Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Strasbourg’a giderken uçakta gazetecilere yaptığı açıklamaların, Başbakan Erdoğan’ın görüşleriyle nasıl çeliştiğini geçtiğimiz günkü “Gül ile Erdoğan arasındaki savaş büyüyor” başlıklı analizimizde yazmıştık. Zirvedeki iki isim arasındaki görüş ayrılıkları Başbakan Erdoğan’ın Akşam Gazetesi Ankara Temsilcisi Çiğdem Toker’e yaptığı açıklamalarla daha da belirginleşti. Öte yandan Abdullah Gül’ün Strasbourg gezisinde uçakta bulunanlardan Hürriyet yazarı Sedat Ergin de bugünkü yazısında bu çelişkileri dile getirdi. Her iki yazıyı da okurlarımıza sunuyoruz:
ÇİĞDEM TOKER - ERDOĞAN: EVET İKİ PARTİLİ SİSTEMİ İSTİYORUM
Başbakan Tayyip Erdoğan'a, Kiev'de bizlerle yaptığı toplantı bitiminde, fotoğraf çekilirken sordum:
- İki partili bir Meclis sistemini istediğiniz uzun süredir konuşuluyor. Böyle bir isteğiniz gerçekten var mı?
Direkt ve açık bir yanıt geldi:
- Doğrusu evet. Bu sistemi faydalı buluyorum. Çünkü ikili sistemde parlamentolar daha etkin işliyor, yönetiminde de istikrar söz konusu oluyor. Amerika'ya bakın. Aynı sistem olsun anlamında değil ama kanunların nasıl çıktığını görürsünüz. Bunun örneğini yakın zamanda biz de Ticaret Kanunu'nda yaşadık. Nasıl olduysa, muhalefet destek verdi ve üç günde çıkardık.'
ÇİĞDEM TOKER - ERDOĞAN: EVET İKİ PARTİLİ SİSTEMİ İSTİYORUM
Başbakan Tayyip Erdoğan'a, Kiev'de bizlerle yaptığı toplantı bitiminde, fotoğraf çekilirken sordum:
- İki partili bir Meclis sistemini istediğiniz uzun süredir konuşuluyor. Böyle bir isteğiniz gerçekten var mı?
Direkt ve açık bir yanıt geldi:
- Doğrusu evet. Bu sistemi faydalı buluyorum. Çünkü ikili sistemde parlamentolar daha etkin işliyor, yönetiminde de istikrar söz konusu oluyor. Amerika'ya bakın. Aynı sistem olsun anlamında değil ama kanunların nasıl çıktığını görürsünüz. Bunun örneğini yakın zamanda biz de Ticaret Kanunu'nda yaşadık. Nasıl olduysa, muhalefet destek verdi ve üç günde çıkardık.'
Daha on beş dakika önce 'Yeni anayasa tam bir konsensusla yapılmalı. 367 milletvekiliyle yeniden gelsek de böyle arzu ediyoruz' diyen Başbakan'ın; ihtimali bile eleştirilen, dahası bazı kesimlerce 'tehlike' olarak anılan iki partili sisteme dair yaklaşımını bu kadar açık paylaşmasının izahı, bana göre tekti:
'İki partili sistem'in de içinde anıldığı başkanlık rejiminin, yeni anayasa hazırlıklarında tartışmaya açılması.
'İki partili sistem'in de içinde anıldığı başkanlık rejiminin, yeni anayasa hazırlıklarında tartışmaya açılması.
Kanaatin pekişmesi uzun sürmedi. Başbakan Erdoğan'ın dün Erzurum'daki, 'Benim halkım başkanlık sistemini bilmeli' sözleri, aktardığım diyalogdaki düşüncesinin, temenniden çok, bir strateji olduğunun ipuçlarını taşıyor.
Erdoğan bu sözüyle sadece 'başkanlık sistemi'nin kişisel ajandasında kalıcı bir madde olduğunu teyit etmedi. Aynı 'başkanlık sistemini tartışmaya açmak doğru değil' diyen CHP ile, 'Çekincelerim var' diyen Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'e, cumhurbaşkanına destek veren TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin ile Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'a da yanıt vermiş oldu.
