15 Şubat 2011 Salı

CUMHURİYETİN ORDUSUNU YIKMAYA KİMSENİN GÜCÜ YETMEZ… ALİ ERALP


Ş
öyle çevrenize bir bakın. Ama dikkatli, alıcı gözle bakın. Yanlış gitmeyen, ters gitmeyen bir şey var mı ülkemizde? “Doğru” olan, düzenli işleyen bir şey görüyor musunuz?
İşçiler ayakta, öğretmenler ayakta, öğrenciler ayakta, memurlar ayakta, barolar ayakta, doktorlar ayakta, subay eşleri ayakta… Herkes hak, hukuk arıyor, çözüm bekliyor. Ama çözüm yok. Çözüm biber gazı, cop, boyalı su… Hapishane…
Övünebileceğimiz, gurur duyacağımız bir yanımız, bir özelliğimiz kaldı mı? 1923 Devrimi kaldı mı?
Anayasadaki “Atatürk Milliyetçiliği”, “Türk” sözcükleri dahi AKP’li milletvekillerini rahatsız etmekte.
Bu ülke, Cumhuriyet tarihi boyunca görmediklerini, duymadıklarını, yaşamadıklarını bu “Haçlı İrtica” sayesinde gördü, duydu, yaşadı. Birinci Dünya Savaşı yenilgisinde bile 163 subayımız tutsak edilmemişti.
Demirleri eritip, dağları delen şanlı Ergenekon kahramanları bu iktidar zamanında ayağa düşürüldü.
Türk Ordusu bu iktidar zamanında “arı kovanı”na benzetildi. Devlet sırlarının saklandığı Özel Harp Dairesine girilip, belge aranması “Arı kovanına çomak sokulması” olarak nitelendirildi.

Kendisine yapılanları onuruna yediremeyip, canına kıyan bir Türk subayının ardından,“Galiba şafak attı, güneş doğuyor, tahtakuruları nereye?” diyebilen vicdansızlar çıktı.

