14 Kasım 2010 Pazar

ALEVİLER,KÜRT MÜ? TÜRK MÜ?

Alevilik, Sünnilik, Hıristiyanlık, Musevilik, Katolik, Ortodoks vs. ayrımları dinsel ayrımlardır. Türk, Kürt, Ermeni, Arap, Arnavut vs. ayrımlar ise etnik ayrımlardır.
Aleviler’in dinsel kimlikleri gibi etnik kimlikleri de konu ile ilgili araştırmacıları oldukça ilgilendirmiştir.
Martin Van Bruınessen de bunlardan birisidir. “Alevi Kürtler’in Etnik Kimliği Üzerine Tartışma”(1) başlıklı yazısında Bruınessen şöyle yazıyor:“Ritüel dili olarak neredeyse tamamen yalnız Türkçe kullanan ve hatta çoğu Türkçe aşiret adlarına sahip olan Kürtçe ve Zazaca konuşan Aleviler’in varlığı bir çok yazarın izahat kabilinde hayal gücünü meşgul etmiş bir vakadır. Hem Türk, hem de Kürt milliyetçilerinin bu grupların muğlak kimliklerini kabul etmekte güçlükleri olmuş ve bunlar sıkıcı ayrıntıları örtbas etmeye çalışmışlardır.”Bruınessen’in yukarıda yazdıklarından şu sonuçlar çıkıyor: a) Kürtçe ve Zazaca konuşan Aleviler’in neredeyse tamamı ibadet dili olarak Türkçe konuşuyorlar; b) Kürtçe ve Zazaca konuşan Aleviler’in çoğu Türkçe aşiret adları taşıyorlar; c) Kürtçe ve Zazaca konuşan Aleviler’in bu ikili kimlik belirtileri Kürt milliyetçileri ve Türk milliyetçilerinin kendilerinin kaygıları yönünde ilgisini çekmiştir.
Bu yazılanlardan bazı çıkarsamalar yapmak gerekirse; Aleviliğin Türkler’le tanışması İslam’la tanıştığı yıllara yani 10.-11. Yüzyıla dayanır. Demek ki bu kitle Alevilik’le tanıştığı yıllarda Türkçe konuşuyormuş. Ritüel dili yani ibadet dili o yıllardan kalmış olabilir. Daha sonra Kürtçe ya da Zazaca öğrense de Türkçe’nin yerini alamamış. Türkler’in Anadolu’daki Osmanlı ile ilişkileri düşünüldüğünde Osmanlı’nın Kürdü ya da Ermeni’yi Türkleştirmesi olasılığı yok. Tam tersine Osmanlı Türk ve Alevi karşıtı olduğu için Alevi Türkmen malını kurtarması için Kürtçe ya da Zazaca konuşan bölgeye sığınması daha büyük olasılıktır. Bruınessen’in Kürtçe ve Zazaca konuşan Aleviler için “muğlak kimlik” nitelemesi bu durumdan kaynaklanıyor olabilir.
Araştırmacı bu kesime; Muş, Varto ve Hınıs bölgelerinde yaşayan; Kurmanci konuşan Hormek Aşiretini, Zazaca konuşan Lolanlılar’ı saydıktan sonra bunlara; Dersim Şeyh Hasan Aşireti ile akraba olduklarını kabul eden Koçgiri Aşireti’ni de ilave ediyor.
Bruınessen; Tunceli yöresindeki Aleviler’in dinsel ayinlerde kullandığı dille ilgili olarak ise; “Bununla birlikte daha özgül Alevi dinsel adetleri Dersimliler’i, Alevi Türkler’e yakınlaştırır. Gülbank ya da nefeslerinin çoğu Türkçe’dir; Ve 1920’den önce de kesinlikle öyleydi.” Dedikten sonra bu dediklerine tanık olarak Dersim bölgesini iyi bildiğine inandığı iki kişiyi gösteriyor. Nuri Dersimi ve; “Erzincan Valisi olan ve bölgeyi çok iyi bilen Ali Kemali’ye göre, hiç Kürtçe gülbank yoktur” diyor.
Bruınessen; “Dersim Alevileri’ni Türkler’e yakınlaştıran bir diğer adet, merkezi Hacı Bektaş Tekkesi ile olan ilişkilerdir” diyor. Hacı Bektaş’ın araştırmacı Molneux-Seel (1914:66) tarafından da Dersim dışındaki en önemli hac merkezi olarak gösterilmiştir diyor. Buna ek olarak da; “Bununla birlikte Batı, Dersim’deki üç küçük seyit soyu, Ağuçan, Derviş Cemal ve Sarı Saltuk Hacı Bektaş’ca tayin edilen halifenin neslinden geldiklerini” söylüyor.
Osmanlı belgelerinde Cevdet Türkay’ın(2); “Konar-göçer Türkmen Erkadi taifesinden, “göçmen Türkmen Kürtler” olarak yani Kürtleşmiş Türkler’den sözetmesine de değinen Bruınessen; Dersim’in kimliği ile ilgili olarak şu tesbitleri de yazıyor:
“Dersimliler’in nereden geldikleri sorusunu akla getiren ve hem resmi tarih ekolüne bağlı olanlar, hem de liberaller olmak üzere, bir çok Türk akademisyence bu soruya verilen cevap, bunların Kürtleştirilmiş (ya da Zazalaştırılmış) Kızılbaş Türk aşiretleri olduğudur. Bu varsayım o kadar mantıklı görünür ki bazı Batılı akademisyenlerce de hiç sorgulanmadan kabul edilmiştir. (Örneğin Mélikof 1982, a:145).