ERDOĞAN NE İSTİYOR
Başbakan'ın bu alandaki üç günlük açıklamaları, uzun vadede nasıl yönetileceğimiz konusunda harareti yüksek bir tartışma alanı yarattı. Ancak, yeni sorularla gelen, sınırları bulanık bir alan bu. Yoğun mesajları sadeleştirirsek Başbakan:
- Seçim barajının düşürülmesinden yana değil. Ne bugün, ne daha sonra.
- Tek parti iktidarını ekonomide istikrarın garantisi olarak görüyor.
- İki partili Meclis'i, tek parti iktidarının dilediği yasayı, hızlı çıkarmasının güvencesi olarak değerlendiriyor.
- Başbakan Erdoğan, başkanlık sistemi konusunda Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile 'ayrışma' görüntüsüne özel önem atfetmiyor.
- Tek parti iktidarını ekonomide istikrarın garantisi olarak görüyor.
- İki partili Meclis'i, tek parti iktidarının dilediği yasayı, hızlı çıkarmasının güvencesi olarak değerlendiriyor.
- Başbakan Erdoğan, başkanlık sistemi konusunda Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile 'ayrışma' görüntüsüne özel önem atfetmiyor.
YAKICI SORUN VE İYİMSERLİK
Mart ayından itibaren, kaynağı ve içeriği farklı çok sayıda anayasa taslağını tartışmaya hazır olalım. Birkaç aydır dünya örneklerini inceleyen AKP'nin Çalışma Grubu'nun yanı sıra; CHP ile BDP de kendi anayasa taslakları üzerinde çalışıyor. Sivil toplum kuruluşları ile meslek örgütleri de yoğun ve interaktif bir mesai içinde.
Yakıcı sorun ise şu: Tartışma kültürünün zayıf; ayrışma potansiyelinin bunca yüksek olduğu bir toplumda, herkesin 'benimdir' diyeceği bir anayasa nasıl vücut bulacak?
Hele ki kapsamlı bir anayasa değişikliğinin temel unsurlarını oluşturan başlıkları hatırlarsak:
Yakıcı sorun ise şu: Tartışma kültürünün zayıf; ayrışma potansiyelinin bunca yüksek olduğu bir toplumda, herkesin 'benimdir' diyeceği bir anayasa nasıl vücut bulacak?
Hele ki kapsamlı bir anayasa değişikliğinin temel unsurlarını oluşturan başlıkları hatırlarsak:
'Başlangıç ilkeleri, kimlikler, din-devlet, sivil-asker, merkeziyet-ademi merkeziyet, vatandaşlığın tanımı'
Bu başlıkların her biri, hesabı hala açık, derin krizlerin konusuyken; hem başkanlık sistemini tartışacağımız hem de 'benimdir' diye buluşulacak yüksek uzlaşmalı bir metnin hayalini kurmak, bugünden pek kolay görünmüyor.
SEDAT ERGİN: GÜL’ÜN AYRILIKLARI SEÇİMDEN SONRA ÖNEM KAZANIR
Abdullah Gül’ün Strasbourg gezisinde uçakta bulunanlardan Hürriyet yazarı Sedat Ergin de bugünkü “Gül ile Erdoğan nerede ayrışıyor?” başlıklı yazısında şunları yazdı:
SEDAT ERGİN: GÜL’ÜN AYRILIKLARI SEÇİMDEN SONRA ÖNEM KAZANIR
Abdullah Gül’ün Strasbourg gezisinde uçakta bulunanlardan Hürriyet yazarı Sedat Ergin de bugünkü “Gül ile Erdoğan nerede ayrışıyor?” başlıklı yazısında şunları yazdı:
“CUMHURBAŞKANI Abdullah Gül’ün Strasbourg ziyareti sırasında başkanlık sistemi, yeni anayasa, parlamentonun temsil çeşitliliği ve yeni siyaset diline ilişkin yaptığı açıklamalar, dikkatlerin bir kez daha Çankaya Köşkü’ne çevrilmesine yol açtı.
Hal böyle olunca, projektörler bu başlıklarda Çankaya Köşkü ile Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın pozisyonları arasındaki farklılıklara da ışık tutuyor.
Baştan belirtelim ki, Gül’ün son açıklamaları büyük ölçüde daha önce söylediklerinintekrarı gibi gözüküyor. Gül, özellikle temsil ve siyaset dili konularındaki görüşlerini geçen sonbaharda ve özellikle 1 Ekim 2010 tarihinde TBMM Genel Kurulu’na hitaben yaptığıkonuşmada detaylı bir şekilde duyurmuştu.
