L
ibya cehenneminden kurtulmayı başaran bir işçimiz kameralara, “Şayet Libyalı Müslümanlar cennete giderse, ben o cennete gitmem” dedi.
Bir başka kanal yurda dönen işçilerimizin cep telefonlarıyla saptadığı manzaraları yayımladı.
İşçiler; kadınları, çocuklarıyla, ellerinde, sırtlarında bavullar havaalanına ve limana erişebilmek için 20 kilometre yürüyorlardı. Aç, susuz!
Çevrede koruyucu ne bir asker, ne polis. Yoktu!
Başları önde, asfalt yolun kenarında uzun kuyruk oluşturarak… İkinci Dünya Savaşı’nda Nazi ordularından ve zulmünden kaçan insanlar gibiydiler… Konuşmadan yürüyorlardı…
Canlarını kurtarmak için…
Gözleri önünde edindikleri her şeyin talan edildiğini yaşayarak… bir uçağa, bir gemiye kapağı atma umuduyla havaalanına veya limana doğru yürüyorlardı.
***
Dışişleri Bakanı Davutoğlu, Cumhuriyet döneminde gerçekleştirilen “en büyük tahliye” olayını anlatırken, tek bir can kaybından söz ediyor ama 25 bin insanımızın Libya’nın çeşitli kentlerinde isyancılar, paralı askerler tarafından talan edildiğine, dövüldüğüne, hakarete uğradığına değinmiyor.
Dışişleri Bakanı Davutoğlu’na bir gazeteci hükümetin Libya’da isyan ve şiddet olayları başladıktan ancak üç-dört gün sonra tahliye işlemlerine girişmesindeki gecikmenin nedenlerini sormadı.
Hiçbir gazete bizim gazetede Bahadır Selim Dilek imzalı, aslında ilk sayfada manşetlere layık, tahliyelerle ilgili soru işaretleri içeren haberi yayımlamadı.
Medya haberleri ve yorumları; daha ilk gün, Tunus’la başlayan ve Mısır’da Mübarek’i deviren isyan hareketlerinin domino etkisi yapacağını, Arap ülkelerine yayılacağını ilan etti.
Kuzey Irak’ı kasıp kavuran özgürlük ateşinin 42 yıldır Libya’yı babasının çiftliği gibi yöneten, ailesine büyük bir mali imparatorluk kuran Kaddafi’ye de yönelmesi zaten bekleniyordu. Yöneldi.
İsyanın ilk üç gününde Başbakan RTE, Kaddafi ile iki kez telefonla konuştu.
Bu sırada Türkiye’nin Libya’da kentlerde, şantiyelerde, evlerde mahsur kalan, yiyecek, su sıkıntısı çeken ve can korkusuyla bekleşen 25 bin insanla ilgili bir kararı olduğu işitilmedi, duyurulmadı.
Bir iki uçak gitti geldi ve birden hükümette jeton düştü.
Deniz Kuvvetleri’nin himayesinde denizden bugüne dek görülmemiş büyük tahliye hazırlıklarının başlanacağı açıklandı.
***
Hükümet, Libya’daki olaylara neden geç teşhis koydu?
Tabii şu andaki bilgilere göre, soru şöyle yanıtlanabilir:
Tunus isyanının bütün Arap ülkelerine yayılması olasılığı hükümeti uyandırmadı. Uyarmadı.
Kargaşaya açık her Arap ülkesini her açıdan kapsayacak hazırlıklara girişmedi.
Çankaya’daki AKP’li, hükümet; Libya’ya, Libyalıya “kardeşlerimiz” diye seslenirlerken, oradan kaçıp gelenler, “Ne kardeşi? Bu Araptan kardeş olmaz” içeriğinde açıklamalar yaptılar.
Libya’ya ve Libyalıya, aslında bütün Arap ülkelerine ve halklarına kardeş diye seslenmek bu iktidarın tutkusu.
Ne kardeş ama? Kardeşi vuran kardeş! Kardeşe ağzına gelen hakareti yapmaktan çekinmeyen kardeş!
“Kardeşi” soracaklara, işte yanıt:
Libya’yı uzun yıllar temsil eden Kaddafi gibi ruh hastası bir adamın toplumuna tercüman olarak Türkiye ve Türklere nasıl hakaret ettiğini en iyi bilen…
…Başbakan Erbakan ile Libya’ya giden, o günlerde Refah Partili, Hoca’nın öncelikli yardımcılarından, ne ki bugün Çankaya’da devleti temsil eden AKP’lidir.
***
Devlet bütün olanaklarını seferber etmiş. Görevini yerine getiriyor.
“Tarihin en büyük tahliyesi” başlamadan önceki hükümetteki diplomatik, politik hatalar, zaaflar bugün tartışma konusu değil.
Fakat, yarın? Bugün söylenmeyen, söylense de üzerine gidilmeyen hatalar, hükümetin olaya zamanında doğru teşhis koyamamasından kaynaklanan olumsuz sonuçlar… yarın mutlaka bir bir ortaya çıkacak ve… herhalde Meclis’te araştırma konusu olacak.