Bruınessen; Dersimliler’in nereden geldiği varsayımında; bunların Kürtleştirilmiş veya Zazalaştırılmış Kızılbaş Türk aşiretleri denmesinin Osmanlı belgelerinde olduğu gibi Batılı akademisyenlerce hatta kendi kanaatimce; “Bu varsayım o kadar mantıklı görünür ki” demesi ciddiye alınmayacak tesbitler değildir.
Bruınessen, “Yüzyıllar boyunca izleri sürülebilecek olan bazı aşiretler dillerini Türkçe’den Kürtçe’ye ya da tam aksi şekilde değiştirdiler; bu aşiretlerin mensuplarının kompozisyonları da zamanla kaymış olabilir” dedikten sonra; “yalnız bir tek büyük Dersim aşiretinin, Balaban’ın Türk olduğu, Yörükan taifesinden olduğu söylenir. Balaban aşiretinin Zazaca konuşmasına rağmen, bugünkü komşularının kabul eder göründükleri bir ad” diyor.
Bu tespitten de; Balaban aşiretinin Türk olduğu, Alevi olduğu ama buna karşın Zazaca konuştuğu anlaşılıyor. Yani; Zazaca’yı sonradan öğrenen bir Türk aşireti olduğu savı doğrulanıyor.
Bruınessen; konu ile ilgili yazısına, araştırmacı Taylor’dan da saptamalar almış. Yazıda deniyor ki; “Taylor’a (1868:318) Halihazırda Şeyh Hasan Aşireti’nin aslen Horasan’dan olduğu ve Dersim’e yakın zamanda Malatya yakınındaki Alacadağ bölgesinden geldiği söylenmiştir.”
Taylor’un verdiği bu bilgi başka kaynaklar tarafından da doğrulanıyor. Şeyh Hasan’ın Arapgir Onar köyünden Dersim’e geldiğini ve halen köyünün yaşadığını köydeki belge ve bilgilerin bunu doğruladığı biliniyor. Başka bir şey de biliniyor. Dersim’de Zazaca konuşan Şeyh Hasan Aşireti’nin Malatya’daki köyünde Zazaca konuşan bir tek kişi yoktur. Bu da Zazaca’nın sonradan öğrenildiğini gösterebilir.
Yazının devamında Bruınessen “Yalnızca Şeyh Hasan değil, ama bazı başka Dersim aşiretleri (İzol, Hormek ve Şadilli) de, temel seyit soyları Kureyşli ve Bamasoran gibi yüzyıllarca önce Horasan’dan gelmiş olduklarını iddia ederler” diyor.
Bruınessen; Kürtçe veya Zazaca konuşan Alevi aşiretlerinin kökeninin Kürt veya Zaza olduğu tezini savunanlara hatta onların Horasan’dan geldiklerinden beri Zazaca ya da Kürtçe konuştukları iddiasına karşın şöyle yazıyor:“Horasan Aleviler’in anayurdu olarak bilinir. Dersimi (N. Dersimi) bunun yanısıra, bu aşiretlerin bölgeye vardıklarında halen Zazaca konuştuklarını, hatta kendi zamanında bile sözde seyitlerin Türkçe konuşmadıklarını vurgular” dedikten sonra bu yaklaşımın; “Bu aşiretlerin Türk olduğunu iddia ederek teyit için Horasan bağlantısını gösteren” düşüncelere karşı bir tepkisel tavırdır” diyor ve sonra 1930’larda bile birkaç aşiretin kendilerini Moğol işgalinden önce Doğu Anadolu’ya gelen askeri bir macera olan Celalettin Hazemşah’ın askerlerinin ardılları olduğu söylenir. 1930 yıllarındaki bir Türk istihbarat raporundan şöyle sözediyor: “Pülümür bölgesindeki yaşlı erkeklerin hala Celalettin Harzemşah’a dair efsaneleri hatırladıklarını Büyük Baba Dağı’nın onun mezarı olarak sayıldığını ve bu yüzden aynı zamanda Sultan Baba olarak da bilindiğini kaydeder” diyen Bruınessen bu olayın doğru olup olmadığı konusunun tartışmalı olduğunu yazadursun, Pülümür kökenli dikme dede Pir Ahmet Dikme 1999 Kasım’ında “Haykırıp Duyuramadıklarım”(3) adını verdiği kitapta konu ile ilgili bakın ne yazıyor:“Moğolların baskılarına dayanamayarak yurdunu terk etmek zorunda kalan Muhammet oğlu Celalettin Harzemşah’ta yer yer çarpışarak, batıya doğru ilerler ve bir çatışmada yaralanır. Yaralı olarak dostu ve sırdaşı olan Şeyh Hasan’ın yanına gelir ve orada bir Kürt tarafından öldürülür. Öldürüldüğü haberini alan 2. Alaattin Keykubat şöyle der:“Celalettin Harzemşah bir Kürt babayiğidinin elinde can verdi. Allaha hamdü senalar olsun.” (Bilal Aksoy, Tarihsel Süreç İçerisinde Tunceli, s. 134-135) diye aktardıktan sonra Pülümür’lü dede Pir Ahmet Dikme şöyle yazıyor: “İşte bu şekilde öldürülen Celalettin Harzemşah, bizdeki kaynaklara göre, beraberindeki oğlu Mehmet’i Şeyh Hasan’a emanet eder. Şeyh Hasan evvela saygı duyduğu dostu Celalettin’in naaşını götürüp Dojik Dağı’nın zirvesine defneder ondan sonra da Celalettin’in oğlunu kendi himayesine alır, üç dört yıl sonra da Mehmet’i kendi kızı ile evlendirir.”
