28 Ocak 2011 Cuma

İSRAİL DÜĞMEYE BASTI, TUNUS, MISIR, YEMEN… PEKİ YA TÜRKİYE…


Shov Tv siyaset meydanında, İsrail Planı’nı açıkladığımız zaman, yer, gök sarsılır sanmıştık ama olmadı, yer de sarsılmadı gök de…
Kurt Kapanı’nda “İsrail’in Ortadoğu’yu Parçalama Planı”nın Türkçe tercümesini koyup da yayımladığımızda, bu bizim aydın dediğimiz insanlar, uzmanlar, yazarlar ortalığı alt üst eder sandık ama o da olmadı, Türkiye’de her şey alışageldiği gibi sürüp gitti, kimse dönüp İsrail’e bakmadı…
İşte Orta Doğu karışmaya başladı, önce Tunus, ardından Mısır, şimdi de Yemen… Nedir bu, ne oluyor, bir halk devrimi mi yoksa diye sakın düşünmeyin, sormayın, bir cevap aramayın, çünkü her şey açık ve İsrail düğmeye bastı… Neyin düğmesine bastı İsrail? Orta Doğu’yu “etnik köken ve dini mezhep” temelinde ayrıştırma, parçalama planının düğmesine. Nedir bu? Hep anlatmaya çalıştık, yine anlatacağız, bıkmadan usanmadan anlatacağız, çünkü bu planın içinde Türkiye’de var. Ve hala iddia ediyoruz, elimizde kanıtı var, şimdi yeniden açıklayacağız; MÜSLÜMAN AKP’NİN İZLEDİĞİ SİYASET BİREBİR YAHUDİ SİYASETİDİR!
Bakınız, önemli bir tespittir bu, BİREBİR diyoruz, Birebir YAHUDİ SİYASETİ! Neden mi, alın işte İsrail’in Planı…
Yazan Oded Yinon (tercümesi ve önsözü yazan Israel Shahak2)…
“1980’lerde İsrail için bir Strateji1”
Bu plan 26 sayfadır, www.erdalsarizeybek.com.tr sitesinde tamamı yayımlanmıştır. Biz, bizi ilgilendiren kısımlarını aşağıdadır…

Israel Shahak, 13 Haziran , 1982;

“ İsrail stratejik düşüncesinde, tüm Arap devletlerinin daha küçük parçalara bölünmesi hep tekrar tekrar görülen bir kavramdır. Örnek vermek gerekirse, Ze’ev Schiff, Ha’aretz’in askeri muhabiri (ve muhtemelen bu konuda İsrail’de en çok bilgiye sahip kişi), bir yazısında Irak’ta İsrail için olabilecek en iyi şeyin:” Irak’ın Şii ve Sünni devletler ve Kürt tarafının ayrılması” (Ha’aretz 6/2/1982) olacağını yazmıştır. Aslında planın bu yüzü oldukça eskidir…”
Oded Yınon: Bir taraftan petrol zengini olan ancak diğer taraftan parçalanmış bir ülke olan Irak’ın İsrail’in hedeflerine aday olması garantidir. Bizim için Irak’ın feshi, Suriye’nin feshinden bile daha önemlidir. Irak Suriye’den daha güçlüdür. Kısa vadede İsrail’in en büyük tehdidi Irak’ın gücüdür. Bir Irak-İran savaşı Irak’ı parçalayacak ve bize karşı geniş bir cephede çatışma organize etmesine imkan vermeden çökmesine sebep olacaktır. Araplar arasındaki her türlü çatışma kısa vadede bize yardımcı olur ve Suriye ve Lübnan’da olduğu gibi önemli bir hedef olan Irak’ın parçalanması için yolu kısaltır. Osmanlı döneminde Suriye’de olduğu gibi Irak’ta da etnik/dini bazda bölgelere bölünme mümkündür. Üç büyük şehir etrafında üç (veya daha fazla) eyalet var olacaktır: Basra, Bağdat ve Musul ve güneydeki Şii bölgeler Sünni ve Kürt kuzeyden ayrılacaktır. Mevcut İran-Irak çatışmasının kutuplaşmayı derinleştirmesi olasıdır.
Yazarın Notu: Demokrasi getireceğim vaadi ile Irak’ı işgal eden ABD, 1.5 milyon Müslüman’ı öldürmüş ve Irak’ı parçalamıştır. Nasıl? Kürt-Arap, Şii-Sünni. Günümüzde de Şii ve Sünniler arasında nerdeyse bir iç savaş başlatmıştır. Bu parçalama planı, sizin de okuduğunuz gibi, 1982’de, Dünya Siyonist Dergisi Kivunim’de yayımlandığı gibi, birebir uygulanmıştır.

