9 Ocak 2011 Pazar

Bir Şizofrenin Tahlili : Said-i Nursi Dosyası


“Özgür bir Kürdistan’ın tohumunu ekiyorum. O’nu geliştirip büyütün.”
Said-i Nursi, orijinal adı ile Said-i Kürdi’nin yaşam öyküsünü anlatan “Hür Adam” isimli bir  sinema filmi yakında izleyicisi ile buluşacak. Film daha gösterime girmeden şimdiden “yandaş” basın tarafından parlatılmaya başlandı. Okuduğumuz kadarıyla anlıyoruz ki, bu film laik-cumhuriyetçi çevrelerde fırtınalar koparacak ve büyük tartışmalar başlatacak. En çokça tartışılacak sahnelerin başında da Kürt Said’in Cumhuriyet’in yeni kurulduğu dönemde Mustafa Kemal Paşa ile mecliste karşılaştığı an gelmektedir. Birazdan o anı, peygamberlik makamına erememiş bir şizofrenin kuyrukçuluğunu yapan bir nur müridinin kaleminden okuyacaksınız. Ama öncesinde şu kadarını söyleyelim; Said-i Kürdi'nin bir din adamı olarak meclis kürsüsüne dua etmek üzere davet edildiği bilinmekle birlikte, Cumhuriyet tarihimiz boyunca Said-i Kürdi’nin mecliste Mustafa Kemal Paşa ile böyle bir konuşma yaptığına dair hiçbir belge, bulgu ve nitelikli kanıt bulunmamaktadır.  Meclis kürsüsünden yaptığı iddia edilen konuşmanın metni de meclis zabıtlarında mevcut değildir. Muhtemeldir ki, Kürt Sait, TBMM oturumlarından birine izleyici sıralarından tanık olmuş, köyüne döndükten sonra da Ankara’da Mustafa Kemal Paşa’ya nasıl ayar verdiğini ballandıra ballandıra anlatmıştır. Hayali geniş Sait görüldüğü üzere tam bir şizofrenik vakıa..
 Şimdi okuyalım, Saitsever kuyrukçular bu hayali nasıl dillendiriyor:
“...paşa'nın alnında nohut nohut terler belirmişti, said nursi beiuzaaman radiyallahu anh hazretlerinin karşısında hazan yaprağı gibi titriyordu. Çoğu zaman emir erlerine ismet paşalara hakaret ve emirler yağdırdığı makamında küçülüp kalmış, ayağının altındaki halinin püskülünü ecnebi potinlerinin kenarıyla kah o yana kah bu yana sallıyordu.
radiyallahu anh ve la illa abidune kadesallahu siirahul aziz hasmetli hazretleri said i nursi *delici bakışlarıyla  paşanın içinden geçenleri okuyordu.
Paşanın tuzağına düşmemiş onu kündeye getirmişti.
- efendi diyeceğin bir şey yoksa izninle ben selametle gidiyorum dedi.
Paşaya boğmaca salgını olmuşçasına bir ateş kapladı boğazı şişti, garip sesler çıkararak konuşmaya çalıştı, fakat nafile dili donmuştu bir kere...”
Efsane odur ki 1922 yılında Ankara’ya teşrif eden Kürt Sait için Meclis önünde hoş geldin töreni düzenlenir, bütün milletvekilleri ve Kemal Paşa hazretlerini karşılamak üzere Meclis Binası önünde hazırolda beklemektedirler. Kemal Paşa millevekillerinin hazır olduğu bu ortamda Kürt Sait hazretlerine seslenir:
“Sizin gibi kahraman bir hoca bize lazımdır. Sizi yüksek fikirlerinizden istifade etmek için buraya çağırdık. Geldiniz, en evvel namaza dair şeyleri yazdınız, aramıza ihtilaf verdiniz” der.
Onun bu sözlerine karşı Kürt Sait Hazretleri, Kemal Paşa’ya şu şekilde bağırır : “Paşa! Paşa! İslamiyette imandan sonra en yüksek hakikat namazdır. Namaz kılmayan haindir, hainin hükmü merduttur.”
Hikayenin gerisi Kürt Sait’in anlatımı ile şöyle:
“Bir zaman dünyanın büyük bir makamını işgal eden bir küçük adama bu dersi verdim. Fakat ben enaniyetten nefsimi kurtaramadığım içindir ki, çok sarstı; fakat intibaha gelmedi. Mektubattaki Desise-i şeytaniyeyi ona ders vermiş, konuşmamız üç saatten fazla sürmüştür. Bana ilişemedi ve tarziye vermeye mecbur kaldı..”
 Değerli okuyucu, işte adı geçen sinema filminde izleyeceğin sahne budur, akabinde Kürt Sait, Kemal Paşanın yüzüne kapıyı çarparak odayı terkeder.. . Cumhuriyet tarihi boyunca şizofren bir vatan haininin kuyruğuna takılan bu güruhu cühela, cumhuriyetin körpe nesillerini işte bu yalanlar ve iftiralar ile zehirlemek alışkanlıklarından bir türlü vazgeçemediler. Kendilerine nurculuk fikriyatının membağı taze tezekten bir put yaratıp, onunla güneşi sıvamak gayretindeler. Ama bunun için sadece büyük paraları israf ederek bir film yapmak yetmez, zira güneş gibi güçlü ve parlak bir hakikat ne yandaşla ne de candaşla yok edilebilir.
Cühelanın canını yakan bu hakikat ki ebediyyen, her sabah yeniden doğacak…
Şimdi gelelim gerçeklere :
İşbirlikçilik, Bağnazlık ve Bölücülüğün “Ser Çeşmesi” : Said-i Nursi (Kürdi)
Batı emperyalizminin en şiddetli hücumuna direnerek, Büyük Britanya’nın sömürge imparatorluğunu çökerten, yedi düveli dize getirerek üçüncü dünyanın bağımsızlık mücadelesinin yolunu açan Mustafa Kemal Paşa’nın kurucusu olduğu tam bağımsız Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin içeriden zayıflatılması ve çökertilmesi için 3 ana akım cumhuriyet tarihimiz boyunca himaye ve finanse edildi:
1.       Kürt ırkçısı ayrılıkçı ve bölücü ideoloji, hareket ve kalkışmalar
2.       Şeriatçı, gerici, irticai, hilafetçi, saltanatçı ideoloji, hareket ve kalkışmalar
3.       İşbirlikçi, anamalcı, rantiyeci, sömürücü ideoloji ve politik girişimler
Cumhuriyet’i üreten, şekillendiren ve muhafaza eden  çekirdeğin muhteviyatındaki kemalizm ideolojisi,  devrimin enerjisini yurtçapına yayıp yeşerten bir santral vazifesi görüyordu.  Bu santralı ayakta tutan üç sacayağı parti, devlet ve ordu idi. 1938 sonrasının hikayesi bir yandan bu üç kurumsal sacayağının yıpratılıp teslim alınması, diğer yandan cumhuriyetin çelik çekirdeği kemalizm ideolojisine karşı bölücü, gerici ve işbirlikçi olarak özetleyeceğimiz bu üç yıkıcı fikriyatın batı emperyalizmi tarafından desteklemesi  ve himaye etmesi ile alakalıdır.
Cumhuriyet tarihimiz boyunca siyaset sahnesinde boy göstermiş her gayrı milli hareket bu şablona cuk oturmaktadır. Cumhuriyet kalesinin sağlam Kemalist temellerinin imhası için bu üç hareketin aynı zamanda ahenkli hareketine ihtiyaç duyulmaktadır, ki aralarındaki şiir gibi uyum bundandır..
ABD’nin Akabe’sinde oturan Feto ve müridleri,  ABD’nin Akape’sinde oturan Recep ve Gül, yandaş ve candaşları ile İmralı tayfası  ve yahudi kürt aşiretleri ile el ele, kol kola yıkım hedeflerine marş adım yürümektedirler.
İşte ısıtıp ısıtıp önümüze konan, tescilli hain, bayat şizofrenimizin yaşam hikayesi de Cumhuriyet karşıtı bu üç akımda birleşmektedir.
Kürt Sait bölücü, gerici ve işbirlikçi ihanetin ser-çeşmesi, çeşme başıdır…
Şimdi yalanlar, masallar, iftiralar bitecek belgeler konuşacak. Türk genci varlığına, namusuna ve isktikbaline kasteden maskeli alçakları tanıyacak…
 Cumhuriyet Düşmanı Bölücülük, Gericilik ve İşbirlikçiliğin Elebaşı : Said-i Nursi (Said-i Kürdi)
1.       Ünlü Türk Şizofreni Said-i Meşhur’un Tımarhane Devri
Bu nurcu ve fetocu tayfası Atatürk’e düşmandır, bu bilmediğimiz bir şey değil. Bunlar sık sık Atatürk’e karşı  Ulu Hakan nidaları ile Abdülhamit’i ve onun devrini yüceltirler.  Ama bilmezler ki şizofrenin  hakkını ilk Abdülhamit vermiştir..
Okuyalım:
Said-i Nursi 1907 yılında İstanbul'a gelerek Abdülhamit Han'a hitaben bir dilekçe yazar ve saraya verir. Dilekçede kullandığı ad "molla Said-i Meşhur"dur.
Dilekçenin içeriğinde kürdistan(!) da eğitimin türkçe yapıldığını, kendisinin buna karşı olduğunu ve kürdistanda(!) kürtçe eğitim yapılması için üç okul açılmasını talep etmektedir. Bu dilekçeden sonra Said-i Nursi (namı diger Said-i Kürdi) Abdulhamit han tarafından müşahade için Toptaşı Akıl hastanesine gönderilmiş ve bir süre orada tutulmuştur. Yani Abdulhamit tarafından tımarhaneye gönderilmiştir.
Ve bu olayı daha sonra yazılarında kendisi şöyle açıklamıştır: "Nasılki zaman-ı istibdatta tımarhaneye düştüm, divanelerin hükmüne konuldum, eğer müdahaneye, kelbi tabassusa, şahsi menfaat için umumi menfaatı feda alan aklın icabı ise, ben divaneligi kabul ettim.Şahit olunuz ki böyle akıldan istifa ediyorum. Ey Kürtler tımarhaneyi bunun için kabul ettim. Kürtlüğü lekedar etmemek için irade-i padişahiyi, maaşını, ihsan-i şahaneyi kabul etmedim.
Dikkatinizi çekerim, şizofren Sait diyor ki, Padişah bana maaş teklif etti, Kürdistan için ihsan-ı şahaneyi kabul etmedim, tımarhaneyi kabul ettim. Şizofren Sait’in Kürdistan aşkı işte bu kadar büyüktür, her türlü maddi ihsanın ötesinde..
Şahsi görüşüm, Sultan Abdülhamit karşısında çar çaputla sarmalanmış böyle bir zavallıyı görünce, “ur’un kellesini” ile tımarhane arasında zor bir seçim yapmak durumunda kalmıştır.
Aradan geçmiş tam yüz yıl, sene 2010. Bölücü Abdullah içeride, gerici Abdullah tepede, işbirlikçi Fethulah dışarıda, Kemalist Cumhuriyet’ten kürdistan koparmayı dileniyorlar…
Değişen bir şey var mı, yok?
Abdülhamit Han bu gün yaşasaydı, bunları tımarhaneye tıkmaz mıydı? Tıkardı..
Mustafa Kemal Paşa, es kaza zavallı şizofren Sait ile o tarihte gerçekten karşılaşsaydı ve hayali geniş arkadaşların yukarıda naklettiğim uydurmalarının onda biri gerçek olsaydı, sizce Kemal Paşa zavallı şizofren Sait’i iyi edecek tımarhane bulmakta zorluk çeker miydi?..

