7 Kasım 2011 Pazartesi

ATATÜRK ve Milli Eğitim

Hükümetin, TBMM'nin denetiminden geçirmeden, muhalefet partilerinin görüşünü almadan, bir kanun hükmünde kararname (KHK) ile silbaştan düzenlediği Milli Eğitim Bakanlığı'nın yeni Teşkilat Yasası'nı, Bakan Ömer Dinçer, 14 Eylül Çarşamba günü "Hiçbir ideolojik yönü yoktur" diyerek açıkladı.
“Ancak, ertesi gün yayın organlarından öğreniyoruz ki, Atatürk ve Cumhuriyet ilkelerine gönderme yapan şu bölümce yasadan çıkarılmış: Atatürk inkılap ve ilkelerine ve anayasada ifadesini bulan Atatürk milliyetçiliğine bağlı, Türk milletinin milli, ahlaki, manevi, tarihi ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren; ailesini, vatanını, milletini, seven ve daima yüceltmeye çalışan; insan haklarına ve anayasanın başlangıcındaki temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti'ne karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getirmiş vatandaş olarak yetiştirmek üzere, Bakanlığa bağlı her kademedeki öğretim kurumlarının öğretmen ve öğrencilerine ait bütün eğitim ve öğretim hizmetlerini planlamak, programlamak, yürütmek, takip ve denetim altında bulundurmak.”
Bakanlık Müsteşarı Sayın Emin Zararsız da, bu değişikliğe neden gerek görüldüğü kendisine sorulduğunda, "Bu ilkeler Anayasa'da ve Bakanlığın temel kanununda da yazılı olduğundan Teşkilat Kanunu'nda yer verilmesine gerek görülmedi" der.
1995 yılında Sivas'ta yaptığı bir konuşmada:
"Cumhuriyet kavramının aslında artık bizim için çok fazla bir mana ifade etmediğini söylememiz de mümkündür. Türkiye Cumhuriyeti'nin başlangıçta ortaya koyduğu bütün temel ilkelerin; laiklik, cumhuriyet ve milliyetçilik gibi birçok temel ilkenin yerini daha çok katılımcı, daha ademi merkezî, daha Müslüman bir yapıya devretmesi zorunluluğu ve artık bunun zamanının geldiği düşüncesini taşıyorum" diyen bugünün Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer'in, kendisiyle aynı görüşü paylaşması doğal olan müsteşarından gelen böyle bir yanıt, ne kadar inandırıcı olabilir?..
Anayasamızın 42'ncı; Milli Eğitim Temel Yasası'nın 2'nci maddesinde yer alan bu ilkenin MEB'in Teşkilat Yasası'ndan çıkarılmasıyla ulaşılmak istenen amaç, bir iki yuvarlak sözle örtülemeyecek kadar açık. Bu değişiklikle, Atatürk devrim ve ilkelerini, Cumhuriyetin temel niteliklerini benimseyen milli ve laik eğitim sonlandırılarak etnik ve dinsel eğitime kayma eğilimi gözlenmektedir.
KHK'ler ve yeni yönetmeliklerle getirilen:
1- İlköğretim öğrencilerinin yaş sınırı aranmadan Kuran kurslarına gönderilebilmesi... (Eski düzenlemede ilköğretim öğrencileri 5'inci sınıfı bitirmiş olmaları koşuluyla 11 yaşından sonra; hafızlık eğitimi veren kurslara da ilköğretimi bitirmiş olma koşuluyla 15 yaşından sonra Kuran kurslarına katılabiliyordu.)
2-İlköğretim öğrencilerinin okula devamsızlıklarını izlemek amacıyla hazırlanan "Aşamalı Devamsızlık Yönetimi" kapsamında, devamsız öğrencinin ailesine yapılacak ev ziyaretine bölgenin imamının da katılmasının; okullarda kurulacak kurullara, ihtiyaç duyulması halinde imanların da üye olmasının sağlanması...
Gibi laiklikten uzaklaşma görünümü veren değişiklikler de basınımızda tartışılır oldu.
