11 Aralık 2010 Cumartesi

Türksüz Dünya Düşleri

Mayıs 2003'te yayımlanan "Dolmakalem Savaşları" kitabımın "Euro-Dolar Savaşı" başlıklı bölümünde, ABD'nin Irak işgalini canlı yayında nasıl izlediğimi şöyle anlatıyordum:

■ 19Mart 2003... Saat 04:40. Az önce Ame­rikan uçakları Bağ­dat'ı bombalamaya başladı. Bütün te­levizyon kanalları, bombalama görün­tülerini anında aktarıyor. (...) Televiz­yonun sesini kapatıp; Joan Baez'in, Bob Dylan'la birlikte söylediği "Rüz­gârda Savruluyor"u koydum müzik-çalara: Blowin' in the wind..[i]
Gece sessiz, duvarlar ince, kom­şular duyabilir, uyanabilir, umurumda değil; açtım sesini. Amerikan solcu­larının bu devrimci halk şarkısı, Bağ­dat halkını öldüren Amerikan bomba­larının ekrandaki görüntüsüne eşlik ediyor şimdi:


kişi adam denmek için;
kaç yol geçmesi gerek
martı kuma konmak için;
kaç deniz aşması gerek
 bomba yasaklanmak için;
kaç can alması gerek
yanıtı dostum, yel aldı gitti;
 yanıt rüzgarda savruluyor...
kişi göğü görmek için;
 kaç kez bakması gerek
 çığlıkları duymak için;
 daha kaç kulak gerek
 savaş dursun demek için;
daha kaç ölü gerek
yanıtı dostum, yel aldı gitti;
yanıt rüzgarda savruluyor...
deniz dağı delmek için;
 kaç yıl dövmesi gerek
 halk özgür olmak için;
 kaç yıl tutsaklık gerek
 görmemek için gözleri
kaç kez kaçırmak gerek
 yanıtı dostum, yel aldı gitti;
yanıt rüzgarda savruluyor..."

2003'te yayımlanan "Dolmakalem Savaşları" kitabım piyasaya çıkar çık­maz savcılık Atatürk'e hakaret etti­ğim iddiasıyla soruşturma başlatınca; kitabın yukarıda küçük bir kesitini aktardığım "Euro Dolar Savaşı" bölü­münü, Dylan'ın sözlerini mırıldana mırıldana ayrı kitap olarak yayımla­mak zorunda kalmıştım. 1941 do­ğumlu Bob Dylan'ın 1962'de, 21 ya­şında yazıp bestelediği ve pek çok di­le çevrilip söylenen "Blowin' in the wind" şarkısının sözlerini 2003 yılında belki de Türkiye'de ilk kez dilimize çevirirken; onun özyaşam öyküsünü


bilmiyordum. Bildiğim; Amerika 1962'de Vietnam'ı bombalarken, Batı'da bu vahşeti protesto eden yüzbinlerce gencin kolkola girip hep bir ağızdan Dylan'ın "Freewheelin" adlı ikinci albümünde yer alan bu şarkısını söy­leyerek yürüdükleriydi.
Sevgilisi Joan Baez'le birlikte 1960'larda Batı'dan tüm dünyaya yayı­lan gençlik hareketlerinin simge adla­rından biri olacaktı Bob Dylan.
Yazdığı sözler ve yaptığı besteler 68 Gençlik Hareketi'ne damgasını vu­racak ve Time Dergisi, 1998'de onu Lenin ve Mao ile birlikte "Yüzyılın En Önemli 100 Kişisi" arasında göste­recekti. Çünkü o, Amerika'nın yaşa­yan en büyük ozanıydı. Yalnızca besteleriyle değil, yazdığı dizelerle de Amerikan edebiyatının en namuslu kalemleri, en yetkin şairleri arasına girmişti. Ezene karşı, ezilenden yana; öldürene karşı, öldürülenden yana;
hırsıza karşı, soyulandan yana; paraya karşı, emekten yanaydı.
Bob Dylan üç cilt olarak tasarlayıp yazdığı özyaşam öyküsünün ilk cildini 5 Ekim 2004'te "Chronicles: Volume One" adıyla yayımladığında, bu kitap 19 hafta boyunca New York Times'ın çok satanlar listesinden inmeyecek ve Amerikan Kitap Eleştirmenleri Örgü­tü, en iyi 5 kitaptan biri olarak ödüllendirecekti.

