1 Mayıs 2011 Pazar

Gece gizlice şevişen heykeller var

Gece gizlice şevişen heykeller var
Gece gizlice sevişen heykeller var! Hem de bildiğiniz gibi değil! Bunlar ahlaka mugayyir, terbiye dışı haller… Dalga geçiyorum sanıyorsunuz. Hayır, çok ciddiyim. Geceleri öyle ucubelikler olabiliyor. Ucu-beliklere gebedir zaten gece. Özellikle çıplak heykeller bu konuda çok azgınlar.
Evin ağaçlıklı kocaman bahçesindeki mermer heykellerde bir devingenlik gözlemliyor gecenin ilerleyen saatlerinde. Erkek heykel dişi heykelle sevişiyor sabaha dek. Kimsenin haberi yok bu gizli aşklardan, sadece zirve yapan nem oranı münasebetiyle manyamış gece ve bu yüzden ıslak yapraklar olayın tanığı, bir de filmin yönetmem Alp Zeki Heper.
Yok böyle bir çılgın film! SOLUK GECENİN AŞK HİKAYELERİ! Siyah beyaz sinema dönemimizden kalma hayal meyal bir anı. Ucube kavramı sanat tarihimize girmeden çok yıllar önce.
Alp Zeki Heper, Fransa’da sinema eğitimi görmüş, Erken Türk Sineması’nın okullu nadir yönetmenlerinden biri. Paris Yüksek Sinema Enstitüsü’nü (IDHEC) okulun en başarılı yönetmeni olarak bitiriyor. Paris’te kısa film çalışmalarına başlıyor. 1963′te çektiği iki kısa filmle hem IDHEC hem de Avusturya Kültür Bakanlığı ödüllerini alıyor. Türkiye’ye dönüp Lütfü Akad’ın yardımcı yönetmeni oluyor. 1966′da ilk uzun metraj filmi SOLUK GECENİN AŞK HİKAYELERİ’ni amatör oyuncularla çekiyor. “Film Kontrol Komisyonu” tarafından müstehcen bulunarak yasaklanıyor. Sinema eleştirmenlerinin dikkatini çeken film festivallere davet edilse de, gösterimine izin verilmiyor. Kimi özel gösteriler oluyor, konu kapanıyor.
Çok filmi yok Heper’in. Ne yazık ki; pek şans tanınmamış kendisine sinemamızda. Sansür gazını kesmiş. Okulsuz sinemacılar da pek hoşlanmamışlar bu Fransa’dan gelen diplomalı genç yönetmenden. Aklı, fikri çok karış havada bulunmuş! Bir inzivaya çekilmiş güneydeki evinde, yurt dışına gitmek, cebindeki IDHEC diplomasıyla Avrupa’da yeni ufuklara yelken açmak, çok karış havadaki aklının ucundan geçmemiş, bir küskünlükle evlenmiş, suskunlukla kapatmış sinema defterini.
- Deli yahu! Heykeller sevişir mi?
gibi dedikodusu yapılmış ardından Bizans meyhanelerinde.
- Misyoner yahu! Fransa’da okumuş! gibi fetvalar verilmiş hakkında.
Mehmet Aksoy’un Van’daki İnsanlık Anıtı heykelinde de böyle bir meyil var. Sanki bir gece gizlice kucaklaşacak iki beden. Bedenler arasına bir duvar örülseydi neyse! Duvar yok, sınır yok; her an kavuşabilir bu bedenler! Sarmaş dolaş olma riski var insanlığın! Onun için vacip oldu yıkılması. Onun için bıçaklandı sevgili Bedri Baykam.
Çocuk yaşta dikkat çekerek yurt dışında sergiler açan, resim dışında değişik dallarda eğitim gören, kendisini dünyaya kabul ettirmiş bir dahi ressam. Bir harika çocuk. Yalnız resim değildir işim, diyerek yurdun ve laik cumhuriyetin savunulması için cansiperane kavga veren bir aydın Bedri Baykam.
İnsanlık Anıtı’na ucube denen Mehmet Aksoy, yurt dışında da sesini duyurabilirmiş, kendisim kanıtlamış, uluslararası ödüller sahibi değerli bir sanatçımız. Ucube terbiyesiz sıfatıyla medyalaştırılan heykeli çok önemli ve çok başarılı bir sanat eseri.
Harika çocuklar çok numara büyük geliyorlar bu ülkeye. Amerikan Konsolosluğu hemen ömür boyu vize veriyor bu ve benzeri harika çocuklara!
Saplanan bıçak Bedri’ye değil, Mehmet’e değil, aydınlığa! Yaşayamadığımız rönesansımıza saplanan bir hançer!
Alp Zeki Heper, Bedri Baykam, Mehmet Aksoy Amerikan olmak istemeyenler…
Kültür Bakam fetva veriyor; tiyatroda salonun ışığı seyirciyi rahatsız etmemek için söndürülür! Hayır efendim, salonun ışığı seyirci oyunu rahatsız etmesin diye söndürülür. Çişe giden var! Büfeden gazoz almaya giden var! İzmir Fuarı Çamlık Senar Bahçesi’nde oyunun başlangıcından kırk dakika sonra bilet alarak oyuna gelen izleyicinin hiç sahneye göz atmadan en arkadaki floresan ışıklı büfeye yönelip ayran alışını görmemesi gerekir oyuncunun. Bütün bunlar oyunu bozan şeylerdir. Elektriğin icadından önce klasik yunan tiyatrosu gün ışığında oynanıyordu! Sanırım orda çok daha fazla hır, gür ve interaktif şeyler oluyordu, ancak o zamanlar sakız icad edilmemişti herhalde.
Çağdaş tiyatromuzun kurucusu Muhsin Ertuğrul, izleyiciye tiyatro adabı öğretmek için yıllarca salon girişlerine ve sahnenin her iki yanına oyun sırasında, kuru yemiş, ıslak yemiş, nemli yemiş, sakız ve bırt ve dırt öğütülemeyeceğini kocaman harflerle yazdırmak zorunda kalmıştır.
Kültür bakanımız da Ertuğru! Fakat Muhsin
değil; Günay! İzmir’den aday! Günaydın İzmir!
Sayın bakana sorulabilecek bir şey
var;
- CHP’de bir sürü şeye hayır demiş bir geçmişiniz var, AKP’de neden hiçbir şeye hayır diyemediniz? Bu sizde de bizde olduğu kadar bir rahatsızlık yaratarmı? İzmir’den adaysınız. İzmirliler’e;
- Heykelin yıkılmaması için yazı gönderdim, ama vinçler yazıdan önce ulaşmış Van’a! mı diyeceksiniz?
Ucubeyi yıkmak üzere oraya ulaşan yıkıcı time;
- Ucube kadar taş düşsün başınıza!
diye bağırmış oralı köylü kadının biri.
İzmir’den duyulmuş hayatında hiç heykel görmemiş o eli öpülesi kadının haykırışı!
Zaten her şey önce İzmir’de duyulur. Orası İzmir ki!

FERHAN ŞENSOY/ AYDINLIK

0 yorum:

Yorum Gönder