Harzemşahlar’ın Türkistan’dan gelen Türkmen boylarından Beydilli Türkmen aşiretine mensup bir kol olduğu da bu yazılanlara eklenirse durum daha açıklık kazanabilir. Pir Ahmet Dikme işte bu tarihsel alt yapıyı bilerek kalkıp şöyle yazabiliyor:“Munzur dediği dağın güney yakasında bir tek Kürt yoktur. Orada yaşayan Şeyh Hasan Aşireti tamamen Horasan kökenli Türkmenler’dir. Daha doğuya, Pülümür’e doğru gelindiğinde ise, Areli, Lolanlı, Şahvelanlı, Kemanlı, Çerekanlı ve daha bir çok aşiret oturmaktadır. Bu aşiretlerden hiç biri Kürt değildir. Tamamı Türk kökenli aşiretlerdir. Ben bu konuyu her platformda tartışmaya hazırım” diyor 1937 doğumlu bugün 65 yaşında olan Pir Ahmet Dikme Dede.
Bruınessen; Bingöl, Muş, Varto’da yaşayan çoğu Hormek, Lolan ve Balaban aşiretine mensup Aleviler için “Kendilerini Kürt addetmeye daha az meyillidirler” dedikten sonra geleneksel düşmanları, hem milliyetçi, hem Sünni Kürt nitelikli Şeyh Sait İsyanı’nda yer aldıkları zaman bu aşiretler, özellikle Hormek ve Lolan Kürtlere karşı çıkarak Kemalist hükümetle kaderlerini birleştirdiler. (Ş.Fırat 1570-1945)” Bu aşiretlerin önde gelenlerinin kendilerini tanımlama biçimi için ise; “Bu aşiretlerin egemen seçkinlerinin bir kısmı, en azından 1930’lardan bu yana kesin olarak kendilerini Türk olarak tanımladılar” diyor.
Bruınessen; Jandarma Genel Komutanlığı tarafından hazırlanan bir raporda şu bilgilerin yer aldığını yazıyor:“Zaza Aleviler’e gelince:Bunlarda mezhep ve ibadet dili Türkçe’dir. Ayinlere iştirak edenler Türkçe konuşmak mecburiyetindedir. Bu mecburiyettir ki Alevi Zazalık asırlardan beri ihmal edildiği halde Türklük’ten pek de uzaklaşmamış Dersim Alevileri arasında cevap istememek şartı ile Türkçe meram anlatmak mümkündür.” dedikten sonra raporda 20-30 yaşlarından yukarı olanlarla Türkçe ile anlaşmak mümkün iken 10 yaşından küçük çocuklarla Türkçe konuşmak imkanı ortadan kalkmak üzeredir dendiği yazıyor. Raporun sonlarına doğru ise; “Bu netice Dersim Alevi Türkleri’nin de benliklerini kaybetmeye başladıklarına ve ihmal edilirse günün birinde Türk dili ile konuşana tesadüf edilemiyeceğine delildir” diye yazıyor.
Bruınessen’in yazdıklarından ve Jandarma Genel Komutanlığı raporundan çıkan sonuç; Türkçe’nin unutulduğu onun yerine Zazaca veya Kurmanci’nin hakimiyet kurduğudur. Demek ki; Aleviler önce Türkçe biliyorlar. Türkçe’nin yerini zamanla Kürtçe ya da Zazaca alıyor. Bu durum, Türk Tarihi, Osmanlı Alevi İlişkileri, Osmanlı Kürt ilişkileri ile de koşut sayılır. Osmanlı’da kuruluş yıllarında Türkmen ağırlığı vardı. Bu Fatih Sultan Mehmet dönemine kadar devam etti. Dönme-Devşirme geleneği Osmanlı’da hakim oldukça Türkmen düşmanlığına koşut olarak Alevi düşmanlığı da arttı. Türkmen’in önünde iki yol vardı. Ya Sünnileşip ümmetçileşecekti veya “Katli vacip”ti. İşte Osmanlı’ya karşı bitip tükenmeyen Celali Ayaklanmaları böyle başladı. Merkezi otoritenin güçleri karşısında yenilen Türkmen’in canını kurtarmak için tek yol kalmıştı. Kuş uçmaz kervan geçmez dağ köylerine yerleşmek, Türkçe’yi derhal unutup Kürtçe ya da Zazaca’yı öğrenip canını kurtarmak. İşte Horasan Türkleri’nin Kürtleşme macerası böyle başlıyor.Bruınessen, yazısının bir yerinde; “Taylor’a göre Dersimliler aslen pagan bir Ermeni neslin ardıllarıdır” diyor. Bu iddiaya göre ise, Dersimliler Ermeni’dir anlamı çıkıyor. Dersim’de Doğu Anadolu’nun çeşitli yörelerinde olduğu gibi Türkler’in gelmesinden önce çeşitli Hıristiyan topluluklar yaşıyordu. Bunları Türkler gelince hemen sihirli bir güç ile yokedecek değillerdi. Bu farklı kültürler yüzyıllarca yan yana yaşadı. Birbirini karşılıklı olarak etkilediler. Ve bu süreç günümüze dek geldi.
Alevilikte dedelik, ocak geleneği ile yaşar. Babadan oğula geçerek yaşar. Sahte dede veya ocakzadeler türemediği sürece dede ocaklarının bozulma şansı çok azdır. Bu nedenle Dersim bölgesinde dede ocaklarının tümü kendilerinin Horasan’dan gelen Türkmen Aşireti olduğunu savunur. Dede ocaklarının Ermeni veya Kürt olma olasılığı hiç yok denecek kadar küçük bir olasılıktır. Ama çeşitli tarihsel karmaşa dönemlerinde Hıristiyan topluluklar Ermeni, Kafkas, Rum, Rus vs. Dersim’e veya herhangi bir Alevi yerleşmeye yerleşmiş olanların yanına sığınmış olabilir.
