten sonra 26 Haziran 1987’de Bakanlar Komitesi’nde kabul ediliyor. Türkiye hiç gecikmiyor, basıyor imzayı... Sözleşme 27 Şubat 1988 günlü Resmi Gazete’de yayımlanıyor, 1 Şubat 1989’da bütün Avrupa Topluluğu ülkelerinde ve bizde yürürlüğe giriyor.

Ancak Türkiye’de yönetim, hem bu sözleşmelere bağlandığını ilan ediyor, hem de işkenceleri sürdürüyor.

“Şark ikiyüzlülüğü” mü?

*

1990’dayız...

2000’e 10 var...

Türkiye bu gidişle 21’inci yüzyıla “işkenceler ülkesi” olarak girecek...

Elbirliğiyle bu ayıplı soruna bir çare aranmalı, bir çözüm bulunmalıdır. Anadolu’ya işkencenin gölgesi vurdukça hiçbirimiz çağdaş insan sayılamayız. İstanbul’da gökdelenler yükseliyor, sergiler açılıyor, yabancı sanatçılar konserler veriyorlar, moda defileleri yapılıyor, kokteyllerden geçilmiyor, “sosyete” eğleniyor, ticaret gırla, borsada oynayan oynayana; ama bütün bunlar bizi çağdışı bir işkence ülkesi olmaktan kurtaramaz...

İşkenceler durdurulmalı.

Yıl 1990...

21’inci yüzyılın eli kulağında...

0 yorum:

Yorum Gönder