4 Aralık 2010 Cumartesi

Sınav?..


Gazetedeki odamda birkaç arkadaşla söyleşiyorduk. Herkes kendine göre eleştiriler yapıyordu. Uzun süre bu eleştirileri dinleyen biri sordu:

- Peki, ne yapalım; 11 Eylül’e mi dönelim?

Bir suskunluk oldu.

Hani “şeytan geçti” derler ya, o biçim bir sessizlik sırasında, bir başkası, düşünmüş taşınmış kafasında yeni bir soru hazırlamıştı:

- 11 Eylül’e dönmek isteyen var mı?

İkinci bir suskunluk dönemi başladı. Kim isteyebilirdi 11 Eylül’e dönmeyi? Böyle soruların yanıtları kişilerin durumuna göre değişebilir. Terör eyleminden ötürü ağır cezada yargılanıp ölüm cezasına çarptırılan biri 11 Eylül’e dönmek istemez mi? Ya da “24 Ocak+12 Eylül” formülleriyle bağdaşmayıp fabrikasını yeniyetme bir girişimciye satmak durumunda kalmış işadamı 11 Eylül öncesini özler mi? Toplumdaki çeşitli kesimlerden değişik yanıtlar gelebilir; soruyu çarpık mantıktan kurtulmak için, şöyle sormalıyız:

- 11 Eylül’e dönmek olası mı?

Yanıt:

- Hayır.

*

Aynı suda iki kez yıkanılamayacağını insanoğlu İsa’dan bin yıl önce biliyordu; artık 11 Eylül’e bir daha dönülemeyeceğini söylemek gereksizdir. Buna karşılık günümüzde her eleştiriyi ya da toplumun yeniden düzenlenmesi yolundaki her isteği “Peki, 11 Eylül’e mi dönmek istiyorsun” sorusuyla yanıtlamak da mantıksızlıktır.

Yaşananlar geride kalır.

Aynı kadınla iki kez evlenen erkek, iki ayrı kadınla evlendiğini bilmelidir. Kadın da bilmelidir ki ikinci kez nikâh masasına oturduğu adam ilk evliliğini yaptığı kişi değildir.

Hayat insanı değiştirir...

Toplumları da.

Ne var ki bu değişimin koşullarını iyi değerlendirmek gerekir. 12 Eylül’den geriye dönmek olasızsa; 12 Mart’tan, 27 Mayıs’tan, 14 Mayıs’tan geriye dönmek de olası değildir. Toplumsal birikimleri bir karatahta üzerindeki beyaz tebeşirden çizgiler gibi ıslak bezle silemeyiz. Böyle bir şey yapmak isteyenin tarih bilinci yok demektir.

*

Ama insanın elinde kuşkusuz bazı olanaklar da bulunmaktadır. Eline tarihsel bir fırsat geçiren kişi ya da kişiler belirli -bir ölçüde- yetkilerini kullanmakta özgürdürler. Gazi Mustafa Kemal, kişiliğinde odaklaşan tüm gücünü Türkiye’yi devrimci bir atılımla ileriye doğru götürmek ve çağdaşlaştırmak için kullanmıştır. 12 Mart’ta ise elinde yetki bulunan ünlü bir kişinin şu sözü tarihe geçti:

- Sosyal uyanış ekonomik gelişmeyi aştı; bu uyanışı dizginlemek gerekiyor.

1920’lerin Türkiye’sinde toplumun sosyal uyanışı cumhuriyetçilik bilincini mi içeriyordu? Atatürk kişisel ağırlığını ve saygınlığını sosyal uyanışı daha büyük uyanışlara yöneltecek yetkiyle kullanmasaydı Atatürk olabilir miydi?

*

11 Eylül’e artık dönülemez.

Ne var ki 12 Eylül’den sonra yeniden biçimlenen Türkiye’nin varoluşunda herkes isteklerini, özlemlerini, ağırlığını, yetkilerini bir doğrultuda kullanacaktır. Bireyin kimliğini tarih önünde saptayacak ölçüt böylece belirecektir.

Kim bilir?

Belki tarihe bile gerek kalmayacak; çok kısa yaşam süresinde kimlik sınavı sonuçlarını verecek ve her şey hayatımızda saptanacaktır.

0 yorum:

Yorum Gönder