Başbakan’ın “Ülkemizden beslenenler” sözü Kuzey Kıbrıslı Türklerin ağırına gitmiş olabilir ama; elli yıla yakın bir süredir çözümlenemeyen Kıbrıs sorununun sorumluluğunu ve Kuzey Kıbrıs halkının maddi manevi ağırlığını üstlenen Türkiye’ye “has..tir git” diye pankart açmak ise seviyesizliğin, nankörlüğün ta kendisidir.
1954 yılından beri Kıbrıs’la yakından ilgiliyim. Kıbrıs sorununun henüz emeklediği yıllarda Kıbrıs Türk cemaatinin lideri Dr. Fazıl Küçük ve yardımcısı Rauf Denktaş ile Ankara’ya her gelişlerinde görüştüm.
Bir ara Ankara Radyosu’nda Kıbrıs Saati’ni yazdım.
Zürih ve Londra anlaşmalarından sonraki yıllarda, 1960’dan sonra Hürriyet’in Ankara temsilcisi olduğum dönemlerde Kıbrıs’la daha yakından ilgilenme fırsatını buldum.
Sık sık Kıbrıs’a gittim.
***
Bugün “Ne paranı ne (ekonomik) paketini ne de memurunu istemiyoruz” diye pankart açanlarla dün Türk askerini işgalci diye, defol git diye suçlayanlara; 1950 sonralarında ve 1960 başlarındaki Lefkoşa’yı kalın çizgileriyle anımsatmak istiyorum.
Kalınacak doğru dürüst bir oteli, lokantası olmayan, akşamın ilk saatlerinden itibaren sokakları ıssız, karanlık, evleri, yolları bakımsız bir kentti Lefkoşa!
Kıbrıs Cumhuriyeti’nde Türk cemaatine sosyal ve siyasal yaşama olanağı tanıyan Zürih ve Londra anlaşmalarından sonra Ada’yı Başbakan Adnan Menderes’in ziyaret etmesi gündeme geldi. Nerede kalacağı tartışma konusu oldu ve… Lefkoşa’da, alelacele Saray adı verilen ilk otel inşa edildi.
Kıbrıslı Türklerin Rumlara karşı silahlı mücadelesine her türlü desteği yapan Türkiye; o tarihten itibaren bugünlere dek Kuzey Kıbrıs’ın kalkınması için bütün olanaklarını seferber etti.
Bugün Kıbrıs’ta Türkiye’nin pek çok kentinde bulunmayan asfalt yollar, göletler, işyerleri, binalar, lokantalar, eğlence yerleri var ise.. hemen herkesin altında araba, geceleri eğlence yerleri, lokantalar tıklım tıklım.. kentler ışık içinde pırıl pırıl ise.. her taşında Yavru Vatan diye bağrına basan Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerinin emeği, yardımı, yatırımı var…
Şayet Kuzey Kıbrıs hâlâ Rum Cumhuriyeti’nde bir cemaat konumunda ikinci sınıf vatandaş görünmüyorsa.. bu sonuçlar Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerinin Batı’ya siyasal açıdan direnmesiyle gerçekleşti.
***
Rahmetli dostum Örsan Öymen’le Kıbrıs Barış Harekâtı’ndan hemen sonra gittiğimiz Lefkoşa’da Kıbrıslı gençler bizimle konuşmaya geldi.
Hoş beşten sonra ilk soruları “Geldiniz, ne zaman gideceksiniz?” oldu.
Sakin, kimi şaşırtıcı olaylara, kimi insan manzaralarına alaylı üslupla değinen doğasına karşın Örsan dayanamadı: “Yıllardır neden gelmiyor Türk askeri diye bas bas bağırdınız. Geldik. Daha ilk günü ne zaman gideceksiniz diye soruyorsunuz” diye Kıbrıslı bir avuç genci payladı.
Ama bu kafa zaman içinde, üstelik artık Rumların kanlı ellerini Türklerin üstünden çektikleri 1974’ten sonra öylesine gelişti ki; Denktaş’ı devirip Cumhurbaşkanlığı’na oturan Mehmet Ali Talat, KKTC Meclisi’nde Türkiye’yi “anavatan tanımadığını” söyledi, “komşu bir devlet” olarak niteledi.
Türk askerinin işgalci diye nitelenmesi, hatta Türkiye’nin Kıbrıs’tan elini çekmesini isteyen gelişmeler, Talat döneminin ve Talat kafasına takılanların eseridir.
Talat, bağımsızlığı sindiremeyen, KKTC’nin Rum Cumhuriyeti’nde kısıtlı azınlık hakları olan bir cemaate dönüşmesine yeşil ışık yakan kişidir.
Ne var ki Talat bile Türkiye’nin desteği olmadıkça uluslararası arenada sözünün beş paralık değeri olmayacağını, Ankara’nın esirgemediği yardımı kesmesi durumunda KKTC’nin toplumsal, siyasal bunalıma gireceğini anlamak zorunda kaldı.
***
Ama Türkiye’nin KKTC’nin varlığını sürdürmesi, Kıbrıslı Türklerin Rumlarla eşit siyasal ve toplumsal haklara sahip olmasını istemesi kadar; Ada’nın bütünüyle Kıbrıs Rumları + Yunan egemenliğine geçmesine stratejik açıdan da karşı olması doğaldır.
Denktaş, Türkiye’ye “Kurtarıldık mı?.. Has…tir…” diyenlerin Kuzey Kıbrıs halkının yüzde 1’i olduğunu söylüyor.
Güney Kıbrıs Rumlarının açıkladığı resmi amaçlarını Lefkoşa meydanlarına taşıyanların, Rum yönetiminde ikinci sınıf, kapıkulu insan olmayı sindirenlerin.. isteği üzerine Türkiye yalnız altı ay, “yakalarından düşsün” işte o zaman…
…yılda 1 milyar TL’nin üstünde yardım ettiği, yılda 13 maaş alan, en düşük maaşı 5 bin TL olanların miting düzenlediği KKTC’de seyreyleyin gümbürtüyü…
Bu insanlar için de geçerli bir atasözümüz var: İt ürür, kervan yürür!
0 yorum:
Yorum Gönder