Büyük Orta Doğu Projesi (BOP), Amerika Birleşik Devletleri (ABD) tarafından Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde etnik, kültürel ve sosyal yapıyı bozarak toplumları ayrıştırmak ve bölmek suretiyle o ülkelerin yönetimlerine, ekonomilerine, savunma sistemlerine müdahale ederek bu bölgede hakimiyetini kurmak, dolayısıyla da bölgenin jeopolitik konumundan, zengin yer altı ve yer üstü kaynaklarından azami faydalanmak ve dünyadaki gücünü arttırmak için, kendisine yardım ve yataklık eden iş birlikçilerinin de gayreti ile adım adım uygulanıyor. Bunun artık gizlisi saklısı yok. 2002’de ABD’nin eski Dışişleri Bakanlarından Condoleezza Rice, 24 Müslüman ülkenin sınırlarının ve rejimlerinin değişeceğini söylemişti. Türkiye de bu ülkelerin arasında. Zaten Cumhurbaşkanı Gül de 2003 yılında ABD’nin Irak işgali sonrası Orta Doğu’daki bütün rejimlerin değişeceğini ifade etmişti. Yani bu bilinen ve yıllardır yavaş yavaş uygulanmakta olan bir plan. Ama bölge halkları bunlardan ne kadar haberdar, ne kadar farkında oynanan oyunların? Gündemler o kadar çabuk değişiyor ve insanlar günlük hayatın telaşı içinde, kimi yokluk ve yoksullukla, kimi de kapitalizmin pembe rüyasını(!) görmekle öylesine meşguller ki, -istenilen de bu olsa gerek- ancak politik havayı çok iyi soluyan, izleyen, analiz eden yurttaşların ve iktidar yanlısı olmayan sayıca az habercinin ve yayın organının sayesinde bu önemli gerçekler su yüzüne çıkarıldı, daha da çıkarılacak bu kirli oyunun başrol oyuncularının rolleri.
Orta Doğu kaynıyor. Tek adam yönetimleri, özgürlük ve bağımsızlık karşıtları, emperyalist uşaklarının görevi sona erdiriliyor, halklar ayaklanıyor. Yolsuzluk, yoksulluk, işsizlik, haksızlık, adaletsizlik derken halkların onuru ağlıyor, halklar ayaklanıyor birer birer. Kaçınılmaz sonuç. Önemli olan, bu halk hareketlerinin gerçek birer devrime dönüşüp dönüşemeyeceği.
Öncesinde Irak’ta olanları biliyoruz. İnsanlık ve demokrasi adına Irak halkına yapılanları da, ABD askerlerinin Iraklı kadınlara yaptıklarını da biliyoruz özgürlük adına. Diktatör Saddam’dan kurtarmak(!) adına kendi kendini dünyanın jandarması ilan etmiş olan ABD tarafından yapılan tüm çirkinlik ve kirlilikleri biliyoruz.
Geçtiğimiz yıllar içinde Orta Doğu’da yapılanları hatırlarsak teker teker, durumun vahametini daha iyi anlarız. Afganistan işgal edilmiş, birçok Afganlı katledilmiş; Irak işgal edilmiş, ülke bölünmüş, mezhep çatışmaları körüklenmiş ve bugüne kadar binlerce Iraklı katledilmiş; İsrail’in, Filistin halkına karşı uyguladığı zulüm politikası desteklenmiş; İran’a ambargo uygulanmış ve rejimin ABD çıkarlarına uygun olarak değişmesi için yıkıcı faaliyetler uygulanmış; Sudan petrol kaynaklarına sahip çıkmak istediği için, bu ülkedeki ayrılıkçı hareketler desteklenmiş ve bu ülke bölünmüş; Batı ile iş birliği politikasını sürdüren ne kadar baskıcı yönetim varsa desteklenmiş; ülkemizde ise Türk Ordusu’na ve yurtseverlere tertipler uygulanmış, operasyonlar yapılmış ve irticai hareketler desteklenmiş ve desteklenmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti üniter yapısı, antiemperyalist duruşu ve bağımsızlık savaşı ile dünyada özgürlük aşığı birçok ülkeye pusula, yol gösterici olmuşken, 1946’dan bu yana uygulanan emperyalist yanlısı politikalar ile ne yazık ki o rotaya, yani emperyalizmin o sömürücü, yok edici rotasına çoktan girmiş durumda. Ümmetçilikten çıkıp ulus kavramı ile tanışan, ortak geçmişi ve ortak değerleri ile kendine değişen dünyada bir yer bulan Genç Türkiye Cumhuriyeti, gün oldu devran döndü, 64 yıl içinde Avrupa ve Amerika hayranlığı ile başladığı noktaya döndü yine ve bugün artık iyiden iyiye emperyalizmin çarkında savrulur oldu. On beş yılda yapılan onca kazanım, yoktan var edilen onca değer 64 yıl içinde nasıl da kolayca harcanıverdi. Küllerinden doğan genç cumhuriyetin filizi kendini bilmezlerin elinde soldu ve biz, Türk Milleti sesimizi bile çıkarmadık!