Cumhurbaşkanı, anayasa ve başkanlık konularında ise bilinen ama kuvvetle dilegetirmediği görüşlerini bu kez altını çizerek ifade etmiş oldu.
Hal böyle olunca, projektörler bu başlıklarda Çankaya Köşkü ile Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın pozisyonları arasındaki farklılıklara da ışık tutuyor.
Baştan belirtelim ki, Gül’ün son açıklamaları büyük ölçüde daha önce söylediklerinintekrarı gibi gözüküyor. Gül, özellikle temsil ve siyaset dili konularındaki görüşlerini geçen sonbaharda ve özellikle 1 Ekim 2010 tarihinde TBMM Genel Kurulu’na hitaben yaptığıkonuşmada detaylı bir şekilde duyurmuştu.
Cumhurbaşkanı, anayasa ve başkanlık konularında ise bilinen ama kuvvetle dilegetirmediği görüşlerini bu kez altını çizerek ifade etmiş oldu.
GÜL BARAJIN DÜŞÜRÜLMESİNE SICAK
Birinci başlık yüzde 10 seçim barajı. Gül, son dönemde ısrarla, belli başlı siyasi akımların hepsinin temsil edildiği bir parlamentodan yana olduğu söylüyor. Cumhurbaşkanı, gerçi “Baraj düşürülmelidir” gibi bir cümle telaffuz etmiyor. Ancak 1 Ekim TBMM konuşmasında “Öncelikle TBMM’de siyasi temsilin derinleştirilmesi ve çeşitlendirilmesi sağlanmalıdır. Siyasi istikrar ile çoğulculuk birbirini dışlamaz” şeklindeki sözleri, bu beklentinin dolaylı bir ifadesidir. Erdoğan ise son Ukrayna gezisinde kayda geçirdiği gibi barajın düşürülmesine özellikle siyasi ve ekonomik istikrar açısından kuvvetle karşı çıkıyor.
Gül’ün, keza Strasbourg açıklamaları sırasında bugünkü TBMM’nin temsil açısından “iyi bir Meclis olduğunu” söylemesi de önemlidir. Aynı görüşü geçen eylül ayında “Bu Meclis aranır. Temsil kabiliyeti en yüksek bir Meclis bu...” diyerek ifade etmişti.
Cumhurbaşkanı’nın bu görüşünün gerisinde, açıkça söylemese de MHP’nin temsil edilmediği, ancak BDP’li milletvekillerinin bağımsız olarak seçildiği bir Meclis’in Türkiye açısından sancılı bir durum yaratacağı yolundaki kaygılarının da rol oynadığı tahmin edilebilir.
Gül’ün bu açıklamaları, Başbakan Erdoğan’ın TBMM’de Anayasa’yı tek başına değiştirebilecek siyasi güce sahip olabilmek için MHP’yi baraj altında bırakmayı hedef alan bir stratejiye yöneldiği, bu nedenle milliyetçi oylara göz kırptığı bir zamanlamaya denk düşüyor. Bu açıdan bakıldığında, Erdoğan’ın stratejisiyle Gül’ün duruşu aynı dalga boyunda buluşmuyor.
Gül’ün, keza Strasbourg açıklamaları sırasında bugünkü TBMM’nin temsil açısından “iyi bir Meclis olduğunu” söylemesi de önemlidir. Aynı görüşü geçen eylül ayında “Bu Meclis aranır. Temsil kabiliyeti en yüksek bir Meclis bu...” diyerek ifade etmişti.
Cumhurbaşkanı’nın bu görüşünün gerisinde, açıkça söylemese de MHP’nin temsil edilmediği, ancak BDP’li milletvekillerinin bağımsız olarak seçildiği bir Meclis’in Türkiye açısından sancılı bir durum yaratacağı yolundaki kaygılarının da rol oynadığı tahmin edilebilir.
Gül’ün bu açıklamaları, Başbakan Erdoğan’ın TBMM’de Anayasa’yı tek başına değiştirebilecek siyasi güce sahip olabilmek için MHP’yi baraj altında bırakmayı hedef alan bir stratejiye yöneldiği, bu nedenle milliyetçi oylara göz kırptığı bir zamanlamaya denk düşüyor. Bu açıdan bakıldığında, Erdoğan’ın stratejisiyle Gül’ün duruşu aynı dalga boyunda buluşmuyor.
