22 Aralık 2010 Çarşamba

Anlaşılmaz Bir İş...


İstanbul, neresinden bakarsan bak, insanın aklı­nı başından alan bir kent...
Altyapısı yokmuş, biraz yağmurda ortalığı seller götürürmüş, trafiği keşmekeşmiş, pahalılığı cana tak demiş, pislikten geçilmezmiş, her mahallesini mafiozi sarmış, varoşları taşralaşmış, betonlarla ku­şatılmış, aparkondularla çirkinleşmiş, gökdelenler­le kendine yabancılaşmış, İstanbullu diye bir kim­se kalmamış...
Ne olursa olsun...
Geçen gün bir dar sokağı dönerken, köşebaşın-da bir evliya ile burun buruna geldim, içimden bir ses:
- Merhaba!.. dedi.
Kim bilir yatır dile gelse, neler söylerdi?.. Avuç içi kadar bir yere sığışmış, kaç yüzyıldan beri yatıyor?.. Küçücük mezar, demir parmaklıklarla sokaktan ay­rılıyor. Adak için dikilmiş mumlar yarı yanmış, birbi­rine yapışmış, yıvışmış, kirli renklere bürünmüş, so­yut bir resim gibi yatırın ayak ucunda keramet bek­liyorlar.
Kim yaktı bu mumları?..
İstanbulun bu daracık sokağını dönerken bu ya­tır nasıl karşıma çıktı?..
Ne bileyim.
İstanbul bu!.. Neresinde ne var, ne yok, ne ola­cak, kimse bilemez.
*
Yatıra mum dikmek çok eski bir görenek; her din­de yeri var mum dikmenin. Mum, oldum olası ilgi çe­ken bir sözcük: Sağdan da okusan, soldan da oku­san bir!.. Ateşe tapan insanın gönlünde yanan mu­mu hiçbir peygamber söndürememiş...
Ya mumun ne işi var edebiyatta?..
Eski ozanlar mum ile pervane üzerine şiir yazmak­tan bıkmamışlar...
Niçin?..
Çünkü pervane, mumun çevresinden ayrılamaz, döner de döner, ölünceye değin sürer bu dönen­ce...
Eski yüzyılların şairlerinde gül ile bülbülbir iki­lemdir...
Mum ile pervane ikinci ikilem...
Çözülemeyen iki ikilem...
İkilem zaten bağdaşmaz iki önerme arasındaki almaşıklıktır. Sözcüğün felsefi içeriği bir yana, ne mum ile pervane bağdaşır, ne de gül ile bülbül!.. Arala­rında bir türlü kavuşamayanların çekiminden doğan sevda sürüp gitmiştir.
*
Pervane neden mum alevinin çekim gücünden
kurtulamıyor, yaşamı pahasına sürdürdüğü ölüm
dönencesinin yörüngesinden çıkamıyor?..
Yanıt vermek güç...
Pervane mumun alevine âşık, ama, mum da ale­vinin ışığını ancak kendisini tüketmek pahasına sür­dürebiliyor. Eriyip tükenen, sararıp solan insana Mum gibi eriyordenir.
Ama mumun ancak yandıkça eridiği unutulma­sın!..
Pervaneyi mumun alevine çeken, belki de alevin mumu yiyip bitiren sıcaklığıdır. Sönük bir mum, ne çevresini aydınlatabilir ne de bir sevdanın gizemini yaratabilir.
*
Kimi insan bir yatıra adanmış mum gibi yaşamı­nı bir amaca bağlıyor; sözcüklerle, tümcelerle, di­zelerle uğraşıyor; laboratuvarlarda mikroskopların başında ömrünü tüketiyor; bilgisayarların ekranları karşısında gecelerini harcıyor; insanlar arasında eşitlik ve adalet istiyor, her tür sömürüye ve zulme karşı yürüyüşlere, toplantılara gerekli gereksiz ka­tılıyor; düşkünleri, yoksunları kendisine dert edini­yor; yer yuvarlağının ta öteki ucundaki insanların da­valarını üstleniyor...
Neden?..
Nedenini pervaneye sormalı!..

0 yorum:

Yorum Gönder