19 Mayıs 1919, Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a çıkarak Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı başlattığı tarihtir. Atatürk’ün, “ulus egemenliğine dayanan, tam bağımsız bir Cumhuriyet” kurmak için başlattığı mücadele, sadece ülkemiz açısından değil, özelde bölge, genelde dünya, ideolojik düzlemde ise tüm mazlum milletler açısından önemli sonuçlar doğurmuştur. Büyük devrimcinin dehası ve öngörüsü, yöntem, kapsam ve amaçtaki farklılığı, savaşı devrimle birleştiren tutumu, çağdaş bir devletin temellerini atmıştır. 19 Mayıs 1919’la başlayıp, 23 Nisan 1920’yle kurumlaşıp, 29 Ekim 1923’le kökleşen Kemalist Devrim’in atılımları, Atatürk’ün ülkemizi yönettiği yıllarda doruğa ulaşmıştır. Milli Mücadele’yle başlayan sürecin stratejisi, günümüzde de güncelliğini ve geçerliliğini korumakta, önemli dersler vermektedir.
Atatürk’ün 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktıktan sonra, 25 Mayıs’ta Havza’ya geçmesi önemlidir. 28 Mayıs tarihli Havza Genelgesi ile Anadolu’ya geçtikten sonraki ilk durum saptamasını ve yol haritasını ilan eder, Türk Ulusu’nu uyarır. Bu genelgeden sonra yurt sathında yaklaşık yüz gösteri düzenlenmiştir. Bu tepkiler, halktaki beklentiyi ortaya koymaktadır. Havza’dan Amasya’ya geçen Mustafa Kemal, 21–22 Haziran gecesi mülki ve askeri makamlara iletilen Amasya Tamimi ile ulusun durumunu ve gücünün büyüklüğünü, ulusal gücü örgütleyecek bir kurulun gerekliliğini ve ulusal amaçları sıralamıştır. Amasya’dan sonra sırasıyla Tokat’a ve Sivas’a giden Atatürk, Erzurum’a vardıktan sonra da kongre çalışmalarının başına geçmiştir. 23 Temmuz 1919’da toplanan Erzurum Kongresi, delegeleriyle bölgesel, kararlarıyla ulusal niteliklidir ve ulusal direniş kararı alarak, bunun yöntemini, kapsamını, amacını yurda ve dünyaya ilan etmiştir.
Anadolu’da Güç Toplamak
19 Mayıs 1919’dan sonra izlediği güzergâh dikkatle incelenirse, bu güzergâhın, Mustafa Kemal’in siyasi yönelimiyle de örtüştüğü görülür. Bu örtüşme stratejik, ideolojik ve askeri boyutu da içermektedir. Çünkü Mustafa Kemal Paşa, Anadolu’nun batı kısımlarında emperyalizme karşı savaşmak için, Doğu’da güçlü olmak gerektiğini bilmektedir. Cephesini Batı’ya dönen Milli Mücadele önderliği, sırtını Doğu’ya yaslamakla, arkasına Anadolu’yu almakla çok büyük bir hamle yapmıştır. Kısa süre sonra Sovyet Rusya’yla kurulan ittifak, bu tercihi diplomatik alanda da bütünlemiştir. Atatürk, yığınakta yapılan hatanın telafi edilemeyeceğini, yeterli hazırlığı yapmadan, kuvveti toplamadan, gerekli imkân ve kabiliyetlere sahip olmadan yapılacak bir saldırının, başarısızlığa mahkûm olduğunu bilmektedir. Atatürk’ün Milli Mücadele’yi başlatmasından önce, yurdun dört bir yanında başlayan direniş hareketlerini ve ortaya çıkan yurtsever örgütleri Sivas’ta Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti çatısı altında toplaması, ulusal ve kutsal kavgaya büyük bir güç katmış, ivme kazandırmış, toplumsal tabanını genişletmiş ve meşruiyetini sağlamıştır. Diplomatik planda İngiliz emperyalizminin İtalya ve Fransa ile yaşadığı çelişkilerden yararlanmak, aralarındaki çatışmayı derinleştirmek Milli Mücadele’nin hareket kabiliyetini, etkinliğini, saygınlığını artırırken, askeri planda İngiliz emperyalizminin güdümündeki Yunanistan’a karşı üstünlük ele geçirilmiştir. Yani diplomatik ve askeri alanda düşman yalnızlaştırılmış, tekleştirilmiştir. Bu yolla askeri zaferin önü açılırken, bu zaferler diplomatik alanda kaldıraç olarak kullanılmıştır.
