8 Aralık 2010 Çarşamba

Kadının İnsanlığı Ne Zaman?


John Stuart Mill İngilizlerin ünlü filozof ve ekonomisti; ama, bu kimliğinin rotasında bir devrimci girişimi de var; 1865’te parlamentoya seçilince, Mill, kadınların oy hakları için bir tasarı hazırlıyor…

Sonuç?..

194 hayır..
73 evet.
O yıllarda Amerikalı kadın, hem köleliğin kaldırılması için uğraşıyor, hem de kendisine oy hakkı verilmesi yolunda çalışıyor.
Amerika’da zenciler oy hakkını kazandıkları zaman, kadınlara sandık yasak…
Batı’da kadın, haklarını çekişe çekişe, didişe didişe koparıyor; kadın önderler öncü gösterilerinde polislerce yakalanıp içeri atılıyorlar; Birinci Dünya Savaşı’nda erkeklerin cepheye gönderilmeleriyle kadınlar iş yaşamında öne çıkıyorlar; barış döneminde geriye itiliyorlar; hakları esirgeniyor.
Türkiye Cumhuriyeti’nde kadın 1934’te oy hakkını kazanıyor; Avrupa’nın çoğu ülkesinde, başta Fransa, kadın seçim sandığından uzak tutuluyor.
Mustafa Kemal ne büyük adam..
Hayır “adam” değil, insan!..
*
Kadın hakları bugün bile yerkürenin çoğu yerinde ya yok ya da kâğıt üzerinde…
Peki “erkek hakları” ne durumda?..
Düşünürken, fikirde saydamlaşmak yolunda, bir deyişi yinelemek zorundayız:
“Aydınlanma Devrimi”.
Bir ülkede kadının, erkeğin, özetle insanın haklarını kazanması için Aydınlanma Devrimi’nin gündeme girmesi gerektir; yoksa demokrasidir, çok partili rejimdir, kadın haklarıdır, rafta kalır, hayata geçirilemez.
Uygarlık tarihindeki “Aydınlanma Devrimi”nin Anadolu’daki adı “Kemalizm” ya da “Atatürkçülük”tür.
Batı’da Aydınlanma Devrimi “İnsan Hakları Bildirisi”nin felsefesini yarattı…
“Bildiri”de önce erkek vardı..
Ardından kadın gündeme girdi..
Avrupa’da “insan hakları” sanayileşme devrimi gerçekleşip toplumda iki yeni sınıf, burjuva ile proletarya hayata kavuşunca bildirileşti.
Türkiye’de sanayileşmeden Aydınlanma Devrimi’ni yaşamak zorundaydık; asker-sivil aydının başını çektiği bu devrim kadın haklarını savunurken yukarıdan aşağıya doğru bir yöntemi kullanmaktan başka bir yordam icat edemezdi.
Şeriat hukukunun mirasını 1926’da “Yurttaşlar Yasası” (Medeni Kanun) ile reddeden Kemalizm, 1934’te kadınlara oy hakkını da tanıdı…
Ama o dönemde Anadolu’da kadın erkeğin kölesiymiş, ne çıkar, ne yazar…
Kadının uyanmasını beklemek, bu işin “reddiye”sinden başka bir anlam taşımazdı.
*
21’inci yüzyılın başında tüm İslam dünyasının yaşamını büyük çapta düzenlemeyi sürdüren şeriat hukuku, kadını köle sayar ve “taife-i nisa”nın sokakta güneş ışınlarına açılmasını yasaklar…
Müslüman kadın daha tesettürden kurtulamadı…
Daha da beteri, tesettürün karanlığından kaynaklanan türban köleliğini savunmayı özgürlük eylemi sayıp demokratik hak gibi algılamak yanılgısının politikasını yürütmek için sokaklara dökülüyorlar kızlarımız…
8 Mart 2003’te, Türkiye kadını, Aydınlanma’nın ışığını yaşarken şeriatçı karanlığın zifirine çekilmek tehlikesiyle göğüs göğüsedir…
“Aydınlanma Devrimi” kolay değil, uygarlık alınteri dökmeden yaşanamıyor.

0 yorum:

Yorum Gönder