4 Aralık 2010 Cumartesi

Soğanın Cücüğü

ilhan selçuk
- De bakalım Haso, ağa olursan ne yaparsın? diye sorulunca, düşünmüş düşünmüş Haso, kafasını kaşımış, gene düşünmüş ve sonunda:



- Soğanın cücüğünü yerim, demiş.



Kıssayı Haso’nun muhayyile darlığı ve akıl ermezliği yolunda kullanırlar. Çoğumuz, ağanın yanaşması Haso’nun haline güleriz. Zavallı Haso’nun özlemine bakın siz! Ağa olunca soğanın cücüğünü yermiş. Çoğu Haso’lar, Memo’lar, Cemo’ların durumu böyledir. Kendi insanlıklarına, kendi yeteneklerine yabancılaşmışlardır. Ağanın kapısına uşak girer, musalla taşına uşak yatarlar. Kaderleri doğumlarından önce çizilmiştir. Dünyaya gözlerini açtıkları gün, ağanın kapısına bir yanaşma daha, ağanın hizmetine bir uşak daha, ağanın topraklarına bir ırgat daha, ağanın malına mülküne bir bekçi daha...



Haso’nun durumu gerçi budur. Ama şöyle bir soru yöneltsek kendimize; desek ki:



- Haso’nun aklı soğanın cücüğünden öteye varamıyor, acaba bizim aklımız nereye kadar varıyor?



Bu sorunun cevabını kendi çevremizde aramalıyız. Çevreye baktığımızda polise kızanlar görürüz, memura kızanlar görürüz; fıkara hacıya, hocaya, çarşafa, bereye, sakala, kasaba, bakkala, manava, kömürcüye, oduncuya kızanlar görürüz. Vatandaş açıp ağzını yumar gözünü:



- Namussuz kasap göz göre göre adam kazıklıyor, manavlar meyvanın çürüğünü sokuşturuyor, kömürcü ahlâksızın teki, polis rüşvet alıyor, icra dairesinde bir iş yaptırmak için ille de iki parmağı oynatmak gerek...



Küçük adamlar küçük yaşantıları içinde birbirlerine adamakıllı kızgın ve öfkelidirler. Memleket meselesi sorulduğunda, küçük adamın konuşması bellidir:



- Önce ahlâkı düzeltmeli, her şeyden önce terbiye ve eğitim. Almanlar nasıl kalkındı efendim, şu Amerikalılara bak, adamlar nasıl çalışıyor, biz tembeliz tembel, çalışsak her şey düzelir.



Dışarıya yüz bin işçi gönderdik. Anadolu çocuğu, dünyanın en ileri sanayi ülkelerinde onların çalışma temposuna uygun iş görüyor. Daha da şu tembellik efsanesini yıkamadık. Almanya’ya giden işçilerimiz o ülkenin iş ahlâkı koşullarına uygun nasıl yaşıyorlar? Ve o ülkenin iş ahlâkı koşullarında yaşamak için niçin yüz binlercesi kuyrukta bekliyor?



Haso’nun muhayyilesi soğanın cücüğünden öteye geçemediği gibi bizimki de ezberletilmiş birtakım yavan lâflardan öteye geçemiyor. Babıâli basını kırk yıldan beri bir esnaf edebiyatı yapar. Mizah dergilerinden en ciddî gazetelerin fıkra köşelerine kadar her yerde esnafın ahlâksızlığına dair bitmez tükenmez yazılar okur, karikatürler görürüz. Oysa esnaf zavallı bir aracıdır. Çimentodan demire, etten balığa, sütten peynire, zeytinyağından pirince kadar piyasayı kontrol eden ve fiyatlarla istediği gibi oynıyan bir azınlık vardır. Bunlar yabancılarla işbirliği içinde ve bu memleketin kaymağını sömürerek keyif çatarlar. Ama bunların soygun mekanizmasını açıklamaya başladın mı:



- Komünizm haaa!.. diye dikilir bazı adamlar, ve bazı yasaklar.



Küçük adam bakkala gider, bakar ki pirinç 250. Çünkü çeltik satın alma zamanı yaklaşmış, üreticinin elinden malı ucuza almak için piyasa fiyatları düşürülmüştür. Üreticinin malı ucuza kapatıldıktan sonra küçük adam bakkala gider, bakar pirinç 750. Küçük adam piyasa mekanizmasını, kapitalizmi, sosyalizmi bilmediği için kızar bakkala:



- Namussuz herif kazıklıyor... der.



Zavallı bakkalın haberi bile yoktur bu işlerden... O sıralarda gazetelerde birtakım yazılar da çıkar:



- Hükümet pirinç fiyatlarının yükseldiğini görerek tedbir almayı düşünmüş ve pirinç ithal etmiye karar vermiştir. Bu konudaki çalışmalar yürümekte olup...



Küçük adam anlamaz bu dümenleri... Çünkü soğanın cücüğünden öteye geçemez aklı ve bilgisi ve görgüsü... Küçük adama bu işlerin içyüzünü anlatmak istiyenler ise komünistlik ithamı altındadırlar.



Küçük adam derken küçük adamın küçüklüğünün anlamını ayrıca anlatmak gerek. Küçük adam bazan bir işçi, bazan bir memur, bazan bir vali, bazan bir gazeteci, bazan bir sosyete hanımı, bazan bir yazar, bazan bir milletvekilidir. Kendi çerçevesinde soğanın cücüğüne kadar varabilen kıt akıl ve muhayyilesi olan herkes küçük adamdır.



Ama bazan bir işçi ve bazan bir köylü; gözü açılmış, çevresini görmüş, Hanyayı Konyayı anlamış olarak da çıkabilir karşımıza... İşte o zaman soğanın cücüğünden daha öteye taşar aklı vatandaşın; memleketin ve dünyanın gerçeklerini görüverir birden...



Lord Kürzon ve arkadaşları 1919’da şu hesaplar içindeymişler:



- Türklerin aklı az işler, biz onları her şeye razı eder, istediğimiz yola sokarız...



Gerçekten adamlar memleket iktisadiyatını bugün tam bir kontrol altına almışlardır. Kendi kapitalist düzenlerinin bir küçük peyki yapmışlardır Türkiye’yi. Bu düzeni, bu oyunu açıklamak istiyenleri de “komünisttirler” diye susturacak mekanizma memlekette işlemektedir. Böylece soğanın cücüğünden öteye varamıyan bir akıl kıtlığı içinde birbirimize düşman olarak; kasaba, manava, polise, kömürcüye, komüniste, hacıya, hocaya, çarşafa, bereye, sakala ve de başka aksesuvara öfkelenerek yuvarlanıp duruyoruz.



Soğanın cücüğünden öteye muhayyilesi işlemiyenler, ithalât, ihracat, kredi, dış yardım, emperyalizm, yeni sömürgecilik, kapitalizm, sosyalizm nedir bilmeden Batı’daki aklı işler ve bilgili adamın oyuncağı halinde çözülüp, dünyaya rezil oluyorlar.

0 yorum:

Yorum Gönder