18 Ocak 2011 Salı

Ertuğrul Günay Mehdi Mi?

Kamuoyu onu daha çok meşhur transfer hikâyesinden sonra tanıdı. Ancak Günay, özellikle Türkiye’deki Sosyal Demokrat hareket içinde iyi tanınır ve iyi bilinir. Çok genç yaşlardan itibaren yıldızı parlayan, Ordu’da 26 yaşındayken ana kademe il başkanlığı yapan ve 70’lı yıllarda Ecevit’le başlayan CHP içindeki gençleşme ve demokratik sol atılım içinde önder kadroda yer alan bir isimdi Ertuğrul Günay.
Ertuğrul Günay, 1992 yılında CHP yeniden açıldığında partinin ikinci adamı olarak rol almıştı. CHP’nin yeni Genel Sekreteriydi. Ama süreç hiç de onun “hak ettiği değeri(!)” kendisine veren bir biçimde gelişemedi. SHP’den CHP’nin kuruluşuna geçen süreçte Günay, mutlu olamadı ve 95 yılındaki CHP-SHP bütünleşmesi sırasında partiden istifa etti, DSP’ye geçti. DSP’de de barınamayınca ve Deniz Baykal 1999 seçimlerinden sonra Genel Başkanlıktan istifa edince, CHP’nin Genel Başkanlığına aday oluverdi.
Genel Başkan adayları arasında Altan Öymen (ki kongre Öymen’i Genel Başkanlığa seçti), Hasan Fehmi Güneş, Murat Karayalçın ve Sefa Sirmen de vardı. Kongrede ilk tur oylamada Günay 190 oy aldı. Aldığı oylar seçilmesine yetmedi ancak, partide önemli bir yeri olduğunu da gösterdi. Günay, yaklaşık 2 yıl sonra 30 Haziran 2001’de yeniden Genel Başkanlığa aday oldu, bu sefer yarıştığı kişi Deniz Baykal’dı. Baykal 732, Günay 380 oy aldı. Sonrasında hep, müzmin Baykal muhalifi olarak partide bir çatlak ses olmaya devam etti. Bir ara, Mehmet Bekâroğlu ile “Müslüman-Sol” bir parti kuracakları basına yansıdı. Kuramadılar. Bekâroğlu siyasi hayatına Saadet Partisinde devam etti… Ama Günay…
Günay, CHP kimliğini üzerinde taşırken, AKP’ye yönelik ağır eleştirilerde bulunmuştu. 2007 seçimleri öncesi, hazır Ertuğrul Günay Müslüman-Sol bir parti kurma hazırlığı içindeyken, “bakanlık” karşılığında AKP’ye katıldı. Bu çoğu sol-sosyal demokrat seçmen üzerinde bir şok etkisi yarattı. Ama iz sürmeyi bilenler için bu hiç de şaşırtıcı olmadı… Şimdi sürecin psikolojik çözümlemesine geçebiliriz.

