Bir darbe masalıdır, bir darbe öyküsüdür gidiyor. Söyleye söyleye, anlata anlata bitiremediler…
2002’den bu yana darbeyle yatıyor, darbeyle kalkıyoruz. Ortada ne mahkûm var, ne hükümlü. Aklanan da yok.
Çoluğundan çocuğundan, işinden gücünden, yaşantısından edilmiş birçok aydın, yurtsever dört duvar arasında çile dolduruyor.
Yılan hikâyesine döndü bu soruşturma. Ne başı belli ne sonu. Yıllardır suçunu, cürmünü bilmeden yatanlar var. “Yakalama” emrini içine sindiremeyip, intihar eden subaylar var. Tedbir cezaya dönüştü.
İktidar, kendisine muhalif olan herkesi darbeci sayıyor. İçeri atıyor. Bunun adı da “ileri demokrasi” oluyor.
Onlara göre, ulusalcı, milliyetçi olan herkes devletin, hükümetin altını oyuyor. Başbakanlara, bakanlara, devlet büyüklerine suikast planları hazırlıyor. Yıllardır anlatılan masal bu.
Bu bir darbe masalıdır. Bu bir darbe sömürüsüdür…
2002’den bu yana darbe sömürüsü yapılıyor. Emperyalist sömürü, kapitalist sömürü, din sömürüsü, duygu sömürüsü derken, şimdi bir de “darbe sömürüsü” çıktı karşımıza. Birileri bu darbe sömürüsünden yararlanıyor, çıkar elde ediyor…
Yani darbe marbe suçlamaları arasında birileri kesesini dolduruyor. Hapishaneleri dolduruyor. Türkiye’yi pazarlıyor. Tarihimizi, özgürlüğümüzü, bağımsızlığımızı satıyor. Türkiye’yi parçalıyor.
Gerçekler saklanıyor. Pislikler, suçlar gizleniyor. Yavuz hırsız ev sahibini bastırıyor.
Yandaşlar zengin ediliyor. Gazeteler, TV kanalları, villalar, ormanlar, arsalar satın alınıyor. Kamu malları, Cumhuriyetin birikimleri yabancılara peşkeş çekiliyor. “Deniz fener”leri, yoksul insanlarımızın kanını, iliğini sömürüyor. Din ticareti yapıyor.
Varsıllar daha varsıl oluyor, yoksullar daha yoksul. İşsizlik çığ gibi büyüyor. Sefalet artıyor.
Bu arada “Belge arama bahanesi” ile kozmik odalara girilip, devlet sırları ayağa düşürülüyor. İletişim ağı yabancılara teslim ediliyor.
Hepsinden önemlisi laik devletin, Atatürk Devrimlerinin, ordunun, yargının, Cumhuriyet hukukunun köküne kibrit suyu dökülüyor. Altından girilip üstünden çıkılıyor.
Şu anda ülkemizde İktidara bağlı siyasal bir yargı sistemi oluşturulmuş durumda. Savcılar, yargıçlar dilediklerini içeri atıyorlar, dilediklerini mahkûm ediyorlar.
