16 Ocak 2011 Pazar

Haykırsak sesimizi duyar mısınız: Bunun adı hukuk devleti mi?”



Bunun Adı Ne? Hukuk Devleti mi?
Adamın biri iki kişiyi kurşunlayarak öldürmüş, iki kişiyi boğmuş, üç kişiyi de yaralamış, yakalanmış.
Tuttuğu avukat dosyayı incelemiş, ilk yorumunu yapmış.
“Bu suçların hiçbiri hükümetle ilgili değil. Onun için savunmamızı daha rahat yaparız.”
Adam, “En çok ne kadar yatarım, onu söyle” demiş. Avukat yapmış hesabını:
“Bu dava kolay kolay sonuçlanmayacağına göre, tutuklandığın tarihten itibaren say; en çok, taş çatlasa 5 yıl yatarsın.”
Adam hesaplamış, sonraki görüşmede avukata, “Önemli bir ayrıntıyı daha soracağım” demiş. “Bu hesapla ben şu gün çıkıyorum. O gün beni sabahtan mı bırakırlar, öğleden sonra mı?”
Ergenekon’da tutukluluğa mahkûm olanların böyle bir hesap yapma şansı bile yok.
Tutukluluğun nasıl hesaplanacağı, “makul sürenin” ne kadar olacağı belli değil.
Yeni yılın ilk günlerindeki tartışma konusuna bakınız: İnsanlar suçlu olup olmadıkları belli olmadan kaç yıl hapiste tutulabilir?
Sorunun çözülüp çözümlenmemesi ayrı konu; sorunun ortaya atılış biçimi bile ortaçağ mantığını aratmayan bir hukuksuzluk ortamında olduğumuzu gösteriyor.
***
Türk Ceza Kanunu (TCK) ve beraberinde Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) 2005 yılında değiştirildi. Bu köklü değişikliğin sancılı olması doğaldı. Uygulamaya konması birkaç kez ertelendi. Bugünden o günlere bakınca pek çok maddenin bugünler hesaplanarak konduğu anlışılıyor! Bu ayrı konu.Tutukluluk süreleriyle ilgili düzenlemenin de hemen uygulamaya konmasının zor olacağı düşünüldü. O yüzden 2010 yılının son günü yürürlüğe giriş tarihi olarak belirlendi.
Tabii ki hükümet konuya klasik anlayışla baktı, “Ohoo 2010’a daha 5 yıl var, 5 yılda bu yasa 2 değişikliğe, 3 rötuşa uğrar. Sonra da uygulama başlar” diye düşündü. 2010’un son ayları geldi. Tutukluluk süreleri en az 3 aydır yayın organlarının gündeminde, kamuoyunun gündeminde, muhalefetin gündeminde.Bir tek makamın gündeminde değil; olayın sorumluluğunu taşıyan hükümetin!
Şöyle bir durum olsa bir ölçüde hoş görülebilirdi:
CMK değişikliğini başka bir hükümet yapmıştır. Yeni iktidara gelenler buna çok sıcak da bakmamıştır. Bu sorunu kucaklarında bulmuşlardır…
Bu değişikliği yapan, AKP.
Hemen uygulayamayız, 5 yıl erteleyin diyen, AKP. 5 yıl dolunca konuyu dalgalanmaya bırakan, AKP. Konu belirsizleşince, ortalığı bulandırmayın diye medyaya çatan, AKP.
***
Karışıklığın başlıca nedeni şu:
CMK’nin 102. maddesinde yer alan tutukluluk süreleriyle ilgili farklılıklar.
102. maddeye göre ağır ceza yargılamalarında tutukluluk süresi 2 yıl. Zorunlu hallerde bu sürenin 3 yıl daha uzatılabileceği belirtiliyor. 252. maddede ise devletin güvenliğiyle ilgili suçlarda bu süre iki katına kadar çıkabiliyor.
İki kat neyin iki katı?
Toplam 5 yıllık uzatmanın iki katıysa 10 yıl ediyor.
Temel olarak kabul edilen 2 yıllık sürenin iki katıysa 4 yıl ediyor. Hukuk borsasında tutukluluk işlemleri 4 yıl ile 10 yıl arasında gidip geliyor.
Burada temel bir sorun var:
Eğer anayasanın eşitlik ilkesi yürürlükte ise eğer her türlü zedelenmeye karşın, bir kişi hakkında mahkûmiyet kesinleşinceye dek suçsuzluğu esas ise tutukluluk sürelerindeki bu farklılık niye?
Hükümetler af çıkaracakları zaman, sadece “kader mahkûmlarının” yararlanması için düzenleme yaparlar. Ancak bunun eşitlik ilkesine aykırı olduğu açıktır. Bir kişinin dahi mahkemeye gitmesiyle af genelleşir. Mahkûma afta eşitliği gözeten bir anlayışın, daha suçlu olup olmadığı kesinleşmemiş kişinin tutukluluk süresinde eşitlik gözetmemesi nasıl tarif edilebilir?
Tutukluluğun cezaya dönüştüğü artık her kesimin kabul ettiği bir hukuksuzluk; şimdi bu cezanın ne kadar uygulanması gerektiği tartışılıyor.
Haykırsak sesimizi duyar mısınız:
Bunun adı hukuk devleti mi?

——————————————–——————————————–—————–—————–
Balbay’dan mektup
İZMİR (Cumhuriyet Ege Bürosu) – Gazetemiz yazarı Mustafa Balbay, Türkiye Gazeteciler Federasyonu (TGF) Genel Başkanı ve üyesi olduğu İzmir Gazeteciler Cemiyeti (İGC) Başkanı Atilla Sertel’e gönderdiği mektupta, ülkemizde hukuk devleti ilkeleri yerine, İnsanları kaç yıl hapiste tutabiliriz?konusunun tartışıldığını vurguladı.
Balbay mektubunda, 1990’lı yıllarda ülkemizde acı bir aydın kıyımının yaşandığını, Prof. Muammer AksoyUğur Mumcu, Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı gibi birçok değerli ismin katledildiğini anımsattı. Yöntemin, Öldürmeyelim, bedenlerini hapsedelim, ruhlarını da kendileri öldürür, böylece tamamen biterlere dönüştüğüne dikkat çeken Balbay, mektubunda şu görüşlere yer verdi:
Ancak başaramayacaklar. Ben yine, İzmir Kitap Fuarının salonlarında heyecanla, inançla, enerjiyle konuşan Mustafa Balbayım. Ben yine, İzmir Kitap Fuarına gelirken okura yeni şeyler söylemeliyim deyip mutlaka dağarcığına yeni bir kitap koyan Mustafa Balbayım. Ben yine, gazeteci toplumla nefes alır verir, dirseğini hafif itince de topluma değer, öylesine topluma yakın olmalı diye düşünen Mustafa Balbayım…17 Ocakta görüşmek, kucaklaşmak, gelecek günlerde yapacaklarınızı konuşmak üzere, sevgili Tuncay Özkanın da selamlarını, sevgilerini ileterek mektubuma son veriyorum. Tüm dostlara, İzmirime selamlar…”
14 Ocak 2011
Mustafa BALBAY

0 yorum:

Yorum Gönder