kaynak

 

Bir Şizofrenin Tahlili : Said-i Nursi Dosyası 2. Bölüm



2 – Said-i Kürdi’nin İngiliz Ajanlığı Devri : 31 Mart Gerici Ayaklanması, Volkan Gazetesi ve İttihat-ı Muhammedi Cemiyeti Faaliyetleri



“Kürdistan’ın özgürleşmesi için büyük bir askeri gücün oluşturulması gerekir. [i] 





Şark ve Kürdistan Gazetesi

Bir Şizofrenin Tahlili : Said-i Nursi Dosyası
Şark ve Kürdistan, 1908′de yayın hayatına başladı. İstanbul’da haftada iki kez çıkarılan 4 sayfalık gazetenin tüm yazıları Arapça harflerle Türkçe idi. Kaç sayı çıktığı bilinmeyen gazetede ağırlıklı olarak Kürdistan’ın durumu,  Bosna Hersek ve Hersek Kürtleri ile ilgili yazılar yer alıyordu. Gazetenin sorumlusu Hersekli Ahmet Şerif, başyazarı ise Malatyalı Bedri’ydi. Molla Said-i Kurdî’nin de yazarları arasında bulunduğu gazetenin ilk sayısında Said-i Kürdi,  Abdülhamid’e şöyle sesleniyordu:

“… Eskiden her yönden Kürtlerden geri olanlar bugün onların hala yerinde saymalarından dolayı çeşitli şekillerde istifade etmektedirler. Bu ise, biraz olsun hamiyet duygusu taşıyanları düşündürür. Bu üç nokta, Kürtler için gelecekte korkunç bir darbe hazırlıyor gibi ileri görüşlü olan kimseleri yaralamıştır. Bunun çaresi, örnek olacak şekilde bu konuda teşvik ve rağbete öncülük yapması için Kürdistan’ın farklı yerlerinde yeni medreselerin açılması ve bir kısım medreselerin de canlandırılması, Kürdistan’ın maddi ve manevi olarak geleceğinin garanti edilmesi açısından önemlidir. Bunun ile eğitimin temelleri atılmış olur. İşte o zaman herkesten çok adalete muhtaç ve medeni olmaya müsait olan Kürtler fıtrî cevherlerini göstereceklerdir.” [Şark ve Kürdistan Gazetesi]

Kürdistan adını verdiği coğrafyada Türkçe eğitimin kaldırılıp yerine Kürtçe eğitimin yapılacağı medreselerin kurulmasının Kürdistan’ın maddi ve manevi olarak geleceğinin garanti edilmesi açısından ne kadar önemli olduğunu Said-i Kürdi’nin sözleri ile anlıyoruz. O halde diyebiliriz ki, bölücü terör örgütü PKK’nın siyasal uzantısı olan BDP’nin bu gün manşetlere taşınan özerk Kürdistan’da Kürtçe eğitim talepleri, Said-i Kürdi’nin temelini attığı ideallerin mirasçısıdır. Said-i Kürdi boşuna demiyor;  “Özgür bir Kürdistan’ın tohumunu ben ekiyorum, onu geliştirip büyütün” diye…

31 Mart Gerici Ayaklanması ve Said-i Kürdi
31 Mart olayını irdelemeden önce devrin arka planını ve hesaplaşma zemininin  ana hatlarıyla kavranması gerekmektedir. Fransız ihtilalinin monarşi karşıtı halkçı ve cumhuriyetçi fikirleri ile beslenen İttihat Terakki Cemiyeti’nin (İTC) hızla kurumsallaştığı ve güçlendiği, ezici bir çoğunlukla meclise hakim olduğu II. Meşrutiyet dönemindeyiz.
Şimdi taşları yerli yerine koyalım. Osmanlı üzerinde en yüksek nüfuz sahibi iki emperyalist devlet, Almanlar ve İngilizler gizli bir çekişme içinde. İTC içerisinde hatırı sayılır bir Alman yandaşlığı var fakat İngiliz siyasetini dikkate almak gerektiğini düşünenlerin sayısı da az değil. Abdülhamit II. Meşrutiyet’e yol alınan dönemeçte dümeni İngilizlerden yana kırdığını şu sözler ile ifade ediyor:
“Almanya ile ilgili düşüncelerimde ne kadar aldandığımı bu gün itiraf ediyorum. Politikamı değiştirdim. Bundan sonra artık İngilizleri izleyeceğim. Ülkenin esenliğini artık İngilizler ile birlikte hareket etmekte görüyorum.”[ii]
İsmet İnönü anılarında: “Meşrutiyet ilan edildiği zaman sempatimiz daha çok Fransa ve İngiltere’ye karşı idi… Biz Almanya’yı ilk zamanlar istibdadın yardımcısı olarak görüyorduk” demektedir.[iii]

