21 Şubat 2011 Pazartesi

GÜDÜKLERİN FADİME !…

GÜDÜKLERİN FADİME !…

19 Şubat’ta Türk Silahlı Kuvvetleri’ne reva görülen haksız emperyalist tutuklamaları protesto etmek için Anıtkabir’de buluştuk. Ben gidemediğim için, yüreğimi gönderdim
Güdüklerin Fadime, 12-13 yaşlarında Elmadağ’ın Yağbattal (Yakup Abdal) köyünden Ankara’ya gelin gelmiş. Kelahçıoğulları’dan Ali Rıza ile evermişler onu. Babası Rüstem Ağa, Ali Rıza’ya ve Halime Hatun’a emanet ederek gelin göndermiş Ankara’ya
Eri yiğit bir kişiymiş. Üstelik bu çocuk gelini gözünden bile sakınır, bir dediğini iki etmezmiş.
Ama Fadime aklına estikçe, eşeğin sırtına atlar, Dikmen sırtlarından doğru köyüne, Yağbattal’a kaçar, rahmetli anacığının emaneti o zamanlar yedi-sekiz yaşlarında olan kardaşı Yakup’a sımsıkı sarılırmış. Onu öper, koklar, karnını doyurur, bağrına basarmış.
Daha sonra çamurdan yaptıkları askerlerle, ekmeklikte oyun oynarlarmış. Kocası Ali Rıza gelir, Fadime’yi Ankara’ya götürürmüş.
Ama Fadime gene kaçarmış, çünkü “Ala gözlerine kurban olduğum” diye sevdiği Yakup kardaşı ile aralarında kopmaz bir bağ varmış.
Bu durum Fadime ilk bebesi İbrahim’i kucağına alana kadar devam etmiş. Ana olmanın verdiği sorumlulukla uslanan Fadime’yi artık Yakup kardaşı ziyaret eder olmuş.
İbrahim 1,5 yaşındayken - o sırada Fadime ikinci bebesine altı aylık hamileymiş- eri Ali Rıza’yı askere almışlar. 18 yaşındaki tığ gibi delikanlı Ali Rıza anası Halime Hatun’un elini öpmüş, bebelerinin anası Fadime’yi gözleri ile okşamış ve onu sonsuzluğa götürecek Yemen’e doğru yola çıkmış…
Ne Halime Hatun ne de Güdüklerin Fadime Ali Rıza’nın arkasından tek bir damla yaş dökmemişler, düğüne gider gibi yolculamışlar onu. Sadece Fadime eteklerine sarılan İbrahim’in elini sımsıkı tutmuş. Sıkı, sıkı sarılmış oğluna.
Belki de oğluna sarılırken, aklında Yemen’e uğurlarken, doyasıya sarılamadığı erini kucaklıyormuş Fadime…
Bir de kızı olmuş Fadime’nin.. Adını Behice Fetiye koymuşlar. Harp zamanıymış, çok sıkıntılı günlermiş o günler. Fadime ele çamaşıra gitmiş, sakalık yapmış. Ama bu arada da askere yün çorap örmeyi, sargı bezi kesmeyi de hiç mi hiç ihmal etmemiş.
Bir gün kardaşı Yakup gelmiş, “Aba, ben askere gidiyom. Düşman İzmir’i almış. Vatan borcu, namus borcudur. Hakkını helal et” demiş.
Fadime sessizce yerinden kalkmış, gelinliğinden artan kınayı kardeşinin, eline, ayağına yakmış, ” Gazan mübarek olsun kardaşım, Güle, güle git, güle, güle gel. Vatana namus borcunu öde.” demiş.
Ankara Garı’ndan uğurlamışlar Yakup’u. Bu sefer ağlayarak uğurlamış anasının yadigarı kardaşını Güdüklerin Fadime…. Yakup’la beraber içinden bir şeyler kopup gitmiş Fadime’nin…
Yakup’u uğurladıkları gün Ankara Garı’nda sarı saçlı, mavi gözlü kalpaklı birini görmüş Fadime. Bu kişinin heybeti, gözlerindeki ışık Fadime’nin yüreğini sımsıcak ısıtmış.
Yanındaki amca oğluna “Kim bu ağa?” diye sormuş… Amca oğlu ” Sarı Paşa O, Mustafa Kemal Paşa” diye cevaplamış Fadime’yi. Yakup’un abası giden kara trenin ardından içi sızlayarak, yaşlı gözlerle bakarken bu sefer ” Ne iş yapar bu Mustafa Kemal?” diye sormuş.
Amca oğlu cevaplamış bu soruyu “Vatanı kurtaracak. İşi bu…”
İşte o zaman Fadime kardaşının ardından ağlamayı bırakmış, ağladığı için pişmanlık duymuş ve vatan kurtarmaya giden Yakup’unu gururla uğurlamış.
Aradan seneler geçmiş, harp bitmiş, Cumhuriyet kurulmuş, O yoksul milletin tek yürek olarak başardığı ihtilalin ardından vatan da kurtulmuş düşman işgalinden…
Ama ne Ali Rıza ne de Yakup geri gelmemişler. Fadime hep beklemiş onları… Bebeleri büyümüş, oğlu İbrahim evlenmiş, kızı Behice ise öğretmen olmuş..
