10 Haziran 2011 Cuma

Cumhuriyet ve Kimlik - A. Taner KIŞLALI

“Cumhuriyet, Demokrasi ve Kimlik…”
Haziran 1996′da İzmir’de üç gün süren bir toplantının konusuydu bu. Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, 20. kuruluş yıldönümünü çok anlamlı bir biçimde kutladı.
İzmir Atatürk Kültür Merkezi’nin 900 kişilik salonunda, ayakta kalanların çoğunluğu gençlerdi. Kemalist yaklaşıma en büyük desteği de büyük bir coşkuyla onlar verdiler.
Bazı gizli ya da açık “numaracı cumhuriyetçiler”in şaşkın bakışları altında…
Katıldığım oturumun konuşmacıları gazetecilerdi:
Milliyet’ten Taha Akyol, Sabah’tan Cengiz Çandar, Zaman’dan Fehmi Koru ve Cumhuriyet’ten ben. Yönetici de Prof. Ahmet Arslan’dı.
Akyol, ilginç ve düşündürücü bilgiler verdi.
Türklerin bozkır göçebesi, Kürtlerin ise dağ göçebesi olduklarını anlattı. Bu nedenden dolayı, aralarında bir sürtüşme olmamıştı… “Anadolu’nun sahibi bizdik, siz konuk oldunuz” yaklaşımı doğru değildi. Türklerin gelmesinden önce, Doğu Anadolu’da Kürt kentleri yoktu, Ermeni kentleri vardı!
Sayın Akyol söylemedi ama; 1071 Malazgirt’te Alpaslan’ın karşısına çıkanlar da Kürtler değil, Rumlardı!… Romen Diyojen’di.
Doğu ve Güneydoğu Anadolu’yu, Türklerin ve özellikle de cumhuriyetin “bilerek” geri bıraktırdığı savı da gerçeklerle bağdaşmıyordu… Bu bölge, tarihin her döneminde daha geriydi. Örneğin kervansaraylar, ticaretin gelişme düzeyinin göstergeleri sayılırdı. Ve bölgenin kervansaray sayısı 43 iken, İstanbul dışındaki Anadolu’da bu sayı 363′e ulaşıyordu! Bu geri kalmışlığın en önemli nedeni ise, coğrafi koşulların olumsuzluğuydu…
Fehmi Koru bir çelişkiye dikkat çekti: Dünyanın her yerinde, azınlıklar hep “çoğunluk hakkı” isterlerdi. Oysa Türkiye’de, çoğunluk hakkından yararlananların “azınlık hakkı” istemeleri söz konusuydu.
Cengiz Çandar da “ulus devlet”in aşındığını, ama aşılanamadığını söyledi. Apo hareketini Kemalizme benzetti. Cumhuriyetin “yeniden tanımlanması” gerektiğini savundu.
Atatürk’ün cumhuriyetini yeniden tanımlamadan önce, “doğru tanımlamak” gerekir. Temelinde yatan felsefeyi, sapmalardan ve uygulama yanlışlarından ayırarak tanımlamak ve tanımak gerekir…
Hiçbir toplum gösteremezsiniz ki, uluslaşamadan çağdaşlaşabilmiş ve demokratikleşebilmiş olsun!.. Bu gerçek kavranmadan, Atatürk’ün cumhuriyeti anlaşılamaz! Eğer cumhuriyeti “ırk” ya da “din” üzerine kurulmuş olsaydı, yeniden tanımlanması zorunlu olurdu. Eğer “ulus” temelini oluşturan öğe ırk olsaydı, Slav ırkından olan ve aynı dili konuşan Sırplar, Boşnaklar ve Hırvatlar “düşman” değil kardeş olurlardı. Ulus kavramının temeline “din”i yerleştirirseniz ne olacağını da gene Bosna’nın dramı gösteriyor. Kuzey İrlan’da’nın, aynı ırktan yanı dili konuşan insanlarının dramını gösteriyor.
Boşnak ile Sırpı düşman yapan neden “din” farkı. Ortodoks Sırp ile Katolik Hırvatı düşman yapan neden ise “mezhep” farkı… Tıpkı İrlandalı Katolikler ve Protestanlar gibi…
Atatürk’ün kendi el yazısı ile kaleme aldığı “Medeni Bilgiler” kitabı, şu tümce ile başlar. “Türkiye Cumhuriyeti’in kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir.”
Bu mudur yeniden tanımlanması gereken?
Atatürk için “Türk”, bir ırkın ya da bir etnik kesimin adı değildir… Bu topraklar üzerinde yaşayan insanların – hangi etnik kökenden olursa olsunlar – ortak adıdır. 20 etnik kimliğin üzerindeki bir şemsiyedir; bir “ortak kimlik”tir…
Bu mudur yanlış olan?
Üstelik Anadolu’da yaşayan insanlara Türk adını koyan da Atatürk değildir; daha 13. yüzyıldan başlayarak Avrupalılardır!
Cumhuriyetin temelinde yatan felsefe insancıldır, ilericidir… 21. yüzyıla ışık tutacak niteliktedir. Ama o cumhuriyetin valisi, kaymakamı, polisi ve de “milli” (!) eğitimi acaba o felsefenin yandaşı mıdır? Cumhuriyeti mi yeniden tanımlamalıyız, yoksa tanımına ters düşenleri mi cumhuriyetin yönetiminden ayıklamalıyız?
İşte asıl sorun budur!
Sorunun sorumluluğu ve utancı da bize düşmez, ciğeri kediye emanet edenlere düşer!.. Bunu “cehalet”ten mi, “gaflet”ten mi yoksa “ihanet”ten mi yaptıkları da çok fark etmez!..
Ahmet Taner Kışlalı

0 yorum:

Yorum Gönder