Nitekim nüfus sayımlarına baktığımızda örneğin 1885 nüfus sayımlarında Dersim’e bağlı Mazgirt kazasında; 32.998 kişinin, 22.177’sini Müslüman kesim oluştururken, 10.637 kişiyi Ermeni Gregoryanlar oluşturuyor.
Araştırmacı Ali Kaya; Dersim Tarihi(4) adlı kitabında; İbni Batuta’nın 1333-34 yıllarında Kuzey Dersim’e uğradığında iki Türkmen kabilesi olan Karakoyunlu ve Akkoyunlular’ın birlikte Moğollar’la sürekli savaştıklarını belirtiyor.(s. 125) Bu kalıntıları bugün Dersim yöresinde mezar taşlarındaki koç resimlerinde izlemek mümkün. Yine Ali Kaya aynı araştırmasında; “Alaattin Keykubat Bağın’ı ziyaretinde Şeyh Mansur’a bir secere vermiştir. Bu secere, Mazgirt ilçesinin Şöbek köyünde Seyyit Cafer oğullarının evinde muhafaza edilmektedir. Secere ile ilgili ise okuyucuya şu bilgiyi vermektedir:“Bu secerede 12 aşiretin Türk aşiretleri olduğu söylenmektedir. Bunlardan Hıran (Cafer’in kardeşi olup Ali dost oğullarıdır) Koçgiri, İzol aşiretlerinin yanı sıra Hormek aşiretinin de Şöbek köyünde oldukları söylenmektedir” diyerek Ali Kaya bu konuda verilen bilgileri doğrulamaktadır

KOÇGİRİ AŞİRETİ,KÜRT MÜ? TÜRK MÜ?

Alevilik araştırmaları denilince İréne Mélikoff(5) adından söz etmemek olur mu?Peki bu konuda Prof. Mélikoff ne düşünüyor?Melikoff’a göre; Kürtçe ya da Zazaca konuşan Aleviler Kürt ya da Zaza mı?Yoksa Türk mü? Bakalım bu konuda Mélikoff ne yazmış.
“İlk Safeviler’in taraftarlarının adı olan, fakat giderek horlayıcı ‘asi zındık’, hatta ‘Kürt’ anlamlarına gelmeye başlayan Kızılbaş deyiminin yerini, oldukça yakın bir tarihte Alevi sözü almış bulunuyor. Bununla birlikte, Aleviler’in büyük bölümü Türk olduğu halde günümüzde Alevi deyimi de aynı anlama doğru çekilmektedir.”Türk sözünün kaba, küçültücü, yaban, köylü anlamı üstüne dururken “İslama girmiş, Müslüman olmuş, Selçuklu hanedanı gibi, kültürü İran’lılaşmış kentli Türk ile, henüz İslamlaşmamış veya yeterince İslamlaşmamış göçer ya da yarı göçer Türk arasındaki uyuşmama dolayısıyla birincisine Müslüman; ikincisine ‘Türk’ denmiştir” diyor.
Bugün Erzincan, Sivas, Elazığ, Muğla-Ortaca gibi yerlerde Sünni Türk’e Türk denmesi ama aynı yöredeki Alevi Türk’e “Kürt” denmesi bu örnekleri anımsatmıyor mu?Ama Ege’deki Alevi ise kendini tanıtırken Alevi kelimesini kullanmadan “Türkmenim” diyor.
Mélikoff; sosyal anlamda kullanılan Türk ve Kürt sözcükleri için düşüncelerini şöyle sürdürüyor:“Nasıl Kaşgarlı Mahmut’un gösterdiği gibi, tat sözcüğü Müslüman olmayan Uygur’u belirtiyor idiyse, Türk de İslamlaşmamış olana deniyordu” diyor ve devam ediyor: “Bu sözcüğün etnik anlamda değil, sosyal bir anlamda kullanıldığı açıktır. Aynı olgu bugün de belli bir ölçüde etnik olmaktan çok, sosyal bir ayrım anlamı ile kullanılan; ve aşiret bağları hala canlı, cemaat dışı bir İslam inanışı ile belli bir yaşam tarzını sürdüregelen Anadolulu anlamında “Kürt” deyimi ile karşımıza çıkar” dedikten sonra Kürtçe konuşan Alevilerin nitelendirilmesine geliyor. Mélikoff diyor ki;
“Araştırmalarım beni Kurmancı denen ve Kürtler olarak tanınan insanlar arasında kalmaya götürdü. Töreleri Orta Asya’ya kadar uzanan Türk töreleri idi. Ölümle ilgili adetler… Al inanışı… Türklerin On iki hayvanlı takvimlerine eski yeni yıl bayramları olan Hızır bayramının kutlanması vb. Sorduğumda, kaynaklarımdan biri bana, ‘Soy olarak biz Kürt değiliz, fakat inançlarımız dolayısıyla eza gördük, dağlara sığındık, Kürtlere karıştık ve Kürtler olarak adlandırıldık’ dedi.”Mélikoff bu sözü söyleyen kişinin hangi aşirete mensup olduğunu ise şöyle yazıyor:
“Bunu söyleyen, bir çok ayaklanmada etkinliği bulunan tanınmış Kürt aşireti Koçkırı’lardandı. Artık aramızda bulunmayan Ömer Lütfi Barkan’a şüphelerimden sözettiğim zaman, bana Koçkırı adının, dil yönünden Türkçe olduğunu ve Akkoyunlu, Karakoyunlu vb. adlandırmalarla karşılaştırılabileceğini işaret etti. Bunlar, sahip olunan sürülere göre verilmiş, Türk aşiret adlarıdır” diyor.