Bir ülkenin yurttaşı ne ister? Önce barış içinde yaşamak ister tabii ki en doğal hakkı olarak. Sonra iş ister emeğini dökeceği, ücret ister hakça, adilane bölüşeceği, sağlık hakkı, eğitim hakkı ister insanca yaşamak, değişen dünyaya ayak uydurabilmek adına. Hizmet ister emeğinin karşılığında. Alnının terini kendi silmek ister, emperyalizmin çanak yalayıcılarına, kapitalizmin onurunu satıcılarına inat. Vatan ister yabancı postal seslerinin olmadığı ve özgür gökler ister kendi gibi bağımsız olan bayrağının salındığı. Ve tüm bunları kendisine sağlayacak yönetim ister, sesini duyurabilecek vekiller ister, ödediği vergilerin gittiği yeri bildiği şeffaf ve dürüst bir yönetim, dürüst bir lider ister, hukukun herkes için olduğuna emin olmak ve sırtını adalete dayamak ister, milletin efendisinin gerçekten kendisi olduğunu bilmek ister. Düzen içinde, al takke, ver külah uygulamalarının içinde olmayan, halka rağmen halk için değil, gerçekten halk için karar alan, uygulayan, halk için kendini siper eden yönetim ister, Atatürk’ün dediği gibi “Geldikleri gibi giderler!” diyen…
Haziran 2011’de genel seçimler yapılacak bir kez daha bu ülkede ve bizler, yani seçmenler bir kez daha geleceğimizi belirleyeceğiz. Uşaklık ya da efendilik. Yandaşlık ya da bağımsızlık. Düşünmeyi unutmak ya da düşündüklerini haykırmak. Zindanlarda esir olmak ya da meydanlarda özgür haykırmak. Emperyalizm ve kapitalizmin potasında erimek ya da kendi sanayisi, ekonomisi, üretimi ile ayaklarının üzerinde durmak. Federasyon olarak ayrışmak ve bölünmek ya da üniter, tek parça halinde el ele büyüyerek yaşamak. Demokrasiye hoşça kal demek ya da Cumhuriyeti yeniden kurmak için.
Düzenin tüm çirkinlik ve kirliliklerine baş kaldırarak ve benliğimizi, geçmişimizi, milli değerlerimizi, dilimizi, topraklarımızı, sınırlarımızı, bayrağımızı, içte-dışta barışı ve saygınlığımızı koruyarak varlığımızı devam ettirecek, bugünümüze umut, yarınımıza ışık olacak, Türkün millet olduğu gerçeğini özümseyerek içine sindirecek, tüm renklerimizi, etnik çeşitliliğimizi birleştirecek, el ele tutuşturacak, tek kelimeyle Atatürk Devrimlerini yeniden, yeni baştan yaşama geçirmek için mücadele edecek, bunun sözünü verecek bir anlayış ve o anlayışın yansımasıdır ülkeyi ve milleti aydınlığa çıkaracak olan.
Benim ülkem bağımsız olmalı, dünya ülkelerinin gıpta ettiği bağımsız, kendi ayakları üzerinde durabilen, ekonomik gelişmesini tamamlamış, demokrasiyi hakkıyla uygulayan, birey birey her bir yurttaşının alnını aklayan bir yönetim anlayışıyla insan haklarının ötesine geçmiş uygulamalarıyla yüz akı olmuş yaşanası bir cennet olmalı Türkiye’m. Bunun bir ütopya olmadığını, istersek başarılabileceğini biliyoruz atalarımızdan. Bilmemiz gereken, demokrasi olmadan, milletin katılımı olmadan, milletin inancını katmadan memleket meseleleri ile ilgili hiçbir konuda başarılı olunamayacağı.
Çoğunluğun isteklerini ve ihtiyaçlarını göz ardı ettiğiniz sürece kaybetmeye mahkumsunuz. O onurunu satın aldığınızı sandığınız insan yığınları öyle bir uyanır ki ummadığınız bir anda, neye uğradığınızı şaşırırsınız. İnsanlar onurlarıyla oynanmasından hoşlanmazlar. Bedenlerinin veya ruhlarının bir yerinden bir ses uyandırır onları unutmayın. “Kalk, onurun ağlıyor!”, “Uyan kan uykulardan” diyen, bir Milli Hükümet’in sesi duyulur apansız! Onurun sesidir, bağımsızlığın, özgürlüğün sesidir rüzgarı arkasına almış gelen! Kemalizmin ayak sesleridir, devrimin ilerici, insancıl, yaradılışa ve medeniyete yakışan sesidir duyulan! Yıllardır içi boş söylemlerle beyni uyuşturan ne varsa, hepsine inat gümbür gümbür gelmektedir onur Milli Meclis ve Milli Hükümetle!
Emekçinin elindeki nasırı koparıp atacak, odun ateşinden gözlerinin feri sönmüş tandır başındaki asil Türk anasının elindeki yılgınlığı silip süpürecek Milli Hükümet kapıdadır! İnsanlığa onurunu iade etmek üzere gelmiştir ve tarihi yeniden, yine yazmak üzere! Tıpkı Atatürk gibi, Ulubatlı Hasan gibi, Hasan Tahsin gibi, Kubilay gibi! Var oluşun destanını bir kez daha yazmak için nerede varsa sömüren, nerede varsa düzenin iş birlikçisi, nerede varsa düşmana karşı durarak!..
Canan Arslan
İLK KURŞUN
0 yorum:
Yorum Gönder