İngilizlerin Büyük Korkusu
İngiltere Alman yanlısı olarak değerlendirdiği Abdülhamit rejiminin yıkılmasını iyi karşılamakla birlikte, II. Meşrutiyet’in İngiliz sömürgeleri üzerindeki olumsuz etkisinden korkmaktadır. Örneğin Osmanlı’da yeni anayasanın yürürlüğe girmesinin hemen ertesinde İngiliz Dışişleri Bakanı Edward Grey :

"Eğer Türkiye meşrutiyeti kurar, bunu ayakları üzerinde tutmayı başarır ve güçlenirse, bunun sonuçları şu an hiçbirimizin göremeyeceği noktalara ulaşacaktır. Mısır’daki etkisi müthiş olacağı gibi Hindistan’da da etkileri hissedilecektir. Eğer Türkiye şimdi bir parlamento kurar ve bu parlamento hükümeti etkilerse, Mısır’da anayasa ve meşrutiyet istemleri çok güçlenecek, bizim ise bu istemlere karşı direnme gücümüz çok azalacaktır”[iv] demektedir.
İngilizlerin korkusu bir İslam İmparatorluğu olan Osmanlı devletinde uygulanacak başarılı bir parlamenter demokrasi deneyiminin, kendi egemenliği altında bulunan sömürge devletlerine de yansımasıdır. Bu nedenle, parlamenter rejim ve ITC aleyhinde sonuç verecek çeşitli girişimler planlanmıştır.



Bir Şizofrenin Tahlili : Said-i Nursi Dosyası


İngiliz Ajanı Derviş Vahdeti

31 Mart gerici ayaklanmasının tertipleyicisi olarak anılan Derviş Vahdeti Kıbrıs doğumlu bir İngiliz ajanıdır, Nakşibendi tarikatı mensubudur. İslamcılık kisvesi altında İngiliz menfaatleri doğrultusunda politik kışkırtıcılık yapan Derviş Vahdeti, ITC karşıtı İttihad-ı Muhammediye örgütünün ve onun yayın organı gerici Volkan Gazetesinin kurucusudur. Yıkıcı maksatlı Cemiyet-i Milliye-i Naciye ve İttihad-ı Muhammediye örgütleri İngiliz finansmanı ve desteği ile kurulmuştur. Derviş Vahdeti’nin girişimlerine Abdülhamit’i devirmek için İngilizlerle anlaşan, İngiliz yandaşı Prens Sabahattin ve  Kıbrıs asıllı bir Yahudi olan Kıbrıslı Kamil Paşa aracılık etmiştir. Kıbrıslı Kamil Paşa İngiliz ajanıdır, yaşamının son döneminde Rodos’a sürülmüş, İngiliz Konsolosluğu’na sığınmış, İngiltere’ye kaçmayı planlarken kalp krizinden ölmüştür.

Sağda oturan Kıbrıslı Kamil Paşa
Sağda oturan Kıbrıslı Kamil Paşa

İngilizlerin Stratejisi
İngilizler gerici ayaklanmanın maddi dayanağı olarak, alaylı askerler ve medrese softaları üzerine yoğunlaşıyordu. Dönemin karakteristik özelliği olarak, batılı tarzda harbiye mekteplerinde eğitim görmüş subaylar ile alaylı kabul edilen subaylar arasında bir fay hattı belirmişti. İngilizler Volkan gazetesi ve hakim oldukları cemiyetler aracılığıyla alaylı subayların ordudan çıkartılacağı dedikodularını yayıyor, mekteplileri de dinsizlik iftiraları ile karalıyordu.  Diğer taraftan o güne kadar askerlik görevinden muaf tutulan medrese softalarının okuma-yazma sınavından geçirilecekleri, sınavı veremeyenlerin askere alınacakları söylemleri ile bu kesimleri provoke ettiler, Fatih ve Süleymaniye medreselerinde gösteriler örgütlediler.

Bir Şizofrenin Tahlili : Said-i Nursi Dosyası

31 Mart (miladi takvim ile 13 Nisan) sabahı İngiliz planı işlemeye başladı, alaylı 4. Avcı taburu Taşkışla’dan hareket ederek Ayasofya’da medrese softaları ile birleşti. Yeşil şeriat bayrakları açıldı, şeriat isteriz çığlıkları ile Meclis basıldı. Kana susayan kalabalık Harbiye Nazırı Ali Rıza Paşa’ya benzeyen Adliye Nazırı Nazım Paşayı sokak ortasında linç ettiler. Benzer şekilde Lazkiye milletvekili Emin Arslan Bey’de Hüseyin Cahit Yalçın’a benzetilerek süngülerle delik deşik edildi.
Olaylara müdahale etmekte yetersiz kalan Abdülhamit’e, Meclis telgraf merkezinden isyancıların istekleri iletildi. Başkatip Ali Cevat’ı meclise gönderdi, Ali Cevat bin bir güçlükle kürsüye çıkıp kabinede isyancıların istedikleri değişikliklerin yapılacağını ve isyancıların bağışlanacağını duyurdu.

Volkan Gazetesi ve İngiltere Propogandası

Ertesi gün İngiliz yanlısı gazeteler bu vahim olayı öven başlıklarla yayınlandılar. Bu gazetelerin başında Volkan Gazetesi gelmektedir. Adeta bir iç savaş provası olan isyanın tertipçisi Volkan Gazetesi, aslında İslamcılık kisvesi altında faaliyet gösteren İngiliz propaganda makinesinin bir unsuru idi, İngiliz propogandası aşağıdaki şekilde dillendirilmekte idi :
“İngiliz Hükümetinden kuvvetli, mütefennin, her surette müterakki, hami-i insaniyet bir hükümetin mevcudiyeti hala tasavvur olunabilir mi?”[v]

Bir Şizofrenin Tahlili : Said-i Nursi Dosyası

Derviş Vahdeti, Osmanlı’nın Kıbrıs adasını İngilizlere bedavadan teslim etmesini şu sözlerle alkışlamaktadır : “İngiliz idaresi altında Kıbrıs adası adeta küçük bir İsviçre olacaktır”

İlginç değil mi, yüzyıl sonra dahi aktörler değişiyor ama söylem değişmiyor. Tek taraflı teslimiyet ile AB’ye üye olacak Kıbrıs’ın zaman içerisinde ihya olacağını yazanlar, Diyarbakır’ı BOP’un başkenti ilan edenler…
Bu coğrafyada en çok ihanet süreklilik arz etmektedir…

Mustafa Müftüoğlu’nun kitabında Derviş Vahdeti şöyle anlatılıyor: “Derviş Vahdeti haininin boynundaki ipin ucu zahiren İngiltere sefareti baş tercümanı, aslında ise Intelligence Service (İngiliz İstihbarat Servisi) azılı bir elemanı olan Fitz Maurice’in elindedir. Derviş Vahdeti'yi istediği gibi oynatan bu azılı Intelligence Service ajanı Fitz Maurice'in tabiriyle, devrin Sadrazamı Kamil Paşa 'çılgınlık derecesinde İngiliz taraftarıdır'. Derviş Vahdeti o günlerde İttihat ve Terakki tarafından pek hırpalanan bu sadrazamın müdafaasını da üzerine almıştır. 'Volkan'daki yazılarıyla menfur emelleri uğruna her hadiseyi istismar etmesini bilen bu Derviş Vahdeti adlı din ve vatan düşmanı alçak, sık sık şeriatten bahsedip dilinden düşürmediği bu şeriat sözüyle etrafındaki halkayı gün be gün genişletmiştir. Günün birinde bazı askeri birliklere çengel atarak onları safına çekmeye muvaffak olmuştur.”
Derviş Vahdeti, tıpkı Kürt Sait gibi,  İngiltere’nin bölgede beslediği binlerce ajandan sadece birisidir. Dolayısıyla kendisine yarenlik eden, Volkan gazetesindeki yazıları ve toplumu ajite etmek üzere tertiplenen eylemlerde yaptığı konuşmalar ile Said-i Kürdi yoldaşı Derviş Vahdeti’nin yolunda tipik İngiliz beslemesi ajan profiline tıpatıp uymaktadır. Kaldı ki, İngilizlerin faal oldukları güney doğu ve musul Kerkük petrol bölgesi, İngiliz ajanlarının cirit attığı, başta araplar ve kürtler olmak üzere yerli halkı merkezi otoriteye karşı isyan etmek üzere örgütlediği alanda Kürt Sait ve İngiliz faaliyetlerinin çok defa örtüştüklerine yazımızın sonraki bölümlerinde tanıklık edeceğiz. İngilizler İslam dünyasında İslam Halife’sinden çok daha fazla egemendirler, öyle ki İslam içi tarikat ve cemaat örgütlenmelerinin bir çoğu doğrudan İngiliz ajanları tarafından planlanmıştır. Konuyu merak edenler Vehhabilik akımının kurucusu İngiliz ajanı Hemper’i okuyarak araştırabilirler. Benzer şekilde Kadıyanilik, Ahmediyye gibi inanışlar da İngilizler tarafından kurulmuştur, tıpkı Nurculuk gibi..