***
Atatürk ve devrim çınarının her gün yeni bir dalının budandığı günümüzde bazı omuzlara ağır gelmeye başlayan Cumhuriyet'in, o bunalımlı kuruluş günlerline doğru şöyle bir uzanırsak:
İkinci İnönü Savaşı'ndan üç ay sonra, cephedeki güçleri artırılıp günün modern silah ve gereçleriyle donatılan Yunan ordusu 10 Temmuz 1921'-de yeni bir genel saldırıya geçer. 16 Temmuzda Kütahya bölgesinde tam cepheli kanlı savaşlar yapılmaktadır. Ülke, yoksulluk içerisinde; ordu, yorgun ve donanımsız; Büyük Millet Meclisi gergin ve tedirgin...
Kitaplığımda, ülkenin o kara günlerinin yoksulluğunu belgeleyen bir yapıt var: Türkiye Büyük Millet Meclisi Tutanak Dergisi'nin birinci cildinin ilk baskısı.
Devletin elinde dergi bastıracak kâğıt yok: Tutanak Dergisi'nin bir bölümü, ciltlenmeye elverişli olmayan, dikkatli kullanılmazsa yırtılıverecek sarı saman kâğıtlara basılmış; onlar tükenince, bir kısım toplantıların tutanağı kareli kağıtlara, bazıları da 1940'lara kadar "kesekâğıdı" denilen ve kâğıt torba yapmada kullanılan kahverengi kâğıtlara basılmış... Gün gelmiş, basım olanağı da kalmamış, mürekkepli kalemle elde yazılı sayfalar var cildin aralarda...
Yine o günlerde Garp Cephesi Kumandanı İsmet Paşa'nın (İnönü), yazılı emirlerini iletecek kâğıt bulunamadığından, Yunan tarafının, halkı yanıltmak ve yıldırmak amacıyla uçaklarla havadan attıkları el büyüklüğündeki propaganda kâğıtlarını toplatıp onları kullandığı, savaşa katılan kumandanların anılarında yer alır.
Kâğıt, eğitim demektir; kâğıtsız eğitim olmaz!..
Bir yanda bütün şiddetiyle bağımsızlık savaşı, diğer yanda yokluklar içerisinde var olma çırpınışları sürerken 16 Temmuz 1921 günü Mustafa Kemal, Ankara'da topladığı öğretmenlerle ilk Maarif Kongresi'ni (Milli Eğitim Kurultayı) düzenler ve açılış konuşmasını da kendisi yapar. Bu konuşmadan dikkate değer birkaç bölümce ile sözü Mustafa Kemal'e bırakalım:
Bayanlar, Baylar! (...)
Yüzyılların yüklettiği derin bir yönetim savsaklamasının devlet yapısında açtığı yaraları giderecek çabaların en büyüğünü, hiç kuşkusuz eğitim yolunda harcamak gerekecek... Gerçi bugün güçlerimizin bütün kaynağını düşmanlara karşı kullanmak zorundayız... Ancak elverişli ve yeterli koşulları elde edinceye kadar geçecek savaş günlerinde de tam bir özenle işlenip çizilmiş bir ulusal eğitim programı yapmaya ve eğitim ve öğretim kuruluşlarımızı bugünden verimli bir çabayla çalıştıracak esasları hazırlamaya bakmalıyız. Şimdiye kadar sürüp gelen okuma ve yetişme yanlışlıklarının ulusumuzun gerilemesinde en önemli nedenlerden biri olduğu kanısındayım. Onun için bir ulusal eğitim izlencesinden söz ederken eski dönemin boş inançlarından ve yaradılışımızdaki niteliklere uymayan yabancı düşüncelerden; Batıdan ve Doğudan gelen etkilerden tümüyle uzak, ulusal ve tarihsel doğamıza uygun bir eğitimden söz etmek istiyorum.
Silahıyla olduğu kadar kafası ile de savaşmak durumunda olan ulusumuzun, birincisinde gösterdiği gücü ikincisinde de göstereceğinden kuşkum olmamıştır.
Ulusumuzu yetiştirmek gibi kutsal bir ödevi benimsemiş olan yüce topluluğunuzun bugünkü koşulları göz önünde bulundurarak ve her türlü güçlüğü göze alarak bu yolda sarsılmadan yürüyeceğine güvenim vardır. Ödeviniz çok önemlidir, başarılı olmanızı dilerim.
***