Ord. Prof. Dr. Ömür Lütfi Barkan sosyal bilimlerde sosyal tarihte, Osmanlı tarihi konusunda ciddiye alınması gereken bir bilim adamıdır. Prof. Dr. İréne Mélikoff konu ile ilgili bulgularını düşünüp taşındıktan sonra bir anlamda hocası ile birlikte yorumluyor ve şu sonuca varıyor:
“Sonuç olarak, bu boylara verilen ‘Kürt’ adı, Alevi Kürtler’de bulunmakla birlikte, onların tümünün Kürt kökenli olması gerektiğini göstermez. Kürtler’in çoğu Şafii mezhepten gerçek Sünnidirler. Aleviler’e takılan ‘Kürt’ lakabı ancak sosyal bir değer taşır, belli bir yaşam biçimini gösterir, resmi Sünniliğe uymayan, aşiret adetleri hala canlı olan ve kendi içlerine kapanmış olarak yaşayan cemaatleri ifade eder” diyor.
Yani Mélikoff, sosyolojik olarak bir Kürt’ün de Alevi olma olasılığına karşın, Koçgiri aşiretinin Kürt olmadığını, Türk kökenli Kürtçe’yi sonradan öğrenen bir Türkmen aşireti olduğunu söylüyor.
Koçgiri konusunda araştırması olan tarihçi Baki Öz’de bu konuda Ömür Lütfi Barkan ve İréne Mélikoff’u doğrulamaktadır. O da araştırması sonucu; Koçgiri aşiretinin Orta Asya’dan Anadolu’ya gelen bir Türkmen aşireti olduğunu esasen İzolu olduklarını Dersim’den buraya yerleştiklerini Şeyh Hasan aşireti ile akrabalık ilişkilerinin bulunduğunu sonradan Kürtleşen bir Türkmen boyu olduklarını yazıyor.(6)

GÖKALP’TEN ÖCALAN’A
(TÜRKMENLER’İN KÜRTLEŞMESİ)

Kürtçe ya da Zazaca konuşan Türkmenler’in varlığını yadsıyanlar arasında Türkmen aşiretlerinin Kürtleşmesi gerçeğini kabul etmeyen bir anlayışa sahipler. Bu düşünce sahipleri Kürt aşiretlerinin Türkleşmesini kabul ederler. Ama tersini Türk aşiretlerinin Kürtleşmesini kabul etmezler. Türkmen aşiretlerinin Kürtleşerek Zazaca ya da Kurmanci öğrenerek varlıklarını sürdürdüklerini kabul etmezler. Onların aslında Kürt ya da Zaza olduklarını varsayarlar.
Halbuki bu olay tarihte çeşitli olaylarda olduğu gibi sosyolojik olarak mümkündür. Çeşitli millet ve milliyetlerin tarihte sıkça dil değiştirdikleri görülmüştür. Resmi dilleri İngilizce olan Hindistan, Pakistan hiçbir zaman İngiliz olmamışlardır. Tarih boyunca Türkler’de çok dil değiştirmişlerdir. Dil değiştirmek milliyetini de değiştirmek anlamına gelmez.
Ziya Gökalp(7); “Türkmenler’e dair yaptığım tetkikatten çıkan neticeye göre, bir çok yerlerde Türkmen aşiretleri Kürtleşmiştir. Mesela Diyarbekir’de Karacadağ’da yaşayan “Türkan/Terkan” (Kürtçe:Türkmenler) aşiretinin bütün fertleri Oğuv ilinin Beydili boyuna mensup halis Türk olduğunu bilirler. Bununla beraber, Türkçe’yi unutarak onun yerine Kürtçe’yi ikame etmişlerdir. Bu aşiretlerden Karakeçili aşireti ise, Osmanlılar’ın ecdadı Kayı boyu ile akrabalık iddiasında bulunmakla beraber kendilerini Kürt zannetmektedirler.”
Ziya Gökalp bu konuya ilişkin adı geçen kitapta sayısız örnek vermektedir. Bir örnekte de; “Yine Siverek’te Bucak isminde bir nahiye vardır. Ki Zazaca konuşur. Halbuki Lazkiye’de Bucak ve Bayır ismindeki nahiyeler Türkçe konuşur” diye yazıyor.
Ziya Gökalp’in bu konudaki tespitlerine yıllarca karşı çıkan, savaş açanlar bakın şimdi neler yazıyorlar. Aşağıdaki yazılanlar da Abdullah Öcalan’ın(8) savunmasından; “Türkmen akınlarının XI. Yüzyılda Kürtler’in yoğun yaşadıkları coğrafyaya akın etmeleri iki halk arasında yoğun bir kaynaşmaya yol açtı. Kürtler’in nisbeten yerleşik konumları bu yüzyıllarda daha çok Türk boylarının erimelerine yol açıyordu.” diyen Öcalan yazının devamında; “Türk üst tabakaları, yerel siyasal kültürle bütünleşip çoğunlukla hakim olurken, alt tabaka daha çok Kürtler içinde erimeyi yaşıyordu” açıklamasında bulunuyor.
Türk basınında “Kürtleşmiş Türk” ya da “dağlı Türk” ifadelerine Kürtçülük adına yıllarca karşı çıkıp dalga geçenlere bakın Öcalan Türkler’in Kürtleşmesi’nde olduğu gibi ne cevap veriyor:“Kürt-Türkü veya Türk Kürdü böyle oluşuyor. Belirgin bir özellik olarak bunu sürekli göz önüne getirmek, sağlam objektif değerlendirmeler için büyük önem taşır. Türk-Kürt kardeşliğine böyle bilimsel yaklaşmak büyük önem taşır.”