İŞTE İSRAİL’İN HEDEFİNDEKİ ÜLKELER…
MISIR NASIL PARÇALANACAK
Oded Yınon: Mısır birçok otorite merkezine bölünmüş ve parçalanmıştır. Eğer Mısır parçalanırsa, Libya, Sudan ve hatta daha uzaktaki devletler mevcut şekilleri ile varlıklarını sürdüremez ve Mısır’ın çözülmesi ile birlikte onlar da çöküşe katılır. Mısır’ın yukarı bölümünde Hıristiyan Kıpti bir devlet ile birlikte merkezi bir hükümet olmadan bölgesel güçleri ile bir kaç zayıf devlet düşüncesi tarihi gelişimin anahtarıdır ve barış anlaşması ile sekteye uğramış olsa bile uzun vadede kaçınılmazdır.
LÜBNAN’IN DURUMU
Oded Yınon: Batı cephesi yüzeyde daha problematik gözükse de aslında manşet olan olayların çoğunun son zamanlarda meydana geldiği Doğu cephesinden daha az karmaşıktır. Lübnan’ın beş bölgeye bölünmesi Mısır, Suriye ve Irak da dahil olmak üzere tüm Arap dünyası için bir başlangıçtır ve aslında Arap yarımadası şimdiden bu yolda ilerlemektedir. Suriye ve daha sonra Irak’ın feshi ve Lübnan’da olduğu gibi etnik ve dini bölgelere ayrılması İsrail’in uzun vadede Doğu cephesindeki bir numaralı hedefidir ve bunun için kısa vadede bu devletlerin askeri gücünün feshi ana hedeftir.

