17 Şubat 2011 Perşembe

Reddediyorum… Ümit Zileli

İnsan, başkaları adına utanç duyar mı?..Duyar!.. Bırakın başkalarını; bir film sahnesinde bile yaşanan vahşet, yapılan adaletsizlik karşısında utanç duyana denir insan…
Türkiye, yıllardır senaryosundan oyuncularına, yapımcısından yönetmenine, “kömür karası” bir filmi izlemeye zorlanıyor… Toplumun bir bölümü, aslında kendisini, ailesini, çocuğunun geleceğini biçimlendiren, giderek yok eden bu “korku filmini” büyük bir ilgisizlikle, sanki bir başka dünyadaymışçasına izliyor… Bir diğer bölümü, vicdanı kanayarak, ne yapacağını bilemeden ve kendini yalnız hissederek, milyonlarca olduğunun ayırdına varamadan gözlerini kapatıp izlememeye çalışıyor… Tıpkı Sevgili Ataol Behramoğlu’nun o müthiş “Tek Başınalık” şiirinde anlattığı gibi… İşte son birkaç dizesi:
“Ben tek başına ne yapabilirim/ Diye düşündü milyonlar/ Milyonlarcaydılar/ Ve tek başınaydılar/ Bu arada birileri/ Onlar adına / Karar vermekteydi/ Tek başına olduklarını sananlar/ Topluca ortadan kaldırıldılar…”
Kendine “aydın” sıfatını biçmiş olan birtakım “kapıkulu-besleme” ise figüranlığını yaptıkları bu karanlık filmin aslında “cenneti” tasvir ettiğini, senaryonun dayattığı rezilliklerin, zulümlerin, yaratılan cehennemin özgürlüğü getirdiğini, yaşananların ileri demokrasinin gereği olduğunu hiç utanmadan, hiç sıkılmadan yazıyor, anlatıyor.. Ve tabii her biri, gösterdiği “yararlılık” oranında, biçilen karşılığı da alıyor…
Ve onlar… Bu ülkenin yüz akı yurtseverleri… Onlar, bu filmin yalan olduğunu, varılmak istenen noktanın bir “sivil diktatörlük” olduğunu, ancak bunun kader olmadığını, bu karanlığa direnmeninse en temel hak olduğunu anlatıyor ve insan onuruna aykırı bu karanlık filmi izlemeyi reddettiklerini haykırıyorlar… Onlar, işte yalnızca bu nedenle sabahın kör karanlıklarında baskınlara uğruyor, hapishanelere dolduruluyor, yıllara sığmayan esaretlere yatırılıyor…
- Ve ben, Türk halkının başına bir çuval gibi geçirilmiş bu filmden, bu filme “gazeteci” sıfatıyla figüranlık yapanlardan, hukuk ve adaleti “ileri demokrasi” aldatmacasıyla zulme dönüştürenlerden utanç duyuyor ve bu kömür karası filmi izlemeyi reddediyorum…
Bir Yurtsevere Mektup (101)
Sevgili kardeşim Balbay, seçimlere geri sayımın başlamasıyla birlikte, bu güzelim ülke üzerine yazılmış “kara senaryo”nun da son sahnelerine geçildi. Önce sizin de “sahne aldığınız” Silivri Mahkemesi’nin kapıları kapatılıp 134 asker tutuklandı. O an orada bulunmayanlar da gidip teslim oldular… Böyle bir tutuklamanın, savaş hali de dahil, tarihte eşi benzeri görülmediğini söylemeliyim… Ardından, bu karanlık sürecin ipliğini pazara çıkaran bir internet sitesi, “Odatv” basıldı ve dört yiğit gazeteci gözaltına alındı. Sevgili Soner Yalçın, Barış Terkoğlu, Barış Pehlivan ve Ayhan Bozkurt için yapılan suçlama şöyle: “Ergenekon terör örgütü üyesi olmak ve yayınlarıyla halkı kin ve nefrete tahrik etmek.” Demek ki, yalnızca Ergenekon üyeliği yetmemiş!.. Halkı tahrik meselesine gelince; ilgili maddeyi açıp baktım ve şu sonuca vardım; savcı eğer isterse, “domates fiyatları aşırı arttı” haberini bile rahatlıkla “tahrik edici” bulabilir!..
Demek ki bu durumda iktidarın pek övünerek “Avrupa’nın en büyüğü” diyerek inşa ettiği adalet sarayı benzeri, “dünyanın en büyük” cezaevini ihaleye çıkarması da kaçınılmaz oluyor… Aslında stadyum da olabilir; Şili’de öyle olmuştu, futbol da oynanabilir, oh ne güzel…
Sana ve tüm yurtseverlere, Melih Aşık’ın köşesinden aşırdığım, Nâzım’ın bir güzelim şiirini armağan ederek bitiriyor, hepinizi büyük bir sevgi ve özlemle kucaklıyorum..
“Saraylar saltanatlar çöker/ Kan susar bir gün/ Zulüm biter/ Menekşeler açar üstümüzde/ Leylaklar da güler/ Bugünlerden geriye/ Bir yarına gidenler kalır/ Bir de yarınlar için direnenler”

0 yorum:

Yorum Gönder