Fadime’nin o hiç dönmeyecek yolcularını bekleyişi asla tükenmemiş. Arada bir torunlarına eri Ali Rıza’yı anlatırmış, sonra ” Benim bir Yakup kardaşım vardı.” dermiş.
İbrahim’in kızı sorarmış… ” Yakup kardaşına ne oldu babaanne?” “Hiç” dermiş Fatma Kadın… ” Seferberlik oldu. Harbe gittiydi.. Dönmedi sonra..”
İbrahim’in kızı babaannesinin anlattıklarını hiç unutmaz, belleğine kaydedermiş.
Fatma Kadın tam seksen üç yaşında hiç dönmeyen iki sevgilisi ile buluşacağı son yolculuğuna çıkmış. O da diğerleri gibi hiç dönmemiş tüm gidenlerin hiç dönmediği o son yolculuktan…
Seneler sonra en büyük torun 2003 yılında, ADD Antalya’nın düzenlediği 26 Ağustos Kocatepe Aydınlanma Gezisi’ne katılmış. Kocatepe’nin şafak vakti buz gibi soğunda, Mustafa Kemal’in zaferi işaret eden anıtının aydınlığında, zaferin ışıklarını güneşin doğuşuyla birlikte kutlamış.
Sıra Şehitlik ziyaretlerine gelince, içinde sebebini bilemediği, adını koyamadığı bir kıpırtı hissetmiş yüreğinde. İlk önce Kocatepe’nin eteklerindeki Yüzbaşı Agah Bey Şehitliği’ni ziyaret etmişler.
Şehitliğin ikinci sırasındaki üçüncü mezardaki künyede şunlar yazılıymış.
ANKARA– Elmadağ
RÜSTEM OĞLU YAKUP
Doğumu-1904
İşte o zaman İbrahim Erengöl’ün kızı, ailenin en büyük torunu dizlerinin üzerine çökmüş, ” Babaannemin Yakup kardaşını, babamın dayısını Şehitlikte buldum. diye haykırmış. Bir taraftan dua ediyor, diğer taraftan hıçkıra hıçkıra ağlıyormuş.
Şehit dayısının taşını hasretle kucaklıyor, rahmetli babaannesine müjdeler gönderiyormuş. Ağlamaktan bitap, fakat şehit torunu olmanın verdiği gururla başı dimdik kadını Şehitlik’ten zorla çıkarmışlar. Büyük torunun göğsüne, kalbinin üzerine sımsıkı bastırdığı avucunda, bir avuç Şehitlik toprağı varmış.
Haklı olarak bana, bunları nereden bildiğimi soracaksınız.
Biliyorum, çünkü ben Güdüklerin Fadime’nin en büyük torunu Figen Erengöl Özen’im.
Bunları sadece iki şehit, bir gazi torunu olmanın verdiği haklı gururu aktarmak için anlatmadım.
19 Şubat’ta Türk Silahlı Kuvvetleri’ne reva görülen haksız emperyalist tutuklamaları protesto etmek için Anıtkabir’de buluştuk. Ben gidemediğim için, yüreğimi gönderdim.
Ama biliyorum ki Yakup Dayım oradadır. Babaannem de kardaşının yanında yürümektedir.
Hatta Polatlı, İnönü, İscehisar, Sakarya, İntepe, Duatepe,Kocatepe’nin tüm yiğitleri, Hasan Tahsin ve Bağımsızlık İhtilalinin tüm şehitleri oradadır. İşi vatanı kurtarmak olan Sarı Paşa’nın yanında saf tutmuşlardır.
Siz de oradaydınız.. Ellerinizde bayraklar Anıtkabir’e Ata’nın huzuruna koştunuz. Sloganlar attınız “Ordu millet el, ele ” diye…
Peki bitti mi işiniz?… Görev tamamlandı mı?
Ülkemde bu emperyalist işgal var oldukça, bu işgalden kurtulup tekrar bağımsızlığımıza kavuşuncaya kadar, Kemalist Devrim’i yeniden hayata geçirinceye kadar bizim işimiz asla bitmeyecektir.
Bizim işimiz vatanı kurtarmaktır. Cephanemiz her satırından ders alacağımız Nutuk’tur, Atatürk ilke ve devrimleridir.
Komutanlarını esir alan emperyal ordu ve onun işbirlikçileri Türk milletini boğazlamak için fırsat kollamaktadır.
1920 yılındaki gibi “Milli Meclis” kurulana kadar bizim düşünsel savaşımız devam etmek zorundadır.
Bu savaşta en büyük dayanağımız ise TSK’dir.
Onlara bu fırsatı vermemek için yapacağımız tek şey aramızdaki siyasi, etnik, dini ve mezhepsel farklılıkları öteleyerek, genleri ile oynanmış alaca karanlık aydınların(!) etkisinde asla kalmadan milli güçlerin bir araya gelmesini sağlamaktır.
Sonsuza dek Ulus Dağı’ndaki bağımsızlık ve kurtuluş ateşinin sönmemesi gerekmektedir.
Muhtaç olduğumuz güç ise “Damarlarımızdaki asil kanda mevcuttur.”
Bu ateşi söndürmeyecek tek güç ise milleti azim ve kararında gizlidir.

Figen ÖZEN
İLK KURŞUN

0 yorum:

Yorum Gönder