SURİYE SIRADA

Oded Yınon: Suriye etnik ve dini yapısına istinaden tıpkı bugün Lübnan’da olduğu gibi birkaç eyalete bölünecek ve kıyıda Şii-Alevi bir eyalet, Halep bölgesinde Sünni bir eyalet, Şam’da Kuzey komşusuna düşman olan bir diğer Sünni eyalet olacak ve Dürziler de belki bize ait olan Golan’da, mutlaka Havran’da Kuzey Ürdün’de başka eyaletler kuracaklardır. Bu gelişmeler uzun vadede barış ve güvenlik için garantör olacaktır ve bu hedef bugün bile erişebileceğimiz bir noktadadır.14
Arap yarımadasının tamamı iç ve dış baskılar sebebiyle çözülmeye adaydır ve özellikle Suudi Arabistan’da bu sonuç kaçınılmazdır. Petrole dayalı ekonomik gücünün baki kalması veya uzun vadede azalmasından bağımsız olarak, iç ayrışmalar ve kırılmalar mevcut politik yapının doğal ve açık bir sonucu olarak ortaya çıkacaktır.
PEKİ YA ÜRDÜN?
Oded Yınon: Ürdün kısa vadede stratejik bir hedeftir, uzun vadede ise değildir zira feshinden ve Kral Hüseyin’in uzun hükümranlığının bitmesi ve kısa vadede yönetimin Filistinlilere geçmesinden sonra gerçek bir tehdit.
Mevcut yapısı ile Ürdün’ün uzun süre var olması ihtimal dahilinde değildir ve İsrail’in hem barışta hem savaşta sürdüreceği politika mevcut rejim esnasında Ürdün’ün tasfiyesi ve yönetimin Filistinli çoğunluğa devri yönünde olmalıdır. Irmağın doğusundaki rejimi değiştirmek aynı zamanda Ürdün’ün batısında yoğun bir Arap nüfusu olan bölgelerdeki problemin de hallolmasına sebep olacaktır. Savaşta ya da barış koşulları altında, bölgelerden dışarıya göç verilmesi ve ekonomik demografik durgunluk ırmağın iki yakasındaki gelecek olan değişimin garantisi olacaktır ve yakın gelecekte bu sürecin hızlanması için aktif olarak çalışmalıyız.
Otonomi planı ve bölgesel taviz ve bölünmeler de reddedilmelidir zira Filistin Kurtuluş Örgütü ve İsrail Arap’larının kendi planları olan 1980 yılındaki Shefa’amr planı göz önünde bulundurulduğunda, mevcut durumda iki ulusu ayırmadan, Arap’ları Ürdün’e ve Yahudi’leri ırmağın batısındaki bölgelere ayırmadan bu ülkede yaşamaya devam etmek mümkün değildir. Bölgede gerçek manada bir arada varoluş ve barış, ancak Arap’lar, Ürdün’le deniz arasındaki bölge Yahudi’ler tarafından yönetilmediği sürece var olamayacaklarını ve güvence altında olamayacaklarını anladıklarında gerçekleşecektir. Kendilerine ait bir ulus ve güvenlik sadece Ürdün’de onların olacaktır. 17
NEDEN?
Oded Yınon: 1980’lere gelindiğinde İsrail devleti, içeride ve dışarıda, yeri, amaçları ve ulusal hedefleri konusunda yeni bir perspektife ihtiyaç duymaktadır. Bu ihtiyaç ülkenin, bölgenin ve dünyanın içinden geçmekte olduğu bazı merkezi gelişmelerden dolayı daha da önemli bir hale gelmiştir. Bugün insanlık tarihinde yeni bir çağın ilk aşamalarını yaşamaktayız, bu tarih daha önceki tarihe hiç benzememektedir ve özellikleri de bugüne kadar bildiklerimizden tamamen farklıdır.
Bu yüzden bir taraftan bu tarihi dönemi meydana getiren merkezi gelişmeleri anlamamız ve öte taraftan bu yeni duruma uygun bir dünya bakışı ve operasyonel bir stratejiye ihtiyacımız bulunmaktadır. Yahudi devletinin varlığı, refahı ve sebatı, içişleri ve dışişlerinde yeni bir çerçeveye adapte olmasına bağlı olacaktır…
Topluma dair önemli kavramlar, özellikle Batı’ya ait kavramlar, politik, askeri ve ekonomik gelişmeler sebebi ile değişmektedir. Dolayısıyla, SSCB’nin nükleer ve konvansiyonel gücü , daha evvelki çağlarda gerçekleşen dünya savaşlarının kıyasla bir çocuk oyunu kalacağı çok boyutlu bir küresel savaşta dünyamızın büyük bir bölümünü yerle bir edecek destanın gerçekleşeceği çağı şekillendirmektedir.
Nükleer ve konvansiyonel silahların gücü, miktarı, hassasiyetleri ve kaliteleri bir kaç yıl içinde dünyamızın çoğunu alt üst edebilecek güçtedir ve buna karşı durabilmek için İsrail olarak kendimizi konumlandırmamız gerekmektedir. Bu Batı dünyasının ve bizim varoluşumuza karşı ana tehdittir. Dünya kaynakları, petrolde Arap tekeli ve Batı dünyasının ihtiyaç duyduğu hammaddelerin çoğunu üçüncü dünya ülkelerinden ithal etmesi ihtiyacı için olacak savaşlar dünyamızı şekillendirmektedir, SSCB’nin önemli hedeflerinden birinin Basra Körfezindeki devasa kaynakların ve dünya madenlerinin çoğunun bulunduğu Güney Afrika’nın kontrolünü ele geçirmek suretiyle Batı dünyasını alt etmek olduğu düşünüldüğünde, gelecekte karşımıza çıkacak küresel yüzleşmeleri tahmin etmek zor değildir.
Gorshkov doktrini okyanusların ve üçüncü dünyanın cevherce zengin alanlarının kontrolünü önermektedir. Bu doktrinle birlikte, Batı’nın askeri gücünün yok edileceği ve sakinlerinin Marxism-Leninizm’in hizmetinde köle yapılacakları nükleer bir savaşı yönetmenin, kazanmanın ve sonrasında var olmanın mümkün olduğunu savunan güncel Sovyet nükleer doktrini, dünya barışı ve kendi varoluşumuzun önündeki en büyük tehdittir.