Kıbrıs adası tek bir kurşun atmadan İngilizlerin eline geçmiştir. İngiliz yanlısı Kıbrıslı Kamil Paşa’nın finansmanı ile Vezirhan’da 14 numaralı odada yayın hayatına başlayan İttihat-ı Muhemmedi cemiyeti yayın organı Volkan gazetesi Kıbrıs’ın İngiliz eline geçişini “İngiliz idaresi altında Kıbrıs adası adeta küçük bir İsviçre olacaktır” sözleri ile alkışlamaktadır. Volkan gazetesi, Mustafa Kemal’in komutasındaki hareket ordusunun Yeşilköy’e gelmesine kadar yayın hayatını sürdürmüş, sadece 110 sayı çıkabilmiştir. 110 sayı boyunca İslamcılık kisvesi altında ITC düşmanlığı ve İngiliz şakşakçılığı yapan gazetede Said-i Kürdi’nin İngiliz politikası doğrultusunda meşrutiyet’in kaldırılmasına yönelik yazıları yayınlanmaktadır. İngiliz şakşakçılığının bir önemli nedeni de bağımsız Kürdistan hareketi  için İngilizler ile kurmuş oldukları ortaklıktır.

Cemal Paşa daha sonra kaleme alacağı anılarında  “Mahmut Şevket Paşa’nın öldürülmesinde ve İttihat Terakki’ye komplolar hazırlanmasında İngiliz elçiliği başçevirmeni (sonradan İstibarat servisi casusu olduğu anlaşılan) Fitz Maurice ile ateşe Tyrell’in parmakları olduğunu, bunun hükümet soruşturması ile kesinleştiğini ve hükümetin istemi üzerine bu kişilerin İstanbul’dan uzaklaştığını” yazmaktadır.[vi]


Hareket Ordusu İstanbul'a Yürüyor


Bir Şizofrenin Tahlili : Said-i Nursi Dosyası
31 Mart gerici ayaklanmasına ilişkin haberler Selanik’te bomba gibi patlamıştır. ITC’nin hakim olduğu Meclisi Mebusan basılmış, bir çok ilerici subay, milletvekili ve gazeteci katledilmiş, alaylı subaylar ve asker isyana sevkedilmiş, Sultan gericileri verdiği kabine listesini onaylamış ve isyancıları affettiğini ilan etmiş, kısacası imparatorluğun başkentinde ipler en başından beri planlandığı üzere İngilizlerin eline geçmiştir. Önyüzbaşı Mustafa Kemal Paşa İstanbul’a yürüyecek ordunun kurmay başkanlığına atandı ve ordunun adı Mustafa Kemal Paşa’nın önerisi ile Hareket Ordusu olarak tespit edildi.
Hareket Ordusu’nun İstanbul’a yürüyüşünden endişelenen Abdülhamit, Avusturya elçisi aracılığıyla İmparator Jozef’e başvurmakta ve kendisinin korunması karşılığında Avusturya’nın Selanik’e kadar Osmanlı topraklarını işgaline müsaade edeceğini söylemekteydi.[vii] Berlin’de ateşe militer olarak görev yapan Enver Paşa, Mustafa Kemal’den kurmay başkanlığı alarak ordunun başına geçer. 24 Nisan 1909 tarihinde İstanbul’a girmeye başlayan öncü birliklerin başında Binbaşı Enver Bey, Fethi Bey (Okyar), Kazım Bey (Karabekir), İsmet Bey (İnönü) gibi genç subaylar bulunmaktadır. 2 gün içerisinde duruma egemen olan Hareket Ordusu, sıkıyönetim ilan eder, Şeyhülislam fetvası ile Abdülhamit tahttan indirilir, veliaht Reşat efendi sultan ilan edilir. İsyanın bastırılmasından sonra askeri mahkemede yapılan yargılamalar neticesinde Derviş Vahdeti daha birkaç hafta önce söylediği nutuklar ile halkı kışkırttığı Ayasofya meydanına kurulan darağaçlarında can verir. Said-i Kürdi ise Isparta’ya sürgün edilmek sureti ile paçayı kurtarmıştır.
Kısa süre içerisinde, uyguladığı yanlış politikalar sonucu ülkeyi yıkıma sürükleyen İttihat ve Terakki Cemiyet-i imparatorluk üzerindeki siyasi etkinliğini kaybedecektir. Bu zaman zarfında sürgünde olduğu Isparta’dan memleketine dönen Said-i Kürdi, İngiliz planına uygun olarak Bağımsız Kürdistan faaliyetlerine yönelecektir.

Şimdi, burada duralım ve bir an için günümüz siyasetini düşünelim. İsimler, aktörler, taktik ve stratejiler değişebilir fakat bundan yüzyıl önce güçsüz ve çaresiz düşen Türk milletine bölücülük-dincilik-işbirlikçilik kıskacında yaşatılanlar, birebir aynı şablon üzerinden bugün de sahnelenmiyor mu? Britanya’nın Osmanlıyı parçalamak ve bu coğrafyada kendi egemenliğinde yeni bir sömürge düzeni kurmak için azınlık unsurları kışkırtması, işbirlikçi sermayenin bölücü ve gerici akımları finanse etmesi, millici güçlerin hedef alınarak aşama aşama yıpratılması, bu şablon günümüze cuk oturmuyor mu? Volkan’ın yerine Said-i Kürdi’nin uzantısı nurcu ve fetocu sermayesine yaslanan Taraf’ı koyun; bir gazete düşünün yayın hayatının ilk gününden itibaren Ergenekon-Balyoz imalatı ile Türk Silahlı Kuvvetlerine yöneltilen psikolojik harbin öncü gücü olarak sivrilsin.  Solculuk kisvesi altında ABD’nin Türkiye’yi küçülterek bölgeyi yeniden tanzim edeceği Büyük Ortadoğu Projesi’ne direnen en güçlü unsur Türk Silahlı Kuvvetlerini güçsüzleştirip bertaraf etmek amacına hizmet etsin. Bir cemaat düşünün ki, Amerikan sermayesi ile ördüğü ağlarına takılan Türk milletinin genç nesillerini kendi cumhuriyetine düşman etsin. Bir ileri demokrasi düşünün ki, bölgenin geri kalmışlığının tüm sosyal nedenlerini görmezden gelerek en ilkel hali ile Kürt ırkçılığı ile bir ve kardeş olan milleti birbirine düşman etsin, kanla alınan memleket toprağını siyaset ile bölsün.

Kemalist Cumhuriyet Mustafa Kemal ile başlamadı, O’nun temelleri bu coğrafyanın neden geri kaldığını düşünen ilk zihinlerde atıldı. Medresenin yerine Mektebi kuran II. Mahmut, maliyeyi yeniden düzenleyen Abdülmecit, Osmanlı ordusunu modernize eden, bugünkü anlamda Sayıştay ve Danıştay örgütlerini kuran Abdülaziz,  gelişmiş dünyayı daha iyi anlayabilmek için tüm Avrupa’yı baştan sona gezen, modern matbaa makinaları getirterek büyük kütüphaneler kuran, tiyatro ve operayı destekleyen, demiryolu ağları ile ulaşımı geliştiren Abdülhamit bu yönleri ile aynı zamanda modern Kemalist Cumhuriyet’in öncüleri oldular. Hiçbir fikir kendini yeşerten toprağın mayasından bağımsız olamaz. Çağdaş, refah, medeni ve barış içerisinde yaşayan bir halk hepsinin ortak dileği idi. Bu dilek yüzyıllar boyunca gerici-bölücü-işbirlikçi girişimler ile sekteye uğratıldı.

