F
as’ta başlayan ve bütün Arap âlemini saran çalkantılar en ileri görüşlü, en keskin gözlemcileri bile yaya bırakacak boyutlara erişiyor.
Kaddafi’nin demir yumruğuyla yönetilen, Libya’da son günlerde patlak veren boyutta olaylar çıkabileceğine inanmak yaşayana kadar imkânsız değilse bile çok güçtü.
Artık
Resmi ağızlarımızın yaptığı açıklamalar “kardeş ülkelerdeki” olayların
Bu arada, şu satırlar yazılana kadar Albay Muammer Kaddafi’nin ülkeden kaçıp kaçmadığı bile belli değildi, kaçtığı yönündeki söylentiler de gittikçe güç kazanmaktaydı.
Pazartesi günü haberlerde Muammer Kaddafi’nin oğlunun, kanlarının son damlasına kadar savaşacakları ve ülkeyi “İtalyanlar ile Türklere bırakmayacakları” yolundaki açıklamasını haberlerde benimle birlikte dinleyen bir dostum anlam veremedi:
- Bu da ne demek oluyor, diye sordu.
Sorusunda kendince haklıydı,
***
Bu durumda, genç Kaddafi’nin “Ülkeyi İtalyanlara ve Türklere bırakmayacağız” sözü ne anlama geliyordu?
Aslında genç Kaddafi’ye göre, İtalyanlar ve Türkler eski müstemlekecilerdi.
Genç Kaddafi’nin bu sözleri, bizim bir türlü anlayamadığımız bir gerçeği vurguluyor.
Arap ülkeleriyle, kültürel ve dinsel bir yakınlığımız, ortak geçmişimiz var. Ama bütün bunlar, bizim birlikteliklerimiz ile beraber ayrılıklarımızı da yaratıyor.
Bütün ortak noktalarımız Birinci Dünya Savaşı sırasında Halife Efendimizin (Sultan Mehmet Reşat) cihat ilan ederek, Sancak-ı Şerif’in altında toplanmaya çağırdığı “Kavm-i Necip” olarak adlandırdığımız, din kardeşimiz Arap ülkelerinin davete icabet etmek bir yana, Osmanlı’ya karşı İngilizlerin yanında saf tutmalarını engelleyememiştir.
Herhalde bu olaya, “Kalleş Araplar din kardeşliğine aldırmadan, Birinci Dünya Savaşı’nda İngilizler ile bir olup bizi arkadan vurdular” şeklinde bakmanın yanlışını anlamanın artık vakti gelmiş olsa gerekir.
Evet olaya bu açıdan bakamayız. Yine tarihlerimizde nedense Cemal Paşa’nın Suriyeli ulusalcılara reva gördüğü zulmü de nedense pek anlatmayız.
Diyeceğim o ki, Arap ülkeleriyle ortak geçmişimize bakarken, bunu pürüzsüz bir kardeşlik dönemi olarak yorumlamamızı bir kez daha durup düşünsek iyi olur.
***
Özellikle Maşrık’ta (Doğu Arap âleminde) Osmanlı bir istilacı olarak algılanır ki, bunu söyleyenlerin haksız olduklarını rahatlıkla ileri süremeyiz. Osmanlı’nın Araplara verdiği ayrı önem, kutsal toprak için yaptığı özveriler, bu yorumu haksız kılmaya yetmez.
AKP’nin pek bel bağladığı, tarihi gerçeklerle de fazla bağdaşmayan, neo-Osmanlıcı dış politika görüşünü de bu çerçeve içinde değerlendirirsek, daha doğru olur sanırım.
Cumhuriyet tarihinin en uzun süreli dışişleri bakanlarından olan ve diplomasimizde iz bırakmış kişisi İhsan Sabri Çağlayangil bir söyleşimizde hiç unutmadığım şu sözleri söylemişti:
- Herhangi bir Amerikan dışişleri bakanı karşısında ayak ayak üstüne atıp oturabilirim de, herhangi bir Arap büyükelçisi karşısında ceketimi iliklemeden oturmamaya özen gösteririm.
Sonra da açıklamıştı:
- Arap ülkeleri büyükelçileri Osmanlı gibi üstünlük taslıyoruz sanmasınlar diye dikkat ederim. Bu geçmişin onlarda yarattığı bir hassasiyettir.
Diyeceğim o ki, “kardeş ülkeleri” kasıp kavuran olayları irdeler ve bu konuda tavır alır, görüş belirtirken, geçmişin hassasiyetlerine azami dikkat göstermeli ve özellikle kardeşçe derken, ağabey kardeş ilişkisi çağrıştıracak davranışlardan özenle kaçınmalıyız.
Bilmem anlatabiliyor muyum?
Ali SİRMEN
0 yorum:
Yorum Gönder