Amerikalılar, Amerika'nın yaşayan en büyük halk ozanı ve "Dünyanın En Önemli 100 Kişisinden biri olan Bob Dylan'ın özyaşam öyküsünü o­kurken; o güne dek bilmedikleri şaşırtıcı bir gerçekle karşılaşacaktı.
Dylan, ailesinin köklerini şöyle açıklıyordu kitabında:
"Annemin annesi, köken olarak Türkiye'dendir; Trabzon limanından gemiyle, Karadeniz'i geçmişler; anne­annemin aile adı "Kırgız"dır; Kağız­manlıdırlar; dedemin annesi ve babası da aynı yerde ayakkabıcılık ve deri işçiliği yaparlarmış. On yaşlarımdayken Ritchie Valens'in "La Bamba"[ii] şarkısı herkesin dilindeydi; ama ben Ritchie'nin "Bir Türk Kasabasında" (In A Turkish Town)[iii] şarkısını söy­lerdim; "gizemli Türkler ve yukarıda yıldızlar"... Bu şarkı bana Ritchie'nin "La Bamba"sından daha uygun görü­nüyordu ama nedenini kesinlikle bilmiyordum."[iv]
2004 yılında kökenlerinin Türkiye'ye ve Kırgızlara dayandığını açıklayan Dylan'ın hayranları; onun fotoğrafla­rına bakacak ve kimli­ğindeki adı Robert Allen Zimmerman olup tüm dünyada Yahudi olarak bilinen Bob Dylan'ın yü­zünde, çizgilerinde, Türki­ye ve Kırgız belirtileri arayacaklar; fakat bugü­ne dek; "Hayır, Bob Dylan'ın kökleri Türkiye'­de, Kağızman'da, Kırgı­zistan'da olamaz!" diyen kimse çıkmayacaktı.

"Dünyanın En Önemli 100 Kişisi" arasında sayılan, dünya siyasi tarihine "1968 Gençlik Hareketleri"nin simge­si ve ruhu olarak geçen Bob Dylan; köklerinin Türkiye'ye, Kağızman'a, Kırgızistan'a uzandığını açıkladıktan 6 yıl sonra, 31 Mayıs 2010 günü bir konser vermek üzere Türkiye'ye geldi; Harbiye Cemil Topuzlu Açık Hava Sahnesi'nde bir konser verdi; ve git­ti.

Belki çoğumuz bunu duymadık bile... İzleyiciler Cemil Topuzlu'nun kapısı önünde uzun kuyruklar oluştur­muş; "genel yayın kurmayları"mız, köşe yazarlarımız, magazin muhabirlerimiz bu konsere gitmişler; fakat "Türk" basın, radyo ve televizyonları, Bob Dylan'ın 2004'te açıkladığı Tür­kiye, Kağızman, Kırgız köklerinden tek sözcükle olsun sözetmemiş; kimi haberlerde onu "Yahudi şarkıcı Bob Dylan" olarak anmışlar ve konser haberleri bir kaç satırla geçiştirilmişti. [v] Bob Dylan gittikten 4 ay sonra, Eylül'de U2 Grubu geldi Türkiye'­ye...
Bu grup, geçmişte PKK'ya yardım ve yataklıktan 9 yıl ce­za alıp çıktıktan bir süre sonra kaybolan Fehmi Tosun'u unut­mayın yazısını basmıştı 1997'de yayımlanan albümlerinin kapağına.
Ve yine bu grup "İbrahimi Dinler" denilen Hıristiyanlığı, Müslümanlığı, Museviliği; "İbrahimi Olmayan" bir pota­da eritip, küreselci sömürgen para babalarının küresel sömürü çıkarları doğrultu­sunda kullanabileceği bir kalı­ba dökme tasarısının misyo­nerliğini yürütüyordu.
Dört ay önce Bob Dylan'ı sessiz sedasız uğurlayan "Türk" medyası; İstanbul'u üç dinin merkezi yapmak misyonuyla Türkiye'ye gelen U2 grubunu neredeyse bir hafta boyunca manşetlerinden indirmeyecekti.
Konser verirken, sahnede; kayıp Fehmi Tosun'un adını anarak tezahü­rata başlayan U2 grubuna, Tosun'un eşi ve yakınları "sarı ,kırmızı,yeşil" egaller hediye etmişti.
"Türk" medyasının Türkiye, Ka­ğızman, Kırgız kökenini açıklamış "Dünyanın ön önemli 100 kişisinden biri olan Bob Dylan'ın konserine karşı ilgisiz tutumuyla; özkardeşimiz olan kürtler arasında etnik siyasi ayrımcılığı körükleyen U2 grubunun konserine karşı tutumu, karşılaştırmalı olarak irdelenirse, "Türk" medyasının Türk toplumuna hangi yabancı tasarıları benimsetmenin aracı olduğu apaçık görüle­cektir.

