.........Atatürkçü Düşünce'yi anlayamamanın nedeni açıkça ortada; eğitimsizlik, bilinçsizlik ve vurdumduymazlık. Bu cahilliğe bir örnek vermek gerekirse; Atatürk'ün eleştirildiği konuların başında bazı çevrelerin Atatürk'ü dine karşıymış gibi gösterme gayreti içerisinde olmalarıdır. Kendilerini ise İslam'ın müdafii ve sözcüsü yerine koymuşlardır. Pekâlâ, Atatürk'ün din anlayışını yeteri kadar biliyor muyuz? O'nun bu konuda vermiş olduğu demeçlerini iyi değerlendirebiliyor muyuz?
Bakın Atatürk 29 Ekim 1923'te Fransız muhabiri Maurice Pernot'ya verdiği demeçte din konusunda ne diyor:
"Türk milleti daha dindar olmalıdır, yani bütün sadeliği ile dindar olmalıdır, demek istiyorum. Dinimize bizzat hakikate nasıl inanıyorsam, buna da öyle inanıyorum. Şuura muhalif (akıla karşı), terakkiye mani (ilerlemeye, gelişmeye karşı) hiçbir şey ihtiva etmiyor (içermiyor). Halbuki, Türkiye'ye istiklalini (bağımsızlığını) veren bir Asya milletinin içinde daha karışık, suni (yapay), itikat-ı batıldan (önceden verilmiş yargı, önyargı) ibaret bir din daha vardır. Fakat bu cahiller, bu acizler sırası gelince, tenevvür edeceklerdir (aydınlanacaklardır). Onlar ziyaya takarrüp edemezlerse (ışığa yaklaşamazlarsa) kendilerini mahv ve mahkûm etmişler demektir. Onları kurtaracağız."
Atatürkçü Düşünce'de din anlayışı işte budur: saf, temiz ve sade. O'nun gayreti İslam dinine zarar vermekten ziyade İslam'ı anlaşılır bir şekle sokmak, safsata ve hurafelerden arındırmaktır. Atatürk gerçek İslam'ın geniş bir kitle tarafından anlaşılması ve benimsenmesi için 21 Şubat 1925 tarihinde Meclis'teki bütçe müzakereleri sırasında Kur'an-ı Kerim'in meal ve tefsirinin, Hadis-i Şerif tercümelerinin devlet imkânlarıyla yaptırılması için talimat vermiştir. Bunun sonucunda hem meal hem de tefsir yazma işi Hamdi Yazır tarafından hazırlanan 9 ciltlik tefsir 1935 yılında, Kamil Miras tarafından hazırlanan "Sahih-i Buhari Muktasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi" isimli 12 ciltlik hadis tercümesi de 1928 yılında yayımlanmıştır.
Atatürk, Kur'an'ın mealinin yazılmasını, yani Türkçe'ye çevrilmesini şu gerekçeyle açıklıyor: "Türk, Kur'an'ın arkasından koşuyor, fakat onun ne dediğini anlamıyor. İçinde neler var bilmiyor ve bilmeden tapınıyor. Benim maksadım, arkasından koştuğu kitapta neler olduğunu Türk anlasın." Atatürk aynı gerekçeyle hutbelerin de Türkçe okunmasını sağlamıştır. "Minberler halkın beyinleri, vicdanları için bir iyilik, doğruluk ve bir aydınlanma kaynağı olmuştur. Böyle olabilmek için minberlerden yankılanacak olan sözlerin bilinmesi, anlaşılması, sanat ve ilim gerçeklerine uygun olması gerekmektedir. Değerli hatiplerin siyasi ve toplumsal olayları ve medeni durumları ve gelişmeleri her gün izlemeleri zorunludur. Bunlar bilinmediği takdirde halka yanlış bilgiler verilmiş olur. Bundan dolayı, hutbeler tamamen Türkçe ve çağın gereklerine uygun olmalıdır. Ve olacaktır"
Atatürkçü Düşünce işte budur. Atatürk'ün bu sözleri, O'nun İslam'ın düşmanı olduğunu değil, bizzat İslam'a çok önem verdiğinin bir kanıtıdır. Zira insanlar anlayamadıkları dilde okudukları bir Kur'an dan veya hutbeden İslam'ın gerçeklerini göremiyorlar, ona sadece şekilsel bakıyorlardı. Atatürk ise İslam'a bu şekilsel bakıştan öte İslam'ın gönül, göz ve aklın iletişim ve etkileşimiyle gerçek anlamda görülmesini istiyordu. İşte okuyarak bilinçlendiğimiz sürece Atatürk'ü çok daha iyi anlayabilecek ve Atatürkçü düşünceyi gelecek nesillere sağlıklı bir şekilde aktarabileceğiz.
........"
Dr.Ali SAK
0 yorum:
Yorum Gönder