1967’den beri, Sovyetler Clausewitz’in atasözünü “ Savaş, siyasetin nükleer araçlarla sürdürülmesidir” olarak değiştirmişler ve bu sözü tüm politikalarının yönlendirilmesinde şiar edinmişlerdir. Günümüzde şu anda bile bölgemizde ve dünyada bu hedeflerini uygulamaktadırlar ve ülkemizin ve dünyanın geri kalanının güvenlik politikalarında, bunlara karşı koymak önemli bir kısım haline gelmektedir. Bu bizim en önemli dış sorunumuzdur.

Bu sebeple Arap Müslüman dünyası, her gün büyüyen askeri gücü ile İsrail için ana tehdit unsuru olmasına rağmen, 1980’lerde karşı karşıya kalacağımız en büyük stratejik problem olmayacaktır. Lübnan’da, Arap olmayan Iran’da ve bugünlerde Suriye’de dahi inanılmaz derecede kendi kendilerine zarar veren etnik azınlıkları, fraksiyonları ve iç krizleri ile bu dünya, temel problemleri ile başarılı bir şekilde başa çıkmakta başarısızdır ve dolayısı ile uzun vadede Israil devletine bir tehdit oluşturmamaktadır, sadece kısa vadede büyük askeri gücü çok önemlidir.
Uzun vadede, bu dünya mevcut çerçevede etrafımızdaki bölgelerde gerçek büyük değişimler uygulanmaz ise var olamayacaktır. Müslüman Arap dünyası yabancılar tarafından sakinlerinin istek ve talepleri göz önüne alınmadan yapılmış geçici bir kağıttan kule gibidir (1920’lerde Fransa ve İngiltere tarafından), Gelişigüzel bir şekilde hepsi azınlıkların ve birbirine düşman olan etnik grupların kombinasyonundan oluşan 19 bölgeye bölünmüştür bu sayede günümüzde tüm Arap Müslüman devletler etnik sosyal çöküş içerisindedir ve bir kısmında şimdiden iç savaş başlamıştır. Arapların çoğunluğu, 170 milyondan 118 milyonu, çoğunlukla Afrika’da ve özellikle Mısır’da yaşamaktadır. (bugün itibariyle 45 milyon).
Mısır dışında, tüm Mağrip devletler Araplar ve Arap olmayan Berberilerin karışımından oluşmaktadır. Cezayir’de Kabile dağlarında şu anda bile ülkedeki iki ulus arasında iç savaş devam etmektedir. Fas ve Cezayir kendi içlerinde yaşadıkları kargaşanın dışında, İspanyol Sahrası için birbirleri ile savaş halindedir.
Militan İslam Tunus’un bütünlüğünü tehdit etmektedir ve Kaddafi seyrek nüfusa sahip ve güçlü bir ulusu olamayacak bir ülkeden Arap bakış açısına göre yıkıcı olan savaşlar organize etmektedir. Bu sebeple daha hakiki olan Mısır ve Suriye gibi ülkelerle geçmişte birleşmeye çalışmıştır. Bugün Arap Müslüman dünyasındaki en parçalanmış ülke olan Sudan birbirlerine düşman olan 4 gruptan oluşmaktadır, Arap olmayan Afrikalı, putperestler ve Hıristiyanlardan oluşan çoğunluğu yöneten Arap Müslüman Sünni azınlık. Mısır’da Sünni Müslüman çoğunluk yukarı Mısır’da baskın olan sayıları 7 milyona yakın olan büyük bir Hıristiyan azınlıkla karşı karşıyadır, Sedat 8 Mayıs tarihinde yaptığı konuşmada, bunların Mısır’da “ikinci” bir Hıristiyan Lübnan’a benzer bir devlet kuracaklarından endişe ettiğini söylemiştir.
İsrail’in doğusundaki tüm Arap devletleri Mağrip’teki devletlerden bile daha fazla iç çatışmalar yüzünden parçalanmaktadır. Suriye temelde Lübnan’dan çok farklı değildir sadece güçlü bir askeri rejim tarafından idare ediliyor olması farkını taşır. Ancak bugünlerde Sünni çoğunluk ve yönetimdeki Şii Alevi azınlık (nüfusun sadece %12’si) arasında yaşanan gerçek iç savaş içerdeki problemlerin göstergesidir.
IRAK
Irak bir kere daha çoğunluğun Şii ve yönetimdeki azınlığın Sünni olmasına rağmen özünde komşularından hiç farklı değildir, Nüfusun %65’i politik konularda söz sahibi değildir, %20’lik elit bir zümre tüm gücü ellerinde tutmaktadır. Buna ek olarak Kuzey’de büyük bir Kürt azınlık vardır ve yönetimdeki rejimin kuvveti, ordu ve petrol gelirleri olmasa idi, Irak’ın gelecekteki durumu Lübnan’ın geçmişteki ve Suriye’nin bugünkü durumundan hiç de farklı olmazdı. İç çatışmanın tohumları ve iç savaş özellikle Irak’ta Şii’lerin doğal liderleri olarak kabul edilen Humeyni’nin İran’da başa geçmesinden sonra daha bugünden kendini belli etmektedir.
ARAP ÜLKELERİ
Körfez ve Suudi Arabistan’daki dengeler içinde sadece petrol olan bir kumdan ev üstüne inşa edilmiştir. Kuveyt’te, Kuveytliler nüfusun sadece %25’ini oluşturmaktadır. Bahreyn’de Şii’ler çoğunluktadır ancak güç onlarda değildir. Birleşik Arap Emirlikleri’nde Şii’ler yine çoğunlukta olmasına rağmen Sünni’ler yönetimdedir. Amman ve Kuzey Yemen içinde aynı şey geçerlidir. Marxist Güney Yemen’de bile önemli bir miktarda Şii azınlık bulunmaktadır. Suudi Arabistan’da nüfusun yarısı yabancıdır, Mısır ve Yemenlidir ama Suudi bir Azınlık gücü elinde tutmaktadır.