Amaç gözdağı vermek, sindirmek, korku imparatorluğu yaratmak ve bu sessiz, suskun ortamdan yararlanarak şeriat düzenini kurmak, darbe sömürüsü yapmak, kardeşi kardeşe düşürmek…
Bu ABD, cemaatçi, bölücü senaryosuna göre, daha doğrusu bu darbe masalına göre asker, doktor, avukat, mühendis, profesör, sendikacı, politikacı, yazar, çizer, gazeteci takımı, darbe aşkı uğruna bir araya gelmişler, “Hadi bir darbe düzenleyelim, tüm mazlum ülkeler, tüm dünya bizi örnek alsın, bizim yolumuzdan gitsin” demişler. Sonra oturup planlar, programlar yapmışlar. Uyumamışlar, yememişler, içmemişler, belge yazmışlar. Durmadan yazmışlar. CD hazırlamışlar. Yer, gök, dağ, taş belge dolmuş. Çuval çuval, torba torba, sandık sandık, klasör klasör belge. Kamyonlar dolusu belge. CD’ler…
“Darbe yapmanın onda dokuzu belge yazmaktır”, ne kadar çok belge yazarsan o kadar çabuk sonuca ulaşır, sağlıklı, dört dörtlük bir darbe gerçekleştirirsin…” demişler. Ama ne gariptir ki darbe yapacak insanlar birbirlerini bile tanımıyorlarmış…
Tam belge yazma işini tamamlayıp, harekete geçecekleri sırada, yani Türkiye’yi teslim alacakları sırada, suçüstü yakalanmışlar. Çok titiz, çok yoğun bir çalışma sonucunda darbeciler gün ışığına çıkarılıp, işe el konulmuş. Sabaha karşı 3’te, 4’te, 5’te, 6’da başlamışlar hainleri evlerinden, işyerlerinden toplamaya…
Ama bir mekâna baskın yapılacağı zaman onlarca görevlinin gitmesi gerekiyormuş. Çünkü belgelerin taşınabilmesi için çok insana ihtiyaç varmış. Yer, gök belge kaynıyormuş. Ormanlardan, dağlardan, taşlardan, topraklardan, odalardan, odaların zemininden bile belge fışkırıyormuş.
Meğer biz Türk ulusu olarak, ne büyük bir tehlike içerisindeymişiz de farkında değilmişiz. Allahtan AKP geldi de büyük bir fedakârlık ve yurtseverlik örneği vererek, kendisi gibi yurtsever, fedakâr polisleri, savcıları, yargıçları da yanına alarak operasyonlara girişti. İş işten geçmeden, Türk ulusunu büyük bir felaketten kurtardı.
Şimdi ihtilalcı, darbeci emekli, muvazzaf subaylar bir bir tutuklanıyorlar.
Artık sıra, internet sitesi yöneticilerine geldi. Çünkü bazı Arap ülkelerinde gerçekleştirilen isyanların kaynağının internet olduğu anlaşıldı. Mısırdaki gençler internet ortamında anlaşmış, birleşmiş, bütünleşmiş ve meydanlara dökülmüşlerdi. Onun için tez elden bu kaynağın kurutulması gerekiyor. Yılanın başı küçükken ezilmeli.
Üstelik bu Odatv yöneticileri 3-4 yıl aradan sonra gidip, Ergenekon örgütüne üye olmuşlar. Ama 3-4 yıl neden, niçin beklemişler, neden daha önce girmemişler, üstelik bunun bir suç örgütü olduğunu bile bile neden şimdi katılmışlar? Daha önce girmişlerse neden bugüne değin tutuklanmamışlar? İşte bu bir sır, bunu bilen yok…
Medyayı mütareke basınına dönüştürüp, yargıyı ele geçirenler, savunma yapmalarına bile izin vermeden, komutanları ışık hızı ile dört duvar arasına atanlar, şimdi internet sitelerinin peşine düşmüşlerdir. Ama onları susturmak o kadar kolay bir iş değildir. Onlar da farkındadırlar bu gerçeğin.
İnternet siteleri vergi cezaları ile, tehditle, şantajla susturulacak kurumlar değildir. Korkuya, telaşa kapılmalarının asıl nedeni de işte budur. Ama korkunun ecele faydası yoktur.
Onlar artık, “Dönülmez akşamın…” pardon, dönülmez hukuksuzlukların, yasa dışı uygulamaların içine girdiklerinin ve sonuna değin bu mücadeleyi götürmeleri gerektiğinin bilincindedirler. Batağa saplanmışlardır bir kez. Geriye dönüş yoktur. Savaşı sürdürmek zorundadırlar. Çünkü bu bir var olma ya da yok olma savaşıdır. Ya başaracaklar, ya hesap vereceklerdir. Başka çıkış yolu kalmamıştır.
Ali Eralp
0 yorum:
Yorum Gönder