Bugüne kadar Ziya Gökalp ya da o çizgide bu konuyu savunanlara ırkçı, Türkçü vs. diyenlere karşı Öcalan artık “Bilimsel yaklaşım” adını veriyor.
Böylece; Kürtçe ya da Zazaca konuşan Aleviler’in süreç içinde bu dilleri öğrenebildiği onların aslen Türkmen olabilecekleri en azından sosyolojik olarak kabul edilebilmelidir. Kürt meselesini en radikal bir söylemle savunan Abdullah Öcalan bile bu tesbitlere katılıyor.

ALEVİLER’İN COĞRAFİ DAĞILIMI

Ülkemizde değişik milliyetlere mensup Alevi ve Bektaşiler’den söz edebiliriz. Örneğin; Orta Anadolu; Tokat, Çorum, Amasya, Yozgat, Hacıbektaş ve çevresi Türkçe konuşan Aleviler’den oluşur. Ege, Marmara ve Trakya’da son yıllardaki göçleri saymazak Alevilik; Türkmenler’den oluşuyor. Akdeniz Toroslar’daki Aleviler de Türkmenler’den oluşuyor. Trakya ve Balkanlar’da Türk Alevileri’nin yanı sıra Arnavut ve Boşnak kökenli Alevi Bektaşiler’le az da olsa Bulgar ve Rum Alevi ve Bektaşiler’den de söz edilebilir.
Zazaca ve Kürtçe konuşan Aleviler’den söz edince esas olarak Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun batısı anlaşılmalıdır. Doğu Anadolu’da Sivas, Erzincan, Tunceli, Elazığ, Muş-Varto-Hınıs, Erzurum, Kars, Malatya’daki Aleviler Türkçe’nin yanında Zazaca ve Kürtçe de biliyorlar. Ama bu yöredeki Alevilerin 60 yaş ve üstündeki kesim kendisini Kürt ya da Zaza diye ifade etmiyor. Kendisini Türk olarak ifade ediyor. Kürtçe ya da Zazaca’yı sonradan öğrendiğini belirtiyor. Alevi anne babadan doğup kendini Kürt ya da Zaza olarak ifade eden kesim ise genç kesimdir. Onların Kürtlüğü ya da Zazalığı siyasi Kürtlük ya da Zazalık olarak kabul edilebilir.
Maraş-Elbistan, Pazarcık ve çevresindeki Aleviler ise Türkçe’nin yanı sıra Kurmanci konuşurlar. Ama bunlarda dinsel törenlerde Türkçe ayin yaparlar. Elbistan, Pazarcık, Kürecik, Adıyaman’ın bazı ilçelerindeki Aleviler Kürtçe konuşur. Ama bunlar da Kürtçe’yi sonradan öğrenen Türkmen boylarıdır.
Bunlar dışında Türkiye’de Hatay, İskenderun, Adana ve Mersin civarında yerleşmiş Arap Aleviler’den söz etmek gerekir. Bunlar Aleviliği benimseyen ve kendilerini etnik olarak Arap olarak ifade eden toplumsal kesimdir. Ama bu konuda da farklı görüşler vardır. Arap Aleviler’in Abbasiler döneminde Araplaşan Türkmenler olduğu ifade edilir.
Alman Feldmareşal Moltke, Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde Doğu Anadolu’nun bir çok yerlerini gezer ve gözlemlerini “Türkiye Mektupları”(9) adlı kitapta topladı. Konumuzla ilgili bir gözleminde General Moltke 6 Nisan 1838’de yazdığı mektupta bazı kesimlerce Kürt-Alevi olduğu iddia edilen Maraş ve yöresinde yaşayan Alevi aşiretleri için bakın ne yazıyor.
“Pazarcık ovasını geçtik. Bu ovada üç Türkmen kabilesi:Atmalı, Kılıçlı, Sinemili’ler konaklamıştı. Bu üç kabile halkı 2000 çadırda oturuyordu. Reşit Paşa, en nüfuzlu Kürt beylerinin akıllarını başlarına getirdikten sonra bu Türkmenler’de hükümete karşı olan sevgi ve bağlılıklarını ilan etmişlerdi ve 400 kese akçelik (20.000 florin) bir salyana (yani vergi) ödüyorlardı.”
Görüldüğü gibi bu yöredeki üç büyük Alevi aşiret olan Atmalıları, Kılıçlıları ve Sinemililerin Türkmen aşireti olduklarını Alman Mareşal ifade ediyor. Üstelik bu tanımı bilinçli yaptığını cümlenin devamından anlıyoruz. Çünkü; Reşit Paşa’nın nüfuzlu Kürt beylerinin akıllarını başlarına getirdikten sonra Türkmenler’den alınan vergiden söz ediyor.
Yine Osmanlı kayıtlarında; Malatya ve Maraş sancağından sözedilirken Cevdet Türkay, Osmanlı İmparatorluğunda Oymak, Aşiret ve Cemaatler adlı kitapta, “yerli ve göçer Türkman Ekradı (Türkmen Kürtleri) diye söz ediyor. Pazarcık ovasındaki Kılıçlılar için ise; “Kılıçlılar kah Yörükan taifesinden, kah Türkman Ekradı (Türkmen Kürtleri) taifesinden” sayılmaktadır.
Sosyolog Mehmet Eröz;(10) “Kendilerinin de komşularının da kabul ettiği gibi Pazarcık Kurmançları Türkmen asıllı olup, içlerinde Çiğil Türkleri de vardır.” Burada iki uruk (boy-aşiret) vardır… Bu iki boy Atmalı ve Sinemilli boyudur, diyor. Daha sonra ise; Atma aşiretinin Rişvan aşiretine bağlı bir boy sayıyor. Sinemilli Mustafa Buyrukcan’dan edindiği bilgilerden; Sinemillilerin Horasan’dan gelen bir Türkmen boyu olduklarını, dedelerinin Türkçe konuştuklarını, Yavuz Selim-Şah İsmail çatışmasında Elazığ Keban’da olduklarını o olaydan sonra dağıldıklarını Maraş taraflarına daha sonra yerleştiklerini anlatıyor.