ÜRDÜN

Ürdün aslında Trans-Ürdünlü Bedevi bir azınlık tarafından yönetilen Filistinlidir, ancak ordunun çoğunluğu ve kuşkusuz bürokrasi şu anda Filistinlidir. Aslında Amman en az Nablus kadar Filistinlidir. Bütün bu ülkelerin göreceli olarak güçlü orduları vardır. Fakat aslında bu durum da bir problem yaratmaktadır. Suriye ordusu bugün çoğunlukla Sünni’dir ancak subaylar Alevi’dir, Irak ordusu Sünni kumandanlara sahip Şii bir ordudur. Bu uzun vadede çok önemlidir ve bu sebeple uzun süre ordunun sadakatini korumak mümkün olamayacaktır. Sadece tek ortak payda olan İsrail’e olan düşmanlıkları konusunda anlaşabilirler ve bugünlerde bu bile yeterli değildir.
TÜRKİYE-İRAN
Arap’lar gibi, bölünmüş olsalar da diğer Müslüman devletler de benzer bir durumla karşı karşıyadırlar. Iran nüfusunun yarısı Farsça konuşan bir gruptan oluşur ve diğer yarısı da etnik olarak Türk bir gruptur. Türkiye’nin nüfusu Türk Sünni Müslüman bir çoğunluk (%50 civarı) ve iki büyük azınlıktan oluşur, 12 milyon Şii Alevi ve 6 milyon Sünni Kürt. Afganistan’da 5 milyon Şii nüfusun üçte birini oluşturur. Sünni Pakistan’da 15 milyon Şii devletin varlığını tehdit etmektedir.
Fas’tan Hindistan’a ve Somali’den Türkiye’ye uzanan ulusal etnik azınlık resmi, istikrarın yokluğuna ve tüm bölgenin hızlı bir şekilde dejenere olmasına işaret eder. Bu tablo ekonomik tabloya eklendiğinde tüm bölgenin nasıl ciddi problemlere karşı koyamayacak kağıttan bir kule şeklinde inşa edildiğini görebiliriz.
LÜBNAN
Bu dev bölünmüş dünyada bir kaç varlıklı grup ve büyükçoğunlukta fakir insan vardır. Arap’ların çoğunun ortalama yıllık geliri 300 Dolar’dır. Mısır’da da durum aynıdır, Libya hariç Mağrip ülkelerinin çoğunda ve Irak’ta da. Lübnan parçalanmıştır ve ekonomisi de parçalanmaktadır. Devlette merkezi bir güç yoktur sadece 5 fiili egemen otorite vardır ( kuzeyde Suriye tarafından desteklenen ve Franjieh aşireti tarafından yönetilen Hıristiyan bölge, doğuda Suriye tarafından işgal edilmiş bölge, merkezde Phalangistler tarafından kontrol edilen Hıristiyan kuşatma bölgesi, güneyde ve Litani ırmağına kadar Filistin Kurtuluş Örgütü tarafından kontrol edilen Filistin bölgesi ve Binbaşı Haddad’a ait Hıristiyan bölge ve yarım milyon Şii).
SURİYE
Suriye çok daha vahim bir durumdadır ve ileride Libya ile birleşmesinden sonra alacağı yardım bile varoluşun basit problemleri ile başa çıkması ve büyük bir ordunun idamesi için yeterli olamayacaktır.
MISIR
Mısır en kötü durumda olan ülkedir; milyonlar açlık sınırındadır, işgücünün yarısı işsizdir ve dünyanın en kalabalık nüfüsuna sahip bu bölgede konut çok seyrektir. Ordu dışında verimli olarak çalışan bir bölüm yoktur vedevlet sürekli iflas halindedir ve barıştan bu yana verilen Amerikan yardımına muhtaçtır. 6
SUUDİLER VE ANALİZİ