Eğer, Bob Dylan, 2004'te yayımlanan özyaşam öy­küsünde dedelerinin nine­lerinin kökenlerini açıklar­ken Türkiye, Kağızman, Kırgız demek yerine "An­neannem Kürttür, biz Kürt Kökenliyiz" demiş olsaydı, "Türk" medyası, Dylan'ı "dünya çapında büyük Kürt ozanımız" diye ilk sayfa­dan sürmanşet haber yapar; "Türk" muhabirler kameralarıyla Dylan'ın çevresi­ne doluşup başına zorla "poşun'dolayarak boynuna "sarı,kırmızı,yeşil fular" bağ­layıp fotoğraflamak için yırtınırlar; hazır gelmişken İmralı'da Öcalan'la görüş­mek isteyip istemediği ya da ona bir iletisi olup olma­dığını sorup haber yapardı. "Türk" gazete ve televiz­yoncuları,

"Türk" medya patronlarının buyruğuyla, "Kürt ayrımcılığı"nı mutlu edecek ve etnik ayırımcılara özgüven aşılayacak bir iki demeç alıp bir kaç gün manşetleri bu demeçlerle dalgalandırmadan Bob Dylan'ın peşini bırakmazlardı. "Türk" medyasında, küre­selci U2'ye gösterilen olağanüstü ilginin kırıntısı­nın dahi, köklerini Tür­kiye, Kağızman, Kırgız olarak açıklayan Bob Dylan'a gösterilmemiş ol­masının nedeni, "Türk" medyasının profesyonelce yürüttüğü Batı'nın "Türksüz Dünya Düşleri"ni ger­çekleştirme misyonudur.

Batı,l9l7'de tasarla­dığı "Leninsiz, Sovyetsiz Dünya Düşleri'ni 1990'da gerçekleştirir gerçekleştirmez; hiç ara vermek­sizin, derhal "Atatürksüz, Türksüz Dün­ya Düşleri" tasarısını gerçekleştirmeye koyulmuştur. Bu tasarı; Türkleri bizzat "Türk" "aydın"ları aracılığıyla "Türk" sözünden, "Türk" olan her şeyden ve Türklüğünden utandırma, iğrendirme, uzaklaştırma, koparma tasarısıdır.
Bu tasarının ilk "Türk" uygulayı­cıları, 1990'ların ilk yıllarında, "Türk­ler genetik olarak göçebedirler, bar­bardırlar" diye yaygaraya başlamış; ve hemen ardından, "Türkler aptaldır, Türklerin beyni domuz eti yemedikleri için gelişmemiştir", "Atatürk kendi imzasını kendisi atmaktan aciz, imzanın kişilik demek olduğunu bilmeyen, kendi imzasını bir Ermeni kaligrafa sipariş eden biriydi" yayga­rası koparmışlardır. Atatürk'e ve Türk­lüğe yönelik aşağılamaları başlatan bu "sol" maskeli "öncü" çıkışlardan sonra, ardılları da öncülerin açtığı bu kapıdan geçerek, Türk toplumunda yurt kardeşliği ve özgüven duygusunu yıkıp etnik ayrışmayı gerçekleşmeyi amaçlayan bu tasarıda profesyonelce görev almışlardır.

