28 Şubat 2011 Pazartesi

Kültür Kurbanı Hasan Âli - Mümtaz Soysal

 Kültür Kurbanı Hasan Âli

İZMİR’İN Balçova Belediyesi ile Yeni Kuşak Köy Enstitüleri Derneği’nin hafta sonunda düzenledikleri “Hasan Âli Yücel Sempozyumu”nda Cumhuriyet döneminin o unutulmaz kültür adamı anlatılırken 1940’ların Yücel-Öner davasının karanlığından da söz edilip bugünler için dersler çıkarılabilirdi. Vakit olmadı.
Vakit olsaydı, İkinci Dünya Harbi sonrasının ideolojik kapışmasına Yücel’in nasıl kurban edildiği anlatılırdı.
Harbi kazananlar arasında bir kapışmaydı bu. ABD ve İngiltere karşısında Sovyetler Birliği ve onun Doğu Bloku. Stalin döneminin Sovyetler Birliği’nden gelen “Boğazlar’da ortak savunma” isteği karşısında ABD yandaşlığına katılmak zorunda kalan Ankara, bu sığınış yüzünden Soğuk Savaş çekişmesinin Batı kanadında bulmuştu kendini. 1990’ların başında sona eren bu karışık dönem, Türkiye’nin de iç politikasını etkilemiş, ideolojik cepheleşme içte de oluşmuştu. Ekonomik ve sosyal politikalar yanında kültür ve eğitim de bu kapışmanın alanıydı. Köy Enstitüleri gibi ülkenin “feodalimsi” kırsal yapısını da değiştirmeye yönelik bir girişim bu sert çekişmenin dışında kalamazdı elbet. Ama, Hasan Âli Yücel’in bu hengâmeye kapılması kendi dışında başlayan bir tartışma dolayısıyla olmuştur.
Dönemin İçişleri Bakanı Şükrü Sökmensüer 1947’nin Ocak ayında bir gün Meclis’te konuşurken sol eğilimli “Tan” gazetesinin o zaman yasadışı sayılan Türkiye Komünist Partisi’nce yönlendirildiğini, muhalefetteki Demokrat Parti kurucularının Tan gazetesiyle ilişki içinde olduğunu, hatta Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak’ın da aynı gazeteyle yazıştığını söylemiş, buna tepki gösteren Mareşal ise, tam tersine kendi döneminin Milli Eğitim Bakanı’nı “komünist girişimleri desteklediği için” uyardığını açıklamıştı. Bunun üzerine o sıra Demokrat Parti İstanbul İl Başkanı olan avukat Profesör Kenan Öner “Yeni Sabah” gazetesine demeç vererek o bakanın Hasan Âli Yücel olduğunu söylemekte gecikmemiş, Yücel de Kenan Öner aleyhine hakaret davası açmıştı.
Öner-Yücel davası, Türk adalet tarihinin ve siyasal yaşamının en tartışmalı davalarından biridir. Mahkemenin Köy Enstitülerini de eleştiren Öner’i haklı bulup iddialarını doğru sayması, CHP iktidarını yaralayarak 1950 seçimlerini kaybettiren nedenlerden biri olmakla kalmamış, Hasan Âli Yücel’in saygınlığını zedeleyip çevresini suçlamak isteyenlerin eline etkili bir koz vermişti.
Türkiye Cumhuriyeti, Fransız İhtilali’nin ilkelerinden çoğunu gerçekleştiren bir devlet olarak Mustafa Kemal’in insanlığa sunduğu doğru bir örnek sayılır. Böylesine değerli bir Cumhuriyet, Hasan Âli Yücel’in son döneminde olduğu gibi şimdi de ölçüsüz suçlamalar ve anlamsız davalarla kendi kendini kemiren bir devlete dönüştürülme tehlikesiyle yine karşı karşıyadır. Bu tehlike, Soğuk Savaş dönemindeki durumdan farklı olarak ona buna “komünistlik lekesi çalma” biçiminde kendini göstermiyor artık. Yücel, dıştan çalkantılı ideolojiler dönemine kurban arayanların bulduğu bir eğitimci olmuştu. Şimdi etnik bölücülüğü ve mezhep ayrılığını kışkırtarak ya da kamusal varlıkları elden çıkararak Cumhuriyeti içten zayıflatmak isteyenlerin sinsice sürdürdükleri kurban arayışlarına sıra gelmişe benziyor.
Aranan kurban, belki de ulusun ve devletin ta kendisidir. O niyeti sezmek ve yenmek için, Yücel’in yaratmak istediği düşünce aydınlığı şimdi her zamankinden daha da çok gerekli.

Mümtaz Soysal

0 yorum:

Yorum Gönder