Bu milletin en zayıf noktası, kendi sinesidir. Bu yüzden en öldürücü darbeleri oradan almıştır ve alacaktır. Üç kıtada devlet olmuş bu millet, bu alçakların darbeleri ile zayıf düştü, Balkan’da, Çanakkale’de, Sarıkamış’ta, Yemen’de tükendi. Küllerinden yeniden doğan zümrüd-ü anka gibi son varlığını Anadolu’da birleştirdi, Anadolu’da tutundu, çelik oldu dağı deldi Ergenekon’dan yeniden ve yeniden çıktı ve çıkacak, Kemal’in Cumhuriyeti on yılda onbeş milyon, 70 yılda 70 milyon genç yarattı her yaştan, dört elle tutundu son vatan toprağına söküp atılmamak için.
Türk milleti, genci yaşlısı ile geçmişini bilmek, yüzyıllardır oynanan aynı oyuna karşı gece gündüz uyanık olmak zorundadır.
Hür (!) Adam Propogandası
Bir Şizofrenin Tahlili : Said-i Nursi Dosyası

Bu gün propoganda makinasının “Hür Adam” olarak ambalajlayarak zihinlere pompaladığı, aslen ne fikren ve ne de cismen hür olmak bir kenara, aksine batı emperyalizminin maşası ve ajanı olan maskeli alçakları doğru tanımak ve kendinden sonra gelecek nesillere de doğru tanıtmak yurttaşlık görevimizdir. Bu görevimizi sürdürmeye devam edeceğiz. Yarın Kürt Sait isimli tescilli şizofren hain’in Müstakil Kürdistan için yürüttüğü faaliyetlerini ve Anadolu’da Milli Mücadele’ye katılımı engellemek uğruna sürdürdüğü yoğun çabalarını okuyacaksınız.

[i] Celile Celil, Jıyana Rewşenbiri u Siyasi ya Kurdan, s.79
[ii] Kuran, Ahmet Bedevi: Osmanlı İmparatorluğunda ve Türkiye Cumhuriyeti’nde İnkılap Hareketleri s.484
[iii] İnönü’nün Anıları: Ulus Gazetesi – 19.03.1968
[iv] Feroz, Ahmad : İttihat ve Terakki’nin Dış Politikası
[v] Mustafa Müftüoğlu : Yalan Söyleyen Tarih Utansın
[vi] Cemal Paşa Hatıralar : s.112
[vii] Şahsuvaroğlu, Haluk : 31 Mart Vakası. Resimli tarih mecmuası sayı 29 s.1458

kaynak

Bir Şizofrenin Tahlili : Said-i Nursi Dosyası 3. Bölüm


“Ey Asuriler ve Kiyyanilerin cihangirlik zamanında, onların öncüleri ve kahraman askerleri olan arslan Kürtler! Beşyüz yıldır yattınız. Yeter artık. Uyanınız. Sabahtır. Yoksa vahşet ve gaflet sizi vahşet sahrasında yağma edecektir..”

3. Said-i Kürdi’nin Bağımsız Kürdistan Mücadelesi için örgütlü çalışmaları:
Kürt Sait namı diğer Bediüzzaman Molla Said yaşamı boyunca kurulan hemen hemen bütün Kürt davası güden yapılanmaların içerisinde aktif olarak yer almış siyasal, kültürel ve yardım faaliyetleri yürütmüştür.
a. Kürdistan Azmi Kavi Cemiyeti :
Saidi Nursi, Kürdistan Azmi Kavi Cemiyetinin arzusu üzerine mahalli Kürt kıyafeti ile, boynunda dürbün, belinde tabanca ve kama, ayağında lapçin ve başında poşu olduğu halde İstanbul’a gelmiş ve büyük bir cüretle Padişaha cemiyetin “Sait” imzası altında yazdığı ve esası kürtçe öğretim yapacak okullar açmaya dayanan dilekçeyi Padişaha sunmuştur. Saidi Nursi bu hareketi neticesinde tımarhaneyi boylamıştır. Sait daha sonra affedilip memleketine yollanmıştır.
b. Şark ve Kürdistan Gazetesi :
Şark ve Kurdistan, 1908′de yayın hayatına başladı. İstanbul’da haftada iki kez çıkarılan 4 sayfalık gazetenin tüm yazıları Arapça harflerle Türkçe’ydi. Kaç sayı çıktığı bilinmeyen gazetede ağırlıklı olarak Kürdistan’ın durumu, Bosna Hersek ve Hersek Kürtleri ile ilgili yazılar yer alıyordu. Gazetenin sorumlusu Hersekli Ahmet Şerif, başyazarı ise Malatyalı Bedri’ydi. Molla Said-i Kurdî’nin de yazarları arasında bulunduğu gazetenin ilk sayısında Said-i Kürdi (Nursi) Abdülhamid’e şöyle sesleniyordu:

“Şu medeniyet dünyasında ve bu ilerleme ve yarış çağında diğer arkadaşları gibi Kürtlerin de ilerlemeye ayak uydurabilmesi için hükümetin yardımı ile Kürdistan’ın kasaba ve köylerindeki mekteplerin kurulmuş olması memnuniyetle görülmekte ise de bu mekteplerden Türkçe’yi az da olsa öğrenmiş olan çocuklar ancak yararlanabilmektedir. Türkçe’yi bilmeyen Kürt çocukları ise, medreselerde okutulan ilimleri terakki etmenin biricik kaynağı olarak bilmektedirler. Yeni açılan bu mekteplerdeki öğretmenlerin mahalli dili (Kürtçe) bilmemeleri dolayısıyla bu çocukları eğitim ve öğretimden mahrum bırakmaktadır. Bu ise vahşete, karışıklığa, dolayısıyla batının gürültü ve patırtı çıkarmasına sebep oluyor. Aynı zamanda halkın devamlı olarak vahşet ve taklitte yerinde sayması, sürekli olarak vehim ve şüphelerin etkisi altında kalmalarına sebep oluyor. Eskiden her yönden Kürtlerden geri olanlar bugün onların hala yerinde saymalarından dolayı çeşitli şekillerde istifade etmektedirler. Bu ise, biraz olsun hamiyet duygusu taşıyanları düşündürür. Bu üç nokta, Kürtler için gelecekte korkunç bir darbe hazırlıyor gibi ileri görüşlü olan kimseleri yaralamıştır. Bunun çaresi, örnek olacak şekilde bu konuda teşvik ve rağbete öncülük yapması için Kürdistan’ın farklı yerlerinde yeni medreselerin açılması ve bir kısım medreselerin de canlandırılması, Kürdistan’ın maddi ve manevi olarak geleceğinin garanti edilmesi açısından önemlidir.”

c. Kürt Teavün ve Terakki Cemiyeti :

Kürt Teavün ve Terakki Cemiyeti, 19 Eylül 1908 tarihinde Şeyh Abdülkadir ve Prens Emin Bedirhan tarafından İstanbul-Vezneciler’de kuruldu. Farklı politik görüşleri birleştiren dernek çok sayıda üyeye sahip oldu. Derneğin programı şöyleydi: Okullar açmak, Kürtleri idarî ve yargı görevlerine atamak, Kürtçe dilini resmi dil olarak kabul ettirmek, Kürdistan’ın muhtelif şehirlerinde üniversiteler açmak, anadilde siyasi gazete ve dergiler çıkarmak, mecliste Kürt temsilcilerinin de sürekli olark bulunmasını sağlamak, Kürdistan’da ekonomiyi canlandırmak. Dernek, 9 Kasım 1908′de İstanbul’da “Kürd Teavün ve Terakki Cemiyeti” adıyla bir gazete çıkardı. Gazete,haftalık ve sekiz sayfa olarak yayımlandı. Ancak dokuz ay yayımlanabildi. Kültür ve eğitim içerikli makaleler gazetede önemli yer işgal ediyordu. Dikkat çeken makalelerin yazarları Said-i Kürdi (Said-i Nursi), İsmail Hakkı Babanzade ve Kürt ulusal hareketinin diğer etkili düşünürleriydi. Dernek bünyesinde görevi okul açmak ve Kürtçe kitaplar basmak olan “Kürt Neşri Maarif” derneği kuruldu.