Sosyolog Mehmet Eröz; “Kalmuk Türklerinin yerleşme yerlerinden birinin adının ‘Sarız’ olduğunu gösterdik. Kayseri’ye bağlı Sarız’da Türkçeyi unutmuş olan ve Kurmançça konuşan, Alevi cemaatlerin oturuyor olması, konumuz bakımından üzerinde durulmaya değer bir hadisedir.” dedikten sonra bunlara “Badıllı” denir ki diye devam ediyor. Badıllı Oğuz boylarından Beydili’nin bozulmuş şeklidir açıklamasını yapıyor.
P.A.Andrews’in“Türkiye’de Etnik Gruplar” adlı kitabında “Bazı yörelerde de özellikle Kars’ın Selim ve Ardahan ilçelerinde Zazalar, Türkmen adıyla anılmaktadır.” şeklinde kayda değer bir tespit yapıyor.
Konu ile ilgili önemli bir belgede, Dersim milletvekili Hasan Hayri Bey’in1921’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde(14) yaptığı tarihi konuşmasıdır. Bu konuşmasında Hasan Hayri Bey; Harzem’den gelen ve Türkçe konuşan atalarına Selçuklu Sultanı Alaattin Keykubat’ın buralara yerleşme izni verdiğini, Yavuz Sultan Selim zamanında Harzem’li Alevi Türkler’in can güvenlikleri nedeni ile, Dersim dağlarına çekilmek zorunda kaldıklarını ve bu tecrit neticesinde kendilerini gizlemek için Kürtçe öğrendiklerini, süreç içinde Türkçe’den uzaklaşarakKürtleştiklerini belirtmesi çok anlamlıdır.
Bu konuda; Ziya Gökalp’in, Bruınessen’in, Mehmet Şerif Fırat’ın, Mehmet Eröz’ün, Ord. Prof. Dr. Ömer Lütfi Barkan’ın, Prof. Dr. İrene Melikoff’un, Hasan Hayri Bey’in, ve daha sayılması gereken bir dizi araştırmacı, tarihçi ve düşünürün saptamalarının ciddiye alınması gerektiğini düşünüyorum.
Kürtleşme ve Türkleşme ile ilgili aşağıdaki yalın anekdotu sizlerle paylaşmak istiyorum.
“Erzurum Üniversitesi Ziraat Fakültesi emekli profesörlerinden Lütfi Ülkümen, Bingöl yaylalarında Beritanlılar’a rastlıyor. Bunların ileri gelenlerinden Kekeç isimli biri asıllarının Türk olduğunu, zamanla bunu unuttuklarını söylüyor. O esnada tepeden bir “Aydınlı” (Yörük) iniyormuş. Orada koyun yaylamaya gelen oymaklardan imiş ve tam bir zeybek kılığında imiş. Kekeç: Bak Hoca, bu Aydınlı’da beş on yıl sonra Kürt olur demiş.”(15)

TARİHSEL KÜRTLÜK / SİYASAL KÜRTLÜK AYRIMI

Bu yazının amacı; Kürtçe ya da Zazaca konuşan Aleviler’in etnik kimliğine ilişkin edindiğim fikirleri okuyucu ile paylaşmaktır. Bu şüphesiz konu ile ilgili tartışmalardan bir tanesidir. Ne ilktir ne de son olacaktır. Bu düşüncelere karşın kim nasıl dilerse kendini öyle ifade edebilir.
Alevi olan bir kimse Türk de olabilir, Arap da olabilir, Arnavut veya Kürt de olabilir. Bu yazıdaki amaç; ülkemizdeki tarihsel ve sosyolojik gelişmelere koşut olarak Kürtçe ya da Zazaca konuşup kendini ısrarla Türk ifade eden Alevi’nin kimlik tanımlamasını anlamaya çalışmaktır. Yoksa sosyolojik olarak bir kimse, Türk olup Aleviliği veya Sünniliği benimseyebileceği gibi, Kürt olan birisi de Aleviliği, Şafiiliği, veya başka inancı benimseyebilir. Bu sosyolojik olarak mümkündür. Ama ülkemiz gerçeğinde, tarihsel olarak durum nasıl gelişmiştir. Alevi olup Kürtçe veya Zazaca konuşan insanlar neden kendilerini ısrarla Türk diye ifade edebiliyor. Bu araştırma bu soruyu düşünmeye yönelik bir çabanın sonucu olarak algılanmalıdır.
Bu araştırmanın savunucusu olarak, son on yıldır Alevi olup Kürtçe ya da Zazaca konuştukları halde kendilerini Türk olarak ifade eden Alevi yerleşmelerinin % 75’ini gezmiş, görmüş birisiyim. Örneğin; Erzincan’a bağlı Tercan, Çayırlı, Kemah, Üzümlü, Refahiye, Kemaliye’ye bağlı yaklaşık 400 Alevi köyünü gözlem amacıyla gezdim. Sivas’ın Zara, Hafik, İmranlı köylerini Malatya’nın Doğanşehir, Akçadağ, Kürecik, Hekimhan, Yeşilyurt ve bazı köylerini Adıyaman’ın bazı köylerini, Pazarcık ve Elbistan’ın bazı köylerini gezdim. Bu köylerde yaklaşık 1500 civarında insan ile görüştüm. Buna İstanbul-Şahkulu ve Karacaahmet Dergahlarında rastladığım Tunceli’li, Antep’li, Maraş’lı Alevi yaşlılarını da ekleyince bu rakam yaklaşık 3000 kişiyi buldu.