Kendini Mehdi İlan Etmede Paranoyak Bir Yön Her Zaman Vardır!
Paranoid bozuklukların en belirgin özelliği, kendilerini önemli görme ihtiyacıyla ortaya çıkar. Bir başka deyişle halk dilinde paranoyak olarak tarif ettiğimiz insanlar, kendileri için yaşadıkları değersizlik algısını, kendi önemlerini abartarak telafi etmeye yönelirler. Bu anlamda, kendisini önemli hissetme, kendisini değersiz hissetmenin panzehiri olarak karşımıza çıkar. Gerçek algısını tamamen yitirmiş olan bazı Paranoid bozukluk gösteren bireyler, kendilerini Atatürk, Napolyon, İsa sanarlar ya da tarihteki çok önemli kişilerin yakınları, akrabaları veya oğulları-kızları zannedebilirler.
Bugün siyaset sahnesinde yer edinmiş bazı isimlerin bu tür rahatsızlıklara saplandıkları gözlemlenmiştir, kimilerinin bu rahatsızlık nedeniyle tedavi edildiklerini de biliyoruz. Öte tarafta Adnan Oktar gibi cemaat-tarikat liderlerinin kimi de bu rahatsızlık nedeniyle tedavi altına alınmışlardır. Son dönemlerde gündeme gelen Said-i Kürdi de hiç kuşkusuz Paranoid bozukluğu yaşayan tarihsel karakterlerden biridir.
Bu kendini önemli hissetme hastalığı, özellikle din eksenli birkaç diyalog etrafında rahatlıkla şekillenebiliyor. Bazı tarikat liderleri, liderliklerini bir yalan üzerine oturtuyorlar, gece rüyalarında peygamberi görmüş olmanın, dindar insanlar üzerinde çok etkili olabileceğini bilen hastalar, bu rüyayı ya gerçekten görüyorlar, ya gördüklerine inanıyorlar ya da yalan söyleyerek kendilerine biat edilmesi için bu süreci yapılandırıyorlar.
Öfke kontrolü zor olanlarda, şüphe dozu kabul edilebilir sınırlar dışında olanlarda, yakın çevresinde dost-sırdaş diyebileceğimiz hemen hiç kimsenin olmadığı, yalnızlaşmış, olur olmaz ağlayan-gülen, beden imajında sürekli bir kaygı hali belirtileri olan, dengesiz konuşma tonuna sahip olan kimi önplanda kişilerde bu bozukluğun olduğu varsayılabilir. Hemen hemen hepsi, kendi düşüncelerinin çok önemli olması nedeniyle “hedef” ilan edildiğini etrafındakilere benimsetmeye çalışırlar. İnandırıcı olduklarına sıkça rastlanır. Çevrelerinde bir kendilerine inanan bir grup oluşturabilirler. Bazı durumlarda oluşan grup içi algı, daima toplumun genelinin algısından sapan bir hal alır. Kimi durumlarda da, bu grubun algısı, toplumun algısına hakim gelir ve çılgınca bir süreç işlemeye başlar.
Bu tarif ettiğimiz durumu en iyi Hitler Almanya’sı anlatır. Hitler’in kullandığı dil, kendini ve ait olduğu etnik kimliği yücelten ve aşırı önemseyen bir dildir. Bu dil tam da, Almanların tarihsel olarak kendisini en değersiz hissettiği bir anda ve Hitler’in de kişisel olarak en “biçare” olduğu bir anda etkileyici oluvermiştir. Bir başka deyişle çökkün-depresif bir ruh haline karşı bir ilaç etkisi göstermiştir kullanılan ırkçı dil!
Öte tarafta bu işe verilebilecek en güzel örneklerden biri de Papaz Rasputin’dir. Rasputin anti-sosyal bir kişiliktir ve sapkın bir tarikatın en keskin diline sahiptir. Rus Çarı ve Çariçesini etkileyen sıra dışı bir işe imza atmıştır: Çarlığın yeni doğan varisini tamamen hipnotik biçimde iyileştirmiş ve vazgeçilmez olmuştur. En kötü durumda gelen bir çıkış yoludur o, kutsal bir vahiy gibidir…