Körfez devletlerinde, Suudi Arabistan, Libya ve Mısır’da paranın ve petrolün birikimi çok fazladır ama bundan faydalanan küçük elit bir zümredir. Bu zümre geniş tabanlı bir destek ve kendine güvene sahip değildir ve bunlar hiç bir ordu tarafından garanti edilemez. 7 Bütün ekipmanları ile Suudi ordusu rejimi içte veya dıştaki gerçek tehlikelerden koruyamaz ve Mekke’de 1980’de yaşananlar bunun küçük bir örneğidir. Israil’i çevreleyen üzüntülü ve fırtınalı bir durum mevcuttur ve bu İsrail için problemler oluşturmaktadır. Problemler ve riskler vardır ama aynı zamanda 1967’den bu yana ilk defa çok büyük fırsatlar oluşmuştur. İhtimaldir ki 1967’de kaçırılan fırsatlar 1980’lerde bugün dahi tahayyül edemeyeceğimiz boyutlarda yakalanabilir.
İSRAİL’İN ARAP SİYASETİNİN ANALİZİ
Bu “barış” politikası ve Amerikanlılara bağımlı olarak bölgelerin geri verilmesi, yeni fırsatın gerçekleştirilmesine engeldir. 1967’den bu yana tüm İsrail hükümetleri bir taraftan ulusal hedeflerimizi dar politik ihtiyaçlara doğru daraltmışlar diğer taraftan ise anavatandaki yıkıcı fikirler hem içeride hem dışarıdaki kapasitelerimizi nötralize etmiştir. Girmek zorunda bırakıldığımız bir savaş esnasında elde edilen yeni bölgelerdeki Arap nüfusuna yönelik adımlar atılmasındaki başarısızlık İsrail tarafından 6 gün savaşından sonraki sabahta yapılmış en önemli stratejik hatadır.
O tarihten bu yana yaşanan tüm acı ve tehlikeli ihtilaflardan, Ürdün ırmağının batısında yaşayan Filistinlilere Ürdün’ü vermiş olsaydık, kendimizi kurtarabilirdik. Bunu yapsaydık bugünlerde yaşadığımız Filistin problemini nötralize etmiş olurduk. Bu probleme yönelik bulduğumuz bölgesel özveriler veya aslında aynı kapıya çıkan otonomi gibi çözümler aslında çözüm değildirler. Günümüzde durumu tamamen başka bir hale dönüştürmek için önümüzde büyük fırsatlar vardır ve bunu önümüzdeki 10 yılda gerçekleştirmeliyiz aksi takdirde bir devlet olarak hayatta kalmamız mümkün olmayacaktır.
1980’lerde İsrail devleti bu yeniçağın getireceği küresel ve bölgesel zorluklara karşı koyabilmek için içerde politik ve ekonomik rejimde ve aynı zamanda uluslararası politikasında da radikal değişiklikler yapmak zorunda kalacaktır.
Süveyş kanalı petrol bölgelerinin kaybedilmesi, Sina yarımadasında bulunan ve jeomorfolojik olarak bölgenin zengin petrol üretici ülkeleri ile eş olan petrol, gaz ve diğer doğal kaynakların muazzam potansiyeli, yakın gelecekte bir enerji kaybına yol açacak ve ekonomimizi tahrip edecektir; şu anki gayrisafi milli hâsılamızın dörtte biri ve bütçemizin üçte biri petrol alımında kullanılmaktadır. Negev’de ve sahil bölgesinde hammadde arayışları yakın gelecekte bu durumda bir değişiklik yaratabilecek gibi görünmemektedir.
Mevcut ve potansiyel kaynakları sebebiyle, Sina yarımadasının geri alınması, bu sebeple politik bir önceliğimizdir ancak bu önceliğimiz Camp David ve barış anlaşmaları tarafından engellenmektedir. Bu konudaki hata mevcut İsrail hükümetine ve bölgesel taviz politikasına giden yolu açan hükümetlere yani 1967’den bu yana kurulan Alignment hükümetlerine aittir.