Atatürk, ideolojik düzlemde katıksız bir ulusalcı, aydınlanmacı, devrimci ve tam bağımsızlıkçıdır. Jakoben bir cumhuriyetçidir. 19 Mayıs’tan başlayarak, her aşamada halkın desteğini araması, mücadeleye ulusun tüm katmanlarını dahil etmesi, Erzurum ve Sivas Kongreleri’yle milleti vatanın sahibi kılması kararlı, tutarlı, yürekli bir önderin tercihleridir. Attığı her adımda millet iradesini arkasına alması, Yunus Nadi’ye söylediği gibi “her işi Meclis’ten beklemesi”, savaşın en kritik anlarında bile “Önce Meclis” demesi, “Hâkimiyet-i Milliye” vurgusunun tüm söylev, eylem ve kurumlarına işlemesi, O’nun bu konudaki ödünsüzlüğünün ve kıskançlığının kanıtıdır. Vatanın savunulmasını hakkın, hukukun, halkın savunulması ve güçlendirilmesi olarak gören Mustafa Kemal’e göre, Müdafaa-i Hukuk demek; Kuvayı Milliye demektir, Hâkimiyet-i Milliye demektir, İrade-i Milliye demektir.
Bu ideolojik ve politik tutum, “idarenin baştan ayağa halka tevdi edilmesi” anlamına gelir. Dönemin koşullarında zümre ve sınıf hâkimiyetine karşı, tamamı mazlum olan milletin iktidarını amaçlar. Bu yüzden Milli Mücadele, cephede ve cephe gerisinde milletin tamamının katıldığı, Tekâlif-i Milliye emirlerinde de görüldüğü gibi, tüm kaynakların seferber edildiği bir cephe savaşıdır. Harp tarihinde de “topyekûn savaş” modelinin en başarılı örneklerinden sayılır. Kurulan Cumhuriyetin, gelişme stratejisi olarak bütüncül kalkınma modelini benimsemesi, bu bağlamda bir sürekliliğin ve bilinçli bir tercihin göstergesidir. Kısaca Altı Ok’la tanımlanan ve simgelenen Kemalist Devrim programının bütünlüğü, ilkelerin birbirini tamamlayan yapısı, birbirinin olmazsa olmazı durumunda olmaları, Milli Mücadele stratejisinde çok önemli işlevler görmektedir.
Gerek Anadolu’nun tarihsel, kültürel, toplumsal yapısı, gerek Atatürkçülüğün ideolojik özü nedeniyle Kemalist ulusçuluk anlayışı, tarih, toprak ve kültür esaslı yurt milliyetçiliğidir. Faşist karakterli değildir. Etnik boyutu, başkalarını aşağılayan, dışlayan yönü, yayılmacı, sömürgeci, emperyalist yönelimleri yoktur. Yöntem olarak bilimsel, içerik olarak ulusal bir sentezi yaşama geçiren Atatürk, hem teoride, hem de pratikte Milli Demokratik Devrim modelinin en seçkin önderlerindendir. Gazi’nin aydınlanmacılığı da nettir. Laik, akılcı, bilimsel düşünceyi tek rehber edinip, miras olarak bırakması, Kemalist öğretinin, Anadolu Aydınlanması’nın temelidir. Tam bağımsızlık konusundaki özeni ve ödünsüzlüğü, hem ulusal egemenlikle, hem antiemperyalizmle, hem de halkçı- devletçi iktisat politikasıyla bütünleşir. Gazi’nin, liberal ve sosyalist sistemlerin dışında kalarak, yeterli sermaye birikimi olmayan, nicelik ve nitelik olarak güçlü işçi sınıfı bulunmayan, yarı sömürge durumuna düşmüş bir tarım toplumunu, savaşarak ve devrim yaparak, üçüncü bir modele örnek olarak dönüştürmesi, 19 Mayıs ruhunun özgün yönlerindendir.
Tam bağımsızlık için siyasi, iktisadi, adli anlamda tam bağımsızlığın gerektiğini bilen Gazi, bu konuya Nutuk’ta da dikkat çekmiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nun maliyeden, adalete dek yabancılara tanıdığı ayrıcalıkların, devletin tasfiyesini hazırladığını ve hızlandırdığını bilen kurucu kadro, bu konuda Lozan’da dimdik durmuştur. Bu nedenle Lozan’daki en sert müzakereler, kapitülasyonlar üzerinde yapılanlardır. Bu bağlamda İsmet Paşa’nın şu sözleri önemli ve günümüzde de geçerlidir: “İstiklal Savaşı’nın amaçlarından biri, asırlık kapitülasyon belasından memleketi kurtarmak idi… Gençliğimden beri kapitülasyonların yalnız iktisadi hükümlerinden dolayı elimiz kolumuz bağlı bilirdik. İşin içine girdikten sonra anladım ki, asıl ehemmiyet verdikleri, kapitülasyonun adli kısmıdır”.