1990'lardan bu yana son yirmi yıl­dır Türkiye'de Atatürk'ü ve Türklüğü aşağılayıp, yüz kızartıcı yalanları sanki gerçekmiş gibi duyuran "Türk" med­yası, geldiğimiz aşamada, artık "Türk" sözcüğünü elinden geldiğince hiç kul­lanmamak; şayet bu olamıyorsa "Türk" sözcüğünün önüne ya da ardına mutla­ka olumsuz bir takım nitemler ekle­yerek kullanmak noktasındadır.
Kağızman, Kırgız, Türkiye köken­lerini açıklayan Bob Dylan'ın Türk medyası tarafından bunlardan hiç söz edilmeksizin ve kendisiyle bir söyleşi dahi yapılmaksızın bir kaç satır haberle uğurlanması; buna karşılık etnik ayrı­lıkçılara sempati dağıtarak dinleri küreselci kalıba dökme misyonerliği yapan U2 grubunun "Türk" medyası tarafından el üstünde tutulması; 1990'da düğmesine basılan "Türksüz Dün­ya Düşleri"nin gerçekleştirilmesi doğrultusunda yirmi yılda ne kadar yol alındığını ve "Türk" medyasının üst­lendiği "Türksüzleştirme" görevini hangi ölçüde başardığını göstermesi bakımından anlamlıdır.
Batı'nın "Türksüz Dünya Düşleri" tasarısının medya ayağında etkinlik gösteren "sol" maskeli "aydın"lara ve "aydın" maskeli "küresel diktatörlük misyonerleri"ne karşı polemik yazıla­rım, 1993-1995 yılları arasında "Kitap Gazetesi"nde  yayımlanmıştı.
Şimdi bu yazılarımı güncelleyip genişleterek "Kalemin Namusu: Türk­süz Dünya Düşleri" adıyla kitaplaştır­maya çalışıyorum.
Türk toplumunun özgüveninin han­gi "aydın"larca, hangi amaçlarla, nasıl yıkılmaya çalışıldığını; Türkiye'nin nereden, nereye, nasıl ve niçin savrul­duğunu doğru biçimde kavramazsak; ülkemiz ve toplumumuz için tasarla­nan kötü sondan kurtulmamız olanak­sız dır.

Cengiz Özakıncı
[i]   http://video.mynet.com/loverocknroll/bob- dylan-
blowin-in-the-wind-5-11-2009/402288/
[ii]   http://www.dailymotion.com/video/x70zzk_
ritchie-valens-la-bamba_music
[iii]  http://vimeo.com/10023147
[iv]  “Originally, [my grandmother had] come from
Turkey, sailed from Trabzon, a port town, across
the Black Sea-the sea that the ancient Greeks cal-
led the Euxine-the one that Lord Byron wrote about
in Don Juan. Her family was from Kagizman, a
town in Turkey near the Armenian border, and the
family name had been Kirghiz. My grandfather's
parents had also come from that same area, where
they had been mostly shoemakers and leather-
workers. My grandmother's ancestors had been
from Constantinople. As a teenager, I used to sing
the Ritchie Valens song "In a Turkish Town" with
the lines in it about the "mystery Turks and the
stars above," and it seemed to suit me more than
"La Bamba," the song of Ritchie's that everybody
else sang and I never knew why.”
[v] Taraf gazetesi, 8.6.2010: “Bob Dylan Yahudi
bir müzisyen. Anladım ki kimi dinleyiciler, ondan
gündemdeki olayla (Mavi Marmara) ilgili birkaç söz
etmesini beklemşler.” - Zaman gazetesi: “Uzun
lafın kısası, efsane sanatçı, 1 saat 40 dakika kaldı
sahneden arkadaşlarını tanıtıp, havali bir el selami
gönderip gitti. Ama herkesin aklındaşu soru kaldı:
Sadece müzisyenliğiyle değil, şairliğiyle de ün salmış
bir sanatçı, yardım gemisi israil'in saldırısına maruz
kalmış, vatandşları öldürülmş bir ülkede konser
verir de bir geçmiş olsun dilemez mi?”

0 yorum:

Yorum Gönder