Sina’nin geri verilmesinden sonra Mısır’lılar barış anlaşmasını sürdürmek zorunda olmayacaklar ve destek ve askeri yardım almak için Arap dünyası ve SSCB tarafına geçmek için ellerinden geleni yapacaklardır. Amerikan yardımı barış koşulları gereği sadece kısa bir süre için garanti edilmiştir ve Amerika’nın hem içte hem dışta zayıflaması yapılan yardımda azalma getirecektir. Petrol ve ona bağlı gelir olmadan mevcut muazzam masraflarla 1982’yi bitirmemiz mümkün değildir ve durumu Sina yarımadasında Sedat’ın ziyaretinden ve Mart 1979’da kendisi ile imzalanan hatalı barış anlaşmasından önceki statükoya döndürmek için bir girişimde bulunmamız gerekecektir.10
İsrail’in bu sinsi tuzağının ana hatları budur. Plan; Müslüman coğrafyanın etnik-dini temelde ayrıştırılıp parçalanması esasına dayanmaktadır. Erdoğan Siyaseti, bu plandan haberdar değil midir? Elbette haberdardır, hiç bilmese, işte biz anlatıyoruz. Peki, bu planı yok etmek ya da İsrail’in bu siyasetini etkisiz hale getirmek için ne yapılmalıdır? En başta Türk-Kürt, Alevi-Sünni diye ayrıştırmanın ortadan kaldırılarak Türk milletinin yekvücut halinde birleştirilmesi gerekir.
Peki, Erdoğan siyaseti bunu yapıyor mu? Hayır.
Peki, o zaman bu Erdoğan siyaseti, bu AKP siyaseti kime hizmet ediyor? İsrail’e, bu açık ve net.
Peki şimdi sıra kimde, yani İsrail’in hedefinde kim var? Bütün Müslüman Arap coğrafyası; Ürdün, Arabistan, Suriye, hepsi sırasını bekliyor şu an. Tunus, Mısır kaynıyor…
Peki ya Türkiye?
AKP siyaseti eğer ki tek başına iktidar olursa, Allah korusun, Anayasa değiştirilerek bu ayrıştırma ve parçalama işlemi yavaş yavaş, alıştırılarak yapılacaktır, çünkü bu siyasetin ardında İsrail var.
Bunlarda da anlaşırlarsa eğer, PKK tüm gücüyle AKP’yi destekleyecek ve tek başına iktidar olabilmesi için elinden geleni yapacaktır. Gerekirse PKK adaylarını AKP’den gösterip Doğu’daki tüm oyların AKP’ye verilmesi için de çalışabilir.
AKP siyaseti, şu an PKK siyasetiyle ittifak kurmuş olup, ufak tefek noktalardaki anlaşmazlıklarını çözmeye çalışıyorlar. Anlaşamadıkları en önemli konu; İmralı’nın serbest bırakılması, terörü yöneten kadronun Irak’tan getirilip, af edilip Doğu’daki yönetimin başına geçmesi gibi.
Eğer anlaşamazlara, bu da bir ihtimal, PKK halkı sokağa döküp ülkeyi kaosa sürüklemeye çalışacaktır. Amacı, halk isyanı süsü verip yabancı güçlerin( ABD-AB,NATO gibi) ülkemize gelmesine çalışacaktır.
Her iki ihtimal de Türkiye için felaket senaryosudur.
Bu felaketten kurtulmanın tek yolu, bu AKP siyasetini değiştirmek ve milli(ulusal) bir siyaseti iktidar yapmaktır. Bu amaçla da hepimizin çok çalışması gerekmektedir, hem de pek çok…

Erdal Sarızeybek

0 yorum:

Yorum Gönder