Gazeteci Rahmi Yıldırım, “Devşirmeler Dönekler, Türk Medyasından Portreler” adlı yeni kitabında, “AKP’nin baba ocağı İslamcı hareketle çoğunluğu soldan dönme liberallerin flörtü”nün Turgut Özal döneminde başladığına değinmiş:
“Neo-liberal iktisat politikalarını ve dinin kamusal alanda görünürlüğünü meşrulaştırmayı İslamcılar ve soğuk savaş döneminin taş kafalı milliyetci entelektüelleri başaramazdı. İslamcı hareket kendi içine kapalıydı, marjinal nitelikteydi; gazete ve dergileri cemaat içi bülten yavanlığındaydı. İslamcı entelektüellerin söylemi de aynı kısırlık ve yavanlıktaydı. İslami mesajlar, soyut bir iyi ahlak temennisi, ibadet bilgisi ve din ulularının efsane düzlemindeki yaşamöykülerine endeksli öğütlerden ibaretti. Küreselleşmeye uyum ve meşruiyet için ‘ılımlı İslam’ sakızını çiğneyecek liberallerin katkısı şarttı.”
Aranan liberallerin fazlasıyla bulunduğuna değinen Rahmi Yıldırım, sağlam bir düşün örgüsüyle anlatmış sonrasını:
“Egonun okşandığı açık oturumlar, araştırma programları, ücretli konferanslar, bedava geziler, liberallerin besiye çekildiği çiftlikler oldu! TRT’nin yayın tekelinin kırılması, kitle iletişim araçlarındaki çeşitlenme liberallere çok geniş bir istihdam alanı açtı. Televizyonlardaki tartışma programları, Habermas’ın sözünü ettiği ‘kamusal benzeri’ bir tartışma platformu oluşturdu. Tele-kamusal alanın en aktif katılımcıları liberaller ve İslamcılar oldular; soldan katılımın siyasi sınırı sosyal demokrasiyle çizildi. Ne de olsa duvar yıkılmıştı. Kamusal çıkar, sınıf, bağımsızlık, devletçilik, devrim, sosyalizm kavramlarının yerini özel çıkar, birey, özelleştirme, karşılıklı bağımlılık ve küreselleşme, değişme ve reform kavramları almıştı. Neo-liberal iktisat politikalarının acımasızlığı ve piyasa Darwinizmi İslamcı harekete kitleselleşme zemini sağladı. Nihayet 28 Şubat sürecindeki yolsuzluk ve yoksulluk, kendisini yenileyen İslamcı partiyi tek başına iktidara taşıdı.”
Ve geldik bugüne… Rahmi Yıldırım’ın deyişiyle “Kasımpaşalı Özal” dönemine.
Hislere Tercüman
Recep Bey, biliyorsunuz 12 Haziran’daki seçimlerden sonra anayasayı bir kez daha değiştirme düşüncesinde. Bu konuda bir de hedefi var:
“Toplumun anayasayı anlamak için tercümana ihtiyacı olmayacak.”
Biz, büyüklerimizin hislerine tercüman olalım ve toplumu nasıl bir anayasa beklediğini aktaralım:
Bir kere Türkiye Cumhuriyeti’ymiş, kuruluş felsefesiymiş, ilkelermiş, artık bunların modası geçti. Unutun gitsin.
Yeni, yepyeni “Sen Çok Yaşa Sultanlığı”mızın anayasasında güçler ayrılığı filan kalmayacak. Güçler, hep bir olup sultanımız efendimize tam güç verecekler. Sultanımız efendimiz başkent İstanbul’dan buyuracak, Ankara ise şehzadeler kenti olacak. Onlar ki, tebanın çocukları sınavlarda dirsek çürütürken Harvard’a alınacak; üniversiteyi bitir bitirmez de yaşdaşları milyonlar iş ararken Dünya Bankası’nda göreve başlatılacaklar. Resmi dil kalkacak, onun yerine Nakşibendilik resmi tarikatımız olarak nüfus kâğıtlarımıza işlenecek. Bayrak, kırmızıya yeşil katıp morartılacak, ay yerine hüsn-ü hatçıların özenle çizdiği yaya benzer “Ya Recep” yazısı, yıldız yerine de sıkmabaş oturtulacak. Artık istiklale gerek kalmadığından, bir kasetli şaire “teslim tesellüm marşı” yazdırılıp ilkokuldan üniversiteye dek tüm genç nesle öğretilecek. Başimamlık, başkomutanlık, başkadılık ve de başbakanlık, kutsal bir görev aşkıyla bütünleşeceğinden “egemenlik” gibi hep “baş”larımıza bela olmuş bir sıkıntı da tümden ortadan kaldırılmış olacak.
Ayrıca, çok özgürlükçü bir yapıya kavuşacağımızdan Türklere azınlık hakları bile tanınacak.
Diplomatik açıdan da daha şimdiden Ortadoğu’da parlamaya başlayan atılımı doruk noktasına ulaştıracağız hayırlısıyla: Sen Çok Yaşa Sultanlığımız; Brunei, Bahreyn, Suudi Arabistan, Umman, Katar gibi benzer sultanlıklarla kucaklaşıp “Sıfıra Sıfır Elde Var Sıfır Birliği”ni oluşturacak.
Yeniyetmeler
İleti, Prof. Dr. Aydın Aybay’dan. Bildik davalarla ilgili kimi programları izlemiş:
“Askerliklerini ‘nefer-i merkum’ ya da ‘tek demirli teğmen’ olarak yapmış birtakım yeniyetmelerin, bir mollanın televizyonuna çıkıp da, kendileri gibi bir kendini ve haddini bilmez, kol saatini sağ bileğinde taşıyan bir genç sunucunun yönetimiyle askersel konularda ahkâm kesmeleri.. sıkıca sorsan ordudaki rütbeleri bile doğru sayamayacak olanlar, hep birlikte, en yüksek rütbe ve düzeydeki kişi ve kuruluşlarla hazırlanan askeri plan ve çalışmaları pervasızca didikleyip dillerine dolayarak, neler neler yumurtluyorlar bilemezsiniz. En derin askeri konularda mintarafillah, ‘maderzat’ bilgi ve görgü sahibi olmuşlar; hem sebilane bardağı gibi dizilenler, hem onlara orkestra şefliği yapan sunucu…
Bu gayr-i ciddi ‘taklavatı’ perdeye (ekrana) çıkaranlar acaba bundan ne umuyorlar?”
ABD’ye sığınmış emekli vaizin çocukları olduklarına şükretsinler. Eğer kazara solcular söyleseydi bunların dediklerini, nice olurdu halleri…
0 yorum:
Yorum Gönder