Telefonda ara sıra ya sen karşındakiyle konuşurken araya birileri girer; ya da numarayı çevirdiğinde başka bir konuşmanın ortasına düşersin, bu gibi durumlarda atışmaların oluşması doğaldır:
- Bayım, aradan çekilir misin, görüyorsun ki bayanla konuşuyoruz.
- Sen neden telefonu kapatmıyorsun?
- Allah Allah; çık aradan yahu…
- Yahu, babandır!..
Birbirini tanımayan kişiler hırslanıp, telefonda birbirlerine verip veriştirirler. Ya da kimileri karışan hatlarda konuşmaları dinlemekten tat alırlar.
Peki, telefonda nasıl konuşulur?
*
Genellikle iki tür konuşma var. Birincisi kısa, kesin, ekonomik:
- Malı yükledin mi?
- Tamam. Yarın elinde…
- Oldu.
Tık.
Telefon kapanır.
Kimileri ise şaşılası biçimde lafı uzatır; daldan dala seker:
- Dün ne yaptın?
- Çamaşır vardı. Sonra görümceme gittim. Gripten yatıyormuş. Sağ olsun, kendisine bakmayı hiç bilmez. Yardımcısı da yok. Ortalığı biraz derledim, topladım. Laf aramızda beceriksizdir. Bir ıhlamur kaynattım. O içerken baktım, buzdolabı bomboş. Çorba pişireyim, dedim; ortalık tamtakır. Sonra evde neyi tutsan elinde kalıyor. Neme lazım, kendimi sokağa attım, Mahinur’a biraz uğradım. Onun da başında kavak yelleri esiyor. Kocası yine başını alıp gitmiş, bizimkinin elinde günün o saatinde konyak; pikaba plağı koymuş…
Lakırdı uzayıp gider, ne zaman noktalanacağı bilinmez.
Gevezelik parayla mı?
*
Sanatçılar, gazeteciler, yazarlar arasında da ünlü gevezeler az değildir. Bunlarla dostluk özveri ister. Geveze, aralıksız konuştuğu için ne söylediğini unutan ve durmadan yineleyen adamdır; çoğu zaman bir olayı değişik biçimlerde anlatır; uydurur; zamanla uydurduklarının gerçekliğine inanır; karşısındakini de inandırmaya çalışır; susmak bilmez; dinlemez; cevahir yumurtluyorum sanır; karşısındaki konuşmaya yeltenirse yüzü kararır, mutsuzlaşır; söze hemen gireyim diye fırsat kollar. Konuşma isteğinin kösnük dalgalarında mantığını yitirdiğinden, başı kıçı birbirine karışan çağrışımlarda yuvarlanır gider.
Gevezeyle konuşmak, diyalog içeriği taşımaz; çünkü adamın kendisi bir monologdur.
Kimi zaman kahvehane filozofunun konferansına; kimi zaman boş kafalı politikacının kof söylevine; kimi zaman bunaklaşmış bir dâhinin çeşitlemelerine dönüşen monolog bittiğinde sonuç, sıfıra sıfır elde var sıfırdır.
*
Cumhuriyetin kurucularından İsmet Paşa siyasal yaşamda çok konuşmazdı.
Siyasal yaşamın kaynaşmalarında herkes gek gek geğirirken, Paşa, yandaşlarının sabrını taşıracak bir suskunluğa bürünürdü. Ülkede ve dünyada önemli sanılan bir dizi olay yaşanırken, birtakım adamlar ortalıkta bar bar bağırırken, kürsülerde ve mangallarda kül bırakmazken, “İnönü acaba ne düşünüyor, ne söyleyecek?” diye bir merak uyanırdı. Paşa susardı.
Ve eşref saati geldiğinde, zamanlama yerine oturduğunda, ağırbaşlı devlet adamı kimliğiyle, içerikli ve dengeli bir konuşma yapardı. Yarım yüzyıl boyunca İnönü’nün saygınlığını korumasında bu yönteminin çok etkili ve önemli olduğunu düşünüyorum.
Bir devlet adamına yakışan da budur.
*
Peki, bugünkü politikacılar nasıl konuşuyorlar?
Konuşmanın da bir kıymet-i harbiyesi kalmadı; bohçacı kadınların lafları bunların söylediklerinden daha inandırıcıdır.
İlhan SELÇUK
(18 Haziran 1996 tarihli yazısı)
0 yorum:
Yorum Gönder