Eşinin anlatımı ile “babalarının intiharını henüz çocuklarının bile tam olarak algılayamadıkları” hüzün verici bir ortamda, bir subayımıza “tahtakurusu” denildi. Suçu kanıtlanmadan ölen bir kişinin arkasından böyle hayâsızca söz etmek, konuşmak, iftira atmak hangi kitapta yazar? Hangi gelenek ve görenekte vardır? Dine imana sığar mı bu? Onlar ki Müslümanlık denilince mangalda kül bırakmazlar.
Ordu tertipçilikle, suikastçılıkla suçlanıyor şimdi. Ordu sorguya çekiliyor.
Onlara göre herkes darbeci! Herkes suikast hazırlığında! Herkes tertip içinde. İktidar kendisine muhalefet eden kim varsa, ona bir suç etiketi yapıştırıp içeri atıyor. ABD’nin BOP planını gerçekleştirmeye çalışıyor. Yandaş medya ile birlikte korku filmlerine taş çıkartacak senaryolar hazırlıyor. Faşizmdir bu. Açık faşizm…
Günümüzün Mütareke Basınını okuyunca, Kurtuluş Savaşına ve Mustafa Kemal’e karşı çıkan Ali Kemal’leri, Ref’i Cevat Ulunay’ları, Refik Halit Karay’ları mumla arıyoruz. Ordumuza, ordumuzun yiğit subaylarına ağza alınmayacak sözler söylüyorlar. Hani utanmasalar, çekinmeseler, PKK hainleri ile dövüşüp yaşamını yitiren kahraman şehitlerimize bile dil uzatacaklar. “Niye vatanı savundu, neden Kürt gerillasına (onların sözlüğünde teröristin adı gerilla) kurşun sıktı?” diye onları suçlu çıkaracaklar…
Bu ülkenin savunmasını üstlenen, canla başla görev yapan ordusunu, subayını kötülemek, küçük düşürmek, tertip ve planlar içerisinde bulunduğunu göstermeye çalışmak kime ne kazandırır? Kimi yüceltir?
İktidara geçmeden önce de sonra da AKP’nin hedefinde iki kurum vardı: Ordu ve yargı engeli. Onları teslim alabilme hedefine kilitlenmişti o. Çünkü geçmişte kurulan İslamcı partiler de aynı engellerle karşılaşmışlar ve siyasal yaşamlarını sürdürememişlerdi. Yakın zamana kadar bu kâbusu kendisi de yaşamış, bir kez de “kapanma tehlikesi” geçirmişti.
İşte bu nedenlerle AKP, hükümet olur olmaz, Türkiye’nin temel sorunlarını bir yana bırakıp, Kemalist düzeni değiştirmek için kolları sıvadı. Ne işsizlik ne de yoksulluk vardı onun ilgi alanı içersinde.
Önce sivilleri tutukladılar. Ses çıkmadı kimseden. Kimse karşı koymadı.Derken sıra emekli subaylara, ardından muvazzaflara, daha sonra da görev başında olan paşalara, ordu komutanlarına geldi. Şaşkınlık, telaş, korku diz boyuydu. Sessizlik, suskunluk devam ediyordu.
Gencecik teğmenler dört duvar arasına atılıyordu. Ne ilgilenen ne arayan vardı. Ordu seyirci konumundaydı ve subaylarını korumasız, savunmasız bırakmıştı. Yaşlı başlı generaller günlerce sorgulanıyor, kötü koşullar ve yaşanılan stres karşısında acil servislere kaldırılıyordu.
Haksızlıklar, hukuksuzluklar arşa yükselmişti ve bu faşist uygulamalar karşısında yer yerinden oynamalı, tüm yurt yüzeyi direniş alanına dönüşmeliyken muhalefet partileri uyuyordu. Sendikalar, dernekler uyuyordu. Parti başkanları, parti yöneticileri rahat, sakin, olup biteni meclis salonlarından izleyip, yarım ağızla olayları eleştirmekle yetiniyorlardı, o kadar.
Ne var ki daha önce de bu yolu deneyenler oldu. Bir zamanlar, Menderes dönemimde de ordumuz, “Battal Gazi Ordusu”, “Omuzları kalabalıklar” gibi sözlerle aşağılanmak istenmişti.
Mütareke yıllarında ise saray ve çevresi İngilizlerle işbirliği yapıp orduyu felç etmek için büyük çaba gösterdi. 1918 yılında Mondros Mütarekesi ile ordu lağvedildi. Elindeki tüm teçhizat ve silahlar alındı. Türk subayları Malta’ya sürgüne gönderildi. Geride kalan çok az sayıda komutan Mustafa Kemal’le birlikte Anadolu’ya geçip, Kurtuluş Savaşını başlattı. Atatürk şunları söylüyordu:
“İngilizler, milletimizi bağımsızlıktan mahrum etmek için, pek tabii olarak evvela onu ordudan mahrum etmek çarelerine giriştiler.”
“Orduyu imha etmek için mutlaka subayları mahvetmek, aşağılamak lazımdır. Buna da teşebbüs ettiler. Bundan sonra milleti koyun sürüsü gibi boğazlamakta, engeller ve müşkülat kalmaz…”
Günümüzde de Mütareke Yıllarında olduğu gibi iktidar, ABD ile işbirliği yaparak, “orduyu felç etmek“ için elinden geleni ardına koymuyor. Bazıları, Türk ordusunu yendik, hizaya soktuk…” gibi sözlerle kendi ordusunu yenmekle övünüyorlar. Var mıdır böyle bir şey? Kim söyleyebilir bu türden sözleri? Türk ordusu ne zamandan beri Türk ulusunun düşmanı sayılmaktadır?
Tarih boyunca ordumuz, (geçici dönemler hariç) hiçbir zaman yenilmedi. En kötü dönemlerinde bile mutlaka bağrından bir Mustafa Kemal çıkardı, onurumuzu kurtardı. Korudu.
Türk ordusunun içine düşürüldüğü bugünkü durum da gelip geçicidir. Mutlaka gerçek gücüne, yerine, onuruna ve eskiden olduğu gibi halkın güvenine kavuşacaktır.

Şimdi buradan çok açık ve net olarak sesleniyor ve diyoruz ki: Orduyu tertiplerle, hayali senaryolarla yıpratmaya, dize getirmeye, bozguna uğratmaya çalışmak kimseye iyilik getirmez.” Bu yol Menderes’lerle, 12 Mart, 12 Eylül’lerle ve daha önce Nemrut Mustafa’larla, Malta Sürgünleri ile denendi. Deneyenler tarihin çöplüğünde yatıyor bugün. Sonları hüsran oldu.
Günümüzün Nemrut Mustafalarının da sonu mutlaka hüsran olacaktır… O zaman onları can dostu, kan kardeşi ABD de kurtaramayacaktır…

ALİ ERALP

0 yorum:

Yorum Gönder