"Ey Kürt Milleti! Biliniz ki bizim vazgeçilmez üç temel cevherimiz(değerimiz) vardır. Biri, dinimiz; biri milliyetimiz ve diğeri de insanlığımızdır. Buna karşı üç te düşmanımız vardır. Birisi cehalet. Diğeri fakirlik, üçüncüsü ihtilaftır. Bu düşmanlarımıza karşı üç elmas kılıcımız vardır. İlk önemli ve güçlü kılıcımız eğitimdir. İkincisi, san'at ve üçüncüsü ise milli (Kürdistan) birliktir.” [i] - Said-i Kürdi

Said-i Nursi’nin öngörüsü doğrultusunda Kürt Teavün ve Terakki Cemiyeti Kürtlerin üç büyük aşireti (Bedirhani, Şemdiranzade, Babanzade) bir araya getirerek Kürdistan'daki bölünmüşlüğü ortadan kaldırmayı önemli ölçüde başarmıştır. Derneğin sadece Bitlis şubesinin üye sayısı 80.000 kişi olarak kaydedilmektedir. Cemiyet anayasaya aykırı çalışmaları nedeniyle İttihat ve Terakki tarafından kapatılmışsa da çalışmalar sonraları gizlice ve başka isimler altında sürdürülmüştür.

Kürt Teavün ve Terrakki Cemiyeti’nin “vasıta-i neşr-i efkarı” olan “Kürt Teavün ve Terakki Gazetesi”nin ilk sayısında Said-i Kürdi baş makale yazarı olarak yeralmaktadır.
d. Eğitim ve Kürtlerin Birliği Gazetesi :

Haftalık ve kürtçe olarak yayınlanan Marifet Ve İttiha-i Ekrad Gazetesi (Ekrad Osmanlıca Kürtler demektir)Said-i Kürdi’nin doğrudan kendisinin yayınladığı bir gazete. 2008 yılında Osmanlı arşivlerinde yapılan bir çalışmada Said-i Kürdi’nin projesi olan bu gazete gün yüzüne çıkmıştır. [ii]

e. Kürt Neşr-i Maarif Cemiyeti
Bu cemiyeti, aralarında Bedirhanzade Emin Ali Bey, Mithat Bey, Kamil Bey, Bediüzzaman Said Bey, Dr.Abdullah Cevdet’in bulunduğu İstanbul’daki Kürt aydınları kurmuştu. Bu cemiyetin kuruluşu Jin dergisinin 7. Sayısında şu şekilde duyurulmuştu:
“Kürt dili, tarihi ve coğrafyası ile ekonomi ve sosyoloJîne ilişkin incelemelerde ve yayında bulunmak ve Kürdler arasında çağdaş bilimleri yaygınlaştırmak üzere, Kürt Tamim-i Neşr-i Maarif Cemiyeti adıyla bir bilim derneğinin kurulması hakkındaki hazırlıklar son bulmuştur.”
Cemiyet tarafından İstanbul’da bir okul açıkarak müdürlüğüne Kürdizade Ahmet Ramiz getirilir. [iii]


f. Kürdistan Teali Cemiyeti
Kürdistan Teali Cemiyeti 17 Kanun-i Evvel 1334 (17 Aralık 1918)’ de kurulmuştur. Kuruluş amacı bağımsız bir kürt devleti kurulmasıdır. Bu cemiyetin, İngiliz devlet yetkilileri ve Hürriyet ve İtilaf Fırkası ile ilişkileri bulunmaktaydı. Mustafa Kemal Atatürk cemiyetin amacının, yabancı devletlerin himayesinde bağımsız bir Kürt devleti kurmak olduğunu belirtmiştir. Cemiyet hem İstanbul Hükümeti hem de İngilizler ile işbirliği içinde İngiliz çıkarları ile örtüşen ayaklanmalara önayak olmuş ve Milli Kurtuluş mücadelemizi baltalamak için İngiliz desteği ile faaliyetler yürütmüştür.

