18 Aralık 2010 Cumartesi

DİL ÜZERİNDEN BÖLÜCÜLÜK !…

İlk çağlardan, bu yana insanlar birbirleri ile anlaşma ve iletişim kurma ihtiyacını hissetmişlerdir. Bu konuda çeşitli araçlara başvuran insanlar, daha sonra yaşanılan bölgeye ve coğrafi şartlara göre değişkenlik gösteren sesli işaretleri, aralarında iletişim için kullanmışlardır. Bu sesli işaretler daha sonra, milletlerin konuşma dillerini oluşturmuşlardır.
Dil , insanlık tarihi kadar eskidir. Altay-Ural dil grubundan olan ses bayrağımız Türkçe, dünyada yaklaşık 200.000.000 kişi tarafından konuşulmaktadır.
Milletin oluşumunda dilin önemi asla yadsınamaz…Dil, kültür, yurt, tarih ve ülkü birliği olan topluluklar milleti oluştururlar. Dil, kültür, tarih ve yurt birliği ise , ulus devletin olmazsa, olmazıdır.
Osmanlı Devleti’nde vatan anlayışı ve dil birliği yoktur.Topraklar Osman’ın mülküdür. Istanbul’da kullanılan dil, Tanzimat’a kadar, Farsça ve Arapça’nın etkisinde, Anadolu halkının asla anlamadığı Osmanlıca adı verilen,ağdalı bir dildir.Tanzimatla birlikte, Batı hayranlığının sonucu olarak, yabancı özellikle Fransızca sözcüklerin kuşattığı, Türkçe, devletle, halk arasında, anlaşılır olmadığı içindir ki, köprü olma özelliğini yitirmiştir.
Osmanlı’da vatan anlayışı, Namık Kemal’le birlikte dillenmeye başlamıştır..Millet olma bilinci ise Çanakkale Savaşı ile, beyinlere çakılmıştır.
Mozaik bir yapının ve toplumun oluşturduğu Osmanlı’nın çöküşünün nedenlerinden bir tanesi de, toplumun ortak bir dile sahip olmayışı nedeniyle, birbirinden habersiz ve kopuk yaşamasıdır. Bu kopuk yaşayışın yanı sıra, emperyalizmin körüklediği etnik milliyetçilik nedeniyle çıkan ve bastırılamayan isyanlar sonucu, imparatorluktan kopuş başlamış ve yeni devletler kurulmuştur…
Bağımsızlık Savaşı’nın ardından kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile,Türk Milleti ”kul” olmaktan sıyrılıp, ulus olma bilincine erişmiştir..Sınırları Misak-ı Milli ile çizilen topraklarımız, artık ”Memalik-i Osman” değil, vatandır…
Ancak ulus olmanın birincil koşulu, birlikte yaşamak ve geleceği birlikte kurmak isteğidir. Ulus olmanın temel koşulu ise, DİL, TARİH, KÜLTÜR ve YURT BİRLİĞİDİR. Bu dört temel koşul ise, ulus devletin , olmazsa olmazıdır. O halde, bir ulusun, tek bir dilde, kendi dilinde konuşarak, yazışarak ve iletişim kurarak, milli kültürünü ve bütünlüğünü pekiştirmesi de şarttır.
1920-1938 yılları arasında Türkler tarafından, Türkler için yönetilen Türkiye Cumhuriyeti Devleti, en önemli devrimini, Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde gerçekleştirdi.DİL DEVRİMİ…
Dil devrimi nedir?..

”Dili, daha çok yerli ögelerin egemen olduğu, bir kültür dili durumuna getirmek amacıyla yapılan ve devletin desteğini kazanmış olan, ulus çapında dili geliştirme eylemine dil devrimi denir.”

Dil bilimci Kamile İmer dil devrimini, tanımlarken, devlet ve ulus birlikteliğinin gereğini işaret ediyor.Türk Dil Devrimi, devletin öncülüğünde, halkla birlikte başarılmış, bir devrimdir.
Dil düşünmenin sesli aracıdır. Dil toplumsal barış, bağımsızlık ve milli bütünlük arasında vaz geçilmez bir köprüdür. Ulus dil; dil, kültür, tarih , yurt ile aralarında güçlü bir bağ olan toplulukların, yani milletlerin dili ve var olma nedenidir.
Milletin konuştuğu dil, asla farklılık göstermemelidir.
‘Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk Milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan korumalıdır.” M.Kemal Atatürk
Ancak günümüzde ulus dil Türkçe’mize yapılan saldırı,yabancı dillerin kuşatmasından çok daha ötededir. Kültür emperyalizmi ile beyinleri kefenleyen küresel güçler, etnik milliyetçiliği ve azınlık dillerini öne çıkararak, kapsama alanlarını genişletme çabalarını sürdürmektedirler.
1890 lardan bu yana, emperyalizmin ulus devletleri bölme çabası, ulus dilleri yok etme, milletin iletişim bağını koparma, devletle ulus arasındaki varlığı, dirliği ve birliği yıkma yönünde yoğunluk kazanmıştır. Şu anda tüm emperyal güçlerin hedefi Türkiye’dir.
İşte bu nedenle, ülkemizde bir ”DİL” savaşı başlatılmıştır. Bu savaşın baş aktörü emperyalistler, figüranları ise demokrasi ve özgürlük havarisi kesilen iş birlikçilerdir.