Kendileri Zazaca veya Kürtçe’yi bildikleri halde hatta Türkçe’yi bozuk bir şive ile konuştukları halde bugün yaşı 60’ın üstünde olan ve kendisini Kürt ya da Zaza diye ifade eden yani Türk olmadığını ifade eden bir tek Alevi’ye rastlamadım. Kendisini Kürt ya da Zaza olarak ifade eden kesim ise; son yıllarda Kürtçülük veya radikal sol rüzgardan etkilenen azınlık bir gençlik kesimidir. Bu kesimin savunduğu Kürt ya da Zaza kimliği ise tarihsel değil siyasi bir kimlik olarak kabul edilebilir.
Bu genç kesimin anne, baba ve dedelerinin kendilerini Türk olarak ifade etmelerine karşı yönelttikleri eleştirel cevap ise; “asimile” olduklarıdır.
O yaşlarda ben de kendimi Kürt sanıyordum. Annem Gümüşhane-Kelkit’li bir Türkmen köyüne mensup idi. Babam, dedem Tunceli-Ovacık’lı idi. Babam kendisini Türk olarak ifade edince onun asimilasyon sonucu Zazalığı değil de Türklüğü savunduğunu düşünüyordum. Babam ise ısrarla 30 yıl boyunca kendilerinin Horasan’dan gelen Türkler olduklarını Zazaca’yı sonradan öğrendiklerini bana anlatmaya çalıştı.Annem babamla evleninceya kadar bir tek kelime Kürtçe bilmezmiş.Evlendikten sonra aradan 15-20 yıl geçince annem hem Zazaca’yı hemde Kurmançça’yı ana dili kadar güzel konuşuyordu.Biz çocukları annemin ana dilinin Zazaca olduğunu sanıyorduk.Ama anneanneyi dayıları ve kendi köyünden bir tek kişinin bile Zazaca bilmediğini görünce çok şaşırmıştık.
Ben babamın Kürt olsa idi asimile olamayacağını, tam tersine Türk olduğu için asimile olduğunu, Türk Tarihi’ni, Osmanlı Tarihi’ni ve Alevi Tarihi’ni okuyunca öğrendim. Gerçekten ortada bir asimilasyon vardı ama bu benim iddia ettiğim gibi değil, babamın iddia ettiği gibiydi. Çünkü Osmanlı Türkmen ve dolayısıyla Türkmenler de Alevi olduğu için Alevi karşıtı idi. Türkmenler canlarını kurtarmak için Osmanlı’nın ulaşamayacağı dağ köylerine çekilmişler. İşte Kürtçe ya da Zazaca o zaman devreye girmiş. Osmanlı Kürt düşmanı değil Türkmen ve Alevi karşıtı imiş. Kürtler’in bırakalım asimile olmasını, Osmanlı tarafından korunup kollandığını görüyoruz.
Osmanlı’da özel mülk olmadığı halde, tüm mülk Allah adına padişahın olduğu halde, tımar sistemi olduğu halde bakıyoruz; Kürdistan’da özel mülkiyet var ve mülk babadan oğula padişah fermanları ile geçiyor. Hatta Kürt ağaları Osmanlı’ya yaptıkları yararlılıklar karşılığı fermanlarla mülk ediniyorlar.(16) Hem de o mülkler babadan oğula miras ile geçebiliyor.
Yani Osmanlı’da Kürt olmak avantaj. Celali ve benzer ayaklanmalarda canını kurtaran Türkmenler Kürt bölgesine sığınarak ve Kürtçe’yi öğrenerek canlarını kurtarıyorlar. Çünkü Türkçe bilenin “katlı vacip”tir.

CEMAL ŞENER

KAYNAKÇA
1. Martin Van Bruınessen, Alevi Kürtlerin Etnik Kimilği Üstüne Tartışma, Birikim, S. 88, s. 38.
2. Cevdet Türkay-Osmanlı Belgelerinde Aşiret Oymaklar ve Cemaatler,
3. Pir Ahmet Dikme, Haykırıp Duyuramadıklarım, 1999, İstanbul, Ant Yayınları.
4. Bilal Aksoy; Tarihsel Süreç İçinde Tunceli, s. 134-135.
5. Mehmet Şerif Fırat, Varto Tarihi, s. 75.
6. Ali Kaya, Dersim Tarihi, İstanbul, Can Yayınları, 1999.
7. İréne Mélikoff, Uyur İdik Uyardılar, CemYayınları, İstanbul, 1994.
8. Baki Öz, Koçgiri Olayı, Can yayınları, İstanbul, 1999.
9. Ziya Gökalp, Kürt Aşiretlerinin Hakkında Sosyolojik Tetkikler, Sosyal Yayınları, 1992.
10. Abdullah Öcalan, Savunma, Mem Yayınları, İstanbul 1999.
11. Feldmareşal H. Von Moltke, Türkiye Mektupları, Remzi Yayınları, İstanbul, 1969.
12. Mehmet Eröz, Doğu Anadolu’nun Türklüğü, İstanbul, 1982.
13. P.A.Andrews, Türkiye’de Etnik Gruplar, Zazalar bölümü, Ant Yay. İstanbul.
14. T.B.M.M. Gizli Celse Zabıtları, Ankara 1980, Cilt II, s. 252 (3 Teşrinievvel 1337, Celse)
15. İslam Ansiklopedisi, Kürtler maddesi, s. 1101.

0 yorum:

Yorum Gönder