Altı yıl önce, 12.04.2004 tarihli Cumhuriyet gazetesinde şunları yazmıştım. Bir bölümünü aşağıya yeniden alıyorum:
“Türkiye bugün büyük bir tehlikeyle karşı karşıyadır. Ama ulusal kesim ve geniş yığınlar henüz bu gerçeğin bilincinde değiller. Siyasal İslamcıların elinde sevgili yurdumuz bir ''kurtlar sofrasına'' dönüştürüldü. Keskin dişli, yırtıcı tırnaklı kurtlar, kuzuları yiyerek yaşamlarını sürdürüyorlar. Bir grup dinci, tarikatçı mutlu azınlık ''aksırıncaya, tıksırıncaya kadar'' işkembesini doldururken; milyonlarca insan yoksulluk, açlık sınırının altında çile dolduruyor. Ama toplum sessiz, ulusal güçler sessiz, ne yazık ki kuzuların sessizliği devam ediyor.
Aziz Nesin geçmişte şunları söylemişti: ‘... Şimdiye dek olduğu gibi, şimdi de haber veriyorum, önceleri yavaş yavaş, ağır ağır, adım adım kötülük uçurumuna doğru giderken, gittikçe hızlanarak, şimdi koşar adım gidiyoruz. Olacak toplumsal depremin uğultularını duymaktayım. Çevremizde aptal aptal suçlu aramayalım. Aynaya bakalım. Aynamız yoksa bir durgun suya bakalım. Orada suçluyu göreceğiz. İş işten geçtikten sonra 'Kendim ettim, kendim buldum' demenin hiçbir yararı yok...’ (Aziz Nesin, Bir Tutam Aydınlık)”
Yine Cumhuriyet’te yayınlanan “Siyasal İslamcı Faşizmin Ayak Sesleri…” başlıklı yazımda sessiz ve derinden gelen “şeriatçı tehlike”ye dikkat çekmiştim. Devrimci, demokrat arkadaşlarla soluğumuzun yettiği, sesimizin çıktığı kadar uyarı görevimizi yerine getirmeye çalışmıştık o yıllarda.
Çünkü 2003-2004’lerde siyasal İslam faşizmi henüz emekleme dönemindeydi. Bugün olduğu gibi Cumhuriyete, 1923 Devrimine cepheden saldıramıyordu. PKK ve APO’yla bu denli içli dışlı, can ciğer kuzu sarması değildi.
Recep Tayyip henüz BOP başkanlığına soyunmamıştı. PKK’lı belediye başkanları açıktan Türkiye Cumhuriyetine sövmüyordu, gözdağı vermeye kalkmıyordu. Her gün üç beş yiğidimizi terörist çetelere kurban etmiyorduk. Kimse kapı arkalarında bebek katilleri ile pazarlık yapmıyordu. Kimsenin yatak odası dinlenmiyordu. Kimse koluna yapışıp, ensesinden tutarak adi bir suçlu gibi generalleri sorguya götürmüyordu.
O yıllarda ılımlı İslam Ürkek, çekingen adımlarla, korkak davranışlarla yol alıyordu. Mezarlıktan geçerken kendisine cesaret vermek için ıslık çalıyordu. Arada bir de ”Beni izleyen var mı, engellenebilir miyim diye dönüp arkasına bakıyordu.
Daha çok takıyye yöntemi ile götürüyordu İşi. Cumhuriyet kurumlarına açıktan saldıramıyordu. Yani ne orduya ne yargıya kafa tutabiliyordu.
O zamanlar kamu malları, fabrikalar yeni yeni satılmaya başlanmıştı. Basın bu denli yalakalaşmamıştı henüz. Mütareke basını gibi hareket etmiyordu. Vakit erkenken İslamcı faşizmin önü kesilmeliydi. Olmadı.
O yıllardan bu yana köprülerin altından çok sular aktı. Çok şey değişti. 2004’lerde eleştirisini yaptığımız, engellenmesini istediğimiz İslamcı hareket, şimdi bize tatlı bir nostalji gibi geliyor… Eğer karşı koymazsak, direnmezsek bu gidişle eski günleri mumla aramaya, geçmişe özlem duymaya devam edeceğiz.
Şöyle bir bakalım çevremize bugün. Yüzlerce TV ve gazetenin içerisinde halka, hakka, ulusa hizmet eden kaç gazete, kaç TV kaldı? Kaç gazete gerçekleri yazıyor, halkı uyutma yoluna gitmeden kaç TV doğruları söylüyor?
