4 Aralık 2010 Cumartesi

Sınıfsal Kavga


Tanzimat Fermanı 1839’da yayımlandı. Yirminci yüzyılın sonuna ulaşıyoruz. Tanzimat kafasını değiştiremedik gitti. Sözgelişi DGM kurulacak değil mi? Sivri akıllının biri ortaya yaman bir gerekçe atar:

- Hürriyetleri boğmak için hürriyetlerin kullanılmasına izin veremeyiz. DGM Fransa’da var. Batı demokrasilerinde alınan tedbirleri biz niçin almayalım?

Tanzimattan beri bu kafayla öykündük Batı’ya... Fransa’da fikir özgürlüğü var, bizde yok; Fransa’da bilim özgürlüğü var, bizde yok; Fransa’da siyasal sendikacılık var, bizde yasak; Fransa’da sosyalist partisi var, bizdekiler ya baskı altında, ya mahkemede, ya kapatılır; Fransa’da komünist partisi var, bizde yok; Fransa’daki DGM’lerin niteliği ve işlevi başka...

Şimdi sermaye kesimi toplusözleşme düzenini değiştirmek istiyor ya, gerekçe hazır: İsveç’tekine benzer bir düzene geçelim. Ne yapalım? İki merkezi kurul olsun, “işçi-işveren-hükümet” temsilcilerini kapsayan. Birincisi ücretleri saptasın, ikincisi fiyatları. Peki, amaç ne? Emekçi ücretlerini dondurmak ya da kısıtlamak. İş, sermaye iktidarına kaldı mı ne olacağı belli. Memur maaşlarında olanları görüyoruz. Cephe iktidarı şak diye katsayıyı donduruverdi. Şimdi 1 milyon memur çarşı-pazar dolaşırken fiyat etiketlerini natür-mort resimler gibi seyrediyor. Bizdeki toplusözleşme düzenini İsveç usulüne göre düzenlemek isteyen sermayeci kafası, acaba İsveç’in nasıl bir yer olduğunu biliyor mu? Biliyorsa “İsveç’te geçerli düzeni tümüyle Türkiye’ye getirelim” önerisi karşısında ne diyecek?

*

Batı demokrasilerinin temel nitelikleri artık geniş halk yığınlarınca biliniyor:

1) Fikir özgürlüğü ve sonuçta bilim özgürlüğü...

2) Siyasal sendikacılık...

3) Sınıfsal particilik...

Türkiye’de bu üç temel ilke benimsenmeden, ne Batılı demokrasiden söz açmak olasıdır ne de Batılılaşmaktan. Halk artık gerçekleri anlamaktadır. Sözgelişi işveren örgütleri hem sınıfsal sendikacılığa karşı çıkarlar, hem sınıfsal sendikacılık yaparlar. Nasıl olur bu iş? Son günlerde en başta MESS (Madeni Eşya Sanayii Sendikaları) olmak üzere İşveren Sendikaları Konfederasyonu sınıf mücadelesinin bayrağını dalgalandırmaktadırlar. Diyorlar ki:

- Biz kendi aramızda örgütlenerek, bütünleşerek, toplusözleşme düzenini değiştireceğiz. Bu yolda hükümetin de yasalar çıkarmasını istiyoruz. Ama hükümet yasa çıkarmasa bile biz kendi gücümüzle düzeni değiştirmesini biliriz.

Ne denir buna?

Kuşkusuz sınıf savaşı denir. İşveren örgütü, sınıf savaşını öylesine ciddiyetle yürütmektedir ki, savaşın gereklerine ve koşullarına uymayan üyelerini cezalandırmakta, örgütten dışarı atmakta; demirden disiplinle sınıfsal çıkarlarını yürütmeye çalışmaktadır. Ne var ki çok partili rejimlerde ve çoğulcu demokrasilerde, işverenlerin sınıf mücadelesini içeren tutum ve davranışları da doğaldır. Bu nedenle işverenlerin örgütlenmesini, bütünleşmesini, işçi sınıfı sendikalarına karşı yeni strateji ve taktiklerle uğraşa girmesini kimse yadırgayamaz. Sermaye sınıfının varlığından doğan politika budur.

*

Bir toplumda sınıflar varoldu mu, sınıf mücadelesi de varolur. İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana sermaye sınıfı palazlansın diye vargücümüzle çabaladık, başarı da kazandık. Şimdi sınıfsal uğraşın ortalık yerine düştük. Yatırımlar meyvelerini verdi. Sol ile sağ, sermaye ile emek gittikçe örgütlenerek, bütünleşerek politika meydanında güreşecekler. Ama DGM’yi kuran kafalar; hem sınıflar olsun, hem sınıf mücadelesi olmasın diyorlar.

Olası mı?

0 yorum:

Yorum Gönder