Y
APILDI MI, yapılıyor mu, yapılacak mı, pek belli değil. Söylenenlere bakılırsa, 12 Eylül 2010 halkoylamasıyla kabul edilen anayasa değişikliği yargı reformunun temelini çoktan atmıştır; yasa değişiklikleri reformun adımlarını gerçekleştirecek ve haziran genel seçiminden sonraki yeni anayasa bu reformu tamamlayacaktır.
Öte yandan, reformun yapıldığı izlenimini veren resmi sözler de edilmekte ve hatta neyin ne olduğunu kestiremeyen dış gözlemcilerle AB gibi kuruluşlar bile reform yapılmışçasına iktidara övgüler düzmekteler. Medya tartışmaları ise, iyi planlanmadığı için anlamsız lâf çekişmelerinden öteye geçmeyip kafa karışıklığını daha da artırıyor.
Üniversitelere gelince, oradaki suskunluk bunda da sürmekte.
Bereket, Ankara Barosu’nca bu ay başında yayımlanan ve otuza yakın başka il barolarınca da desteklenen bir çalışma, bu sözde reformun en kritik bazı noktalarını ortaya koyduğu için hukuk bilen bilmeyen, yapılanın neye yönelik olduğu konusunda biraz “fikir sahibi olur gibi oldu”ysa da tartışma yine alevlenmedi.
Çünkü, gerçeği söylemek gerekirse, alevlendirilebilecek bir “reform” yok ortada. Tam tersine, geriye gidiş var.
Reform görüntüsü gerisinde nasıl geriye gidiş olabilirmişe örnek olarak: Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay üyeliklerine ya da Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun yapısına ilişkin eleştirileri bile bir yana bırakıp sözde reformun en “parlak” parçası olarak sunulan “Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkı”nı ele alalım.
Son anayasa değişikliğiyle eklenen bir fıkraya göre, “Herkes, anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesi’ne başvurabilir.” Ne güzel değil mi? Vatandaş, ülkenin en yüksek mahkemesine başvurabilme hakkına kavuşuyor. Ayrıca, Strasbourg Mahkemesi’ne gitmeye de gerek kalmayacak. Bazı anayasacılarımız, özellikle Alman sistemini beğenenlerimiz de bunu istemiyorlar mıydı?
Ama, durun “one minute”: “Olağan kanun yollarının tüketilmiş olması” koşulu burada da uygulanacağına göre, bu “reform”la aynı konuda yetkili Danıştay’ın ağırlığı azaltılıp gereksiz bir yargı basamağı daha yaratılmıyor mu? Üstelik, Avrupa Mahkemesi yolu açık kaldıkça, böyle bir reform, aslında göz boyayarak, bir hakkın ya da özgürlüğün korunmasını çıkmaz ayın son çarşambasına ertelemekten başka bir “yenilik” getirmemiş sayılmaz mı?
Mümtaz Soysal
Üniversitelere gelince, oradaki suskunluk bunda da sürmekte.
Bereket, Ankara Barosu’nca bu ay başında yayımlanan ve otuza yakın başka il barolarınca da desteklenen bir çalışma, bu sözde reformun en kritik bazı noktalarını ortaya koyduğu için hukuk bilen bilmeyen, yapılanın neye yönelik olduğu konusunda biraz “fikir sahibi olur gibi oldu”ysa da tartışma yine alevlenmedi.
Çünkü, gerçeği söylemek gerekirse, alevlendirilebilecek bir “reform” yok ortada. Tam tersine, geriye gidiş var.
Reform görüntüsü gerisinde nasıl geriye gidiş olabilirmişe örnek olarak: Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay üyeliklerine ya da Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun yapısına ilişkin eleştirileri bile bir yana bırakıp sözde reformun en “parlak” parçası olarak sunulan “Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkı”nı ele alalım.
Son anayasa değişikliğiyle eklenen bir fıkraya göre, “Herkes, anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesi’ne başvurabilir.” Ne güzel değil mi? Vatandaş, ülkenin en yüksek mahkemesine başvurabilme hakkına kavuşuyor. Ayrıca, Strasbourg Mahkemesi’ne gitmeye de gerek kalmayacak. Bazı anayasacılarımız, özellikle Alman sistemini beğenenlerimiz de bunu istemiyorlar mıydı?
Ama, durun “one minute”: “Olağan kanun yollarının tüketilmiş olması” koşulu burada da uygulanacağına göre, bu “reform”la aynı konuda yetkili Danıştay’ın ağırlığı azaltılıp gereksiz bir yargı basamağı daha yaratılmıyor mu? Üstelik, Avrupa Mahkemesi yolu açık kaldıkça, böyle bir reform, aslında göz boyayarak, bir hakkın ya da özgürlüğün korunmasını çıkmaz ayın son çarşambasına ertelemekten başka bir “yenilik” getirmemiş sayılmaz mı?
Mümtaz Soysal
0 yorum:
Yorum Gönder