“Kürdistan Teali Cemiyeti’nin dört kurucusundan birisi Bediüzzaman Molla Said’dir.. Diğerleri de Seyid Abdulkadir, Emin Ali Bedirhan Bey, Babanzade Hikmet Bey.” [iv]
Zinar Silopi’ye göre cemiyetin kurucuları Bediüzzaman Molla Said, Mikisli Hamza be Motkili Halil Hayali Bey’lerdir. Bu üç kişi cemiyetin kuruluşundan sonra cemiyete üye kaydetmeye başlamıştır.
Said-i Kürdi’nin ceiyet üyesi olduğu Diyarbakır’da Şark İstiklal Mahkemesi’nin 1925’teki yargılama sırasında da belirtilir. Yine 19 Mayıs 1925 tarihli “Vakit” gazetesinde yeralan İstiklal Mahkemesi açıklamalarına göre Said-i Kürdi, Kürdistan Teali Cemiyetinin “üç numrolu azasıdır”
Seyid Abdülkadir Diyarbakır’da, Şark İstiklal Mahkemesi’ndeki ifadesinde, Said-i Kürdi ve diğer bazı kişilerle “Kürdistan emareti ihdas için mükavele akdettiklerini, sefarethanelere giderek Kürdistan muhtariyeti için muhtıra verdiklerini” söylemiştir. Kürdistan'ın kurulması için çabalayan bu örgütün başkanı olan Seyit Abdülkadir, Emin Ali Bedirhan, Said-i Nursi ve Mehmet Şükrü Sekban İstanbul'daki Amerikan, İngiliz ve Fransız komiserliklerini ziyaret ederek Kürdistan projesiyle ilgili görüşmeler yaptılar. Said-i Kürdi Kürdistan'ın dış dünya ile irtibatının sağlanabilmesi için bir denizle kıyısı olması gerektiği düşüncesindeydi.
Kıbrıs’ın İngiltere’ye teslimini alkışlayan, işgal kuvvetleri komiserliklerini dolaşarak Kürdistan’a bağımsızlık isteyen zihniyetin günümüzdeki uzantısı Fethullah Gülen bakın yaklaşık 90 yıl sonra aynı tavrı nasıl sergiliyor:
“Tahkikat nedeniyle biri FBI’dan, diğeri Dışişleri Bakanlığı’ndan iki genç insan geldi. Geldiklerinde ‘fikirlerinden de istifade edelim’ diye bir kaç soru sordular. Bana samimi olarak şunu sordular: ‘Siz Irak’ta Amerikalıların nasıl tasarrufta bulunmasını istersiniz? İşgalden sonra Irak’ta nasıl bir irade makul olur?’ Dedim ki: ‘İşgal olmuş, siz ne derseniz deyin, halk bu meseleye işgal diyor. Benim fikrimi soruyorsanız Irak’ta öyle bir demokrasi kurun ki, Türkiye’den ileri olsun. Türkiye’ye imrenmesinler, Müslümanlara öyle müsamahalı davranın ki İran’a imrenmesinler” (Zaman, Nuriye Akman, 26.03.2004)
İşgale son verin deme cesaretini gösteremeyen Fethullah Gülen ve onun akıl hocası işgal kuvvetinden muhtariyet dilenen Said-i Kürdi.. Bu coğrafyada en çok ihanet vardır ve süreklilik arz etmektedir…
Kürdistan Teali’nin bir diğer marifeti de milli kurtuluş mücadelesini baltalamak olmuştur. Cemiyet Peyam-ı Sabah gazetesinde yayınladığı bildiri ile Kuva-yı Milliye'nin bolşevik fikirlere sahip yurtsuz serseriler olduğunu duyurmuştur.
Amiral de Robbeck ile Sadrazam Damat Ferit Paşa’nın ortak planı bağımsız bir Kürt devleti kurmak için Kürtleri Mustafa Kemal’e karşı kullanmaktı. Cemiyet başkanı Âyan'dan Seyit Abdülkadir de Boghos Nubar Paşa ile anlaştıklarını İngiliz Yüksek Komiserliği Danışmanı Hohler ile görüşmesinde anlatır. Ancak Abdülkadir, İngilizlerden kendilerine sunulandan daha fazlasını istemektedir. Bu uğurda Mustafa Kemal'i yoketme hareketine yardım edeceklerini açıklar.[v]
“Kürdistan Türkiye'den tamamen ayrılıp bağımsız olmalıdır. Ermeniler ile Kürtlerin çıkarlarını bağdaştırabiliriz. İstanbul'daki Kürt Klübü Başkanı Seyit Abdülkadir ve Paris'teki Kürt delegesi Şerif Paşa hizmetimizdedir” Amiral John de Robbeck, İngiliz Yüksek Komiseri, 26 Mart 1920, İstanbulSivas Kongresi'nin dağıtılması ve Mustafa Kemal Paşa'nın ortadan kaldırılması girişimine Cemiyet'in karıştığına dair kanıtlar yayınlanmıştır.
1920 sonlarında bu cemiyete üye Kürtçü Aleviler Sivas'ın doğusunda Koç kırı ayaklanmasını başlatmışlardır. 1925 yılında Türkiye'nin Musul'u almak için hamle yaptığı sırada Şeyh Said'in başlattığı isyan da Kürdistan Teali Cemiyeti'nin desteği ile planlanmıştı.
Kürt Bağımsızlık Komitesi (1923)
1923′te (cumhuriyetin ilan senesinde) Seyit Abdulkadir, Hesenanlı Halit, Hacı Musa, eski milletvekillerinden Yusuf Ziya ve ailelerinden müteşekkil olmak üzere gizli bir komite teşkil edildi. Bu komitenin de gayesi, Kürdistan’ın bağımsızlığını sağlamaktı. Komiteye Yusuf Ziya aracılığı ile Hınıs’ta oturan Şeyh Sait ve ailesi alınmıştı.”[vi]
“…Örgütün ilk kongresi1924′te yapıldı. Kongrede bulunan Nakşibendi şeyhi Şêx Seîd, Xalid Beg’in hısmıydı ve Diyarbakır’ın kuzeydoğusundaki Zaza Kürtler arasında epey bir etkinliği vardı. Bundan dolayı (Hamidiye) milisleri komutanlarını bağımsız bir Kürdistan için ikna etti.
Kongreden iki önemli karar çıktı:
1- Kürdistan’da genel bir ayaklanma başlatılacak ve bunu bağımsızlık ilanı izleyecekti. Ayaklanma bütün ayrıntılarıyla planlanacak ve bu iş uzun zaman alacağından, katılanlar, kendilerinden beklenen görevlerle ilgili olarak tam bilgilendirilecekti.
2- Harekete gerekli dış destek, İngiliz, Fransız ve Ruslar’dan sağlanmaya çalışılacaktı.”[vii]
Genç eski milletvekili Hamdi Bey, yapılan temasları ve Said-i Nursi -Halit Bey görüşmesini İçişleri Bakanlığına gönderdiği 24 Eylül 1924 tarihli şifreli yazı ile bildiyordu:
“Molla Saidi Kürdi diye bilinen kişi İstanbul’dan bulunan Kürt Cemiyeti’nce kararlaştırıldığı üzere Kürdistan adıyla özerk bir devlet kurmak için Erzurum’a gelerek Varto Aşiret Reisi Miralay Kürt Halit Bey’le, sonra da Oğnut bucağından geçerken Aşiret Reisi Binbaşı Baba ile görüşerek…”[viii]
Alınan kararlar gereğince harekete destek sağlamak amacıyla Bolveşikler, İngilizler ve Fransızlarla ilişkiler kurulmuştu. Bolveşiklerin yanıtı olumsuzdur. [ix]
Şeyh Sait İsyanı ve Said-i Kürdi
Kürt Bağımsızlık Komitesi'nin çalışmaları açığa çıkarıldıktan sonra, örgütün önde gelen yöneticilerinin çoğu tutuklanır. Şeyh Said'e bağlı kişilerin Diyarbakır'ın Eğil nahiyesine bağlı Piran köyünde arama yapan bir jandarma müfrezesiyle çatışmaya girmeleri (13 Şubat 1925), kısa sürede genişleyecek yaygın bir ayaklanmanın kıvılcımını oluşturur. 7 Mart'ta Şeyh Said'in emrindeki 5000 kişilik bir kuvvet Diyarbakır'a saldırır, 26 Mart tarihinde Türk ordusu isyanı bastırarak Şeyh Sait ve birlikte hareket eden bazı aşiret reislerini ele geçirir. Diyarbakır'daki Şark İstiklal Mahkemesi Şeyh Said ve 47 ayaklanma yöneticisi hakkında da ölüm cezası verir, cezalar, başta Şeyh Said olmak üzere, ertesi gün infaz edilir.
Bediüzzaman Molla Said, dava arkadaşı Şeyh Said’in önderlik ettiği isyana katılmamış ya da katılamamıştır. Buna gerekçe olarak o sıralarda Van’da mağarada olmasını göstermektedir.

Dava dergisinde Hesenan Aşireti ağalarından olup Malazgirt’in Azo Köyü’nde ikamet eden Hacı Muro isminde maruf olan bir zat’ın şöyle dediği belirtilir :
“Merhum Şeyh Said efendi bir mektup yazarak bana verdi. ‘Bu mektubu Van’a giderek Bediüzzaman’a takdim edeceksin’ dedi. Bu emir üzerine ben Van’a gittim. Horhor mağarasına vardım. Şeyh efendinin mektubunu takdim ettim. Üstad mektubu tazimle karşıladı. Okudu ve ayağa kalkarak başının üzerine koydu ve bana şifahen şöyle buyurdu: ‘Şeyh Efendiye selam ve hürmetlerimi bildirirsin, kendisine gönülden bağlı olduğumu ve yakında kendilerine iştirak edeceğimi söylersin’ dedi.”[x]
Bediüzzaman Said’i Kürdi, Şeyh Sait İsyanına neden katılamadığını şu şekilde izah etmektedir:
“Kardeşim Şeyh Sait kıyama başladığı vakit Van’da mağarada idim. Kendisine bir mektup yolladım, mektubumun cevabını alamadan duydum ki kardeşim Şeyh Sait yakalanmıştır. Düşündüm ki mağaradan çıksam bile faydam olamazdı, sonra beni mağaradan yakalayıp sürgüne gönderdiler. Altı yıl süre ile dizlerime vurarak esef çekip memleketimizde fiili olarak yapılan mukaddes cihaddan mahrum kaldım”[xi]
Şeyh Sait kardeşinin kıyamına katılamayan Bediüzzaman bu kaybı bakın nasıl telafi etmektedir:
“Daha sonra bana denildi ki, kardeşin Şeyh Said üzerine küfr-i mutlak karşısında silahla cihad etmek vacip oldu. O silahı ile küfr-i mutlak karşısında cihad etti. Küfr-i mutlakı kaldırdı. Cühl-i mutlak kaldı. Cühl-i mutlakı kaldırmak için kalemimle cihad etmek de senin üzerine vacip oldu. Ben de cühl-i mutlak karşısında kalemimle cihad ettim.”[xii]
Aynı sözleri Şeyh Sait’in torunlarından Abdülmelik Fırat Şeyh Sait’in kendisine 1954 yılında şöyle söylediğini anlatmaktadır:
“Ben birader-i a’zamım, ekremim Şeyh Sait Efendi’nin hayfını (öcünü) alacağım, aldım.”[xiii]
Bediüzzaman Said-i Kürdi, “ Eğer bize zulmedilse ve Risale-i Nur’a hücum edilse, Şeyh Said ve Menemen hadisesi gibi yarım kalmaz” sözleri ile Cumhuriyet idaresine göz dağı vermektedir.
Şeyh Sait travmasını derinden yaşayan Said-i Kürdi süratle güçlenen milli hükümete karşı silahlı direnişin sonuç vermeyeceğini anlamıştır. Bu aşamadan sonra Bağımsız Kürdistan ereğini ve Şeyh Sait Kardeşinin intikamını almak için yeni stratejisini uygulamaya koyacaktır: Kalem ile Cihad!..
Kürtlük mücadelesini dolaylı olarak sürdürmenin yeni ve uzun vadeli stratejisi ideolojik taarruza tabi tutulacak Türklük bilincini zayıflatmak ve yok etmek olacaktır. Bu nedenle Said-i Kürdi’nin yaşamında yeni bir safha açılacak, en başta ismi Said-i Nursi olarak değiştirilecek, bir yandan o güne kadarki yapıtlarından Kürtlük ile ilgili söylemler traşlanırken diğer yandan artık Türk milletini de kucaklayan ümmetçi söylemler ön plana çıkarılacaktır, ümmetçilik milliyetçilik belasının(!) pan zehiri gibi sunulacaktır. Artık İngiliz hegamonyası yerini Amerikan emperyalizmine terketmekte, CHP’yi ilk seçimde deviren Demokrat Parti iktidarının popülist söylemleri yeni Sait için uzun süredir beklediği fırsatları sunacaktır.
Yıllar sonra Musa Anter Said-i Nursi’ye şu soruyu soracaktır:
“Muhterem hocam, çocukluğumdan beri duyduğum ve tüm Kürtlere sempatik gelen adınız Melaye Said-i Kürdi idi. Şimdi de her gün Türkler sizi oradan oraya sürüyor, hapsediyor, mahkemelerde süründürüyor ama siz hala Türkleri cennete götürme çabası içerisindesiniz; bu nasıl iştir… ben anlamadım”
Said-i Nursi’nin cevabı kısa ve nettir:
“Kure min, hin zaro yi, tu nizani ez çi dikim. Bixwine ulm hin be.” Oğlum dünkü çocuksun, ne yaptığımı bilmiyorsun. Oku, ilim öğren…
Ne yaptığı ve ne yapmak istediği adeta sır edilmiştir. Kur’an’ı değil, Kur’an ile kendini yücelten manasız ve rabıtasız risalelerle büyülenen Türk milletinin genç nesilleri, Demokrat Parti ve ABD yeşil kuşak politikalarının maddi ve manevi destek ortamında boğucu cemaat yapıları içerisinde kadrolaştırılacak; Türk Devleti’nin cepheden teslim alınamayan varlığı bu kadrolar aracılığı ile zaman içerisinde yavaş yavaş ele geçirilecekti. Ne yaptığını gayet iyi bilen Said-i Nursi’nin geçmişin sandıklarında mühürlediği ve günü gelince açılacak bu sırrını sadece gören gözler bilecektir…

