27 Şubat 2011 Pazar

Postal…-Bekir Coşkun

Postal…

Onun kulağına fısıldadım:
Belli ki hiçbir şey anlamadı…
“Bizi bırakıp bırakıp erken gidiyorsunuz…”
Bu kez kulağına “kemik” dedim, zıpladı, kuyruğunu salladı, sevindi, demek ki anladı…
*
O evimizin en küçüğü…
Cunda’da annesinin yanında yuvarlana yuvarlana yürürken, ayakları çok büyük olduğu için adını “Postal” koymuştuk. Sonbaharda kardeşleri paylaşıldığında onu kimse istememişti. Postal’ı arabamıza alıp Ankara’ya doğru yola çıktığımızda, adanın kışında kendi karnını zor doyuran annesi arabanın arkasından koşmuştu gücü bitene kadar.
Arabanın içinde ise Andree ile ikimiz ağlıyorduk…
Sonradan komşular, annenin en son tepeye kadar gidip oradan arabanın gittiği yöne bakakaldığını, kimi günler o tepeye çıkıp saatlerce yola baktığını anlatmışlardı.
*
Postal büyüdü…
Siyah-beyaz benekleri olan, upuzun kulaklı, çok yakışıklı bir köpek oldu…
Evimizin minik oğlu…
En son lambaları söndürmeyi öğrendi. Uykusu gelince, misafirler otururken gidip burnu ile lambaları söndürüyor. Zaten biraz sonra misafirler “Geç oldu” diyerek kalkıyorlar.
Uykusu kaçıp da lambaları ilk yaktığında ise bütün gece evde hırsız aramıştık…
O hırsızı bulamamamızdan sıkılıp lambayı yeniden söndürene dek…
*
Dün gece başını okşarken kulağına öyle dedim:
“Bizi erken erken bırakıp gidiyorsunuz… Pako, Gorbi, Rok böyle yaptılar… Yaşamlarınız çok kısa… Bir anda şu ev boşalıyor siz gidince… Ellerimizde sizden kalan tasma, ağlayarak oda oda sizi arıyoruz… Eşe dosta sizi anlatmaya çalışıyoruz, çoğu kimse bu özlemi anlayamıyor… Anılarınızı birbirimize anlatıyoruz, aslında kendi kendimize… Bazen komik olanlarına gülüyoruz, yine de burnumuzu çekerek… Belki de sizleri sevmek uğruna, o acıları çekmeyi peşinen kabulleniyoruz… Çünkü sizde olan, bizlerde olmayan çıkarsız bir sevgiyi tanımaya değer…”

0 yorum:

Yorum Gönder