16 Aralık 2010 Perşembe

Yaşar Kemal


Hemite köyünden Mehmet Cömert:

- “Bak” demiş, Cumhuriyet muhabiri Zafer Aknar’a, “Bu Ceyhan nehri deniz gibi değil mi? Ama insan hırsını ve intikamını önleyemedi. Şu camide öldürdüler Yaşar’ın babasını, hem namaz kılarken, sırtından hançerledi­ler, adam nehri geçmiş de gelmiş...”

Ceyhan deniz gibi, değil mi?

Sıradan insanın bakışında Ceyhan çamurlu bir akar­sudur, şiir devreye girdi mi, iş değişir, nehir denizleşir, hırs ve intikam kulaçlar dalgaları, köpüklenip camiye gi­rer, Göğceli Yaşar Kemal’in babasını namaz kılarken hançerler.

Hemite, Yaşar Kemal’i destanlaştırmış...

Halk, bilir söyleyeceğini...

*

Adana’da İstasyon Caddesi. Halkevinin önünde yürü­yen bir adamı karşı kaldırımdan gösterdiler:

- Kim bu?

- Abidin Dino...

İkinci Dünya Savaşı yılları; Abidin Dino sürgün Adana’da; Yaşar Kemal öğrenci, kimi zaman edebiyat öğretmeni Arif Nihat Asya’ya takılıyor; hoca öğrencile­riyle içiyor, geceyarısı bizim evin kapısına dayanıyorlar. Yaşar Kemal, destan ve şiir vurgunu, halkevi kültür yu­vası. Zamanın iktidarı “Dünya Klasiklerinden Tercümeler”i yayımlıyor. O sırada Türkiye’de bu işi üstlenecek özel sektör yok. Çünkü okur yok, satış yok, kâr yok. Ana­dolu halkını dünya edebiyatıyla “Kemalist yönetim” ta­nıştırıyor; kültür devrimini yaşıyoruz; “Aydınlanma”nın Adana’ya yansıması daha başka nasıl olabilir?

Hemite köyünden Göğceli; Tolstoy’la, Puşkin’le, Gogol’le tanışıyor ve de Abidin Dino’yla...

*

Hemite köyü, Ceyhan, Çukurova, Adana!..

Ceyhan bir nehir değil, deniz; sıcak, sıcak değil, sarı sıcak; at, at değil, küheylan; insan, insan değil, korku, sevgi, sevda, kin, hırs; yaşam, yaşam değil destan; do­ğa, doğa değil, evren; Samanuğrusu, uzayda değil yer­de; Kutupyıldızı, Moskova’da değil, Adana’da; bulut, gökte değil, Yaşar Kemal’in avucunun içinde; kuş, hava­da değil, Göğceli’nin yüreğinde kanat çırpıyor, gönlüne konuyor; Çukurova’da at bitti, cerenin sütü kesildi, kö­pek uludu, sazlık kurudu, traktör toprağı sürdü, kamyon tozu dumana kattı, beyler ağalar güzel kısraklarına binip rahvanla yola düştüler, kapitalizm Adana’ya Allah’ına kadar girdi, Hemite köyü büyüdü, Türkiye’ye sığamadı, Göğceli Batı’nın kırk başkentinde kitapçı vitrinlerine bağdaş kurdu, masal anlatıyor...

Homeros’un iki gözü kördü, üç bin yılın ötesinden bize bakıyor, sesini şiirini duyuruyor, biz ise bakar körüz; 1992 yılının TÜYAP Kitap Fuarı Yaşar Kemal’i onur konu­ğu yaparken, kitap toplatmak için polis görevlendiriyo­ruz.

*

Yaşar Kemal’i düşünüyorum...

Soruyorum:

- Eğer, Batı’nın kırk başkentindeki kitapçı vitrinlerinde romanları sergilenmeseydi, biz Hemiteli Göğceli’yi bağ­rımıza basar mıydık?

Sanmıyorum...

12 Eylül’de hızla faşistleşen devlet düzenimiz bir ya­na, görgüsüz burjuvamızla, uçuk sanat çevrelerimizle, burnundan kıl aldırmayan kimi yazarımızla, Yaşar Ke­mal’in değerini eleştiri dünyamızda hakçasına tartıp, ölçüp, benimseyemezdik; Hemiteli Yaşar, dışarıdan içe­riyi kuşatıp, sınır ötelerinden gelerek kendini Türkiye’ye kabul ettirdi.

Bu ayıp bize yeter...

Köyden çıkmış yazarlara burun kıvırmayı marifet sayanlarımıza ders olsun.

*

Adana’da Tepebağ Ortaokulu’ndan sınıf arkadaşım Kör Sefa’nın iki gözü de havada uçan kuşu sektirmez. Yaşar Kemal, geçenlerde Sefa’ya bakıp dedi ki:

- Lan, senin iki gözün de görüyor, adını köre çıkarmış­lar, nedir bu işin esası?

Sefa ne dedi, anımsamıyorum; ama bakmakla görme­yi, görmekle algılamayı ayrımsamak gerekir. Yaşar Kemal artık aramızda mitoloji kitabından çıkmış gibi do­laşıyor; yaşamı roman, romanı yaşam, yüreği mangal, ateşini duyumsamak için küllerini eşelemeye gerek yok...

Her zaman sımsıcaktır yüreği...

0 yorum:

Yorum Gönder