Bu bölüştürme savaşı şimdilik sadece, ”Kürtçe” üzerinden yapılmaktadır. Ancak bize ”ana dil”i pompalayan, ana dilde eğitimin bir hak olduğunu dayatan AB ülkelerinin tümünde, ana dilin ”A” sı bile yasaktır. En son olarak da AB ülkesi Slovakya, ”Ana dil”de konuşmayı bile yasaklamıştır…Dil polisi adı altında bir örgüt kurarak, ”Ana dil”inde konuşanların 5.000 avro para cezasına çarptırılmasını yasalaştırmıştır..
Şimdi , üyesi olmak için çırpındığımız (!) AB’nin, ”ana dil” konusunda, Türkiye’ye yapılan baskıların yazılı belgesi olan ”İlerleme Raporu” adı altındaki dayatmalarının satır başlarına şöyle bir göz atalım..
2001 AB İLERLEME RAPORU:
Türkçe dışındaki dillerde iletişim kurma hakkına müdahale edilmesine karşı etkili bir koruma sağlanabilmesi için, mevcut sınırlayıcı mevzuat ve uygulamaların değiştirilmesi gerekmektedir.
* Eğitim alanında ise (temel ve sonrasında ) Milli Eğitim Bakanlığı’nın resmi izni olmadan, Türkçe dışında bir dilde eğitim yapılmasına izin verilmemektedir.Anayasa reformunda, Türkçe dışında bir dilde eğitim yapılmasına yönelik her hangi bir hüküm bulunmamaktadır.
2002 AB İLERLEME RAPORU:
ANAYASA’nın 42. Maddesi’nde yer alan, ”Türkçe’den başka hiç bir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına okutulamaz ve öğretilemez hükmü” değiştirilmediği için,Türkçe dışındaki dillerde resmi eğitim verilmesi, değiştirilen Yabancı Dil Eğitim ve Öğretim Kanunu kapsamına girmemektedir.
2003 AB İLERLEME RAPORU:
Ağustos 2002 uyum paketinin Türk vatandaşlarının günlük yaşamlarında geleneksel olarak kullandıkları farklı dil ve lehçelerde eğitim yapabilmeleri hakkındaki hükümlerin uygulanmasında ilerleme kaydedilmemiştir.
2006 AB İLERLEME RAPORU:
Türkçe bilmeyen kişilerin kamu hizmetlerine erişimini kolaylaştırmak için alınmış bir önlem yoktur.
2007-2008 AB İLERLEME RAPORLARI:
Ana dilleri Türkçe olmayan çocuklar, Türk kamu eğitim sisteminde ana dillerini öğrenememektedirler.
*…..Sonuç olarak, halen kamu veya özel eğitim sisteminde KÜRTÇE öğrenme imkanı bulunmamaktadır.
Bu raporların içeriğine şöyle bir göz attıktan sonra, rahatlıkla şu hükme varabiliriz. Bu ”ana dil” açılımı, yazılımı ABD’de yapılmış, AB tarafından raporlaştırılmış, Türkiye tarafından uygulanmaya konulması istenen, emperyalist bir projedir. Açılım projelerinin tümü dış kaynaklıdır. İktidar tarafından zamana yayılarak gerçekleştirilmesi düşünülen bu projeler, ABD’nin Irak’tan acilen çekilme planları yapan, Amerika’nın istek ve çıkarları doğrultusunda öne alınmıştır.
Şimdi, bu projeler ”Dış kaynaklı” değildir diyebilir miyiz?.. Bu raporlara göre HAYIR..
Ana dil aymazlığı, bir demokratik açılım paketi değildir. Özellikle ABD emperyalizminin, kolay ve yutulur lokma olarak kabul ettikleri Kürtleri ve onların birbirlerini anlayamadıkları lehçelerden ve göçmen kelimelerden oluşmuş, dillerini kullanarak, Türkiye’yi bölme planıdır.
Çünkü ulus dil, yurt, tarih , kültür birliğini sağlayan ve ulus devleti ayakta tutan en güçlü bağdır.
Adı ”açılım” olan bu proje, bu sağlam bağın çökertilmesi ve kopartılması üzerine kurgulanmıştır..
Son günlerde haddini bir hayli aşan TBMM’de BDP’li milletvekillerin şovuna dönüşen ana dil aymazlığı, bölgede 2011 Türkiye İç Savaş Raporu’nda öngörülen sivil itaatsizliğin başlangıç adımlarının en önemlisidir.
Ayrıca BDP’li Cevahir Bayındır’ın Meclis kürsüsünden “Bu benim TC. kimlik numaram”
diyerek gösterdiği koltuk değneği, devlete isyan eden militanlığının göstergesidir.
Bizim TC kimlik numaralarımıza gelince, PKK’nın kalleş kurşunu ile vatana katılan her yiğidin yüreğine saplanan mermidir.

S. Figen Özen

0 yorum:

Yorum Gönder