ÇATIŞMACI OLMAYAN YENİ BİR SİYASET DİLİ
Başkanlık sistemi konusunda da Gül ile Erdoğan’ın farklı çizgilerde durduklarını söylemek hata olmaz. Başbakan Erdoğan’ın bu konuyu en azından kafasının içinde tarttığı bir sır değil. Nitekim Başbakan, dün Erzurum’da yaptığı açıklamada “Benim halkım her şeyi bilmeli. Başkanlık sistemi nedir, bunu bilmeli. Amerika bunu uyguluyorsa, nedir, nasıl bir şeydir?” diyerek bu konudaki tartışmayı teşvik eden bir tutum sergiledi.
Erdoğan’ın bu çıkışının, Gül’ün son dönemde Başkanlık sistemine dönük çekincelerini açıkça dile getirmesinin hemen ertesine denk gelmesi dikkat çekicidir. Son dönemde Gül’ün en çok vurguladığı temalardan biri de siyaset dilinin değişmesi gereğini konu alıyor. Cumhurbaşkanı’nın Strasbourg’da da “Seçim sonrası herkesin en ciddi meseleleri konuşabileceği bir atmosfer olması lazım” şeklindeki sözleri aslında bütün siyasi partilere seçim kampanyasının sert bir dille yürütülmemesi yolunda verilen genel bir mesaj olarak görülebilir. Bu mesajın adreslerinden birinin CHP ve MHP olduğu kadar genelde çatışmacı çizgisiyle bilinen Başbakan Erdoğan olduğunu öne sürmek yanıltıcı olmaz. Gül, TBMM açış konuşmasında da eskinin “çatışmacı siyaset dili” yerine, “diyalog ortamının oluşmasını kolaylaştıracak, hoşgörülü yeni bir siyaset dilinin yerleşmesi gerektiğini” söylemişti.
Ve son olarak Gül’ün anayasanın geniş katılım yoluyla uzlaşıyı yansıtan bir şekilde hazırlanması yolundaki görüşlerinin de Erdoğan liderliğinin TBMM’de yeni Anayasa’yı tek başına değiştirebilecek çoğunluğa sahip olma arayışıyla örtüştüğünü söyleyebilmek güçtür.
Cumhurbaşkanı’nın bu başlıklardaki görüşlerinin özellikle genel seçimden sonra daha büyük bir önem kazanacağını söyleyebiliriz.”
Erdoğan’ın bu çıkışının, Gül’ün son dönemde Başkanlık sistemine dönük çekincelerini açıkça dile getirmesinin hemen ertesine denk gelmesi dikkat çekicidir. Son dönemde Gül’ün en çok vurguladığı temalardan biri de siyaset dilinin değişmesi gereğini konu alıyor. Cumhurbaşkanı’nın Strasbourg’da da “Seçim sonrası herkesin en ciddi meseleleri konuşabileceği bir atmosfer olması lazım” şeklindeki sözleri aslında bütün siyasi partilere seçim kampanyasının sert bir dille yürütülmemesi yolunda verilen genel bir mesaj olarak görülebilir. Bu mesajın adreslerinden birinin CHP ve MHP olduğu kadar genelde çatışmacı çizgisiyle bilinen Başbakan Erdoğan olduğunu öne sürmek yanıltıcı olmaz. Gül, TBMM açış konuşmasında da eskinin “çatışmacı siyaset dili” yerine, “diyalog ortamının oluşmasını kolaylaştıracak, hoşgörülü yeni bir siyaset dilinin yerleşmesi gerektiğini” söylemişti.
Ve son olarak Gül’ün anayasanın geniş katılım yoluyla uzlaşıyı yansıtan bir şekilde hazırlanması yolundaki görüşlerinin de Erdoğan liderliğinin TBMM’de yeni Anayasa’yı tek başına değiştirebilecek çoğunluğa sahip olma arayışıyla örtüştüğünü söyleyebilmek güçtür.
Cumhurbaşkanı’nın bu başlıklardaki görüşlerinin özellikle genel seçimden sonra daha büyük bir önem kazanacağını söyleyebiliriz.”
0 yorum:
Yorum Gönder