Ankara Hukuk Fakültesinde her yıl Ceride-i Kantar adında bir güldürü dergisi çıkar. Orada okudum. Öğrenciler Türk vatandaşını söyle tanımlıyorlar:
- Türk vatandaşı, İsviçre hukukuna göre evlenen, İtalyan Ceza Kanunu ile cezalandırılan, Alman Ceza Usulüne göre yargılanan ve İslam hukukuna göre gömülen kişidir...
Bu tanımın temelinde, Türk hukuk sisteminin olduğu kadar, toplumların uygarlık sorunu da yatmaktadır. Bir yandan ortaçağ ümmetçiliğinin, öte yandan Bati burjuvazisi özentisinin ortasında, toplumlarına çıkar yolu arayanlar bu sorunları iyice tartışmak zorundadırlar. Artık, toplumların basmakalıp sistemlerden kurtulup kendi özlerini bulmalarının gerektiği bir cağda yaşıyoruz. Bu cağ, ezilen ulusların kutsal isyanları ile bilinçlenen milliyetçiliğin gerçek milli niteliğini bulma cağıdır. Uygarlığın, savaşın, barışın, insancıllığın anlamı bu akımla belirlenmektedir. Bu nedenle, bu koşulları yakından izlemek ve tanımak gerekir...
Her uygarlık, önce ekonomik ve siyasal olayların oluşumudur. Uygarlık tarihinde, belli donem ve koşulları yaşamamış toplumlar, uygarlık özentilerini çok pahalıya öderler. Avrupa, bugünkü aşamasına ve düzeyine feodaliteden, burjuva devrimlerinden, sosyal ihtilallerden geçerek ulaştı. Asyayı, Afrikayı sömürerek, geri ülkelerin servetlerine el koyarak gelişti. Asyanın sari, Afrikanın kara derili insanları, hep bugünkü Bati uygarlığı için çalıştılar. Belleri kılıçlı İspanyol denizcilerinden, başları hasır şapkalı kolonicilere kadar tüm sömürücüler için Doğunun yoksul halkının alın teri ve kanı, Avrupa bankalarında banknot oldu, büyük kentlerde gökdelen, hastahane, okul, konser salonu...
Bu bir bakıma homo homini lopus tu. İnsanin insana kurt olduğu o düzensiz devrin en ilkel kuralı, bugün gelişmiş uluslar denen eski uygarlık eşkıyalarının, emek hırsızlarının tek sömürme yöntemi oldu, Bati ilerledikçe Doğu geriledi. Bati, Doguya önce kılıçları kalkanları mızrakları sonra kültürü ile gelerek, önce Dogunun servetlerini sonra kültürünü yozlaştırdı.
Nerede bir Bati uygarlığı yapıtı varsa, orada Dogu insaninin emeği, hakki, alin teri vardır. Füzelerinden konser salonlarına, viskilerinden dokuma tezgahlarına kadar...
İste bu Bati, bu uygarlık, kendi hukuk sistemini ve kültürünü egemen hukuk ve kültür olarak Dogu halklarının üstüne çelik bir çember gibi geçirdi. Çünkü Dogu, toplumunun alt yapısını değiştirememiş, kendi içerisinde ayrı canlı bir sınıf, bir sömüren ülke ile işbirliği yapmış, üst yapı-alt yapı ilişkisini, kendi yöresel ve ulusal yapısının içerisinde sağlam çizgilerle kuramamıştır. O hep sömürülen, emeği çalınan, kültürü önemsenmeyen geri toplum olmaya zorlanmıştı...
Eninde sonunda kültür emperyalizmine dönüşmek, emperyalizmin kuralıdır. Dogunun kültür hayati, Asya stepleri gibi çorak kaldı. Ne ekonomik teorisi, ne de hukuk sistemi yasadı. Onun içindir ki, Dogu kültürü denince, çember sakallı molla, cami minberi akla geldi. Bati, viskisiyle, dansıyla, smokini ile, doğu ise tespihi, gülsuyu ve şalvarı ile anıldı. Birinin geriliği barbarlık, diğerinin yaşamı ilericilik sanıldı.
Bu muydu uygarlık? Eğer bu ise, demek yeryüzü bu cağın olgunluğuna, henüz adımını bile atmamış...
Hemcinslerini öldürmek için akil almaz silahlar icat edenler, uygarlıklarını, bu silahları kullanmak için gösterdikleri hünerle mi ispatlayacaklar?
Yoksul halkının yasama savasına gözlerini kapayıp, cami minberinden cennet öyküleri sayıklayanlar mi uygarlık temsilcisi olacaklar?
Hayır! Ne biri, ne de öteki...
Tarih, eğer sadece olayların kronolojik dedikodusu değilse Türk toplumunun geri kalışının da bir takım toplumsal nedenleri vardır. Gerçek devrimci, bu nedenlerin bilincini halkına anlatan, bu gerçeklerin savaşını yapan kişidir. Gerçek demokrasi ve gerçek İzm burada aranmalıdır.