Ve tabi, belki uzun zamanlar boyunca kendisini bir hiç olarak algılayan, tecrid edilen iki önemli isim de kendi kendisini mehdi ilan etmişti; biri Mezarcı diğeri Ağca… Hiç kuşku yok bu kendini aşırı önemseyen halin, eleştirisel düşünebilme yeteneğini kaybetmiş insanlarda, aşırı disiplin ve korku eğitimiyle çok yakından ilişkisi vardır… Bir başka deyişle otoriter eğilimler ve korku kültürüyle çocuk büyütmek, topluma birer manyak yetiştirmekten başka bir işe yaramaz.
Sayın Turizm Bakanımıza Geri Dönelim
Yukarıda da siyasi geçmişini kısaca özetlediğimiz Ertuğrul Günay, bugün turizmden ve kültürden sorumlu bakanımız. CHP ve ortanın solunda yer alan partilerdeki gel gitleri kısmen kabul edilebilir. Birçok isim 1980’den sonra SHP-CHP-DSP arasında yer değiştirdi. Bu üç partide zaten 80 öncesi CHP’nin birer ürününden başka bir şey değildi.
Bugün Günay’ın konumunda olup da onun yaptığına benzer bir u dönüşü yapmış bir başka siyasetçi yok. Elbette ki soldan sağa kaymış birçok isim var ama bunların hiç biri Günay’ın konumunda değil. CHP, Türkiye’de hiçbir siyasi partiye benzemez, hatta CHP bir siyasi partiden daha fazlasıdır her zaman, CHP bir kültür, CHP bir yaşam biçimidir. Dünya’da CHP gibi özellikleri olan bir başka parti yoktur. İşte işin en can acıtan noktası da budur: Böyle bir partinin Genel Başkanlığına aday olmak, kurultay delegelerinin ciddi bir kısmı tarafından buna layık görünmek aslında siyasi onur ötesi ve makam ötesi bir payedir zaten. Kendisinin utanmazlığı bir yana, partiye yaşattığı hayal kırıklığını artık kimse tamir edemeyecektir. Çünkü bu tür insanlar için hayat, boş duran bir koltuktan ibarettir.
Günay’ın istediği, mikrofonların kendisine tutulması, Ordu’ya indiğinde onu Vali’nin karşılaması, tv programlarında görüşü sorulan bir otorite, belki ödül vermeye çağrılan bir makam, ve olursa yaptıkları nedeniyle ödüllendirilecek başarılı bir siyasetçi… Düşünün eğer, bir insan için erdem ve ahlak önemli olsa, bunlara kim tenezzül eder!
Ertuğrul Günay, aday olduğunda kendisini yeter çoğunlukla Genel Başkan seçmeyen CHP’yi, onun en karşıtı olan AKP’ye geçerek cezalandırma yoluna gitmiştir. Öyle görülüyor ki, Günay’ın AKP ile olan ilişkisinin tek nedeni, CHP’nin ona kendince hissettiği “değeri” vermemiş olmasından başka bir şey değildir.
Günay’ın ve AKP’nin bir araya gelmesi, tencere kapak hikayesine anlatan en güzel örnektir.
Hayatın her alanında, hemen yanı başınızda ve belki de aynaya baktığımızda gördüğümüz bir şeydir bu, “hak ettiğimiz değeri” göremediğimiz… Kimi insanlar bunu içten bir acı olarak hisseder ve bu acıyı telafi etmenin sonsuz bir arayışı içine girerler. Medya’da tanık olduğunuz bu özelliklere sahip birçok insan sayabilirsiniz. Bir yerde dikiş tutturamayanları da vardır içlerinde, çok başarılı olanları da… Eğer gördüğünüz, oradan oraya savrulan, 40 yıldır söylediklerinin tersini yapan bir kişiyse, o kişiden mutlak şüphelenin… Muhtemeldir ki o bir narsistir, muhtemeldir ki o iç çelişkilerinden kurtulamamış ve huzura ermek için, insanların-kitlelerin yapay saygısını görebileceği makamlara ihtiyaç duymaktadır… Bu söylediklerimiz onlar için bir kuraldır; hayatın ilkesi kendilerini teşhir etmektir, ahlak ve tutarlılık onlar için hiç bir şey ifade etmez…
Sudaki Görüntüsüne Bakıp Boğulmak…
Günay, bir dil sürçmesiyle (ya da bilinç-altı bir sürçmeyle mi desek) “Hz. Muhammed’e dedim ki” dedi… Mehdi skalasında henüz kaçıncı basamakta bilemiyoruz, ama bu işlerin aşama aşama olgunlaştığı bir gerçek.
Dikkat diyoruz, dikkat!

Hatay DEVRİM

0 yorum:

Yorum Gönder