Atatürk’ün özelliği ve modelinin özgünlüğü, o zamana dek yapılmamışı yapmasından, başarılmayanı başarmasından, ezberleri bozmasından da anlaşılır. Bu kapsamda bir üçüncü yol olarak Kemalizm, benzer/yakın siyasal, ekonomik, toplumsal yapıları olan üçüncü dünya ülkeleri için, önemli bir seçenek ve deneyim oluşturmuş, bu ülkeler için model olarak önerilmiş ve mazlum milletlere esin kaynağı olmuştur.
Güneş Doğu’dan Yükselir
Mustafa Kemal’in 1919’da Samsun’a çıkarak, Milli Mücadele’ye batıdan değil, doğudan başlaması, stratejik bir tercihtir. Kavgayı Anadolu’da, Anadolu için ve Anadolu halkıyla birlikte vereceğinin, öncüleri Anadolu halkı arasında arayacağının kanıtıdır. Gazi, tehlikenin Batı’dan geldiğini görmekte, imparatorluğu tasfiye eden dış güç olan Batı emperyalizminin, asıl büyük düşman olduğunu bilmektedir. Kendi deyimiyle, “sine-i millette ferd-i mücahit” olarak kendisinin ve ülkesinin geleceğini Anadolu halkına emanet etmiştir. Ata yurdunun askeri olarak savunulmasının da yalnız ve ancak Anadolu’da mümkün olduğunu saptamıştır. Anadolu askeri, siyasi ve ideolojik olarak Milli Mücadele’nin sıklet merkezidir. Kavgayı halkın arasında, halkla birlikte, halk için, halkı kazanarak vermek, dünyada Meclis yönetim ve denetiminde Kurtuluş Savaşı yapan ilk önder olan Mustafa Kemal Paşa’nın dehasını ortaya koyan bir diğer tercihtir. Mütareke İstanbul’uyla değil Anadolu’yla, mütareke aydınları ve basınıyla değil Anadolu halkıyla birlikte olmak, Atatürk’ün tarihin tunç yasalarını çok iyi bilen, seçkin bir aydın olduğunu da gösterir: “Halkıyla bütünleşen büyür”.
Amasya Tamimi ile yurda ve dünyaya duyurduğu gibi, vatanın silahla savunulacağına dikkat çekmesi önemlidir. Mustafa Kemal, yurdun işgal edildiği bir süreçte vatan savunmasının toplantılarla, gösterilerle değil, silahla mümkün olduğunu söylemiştir. Bu tutumu da bir diğer tarihsel yasaya dayanır: “Silahla kurulan, silahla yıkılır”. Atatürk’ün tüm resmi görevlerinden istifa ederek, yani kendi rütbelerini kendisi sökerek, unvanlarından ayrılarak mücadelesini sürdürmesi, halkına güvenen ve onun desteğini arayan bir önderin tercihidir ki, günümüz için de önemli dersler içermektedir.
Antiemperyalizm ve Mazlum Milletler
Atatürk’ün iç politikadaki ulusalcı, halkçı, toplumcu, bağımsızlıkçı tavrının, dış politikadaki bütünleyeni ve yansıması, antiemperyalizm, bölge merkezli dış politika ve bunun doğal sonucu olarak mazlum milletler dayanışmasıdır. Gazi’nin Batıcı değil, aksine Batı ile savaşan ama aynı zamanda “muasır medeniyeti yakalayıp, geçmeyi hedefleyen” çağdaşlaşmacı çizgisi, “yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesiyle örtüşür. Diğer ülkelere ve uluslara saygıyı esas alan, yayılmacı, maceracı, dışlayıcı olmayan, içişlerine karışmaktan özenle kaçınan, ikili ilişkilerde mütekabiliyet (karşılıklılık) ilkesini rehber edinen tutum, asla edilgin, korkak, ürkek değil, aksine, ülke çıkarları gerektirdiğinde atak, öncü, cesur bir tutumdur. Balkan Antantı, Sadabat Paktı, Hatay’ın anavatana katılması bunun örnekleridir.