Bati, bugünkü düzeyine gelirken biz ne yaptık? Avrupa sanayi devrimi yaparken biz Valide Sultanların emrinde, Deli Paşalarin yönetimine yüzyıllar suren derin uykulara dalıyorduk. Batida sosyal ihtilaller oluyor, sosyal sınıflar ekonomik ilişkilerin denetimini ele alıyor; bu savaş, sanatçısını, düşünürünü, devlet adamını veriyordu.
Batida felsefi akınlar, toplumsal öğretiler yazılırken biz, bir ulusu imparatorluklardan alıp, uygarlıklar dilencisi yapan padişahlara, methiyeler yapan bol bahşişli mürai sairler yetiştiriyorduk. Batıda isçiler sosyal haklarını elde etmek için kan dökerken, biz ilmiye sınıfını peşine takan yeniçerilerle her yeniliğe başkaldırıyor, kelle istiyorduk.
Tanzimatları, meşrutiyetleri de böyle yaşadık. Arada Alman hayranı olup ordularımızın başına Alman subayları getirdik. Ve Cuma selamlarında İstanbul halkı Padişahım çok yasa diye bağırırken, İngiliz emperyalizminin pençesine teslim olduk. Kimse bu islerin nedenini anlamadı. Ne aydın kafalı hukukçu, ne cağının ekonomik ilişkilerini anlamış iktisatçı yetiştirdik. Yarin dudağından söz açan, fil dişi kuleli, duygulu sairler verdik sadece topluma. Cumhuriyet edebiyatının en büyük sayılan sanatçısı bile, Endülüsteki raksın gürültüsünden başını kaldırıp Türk halkı için bir tek satir bırakmadan çekip gitti.
Edebiyatı özenti, Meşrutiyeti özenti bir toplum olarak her esen rüzgara göre sallanıp durduk. Hiçbir devrimin, sosyal hakkin bilincine varamadık. Arap hayranı, Alman hayranı, Fransız hayranı olduk. Ne ulusal niteliklerimizi, ne de ulusal yönümüzü anlayabildik. Dogu uygarlığı deyince yabancı taklitçiliğini anladık. Batıya acık penceremizle Doguya açılmış kapı arasında kararsız kaldık. İmparatorluk, Duyun-u Umumiye senetleri ile ipotekli imiş, anlamadık. Yabancı kumpanyalar devleti ele geçirmişlerdi, bilmiyorduk. Varsa yoksa İttihatçılık, İtilafçılık... Bugünlere kadar dayanan bir siyasi kan davası.İste böyle yıkıldı bir imparatorluk.
Anadolunun ezilmiş insanlarının başına, bugün bir çok sol özentinin Burjuva Paşası dediği Mustafa Kemal geçti. Halkı örgütledi. İngiliz emperyalizmine ve onun ayrıcalıklarını Türk halkına karşı savunan İstanbul Hükümetine karşı isyan etti. Onları yurdun topraklarından bir bir sokup attı. Ona Bolşevik diyorlardı. Bolşevik miydi? Ona gavur diyorlardı. Gavur muydu? Hayır. O, ezilen bir ulusun, ezenlere karşı isyan etmiş bilinciydi. Halkına çağının olanaklarını kazandırmak istiyordu. Bunun için Halkçıydı. Bunun için Devrimciydi. Bunun için Milliyetçiydi. Mustafa Kemalin yerine en uç solcu lideri getirselerdi, onun içinde bulunduğu koşullar karşısında, ondan ustun ve ayrı ne yapabilirdi?
Dogu ezilmişti. Evrensel hukuku, uygar kuralları yoktu. Somurucu Bati tarafından geri bırakılmıştı. Mustafa Kemal Bati Hukukuna yöneldi. Ama bunu bati kopyacılığı olarak değil.Uygarlığın ortak evrensel kurallarıdır diye benimsedi.
Avrupa Burjuvasının geçirdiği aşamaların dışında, sanayi devriminden en uzakta ve bu devrimin olumsuz etkisi ile sanayii çökmüş bir toplumun yapısını başka yolla değiştirmenin olanağı yoktu. Devrimleriyle toplumun üretim ilişkilerini, ekonomik kurallarını yıkıp yeni bir düzenin temellerini atacaktı; toplumun alt yapısını değiştirecekti. Ama devrimler durdu ve biz bati egemen kültürünün hukuksal kurallarına demokrasi dedik. Kemalizmin yerine gardırop Atatürkçülüğünü koyduk.
Simdi uygarlık, ne vahşi temelleri ile batinin, ne de mistik inançlı Dogunun tekelinde değildir. Çağdaş, insancıl, barışçı uygarlık, ancak ezilen ulusların kutsal isyanlarında saklıdır. Ezilen uluslar, haklarını ezen ulusların ellerinden almadıkça, barış yeryüzünde kurulamayacak; bunlar bir gün birer birer ayağa kalkıp Rusyası ile, Amerikası ile dünya devlerini, emperyalizmin tahtından indirip, kendi uygarlıklarını, kendi ulusal kültürlerini yaratacaklardır.
Bu uygarlığın öncülüğünü kırk yıl önce Mustafa Kemal Türkiye Bunun öncülüğünü yapmak yine Türk halkının hakkidir. Uygarlık sahibini bekliyor...
UĞUR MUMCU
28 Kasım 2010 Pazar
Gerçek Uygarlık
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
0 yorum:
Yorum Gönder