21 Ocak 2011 Cuma

NASIL “İLERİ DEMOKRASİ” BU?


Demokrasi, özgürlük demektir. Eşitlik demektir. Ulusal egemenlik demektir. Halkın kendi kendisini yönetmesi, söz hakkının olması demektir.
Peki, bunların hangisi vardır bugün ülkemizde?
Herkes düşüncesini dilediği gibi söyleyebiliyor mu? Konuşabiliyor mu? Yazabiliyor mu? İktidarı dilediği gibi eleştirebiliyor mu?
Yargı bağımsız mı? Yargıçlar, savcılar özgür iradeleri ile karar verebiliyorlar mı? Herkes eşit, özgür, tarafsız bir ortamda yargılanabiliyor mu?
Maden üretimi için Orman katliamı yapan orman bakanlarını, ihaleye fesat karıştıran ve hayali ihracat oyunları ile devleti dolandıran maliye bakanlarını, Mecliste dosyası bulunan milletvekillerini yargıç huzuruna çıkarabiliyor muyuz?
BOP projesi eşbaşkanlığı görevini üstlenerek ülkesini bölmeye çalışanlardan; iki sayfa, dokuz maddelik gizli anlaşmalarla ülkesinin geleceğini, yönetimini, iradesini ABD emperyalizminin emrine sunanlardan Türk adaleti ve ulusu hesap sorabiliyor mu?
Dünyanın hangi ileri demokrasisinde iktidarın emrine girmeyen, girmek istemeyen yargıçlar, savcılar dama taşı gibi yerlerinden oynatılıp, oradan oraya sürükleniyor?
Dünyanın hangi ileri demokrasisinde, seçim zamanı, herkesin gözünün içine baka baka, kömür dağıtılarak, nohut dağıtılarak, evlere buzdolabı, çamaşır makinesi verilerek, sadaka ekonomisi ile oy satın alınıyor?
Hukukun, adaletin, eleştirinin düşünce özgürlüğünün bulunmadığı bir ülkede bırakalım “ileri demokrasi”den söz etmeyi, “geri demokrasi”den bile söz edilemez.
Bir ülkede işçilerin en doğal hakkı olan sendikalı olma hakkı ellerinden alınıyor, sendikaya girmek isteyenler sokağa atılıyorsa, o ülkede demokrasi vardır diyebilir miyiz?
Dünyanın hangi ileri demokrasisinde sendikaya girmek isteyen bir işçinin işine son verilmektedir?
Paşabahçe Devlet Hastanesinde çalışan Türkan Albayrak, sendikalı olmak, emeğinin karşılığını almak istediği için işinden atıldı. 118 gün boyunca hastane bahçesinde kurduğu çadırda hakkını aradı. Açlık grevi yaptı. Soğuk demedi, yokluk demedi, yoksulluk demedi, direndi. Sonunda mahkeme, ortada bir “haksız durum” bulunduğunu saptayarak, onu işine iade etti.
Böyle bir demokrasinin neresi “ileri”dir? Bu nasıl bir “ileri demokrasi”dir ki insanlar sendikalı olup hak arama savaşına girmek istedikleri zaman işinden, gücünden ediliyorlar. Sendikalı olmak suç mudur? Örgütlü olmak suç mudur?
İktidar bugün, halkın örgütlü, bilinçli gücünden öcüden korkar gibi korkuyor. Yığınları örgütsüz, savunmasız, aç biilaç, yardıma muhtaç bir durumda bırakmak istiyor. Çünkü sadaka ekonomisiyle uyutup, kendisine kul köle yapacağı, bir koyun sürüsü, bir oy deposu gerekli ona. Özgür, örgütlü, aydın vatandaşlar işine gelmiyor.
Örgütlü işçiler, hak arayan öğrenciler, öğretmenler, memurlar, emekliler ezilmeli, susturulmalı. Tehlike büyümeden önlenmeli. Yılanın başı küçükken ezilmeli…
Eleştiri yapan, kirli çamaşırları ortaya döken yurtsever gazeteciler, yazarlar, bilim adamları hapse atılmalı. Atatürk diyen, tam bağımsızlık diyen, laiklik diyen aydınlar esir alınmalı. Ama yüzlerce insanın katili Hizbullah serbest bırakılmalı. Dağdan inen hainler davullarla zurnalarla karşılanmalı. Ayaklarına seyyar mahkemeler gönderilerek, özgür kalmaları sağlanmalı…
İşte AKP’nin anladığı “ileri demokrasi” budur. Onun uygulamaya çalıştığı, öve öve bitiremediği demokrasi bu demokrasidir. Bu demokrasi korku, baskı, tehdit, bölme, cemaat demokrasisidir.
Aslında, şeriatçıların, imamların, aşiret reislerinin, yani Ortaçağ kalıntılarının baş olduğu bir ülkede demokrasinin varlığını tartışmak bile “abesle iştigal etmek”, yani boş işlerle uğraşmak demektir.
Yurdumuzda Okul müdürleri, kız öğrenci ile erkek öğrenci arasındaki diyalogu ve arkadaşlığı santimle ölçüyorlar artık. “Kız oğlandan, oğlan kızdan 45 cm uzakta duracak” diyorlar. Türkiye Cumhuriyeti tarihinin hangi döneminde böyle bir yasak getirilmiştir? Var mıdır böyle bir uygulama?
Okullarda, günlük yaşamda Alevi vatandaşlarımız hâlâ baskı altındadır. Din dersi onlar için de zorunludur. Cem evleri hâlâ ibadet yerleri sayılmıyor. Yaşantılarını diledikleri gibi sürdüremiyorlar.
İnsanlar bu iktidardan rahatsızlık duymaya başladı. Vatandaş Şikâyetçidir. Tepkilerini, isyanlarını çeşitli yöntemlerle göstermeye, dile getirmeye çalışıyorlar.
Öğrenciler yumurta atıyor. Seyirciler stadyumlarda “yuh” çekerek, ıslık çalarak iktidarı, iktidarın uygulamalarını protesto ediyor. Öğretmenler, işçiler, memurlar sokakta…
İktidar sahipleri yığınların dertlerini, sorunlarını dinleyip, çözümler bulacağı yerde onların üzerine polis gönderiyor. Gözaltına alıyor vatandaşlarını. Dört duvar arasına atıyor. Tutsak ediyor.
Orantısız güçlerle öğrencileri yerlerde sürüklüyor. Hamile öğrencilerin karınlarını tekmeliyor. İşçileri havuza atıyor. Vatandaşlarımızı torbaya, çuvala sokmaya çalışıyor. Derdine derman arayan köylüye ülkenin Başbakanı “Ananı da al git…” diyor.
Bu nasıl “ileri demokrasi”dir? “İleri demokrasi” bu mudur?
Bu yöntemler daha önce de denendi. Bu yollardan birçok faşist iktidar geldi, geçti. Ama tümü de tarihin çöplüğünde yerlerini aldılar. Kimse dünyaya direk kalmadı.
Yine öyle olacak. Yine öyle yazacak tarihler ulusun direniş destanını. Bir zamanlar 1923 Devrimi ve Mustafa Kemal Atatürk, nasıl Tunus’a ve tüm dünyaya örnek olduysa yine örnek olacak sevgili yurdumuz.
Nazım’ın deyişiyle:
Bir şafak vakti karanlığın kenarından
onlar ağır ellerini toprağa basıp
doğruldukları zaman…

Ali ERALP

0 yorum:

Yorum Gönder