Said-i Kürdi’nin Kürt milli birliğini sağlamak için seslenişleri
Said-i Kürdi yazılarında Kürtler şu şekilde seslenmektedir : "Ey umum Ekrad!(Ey Bütün Kürtler!)Gözünüzü açınız, sabah geldi. Ve müteyakkız (uyanık) olunuz. Sizin ihtilaf (ayrılık) ve vahşetinizden (medenileşememenizden, sosyalleşememenizden) efkâr-ı faside (kötü fikir) sahibi istifade etmesin. Bu şanlı olan ittihad-ı milleti (Kürt milli birliği) fena bir hastalığa hedef etmesinler.”
Said-i Kürdi’ye göre "Eskiden beri her bir vechile Ekrad'ın (Kürtlerin) madûnunda (gerisinde, altında) bulunanlar, bugün onların hâl-i tevakkufta (duraklama halinde olmalarından) kalmalarından istifade ediyorlar. Bu ise ehl-i hami­yeti (gayret sahibi kimseleri) düşündürüyor. Ve bu ...(durum), Kürdler için müstakbelde (gelecekte) bir darbe-i müdhişe (müthiş bir darbe) hazırlıyor gibi ehl-i basireti (bu durumu görenleri) dağdar (yüreğini yakmıştır) etmiştir.”[xiv]
Yine, Kürtlerin aralarındaki ayrılıkları bir tarafa bırakarak niçin milli birlik kurmaları gerektiğini eserlerinin çeşitli yerlerinde şöyle izah etmektedir;
“Kuvvetinizi toplayıp namus-u milliyenizi muhafaza etmenizin tek yolu, milliyet bilincine sahip olmanızdır. Bu bilinçle milliyetinizden oluşan ortak değerleriniz için bir havuz yapın ve maddi manevi milli gelirlerinizi bu milliyet havuzunda toplayın. Havuzun suyunun boşa akmasına eğitim ile mani olup İslami faziletlerle de bu havuza akacak yeni suyolları açın”
Kürt aşiretlerine yazdığı Münazarat kitabında Kürdistan’ın milli birliğinin kurulması üzerine şunları söylemektedir: “Kürt halkı! Milliyet fikrini rehber edinin, eğitim ve insaniyeti elinize alın. Bu yüzden milliyet fikri her ferdi bir millet kadar kıymettar yapar. Milleti için himmet eden ve çalışan tek başına bir millettir. Kimin himmeti yalnız kendi nefsine ve şahsına ise o insan değildir. Bu yüzden insan fıtraten medenidir. Hemcinsi ve ırkdaşı için düşünmeye mecburdur. Toplum yaşamı sayesinde kendi şahsi yaşamı sürer. milliyet fikri ile, bir milletin fertleri bir aile gibi birbirine şirindir. Onların her ferdini bir insan kadar değil, bir ulus kadar büyük eder.”[xv]
Kürtlüğün haysiyet ve namusunu korumak vazifesini de üzerine alan Said-i Kürdi suçlu olarak ilan ettiği hükümete karşı Kürtlerin Arnavutlar gibi yiğit ve kahram olmasını istemektedir: “Ey Kürt halkı! Her yerden hücum eden medeniyete karşı, siz vahşetinizi koruyamazsınız. Bu vahşet söylemimden dolayı darılmayın. Bunu başta kendim için söylüyorum. Hem de suç hükümetindir. İstediğim şey Kürtlüğün haysiyet ve namusunu korumaktır. Hürriyet ve adaleti isteyip ona hizmette, Arnavutlar gibi yiğit ve kahraman olun.”


[i] Şark ve Kürdistan Gazetesi Sayı 1
[ii] BEDİÜZZAMAN'LA ALAKALI BAŞBAKANLIK OSMANLI ARŞİVİ- ARCHIVE DOCUMENTS ON B. SAID NURSI. DH. MKT 2730/76-14/M/ 1327 Bâb-ı Âlî Nezâret-i Celîle-i Dâhiliye İdâre-i Matbuât Aded: 1498
[iii] Zinar Silopi, s.26, Kürt Sorunu, Altan Tan
[iv] Göldaş, Ismail, Kürdistan Teâli Cemiyeti, Doz Yayınları, 2. Baskı, Aralık 1991-İstanbul. sf:70
[v] Milli Mücadele Tarihi, 1. Cilt. “Lord Curzon, Türk direnmesini kırmakta Kürtçülüğün kullanılmasını düşünmüştür. Bu aynı zamanda Sadrazam Damat Ferit'in de fikridir.”
[vi] Bulut, Faik, Devletin Gözüyle Türkiye’de Kürt İsyanları, Yön Yayıncılık, Birinci Baskı, 1991, s. 12-13
[vii] Bruinessen Martin van, Ağa, Şeyh ve Devlet: Kürdistan’ın Sosyal ve Politik Örgütlenmesi, Öz-Ge Yayınları, s. 348-349
[viii] Mumcu, Uğur, (12-13-14-15-35-38-45) Kürt-İslam Ayaklanması (1919-1925), Tekin Yayınevi, Ikinci Baskı, Ankara-1991, s. 39-40-45-46-48-54-55-66
[ix] Tahsin Sever – 1925 Kürt Bağımsızlık Hareketlerinin Yapısı ve Hedefleri
[x] Dava dergisi, sayı 8, s.22
[xi] Şeyh Said’in oğullarından Ali Rıza ve Selahaddin’in 1960 Ankara’da Said-i Nursi ile yaptıkları görüşmeden
[xii] Şeyh Said kıyamının bilinmeyen yönleri, s.4-5
[xiii] Girişim dergisi, no 47, s.22
[xiv] İctimai Dersler, s.570
[xv] Nursi, Bediüzzaman Said. İçtimai Dersler s. 60 İki Mekteb-in Musibetin Şehadetnamesi. Hatime bölümü.

kaynak

0 yorum:

Yorum Gönder