TBMM’nin açılmasından hemen sonra Mustafa Kemal’in Sovyet Lideri Lenin’e mektup yazarak, antiemperyalizm ortak paydasında işbirliği ve dayanışma önermesi, ilerleyen süreçte Türkiye’yi askeri, siyasi, iktisadi ve diplomatik olarak çok rahatlatacak olan bir ittifakın yolunu açmıştır. TBMM’yi tanıyan ilk devletin Afganistan olması ise mazlum milletler dayanışmasının önemli bir örneği olarak tarihe geçmiştir. Mustafa Kemal’in devrimciliğinin ve Kemalizm’in devingenliğinin gereği ve göstergesi olarak Atatürk, Milli Mücadele’yi başlattığı tarihi, Cumhuriyeti emanet ettiği, yani “yolumu yorulmadan takip edeceksiniz” diye seslendiği gençlere bayram olarak armağan etmiştir. Bu da O’nun gençlere olan güvenini, yenilikçiliğini gösteren çok sayıda örnekten biridir.
Kuvveti Millette Aramak
Yıllardır içeriden ihanete, dışarıdan saldırıya uğrayan 19 Mayıs ruhunun gücünü ve görkemini anlamaya çalışırken, verdiği dersleri de akılda tutmak gerekir. “Kuvvet birdir ve o milletindir” diyen Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet’te, aynen O’nun yaptığı gibi, gücün kaynağını, yalnız ve ancak millette aramak gerekir. Brüksel’den ya da Washington’dan icazet alarak, iktidar olmak için Batı başkentlerine sözler, güvenceler vererek, siyasi bağımsızlığın yolunun iktisadi bağımsızlıktan geçtiğini unutarak, Anadolu’da kalıcı ve başarılı olmak olanaksızdır. Ulusun ortak malı olan büyük, kârlı, stratejik kamu kuruluşlarını, bazen birkaç yıllık kârına, bazen de arsa bedelinin altında fiyatla yerli ya da yabancı tekellere satanlar, 19 Mayıs ruhunu anlayamazlar. Eğitimi ve sağlığı özelleştirip, yurttaşı müşteriye dönüştürenler, Türk adaletinden kaçıp, dokunulmazlıkların arkasına sığınanlar, ABD patentli Büyük Ortadoğu Projesi’nde eşbaşkan olmakla ve Türkiye’yi pazarlamakla övünenler, reform paketleriyle, uyum yasalarıyla, açılımlarla milli ve merkezi devleti tasfiye edenler, 19 Mayıs’ı kutlayamazlar. Kıbrıs, Ege, Güneydoğu, terör, soykırım iddiaları, patrikhanenin statüsü, Heybeliada Ruhban Okulu, azınlık hakları gibi başlıklar üzerinden Türkiye sıkıştırılırken, çiftçiye hakaret edip, Atatürk’e dil uzatanlar, 19 Mayısı kavrayamazlar.
Günümüzde 19 Mayıs stratejisini geliştirip, güncelleştirmenin, Mustafa Kemal Paşa’nın sözleriyle “Kuvayı milliyeyi amil ve irade-i milliyeyi hakim” kılmanın yolu, laiklikle birlikte devrimciliğe, milliyetçilikle birlikte devletçiliğe, cumhuriyetçilikle birlikte halkçılığa aynı anda, aynı duyarlılık, kararlılık ve kıskançlıkla sahip çıkmaktan geçer. Çok çalışmaktan, çok düşünmekten, çok üretmekten geçer. Sağlıklı kuşaklar yetiştirmekten, yüksek teknolojiye yönelmekten, tarımda verimliliği artırmaktan, eğitimde bilimselliği yükseltmekten, yüksek ve stratejik planlamadan geçer. Yineleyerek ve yenileyerek vurgulamak gerekir ki, 19 Mayıs ruhu canlılığını, ülkemizdeki Cumhuriyetçi bilinç ve kültür gücünü, “Bu millet bir gün gelir Cumhuriyeti hırz-i can ile savunur” diyen Atatürk’ten alırlar. Cumhuriyet’le ortaya çıkan ve şekillenen bu büyük potansiyelin, 19 Mayıs ruhu ve stratejisiyle harekete geçirilmesi gerekir. Bu büyük güce özgüven aşılanıp, yön verilmesiyle Atatürk yine haklı çıkacak ve O’nun deyimiyle “Türkiye Cumhuriyeti mesut, muvaffak ve muzaffer olacaktır”.
Dr. Barış DOSTER
0 yorum:
Yorum Gönder