Olmalıdır. Zira daha bugünden burunlara kötü kokular geliyor!
Cüneyt Arcayürek
İşçiler; kadınları, çocuklarıyla, ellerinde, sırtlarında bavullar havaalanına ve limana erişebilmek için 20 kilometre yürüyorlardı. Aç, susuz!
Çevrede koruyucu ne bir asker, ne polis. Yoktu!
Başları önde, asfalt yolun kenarında uzun kuyruk oluşturarak… İkinci Dünya Savaşı’nda Nazi ordularından ve zulmünden kaçan insanlar gibiydiler… Konuşmadan yürüyorlardı…
Canlarını kurtarmak için…
Gözleri önünde edindikleri her şeyin talan edildiğini yaşayarak… bir uçağa, bir gemiye kapağı atma umuduyla havaalanına veya limana doğru yürüyorlardı.
***
Dışişleri Bakanı Davutoğlu, Cumhuriyet döneminde gerçekleştirilen “en büyük tahliye” olayını anlatırken, tek bir can kaybından söz ediyor ama 25 bin insanımızın Libya’nın çeşitli kentlerinde isyancılar, paralı askerler tarafından talan edildiğine, dövüldüğüne, hakarete uğradığına değinmiyor.
Dışişleri Bakanı Davutoğlu’na bir gazeteci hükümetin Libya’da isyan ve şiddet olayları başladıktan ancak üç-dört gün sonra tahliye işlemlerine girişmesindeki gecikmenin nedenlerini sormadı.
Hiçbir gazete bizim gazetede Bahadır Selim Dilek imzalı, aslında ilk sayfada manşetlere layık, tahliyelerle ilgili soru işaretleri içeren haberi yayımlamadı.
Medya haberleri ve yorumları; daha ilk gün, Tunus’la başlayan ve Mısır’da Mübarek’i deviren isyan hareketlerinin domino etkisi yapacağını, Arap ülkelerine yayılacağını ilan etti.
Kuzey Irak’ı kasıp kavuran özgürlük ateşinin 42 yıldır Libya’yı babasının çiftliği gibi yöneten, ailesine büyük bir mali imparatorluk kuran Kaddafi’ye de yönelmesi zaten bekleniyordu. Yöneldi.
İsyanın ilk üç gününde Başbakan RTE, Kaddafi ile iki kez telefonla konuştu.
Bu sırada Türkiye’nin Libya’da kentlerde, şantiyelerde, evlerde mahsur kalan, yiyecek, su sıkıntısı çeken ve can korkusuyla bekleşen 25 bin insanla ilgili bir kararı olduğu işitilmedi, duyurulmadı.
Bir iki uçak gitti geldi ve birden hükümette jeton düştü.
Deniz Kuvvetleri’nin himayesinde denizden bugüne dek görülmemiş büyük tahliye hazırlıklarının başlanacağı açıklandı.
***
Hükümet, Libya’daki olaylara neden geç teşhis koydu?
Tabii şu andaki bilgilere göre, soru şöyle yanıtlanabilir:
Tunus isyanının bütün Arap ülkelerine yayılması olasılığı hükümeti uyandırmadı. Uyarmadı.
Kargaşaya açık her Arap ülkesini her açıdan kapsayacak hazırlıklara girişmedi.
Çankaya’daki AKP’li, hükümet; Libya’ya, Libyalıya “kardeşlerimiz” diye seslenirlerken, oradan kaçıp gelenler, “Ne kardeşi? Bu Araptan kardeş olmaz” içeriğinde açıklamalar yaptılar.
Libya’ya ve Libyalıya, aslında bütün Arap ülkelerine ve halklarına kardeş diye seslenmek bu iktidarın tutkusu.
Ne kardeş ama? Kardeşi vuran kardeş! Kardeşe ağzına gelen hakareti yapmaktan çekinmeyen kardeş!
“Kardeşi” soracaklara, işte yanıt:
Libya’yı uzun yıllar temsil eden Kaddafi gibi ruh hastası bir adamın toplumuna tercüman olarak Türkiye ve Türklere nasıl hakaret ettiğini en iyi bilen…
…Başbakan Erbakan ile Libya’ya giden, o günlerde Refah Partili, Hoca’nın öncelikli yardımcılarından, ne ki bugün Çankaya’da devleti temsil eden AKP’lidir.
***
Devlet bütün olanaklarını seferber etmiş. Görevini yerine getiriyor.
“Tarihin en büyük tahliyesi” başlamadan önceki hükümetteki diplomatik, politik hatalar, zaaflar bugün tartışma konusu değil.
Fakat, yarın? Bugün söylenmeyen, söylense de üzerine gidilmeyen hatalar, hükümetin olaya zamanında doğru teşhis koyamamasından kaynaklanan olumsuz sonuçlar… yarın mutlaka bir bir ortaya çıkacak ve… herhalde Meclis’te araştırma konusu olacak.
Olmalıdır. Zira daha bugünden burunlara kötü kokular geliyor!
Cüneyt Arcayürek
0 yorum:
Yorum Gönder