21 Ocak 2011 Cuma

Sıradan Bir Hikâye…


Mahallenin bakkalını soyarken yakalanmıştı. Daha ilk işinde “enselenmişti”. Aslında tüm bakkalı soymak gibi bir niyeti de yoktu. Paraları alacaktı, bir de hemen elden çıkarıp paraya dönüştürebileceği şeyleri.
Koğuşa getirildiğinde ilk fırçayı koğuş ağasından yedi. Önce okkalı bir küfür salladı ağa. “Ulan salak” dedi, “mahalle bakkalından başka soyacak yer bulamadın mı? Orada ne olur ki? Veresiye defterlerini alıp tahsil mi edecektin, aptal herif.”
Bizimki şaşkın, konuşmanın sonunun nereye varacağını merak ediyordu. Ağa çayından bir yudum alıp tane tane anlatmaya başladı:
“Soydun mu, tam soyacaksın. Değecek yani. Nerede ne olduğunu az-çok bileceksin. En başında da yakalanmamanın yollarını öğreneceksin.”
Rahatladı. Demek ki fırça faslı derse girişti. Adım adım neyin ne olduğunu öğrenecekti.
Koğuşun işlerine kısa sürede alıştı. Zaten çok da ağır değildi. Çay getir götür, temizlik falan. Bir yerde çıraklığa girse bundan farklı da olmazdı.
***
Bizimki çabuk kavrıyordu. Ağanın ondan sorumlu tuttuğu ağabeyleri volta atarken, yemek yerken güzel bir işi öğretir gibi bütün incelikleriyle anlattı işi.
Anne-babasına ziyarette güzel haberler verdi:
“Sizin bana para getirmenize gerek yok. Benim rahatım yerinde. Çıkınca da çok iyi bakacağım size. Kardeşlerim de okursa okur, okumazsa işleri hazır.”
Koğuş ağası tahliye tarihini “üç aşağı beş yukarı” deyip söyledi kendisine. Tahliyeden sonra kimi görmesi gerektiğini, nerelerde iş yapacağını bir bir anlattı ağa.
Tahminler tuttu. Bizimki çıktı. İşi öğrenip öğrenmediği tam belli değildi daha. İçeride öğrendikleri salonda yüzme dersi almak gibi bir şeydi. Her şey sahada belli olacaktı.
İlk birkaç iş başarılı geçti. Girdiği yerlerden aldıklarını söylenen kişiye veriyordu. Nakte çevirme işini o hallediyordu. Onu da öğrenmek istediğini söyleyince çok bozuldu ağabeyleri:
“Ulan cin olmadan adam çarpmaya kalkma. Sen söyleneni iyi yap yeter.”
Girdikleri yerde aradıklarını bulamazlarsa çok bozuluyorlardı. Sanki hazır elleriyle koydukları bir şey yerinde yokmuş gibi geliyordu. Bir keresinde hırslarından evdeki tüm giysileri lime lime etmişlerdi.
***
İkinci kez hapse düştüğünde çok telaşlı değildi. Hemen hangi koğuşa gitmek istediğini söyledi. Artık ağır iş de vermezlerdi ona.
Bir gün kurumdan görevliler geldiler. 40-50 kişilik koğuşta meslek sahibi olmak isteyenler varsa yardımcı olacaklarını söylediler.
Bir an aklından geçmedi değil. Başka bir iş…
Ama görevlilerin daha ilk cümlesi, içindeki tüm hevesi aldı götürdü.
“Biz ıslah çalışması kapsamında…”
“Ne demek ıslah! Biz ıslah edilecek hayvan mıyız?..” dediğini anımsıyor.
Tuttuğu yol kaderi olmuştu. Üstelik bu yolun devamında başka seçenekler de vardı. Alan değiştirebilirdi. Çok daha büyük getirisi olan işler vardı. Koğuştaki düzen hayatında gördüğü ilk kurumsal yapıydı.
Üçüncü kez hapse düştüğünde evlenmiş, çocukları olmuştu. Onlar okusun istiyordu. Okudular, sonunu getiremediler.
Dördüncü hapse giriş çıkıştan sonra, “artık yeter” dedi. Bir gün 22 yaşındaki oğlu oturdu dizinin dibine, “Bana yardım et baba” dedi, devam etti:
“Biliyorsun girdiğim işlerden beni çıkarıyorlar. Devlet kapısı da kapalı. Bir sınavı kazandım. Baban sabıkalı, seni işe alamayız dediler. Karar verdim, senin işi ben devralacağım…”

0 yorum:

Yorum Gönder