Ne yazık ki sayıları parmakla sayılacak kadar az: Ulusal Kanal, Başkent TV, Cem TV, Halk TV, ART.
Peki, bunların sahipleri kim? Doğu Perinçek, Mehmet Haberal, Mustafa Özbek, Tuncay Özkan. Tümü de içeride. Yıllardan beri sorgusuz sualsiz, kanıtsız belgesiz yatıyorlar. Peki, öteki TV sahiplerinden tutuklu tek kişi var mı? Hayır.
Bu görüntü, Recep Tayyip hükümetinin çok sözünü ettiği özgürlük, insan hakları, demokrasi anlayışı konusunda sanırım bize bir ipucu veriyor. Özellikle, AKP’yi tutmayan, desteklemeyen medya kuruluşlarına yaşam hakkı yok. Bir yayın organı, iktidara ufak tefek çıkışlar, göstermelik eleştiriler yapabilir ama asla sıkı muhalefet yapamaz, asla gerçekleri ortaya koyamaz... Yoksa Aydınlık Genel yayın yönetmeni Deniz Yıldırım’ın, Ulusal Kanal Haber Müdürü Ufuk Akkaya’nın başına gelenler onun da başına gelir, Silivri Zindanlarını boylar…
Yalakalar, liboşlar Mahmutpaşa satıcıları gibi “12 Eylül Anayasasına son vereceğiz, demokrasi geliyor!..” diye bas bas bağırsalar da gelinen nokta, yaşanan olaylar her hangi bir açıklama gerektirmeyecek kadar açık seçik ortada… Büyük usta Aziz Nesin’in deyişiyle “Kötülük uçurumu”na artık “koşar adımlarla” değil, yüz metre koşusuyla ilerliyoruz.
Seçim öncesinde karşıt görüşten partilere, kişilere yapılan uygulamalara, engellemelere bakarsak gerçeği gün gibi görürüz. AKP’nin paralı askerleri kendisinden olmayan, kendisi gibi düşünmeyen kişilere demir çubuklarla kuduz köpekler gibi saldırıyor.17 yaşındaki çocuklar “HAYIR” tişörtü giydi diye emniyette sabahlara kadar sorguya çekiliyor. Tehditlerle, şantajlarla gözdağı verilerek korkutulmaya çalışılıyor.
Yani “perşembenin gelişi çarşambadan belli oluyor.”
Bu anayasa taslağı referandumdan geçerse eğer “daha geniş kapsamlı bir anayasa değişikliği” kapıda beklemektedir. AKP’li Zafer Üskül bunun ipuçlarını daha önceden vermişti zaten, ne diyordu: “anayasanın başlangıç kısmında yer alan “Atatürk Milliyetçiliği”, ‘Atatürk ilke ve inkılâpları’ kaldırılmalıdır…”
Peki, ondan sonra ne olacak? Ondan sonra sıra, “değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek” Anayasa maddelerinin değiştirilmesine gelecek… Neyi içeriyor o maddeler? Türkiye Cumhuriyetinin laik ve sosyal, demokratik bir hukuk devleti, şeklinin cumhuriyet olduğunu. Recep Tayyip’in emriyle Özbudun ve arkadaşları daha önceden bu maddeleri değiştirme konusunda çalışmalar yapmıştı zaten… Yani ikinci anayasa değişikliği hazır, bekliyor. İkinci Anayasa değişikliğini gerçekleştirip, son şeklini verdikten sonra artık BOP eşbaşkanının,“ılımlı İslam cumhuriyetini” ilan edip, Kürtlere özerklik vermesine her hangi bir engel kalmıyor.
Önümüzde büyük bir sınav var şimdi? Büyük bir mücadele var. Bakalım bu sınavdan kimler güçlenerek çıkacak? Atatürk, halk, ulus düşmanlar mı? Kemalistler mi? ABD, AB, PKK işbirlikçileri mi, gerçekten demokratik ve tam bağımsız bir Türkiye’den yana olanlar mı? Biz yine de bu referandum öncesinde bir kez daha haykıralım:
Yaşasın tam bağımsız Türkiye, kahrolsun ABD emperyalizmi ve işbirlikçileri!...
Ali Eralp
0 yorum:
Yorum Gönder