4 Aralık 2010 Cumartesi

Halkım Benim...

ilhan selçuk
Melih Cevdet Anday 10 Aralık 1982 günlü “Halkım” başlıklı yazısında halka tepeden bakanları eleştiriyordu. Acaba “benim halkım” demek, doğru muydu?



Bir padişah ya da kral “benim halkım” diye konuşursa yadırganmaz; ama bir aydın “halkım” diyebilir mi? Belki “halkım” sözcüğü sevgiyi içermektedir; ama ister istemez işin içine sahiplenme eğilimi de girmektedir, öyleyse “halkım” diye konuşmak, sakıncalarını da birlikte taşır. En iyisi yanlış anlamalara yol açacak bu sözü kullanmaktan kaçınmak değil midir?



Melih Cevdet’le aynı kanıdayım.



*



Halk nedir?



Sosyal yapı bağlamında halk, çalışan kitleleri kapsayan insan topluluğudur. Anadolu’da Cumhuriyetten önce de halk vardı; sonra da oldu. 1923 yılının 29 Ekim günü bıçakla kesilir gibi değişti mi bu halk?..



Aydınlarımızın halka bakış açılarındaki etki ve tepkileri gözden geçirmeleri için çarpıcı örnekleri anımsamakta yarar vardır. Halk, yer ve zaman boyutlarında değişken niteliktedir. Sözgelişi Amerika’da halk köylü değildir; çünkü tarımsal kesimde nüfusun yüzde 3’ü çalışıyor; ama Türkiye’de yüzde 70’e yakın halk, tarımsal üretimde çalışıyor. 14 Mayıs 1950’de, 27 Mayıs 1960’ta, 7 Kasım 1982’de Türkiye’de yaşayan halk hem aynı halktır hem değildir. Tarihin akışı içinde hem birlik, hem de ayrım geçerlidir.



Eğer olayları serinkanlılıkla değerlendirmeyi öğrenirsek, halka yaklaşımda yanılgıya düşmeyiz. Bir toplumda aydınların kimi zaman halka uzak, kimi zaman halka yakın görünmesi aldatıcıdır. Bir nehir denize akarken çeşitli menderesler oluşturabilir; ama her nehrin eninde sonunda denize akması ya da denize akan bir başka nehirle birleşmesi doğaldır. Geçici fotoğraflara saplanıp aldanmak, sürekli gerçeği yadsımak anlamına gelir.



Halk, tarihsel süreçlerde kimi zaman şu partiye oy verebilir, kimi zaman bu partiye; kimi zaman şu kişiye, kimi zaman bu kişiye; kimi zaman şu anayasaya, kimi zaman bu anayasaya... Eğer olayın gerçeğini kavramak istiyorsak, o dönemdeki somut sosyal ve siyasal gerçekleri incelemekle amaca varabiliriz. Halkın oyuna saygı duymak gerekir. Ne var ki bu saygı halka tapınmak anlamına gelmez; çünkü böyle bir yaklaşım yanıltıcıdır.



*



Tarihi yapan, halk kitleleridir. Ne kadar engellenirse engellensin, halk kitlelerinin belirleyici rolü zaman geçtikçe etkinleşecektir, boyutlanacaktır, derinleşecektir. Halk kitleleri, çoğunlukla kol emeğiyle yaşamını sürdürenlerden oluşur; aydın kesimi ise kafa emeğini simgeler. Aydınla halk kitleleri arasındaki bağdaşma, kafa emeğiyle kol emeği arasındaki bütünleşmeyi sağlar.



Her ülkede olduğu gibi Türkiye’de aydınların halkla bütünleşmeleri kolay olmamıştır, olmayacaktır. Bütünlüğün uzun bir süreç içinde gerçekleşmesi doğaldır.



*



Kimi “aydınlar” tanıdım. Bunlar kendilerini kral, padişah, en azından prens ya da şehzade sanan türden idiler. Ellerini kürsüye koyarak ve önlerinde dalgalanan kalabalığa yüksekten bakarak mikrofondan seslenirlerdi:



- Halkım benim...



Sanırlardı ki halk hemen kendilerini dört kollu tahtırevana yerleştirip iktidarın görkemli saraylarına taşıyacak; altın yaldızlı tahtlara oturtacak...



Bu düşler gerçekleşmeyince “benim halkım” tu kaka oldu; aklı ermez körler ve sağırlar kalabalığı yerine kondu. Aldanışların tepkisi ruhsal değişimlerin kaynaklarını suladı. Bu çarpıcı örnekler ortada olduğu için Melih Cevdet’e hak veriyorum; “halkım benim” demekten sakınalım.



Bırakalım şu “mülkiyet” kokusu taşıyan deyimi...

0 yorum:

Yorum Gönder