Tarih 2 Ekim 1922, Mudanya Barış Anlaşması imzalanır ve Türk'ün "Kurtuluş Savaşı "sona erer. Bütün dünyanın -düşmanların bile- övgüyle karşıladıkları bu büyük utkuyu kutlamak için Bursa'ya gelen İstanbul öğretmenlerine Şark Tiyatrosu'nda Mustafa Kemal'in yaptığı konuşma da, özellikle öğretmenler için tarihi önemi olan bir belgedir.
Bayanlar, Baylar!
İstanbul'dan geliyorsunuz. Hoş geldiniz!
İstanbul'un ışık ocaklarını temsil eden yüce topluluğunuz karşısında duyduğum haz sonsuzdur. Yüreklerinizdeki duyguları, kafalarınızdaki düşünceleri doğrudan gözlerinizde ve alınlarınızda okumak benim için olağanüstü bir sevinç kaynağıdır...
Bir ulusu, uğradığı bir yıkımdan kurtarmakta, bir ulusu uyandırmakta, aydınların ne önemli bir ödevi olduğu gözden kaçmaz. Diyebiliriz ki bugüne ulus aydınlarının, doğruluğu, namusu, ulusu ve yurdu sevip kollayan çabaları ve hele günlük çıkarları hiçe sayan yüce duygularıyla kavuşabilmişizdir. Düşünceler anlamsız, akla sığmaz saçmalarla dolu olursa, o düşünceler hastalıklıdır. Bir de sosyal yaşayış, akıldan mantıktan uzak, faydasız, zararlı birtakım gelenek ve göreneklerle dopdolu olursa yaşama sayılmaz; ilerleyemez, gelişemez... Bunlar için bilgi gerekir, teknik gerekir. Bilginin, tekniğin çalışma ve oluşma çevresi okuldur. Bunun için okullar açmak ve artırmak gerektir... Okul, genç kafalara insanlığı saymayı, ulus ve ülkeyi sevmeyi, bağımsız yaşamayı öğretir; bağımsızlık tehlikeye düştüğü zaman onu kurtarmak için tutulması gereken en doğru yolu belleten okuldur.
Yurdu ve ulusu kurtarmaya çalışanların seçtikleri yolda birer namuslu uzman , birer şerefli bilgin olmaları gerekir. Bunu sağlayan okuldur. Ancak böylelikle her türlü girişimi güzel sonuçlara ulaştırmak elimizde olabilir.
Akla uygun hiçbir nedene dayanmayan birtakım geleneklerin, inanışların korunmasında direnip duran ulusların ilerlemesi çok güç olur, belki hiç olmaz. ilerleme yolunda bağlarını ve koşullarını aşamayan uluslar çağa uygun, akla uygun bir yaşama içinde olamazlar; genel yaşamda görüşü geniş olan ulusların ellerine düşüp onlara tutsak olmaktan kurtulamazlar... Kesin olarak bilmeliyiz ki iki ayrı parça halinde yaşayan uluslar zayıftır, hastadır. Çocuklarımıza ve gençlerimize uygulayacağımız öğretim ne olursa olsun, onları:
1-Ulusa,
2-Türkiye Devletine,
3-Türkiye Büyük Millet Meclisine düşman olanlarla savaşabilecek bilgiler ve inançlarla donatacağız. Özgürlüğünü ve bağımsızlığını koruma yolunda savaş vermeyi bilmeyen uluslar için yaşama hakkı yoktur. Bu uğurda savaş gerekmektedir...
Bayanlar, Baylar! Ordularımızın kazandığı zafer, sizin eğitim ordularınızın zaferi için yer açtı, yol hazırladı. Gerçek zaferi sizler kazanacak, sizler koruyup sürdüreceksiniz. Bunu başaracağınızdan kuşkum yoktur...
***
İşte 1921, 1922'ler; işte 2000'ler... Yine de Atatürk'ün büyük bir güvenle yurt çocuklarını emanet ettiği o milli eğitim ordusunun, her şeye karşın, onun yolunda, onun ilkelerine bağlı yurttaşlar yetiştirecekleri inancıyla 24 Kasım Öğretmenler Günü'nü kutluyor, mutlu ve umutlu yarınlar diliyorum.


Orhan Velidedeoğlu(Bütün Dünya dergisi)

0 yorum:

Yorum Gönder