9 Şubat 2011 Çarşamba

Frida ile Diego İstanbul’da…Mustafa BALBAY

 Frida ile Diego İstanbul’da…

Adları, ülkeleri Meksika ile bütünleşmiş Frida Kahlo ve Diego Rivera’nın İstanbul Pera Müzesi’ndeki sergisi açıldığında, ne kadar süreceğine baktım.
20 Mart 2011.
“İyi” dedim, “uzunca bir zaman”. Bir ara Meksika gezimi konu ederim. Birleşmiş Milletler, doğumunun 400. yılı nedeniyle 2011’i Evliya Çelebi yılı ilan etti. Ünlü seyyahımızı da böylece selamlamış olurum:
Hapiste zamana iltifat edilmez. Günler geçmek bilmez ama, takvim yaprakları geçiverir. Bazen 3-4 gün takvim yaprağını yırtmadığımız olur. Toplu yırtmak iyi gelir. Zamana karşı, en az onun kadar güçlü olduğumuzu her gün yakasına yapışmayarak da göstermiş oluruz.
Derken bir baktım Frida-Diego sergisi ömrünün yarısını doldurmuş.
Dünyanın önemli koleksiyonlarından biri olarak kabul edilen resimlerin sanatsal anlatımını uzmanlarına bırakıyorum. Zaten yaptılar da… Pera Müzesi de yaptığı bu güzel organizasyonun hakkını vermiş, zengin içerikli katalog hazırlamış.
Ben gezimsel yanını paylaşmak isterim.
***
Frida-Diego çiftinin yaşamlarının en önemli dönemlerini geçirdikleri, en güzel eserlerini verdikleri Mexico City’nin unvanı şu:
“Sonsuz bahar ülkesi.”
Mexico City, dünyadaki 2500 metre rakımın üzerinde kurulu 5 başkentten biri. Çevresindeki dağların yüksekliği ise 3500-4000 metre. Yazları 30-35, kışları 20-25 derece. Yağmur dönemi hiç değişmiyor; temmuz sonundan ekim başına kadar her gün saat 14.00-16.00 arası yağmurlu.
Frida Kahlo, 1907’de Mexico City’nin Carme semtinde Londres Caddesi 247 No’lu evde doğdu. 800 metrekarelik arsa üzerine kurulu, birkaç avlulu bu mavi ev, Kahlo’nun ölümünden sonra müze haline getirildi.
Evin doğal halini korumuşlar. Çok gösterişli değil. Evde Kahlo’nun 18 yaşında geçirdiği trafik kazasından izler var. Uzun süre bağlı kaldığı yatak ziyarete açık. Çevresiyle, tavanıyla yatak, bir atölye bölümünü andırıyor.
Yatağın köşesinde bir sandalye… Ayaklarından sırtı yaslama bölümüne kadar tümüyle Kahlo’nun portresi şeklinde kesilip resmedilmiş. Ziyaretçilerin uzun durdukları yerlerden biriydi. İnsan yaşamöyküsünü okuduktan sonra, “böyle bir şeyi ancak aşkın ve acının insanı çılgın Frida akıl eder” diye düşünüyor. Bu bölümün devamında her biri roman gibi okunması gereken tablolar var.
Frida’nın çocukluğu, bugün çok büyük bir müzenin kurulu olduğu Çapultepek koruluklarında geçmiş.
Çapultepek sözcüğü kulağınıza tanıdık geldi mi? Meksika yerel dillerinden birinde, “düzensiz, dağınık, tepelik alan” demekmiş.
***
Diego Rivera’nın eserleri ise devlet başkanlığı sarayının duvarlarını süslüyor. Sarayın bu bölümleri ziyarete açık. Bir tam günü ayırmak gerekiyor.
Saray Zocalo alanında. Bu alan, İspanyollar geldiğinde Meksika yerlilerinin tapınağının bulunduğu yer. İspanyollar o tapınağı yıkıp taşlarından dev bir kilise yapmışlar. Bu, Latin Amerika’nın ilk kilisesi.
Bu alanın bir özelliği de sürekli eylem sahası olması. İsteyen burada çadırını kurup eylemini yapıyor. Eylem alanının karşısı devlet başkanlığı sarayı. Duvarları Diego Rivera.
Sarayın giriş merdivenlerinin duvarlarında Azteklerin yaşamı, İspanyolların gelişi var. Üst bölümde Meksika devrimi, Zapata ölümsüzleştirilmiş. İkinci kat sömürge döneminden bugüne Meksikalıların yaşamından kesitleri içeriyor. Pek çok bölüm Rivera’nın politik görüşlerini yansıtıyor. Değişik görüşleri savunan devlet başkanları gelmiş, gitmiş ama kimse bu resimlerin kılına dokunmamış.
Noktayı Frida Kahlo’nun yaşamını kaleme alırken kullandığı bir cümle ile koyalım:
“Yıldızlara tekmeler savuracak gücümün olmasını isterdim.”

0 yorum:

Yorum Gönder