HALKIN büyük çoğunluğu şaşkın. Kurumlar birbirini yıpratmayı sürdürüyor. Kavramlar da yıpranmakta. Hukukun yüceliği, yargının bağımsızlığı, ordunun güvenilirliği, politikanın çözüm üreticiliği, Cumhuriyetin sağlamlığı tehdit altında. Bölgemizde olanlar, çöken rejimler genel şaşkınlığı arttırmakta.
Türkiye bu duruma düşmemeliydi. Özellikle gençlerin ufku karartılmamalı, analar babalar tedirgin edilmemeliydi. Çareyi iktidardan ve ana muhalefetten beklemek şu sıra nafile. Siyasetin iki yanı da, yaklaşan seçimler dolayısıyla, şaşkınlık ortamının sandığından kendi zaferinin çıkmasına çalışacaktır. Belki de, zaman darlığının telaşıyla gerginliği ve genel şaşkınlığı daha da attırarak.
Gün, özerk kuruluşların günü olmalıydı. Yani, erkini kendi özünden alan, niteliğin ve kimliğin getirdiği saygınlıkla çekişmelerin, karşılıklı yıpratışların üstüne çıkabilen, güvenilir kuruluşların.
Devlet sistemi, 1961 Anayasası’yla bu konuda iki tür kurumu öne çıkararak yola koyulmuştu: Özerk üniversiteler ile kamu tüzelkişiliğine sahip tek medya kuruluşu olarak TRT ve bir bakıma Anadolu Ajansı. Bunlar kamu parasıyla yönetilmekle birlikte, kamuya egemen olan siyasal ve ekonomik güçlerin emrine girmeden, bağımsız bilimi ve tarafsız iletişimi toplumun hizmetine sunacaklardı.
Anayasa hâlâ aynı ilkeyi ortaya koyar gibi ama, gerçek artık çok farklı: Üniversitelerin özerkliği ve TRT’nin bağımsızlığı ağır yaralar aldı. Hatta, bu kurumlar, beklenenin tam tersini yaparak suskunlukları ya da edilginlikleriyle genel şaşkınlığa katkıda bulunur durumdalar.
Ortaya çıkan bu işlev boşluğunu doldurmak medyaya düşüyor. Ne var ki, basının ve televizyonların bağımlılıklarını bilenler, “Bu medya mı görecek bu işlevi?” diye hayretle ayağa sıçrayabilirler.
Evet, bu medya. Bir yanda bağımlılık görüntüsü verirken bir yandan da “dördüncü kuvvet” iddiası taşıyan ve bu iddiayı sürdürmek isteyen medya. Kuvvet, sırtların dayandığı sermaye gruplarının, iç ve dış siyasal çevrelerin kuvveti midir, yoksa meslek namusunun, dürüst haberciliğin, bağımsız ve nesnel yorumculuğun, halk yığınlarından ve Cumhuriyetten yana olmanın kuvveti mi? Medya, kendi olmanın sağlam gereklerini yerine getirdiği ölçüde onu okuyan, dinleyen ve seyreden toplumu şaşkınlıktan kurtaracaktır. İşlevi, insanları büsbütün şaşırtmak değil, getirdiği aydınlıkla şaşkınlığı yenmektir.
Gün, özerk kuruluşların günü olmalıydı. Yani, erkini kendi özünden alan, niteliğin ve kimliğin getirdiği saygınlıkla çekişmelerin, karşılıklı yıpratışların üstüne çıkabilen, güvenilir kuruluşların.
Devlet sistemi, 1961 Anayasası’yla bu konuda iki tür kurumu öne çıkararak yola koyulmuştu: Özerk üniversiteler ile kamu tüzelkişiliğine sahip tek medya kuruluşu olarak TRT ve bir bakıma Anadolu Ajansı. Bunlar kamu parasıyla yönetilmekle birlikte, kamuya egemen olan siyasal ve ekonomik güçlerin emrine girmeden, bağımsız bilimi ve tarafsız iletişimi toplumun hizmetine sunacaklardı.
Anayasa hâlâ aynı ilkeyi ortaya koyar gibi ama, gerçek artık çok farklı: Üniversitelerin özerkliği ve TRT’nin bağımsızlığı ağır yaralar aldı. Hatta, bu kurumlar, beklenenin tam tersini yaparak suskunlukları ya da edilginlikleriyle genel şaşkınlığa katkıda bulunur durumdalar.
Ortaya çıkan bu işlev boşluğunu doldurmak medyaya düşüyor. Ne var ki, basının ve televizyonların bağımlılıklarını bilenler, “Bu medya mı görecek bu işlevi?” diye hayretle ayağa sıçrayabilirler.
Evet, bu medya. Bir yanda bağımlılık görüntüsü verirken bir yandan da “dördüncü kuvvet” iddiası taşıyan ve bu iddiayı sürdürmek isteyen medya. Kuvvet, sırtların dayandığı sermaye gruplarının, iç ve dış siyasal çevrelerin kuvveti midir, yoksa meslek namusunun, dürüst haberciliğin, bağımsız ve nesnel yorumculuğun, halk yığınlarından ve Cumhuriyetten yana olmanın kuvveti mi? Medya, kendi olmanın sağlam gereklerini yerine getirdiği ölçüde onu okuyan, dinleyen ve seyreden toplumu şaşkınlıktan kurtaracaktır. İşlevi, insanları büsbütün şaşırtmak değil, getirdiği aydınlıkla şaşkınlığı yenmektir.
0 yorum:
Yorum Gönder