Hiçbir dönemde, hiçbir zaman, siyasal İslamcılar ülkemizde emperyalizmle karşı karşıya gelmedi. Onunla bir sorun yaşamadı. Dostça geçindi hep. Kardeşçe ilişkiler kurdu. Bazen açıktan, bazen gizli işbirliğine girdi. Kapalı kapılar arkasında ortaklaşa kararlar aldı. Anlaştı. Kurtuluş Savaşında bile Kuvayi Milliyeye karşı işgal güçlerini destekledi. Bu yüzden Mustafa Kemal Atatürk, bir yandan “Tek dişi kalmış canavar”larla savaşırken bir yandan da bu canavarın yerli ortakları ile uğraşmak zorunda kalmıştı.
Denilebilir ki Kurtuluş Savaşı sadece dış düşmanlara karşı verilmiş bir savaş değildi; o aynı zamanda”şahsi menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit eden; gaflet, dalâlet ve hatta hıyanet içinde bulunan” işbirlikçiler ordusuna karşı da verilmiş bir savaştı.
Çünkü siyasal İslamcılar, halkımızı hep arkadan vurdu. Her dönemde ve her zaman silahını Ulusuna çevirdi. Yurttaşlarını ve ülkesini yabancılara teslim etmek, emperyalizme kul köle yapmak için elinden gelen çabayı esirgemedi. Her dönemde, her zaman siyasal İslamcıların değişmez düşmanı milli güçler oldu.
Örneğin 31 Mart 1909 kalkışmasının lideri, “Volkan” gazetesi ile İttîhad-ı Muhammedi Cemiyeti’nin yöneticisi Derviş Vahdetî’ye göre Rus Çarı ve İngiliz Kralı İslam’ın dostu, bunlara karşı çıkarak ulusal devleti savunan İttihat ve Terakki Cemiyeti İslam’ın düşmanıydı. 31 Mart kalkışmasını da İngilizlerle işbirliği yaparak gerçekleştirmişti.
Derviş Vahdeti, 31 Mart’ın önderlerindendi. Çıkardığı Volkan gazetesi ile halkı kendi saflarına çekmeye, İttihat-ı Muhammedi Cemiyeti ile de onları örgütlemeye çalışmıştı. Padişah Abdülhamit’e gönderdiği bir mektupta “İngilizlerin adama bedava lokma vermeyeceğini” yazıyordu.
… İstanbul’a geldim. İki ay sonra avdet ( geri döndüm) ettim. Ettim ama gözüm açıldı. Ötekinden berikinden biraz İngilizce öğrendim. Tebdil-i câme ettim. (Kılık kıyafet değiştirdim.) hükümet memuru oldum. Kraliçe (İngiliz Kraliçesi A.E.) namına verilen balolarda redingotlu, eldivenli bir adam olarak göründüm. Yirmi beş sene hoca mesleğinde, hoca itikadında, hoca kıyafetinde bir Müslüman, şimdi medeni. Her âli (yüksek) gördüğüm dereceye kadem bastıkça nazarım (bakışım) daha ilerilere matuf (çevrilmiş) bulunuyordu. Zira İngilizler, adama hiç bedava lokma mı verirler? ” (31 Martta Yabancı Parmağı, Doğan Avcıoğlu)
İttihat-ı Muhammedi Cemiyetinin yanında Ahrar Partisi de 31 Mart’ın hazırlayıcısı ve uygulayıcıları arasındaydı. Bu şeriatçı örgüt, bir İngiliz dostuydu ve o kadar çok İngilizci, o kadar istekli bir emperyalizm yanlısıydı ki, kapitülasyonların kaldırılmasına bile karşı çıkıyordu.
Bu ihanet örgütlerinden söz ederken elbette Hürriyet ve İtilaf Partisi ile “İngiliz Muhipler Cemiyeti”ni (İngiliz Dostluk Derneği) unutmamak gerekir.
İngiliz Muhipler Cemiyeti’nin başkanı Sait Molla’nın İngiliz Rahip Frew’a gönderdiği mektuplar “ihanetin sınır tanımazlığını ortaya koyması açısından paha biçilmez belgelerdir. Mustafa Kemal Söylev’de bu gerçekleri şu sözlerle sergilemişti:
“Bu mektuplardan anlaşıldığına göre, Damat Ferit Paşa, Şeyhülislamlardan Mustafa Sabri ve Zeynel Abidin efendiler, yazar ve bakan Ali Kemal ve polis Müdürlerinden Nurettin Beylerin; dahası, doğrudan doğruya Padişah Vahdettin’in bu hainlik örgütüyle ilişkili oldukları; Sivas’taki Şeyh Recep, Elazığ’daki Ali Galip olaylarıyla ilk Düzce, Karacabey, Konya ve Bozkır ayaklanmalarında bu gizli casusluk örgütüne bağlı ajanların etkili rol oynadıkları açıkça görülmekte, bu ajanlara dağıtılan paranın da büyük rolü olduğu anlaşılmaktadır. Mebuslar Meclisi için yapılacak seçimleri önlemek doğrultusunda bol para ile girişime geçildiği, 26 Ekim 1919 tarihli sekizinci mektuptan anlaşılmaktadır. Bu mektupta harfi harfine şöyle denilmektedir:
Seçimleri geciktirmek ve geri bırakmak için gerek Mustafa Sabri ve gerek Hamdi ve Vasfı Efendilerle, verdiğimiz yönerge sınırları içinde, uzun uzadıya görüştüm. İşi kabul ettiler. Mahallelerde propagandalar başladı. Gerekenleri elde edecekler. Bol para dağıtarak, halkın kafasını karıştıracaklardır. Ustaca düşünce ve önlemlerimizle amaca ulaşacağımıza güvence veririm sayın üstadım. “ (Söylev, cilt 1-2, s. 158-159 Çağdaş yay.)
Siyasal İslamcıların bu işbirlikçilik geleneği günümüzde de değişmedi. Atalarından, babalarından devraldıkları ihanet politikasını devam ettirdiler. AB, ABD emperyalizmine ve ülkenin parçalanmasına karşı çıkan yurtseverler, dinci iktidar tarafından düşman ilan edilirken; etnik ayrımcılar, sömürgeciler ve işbirlikçiler el üstünde tutuldu. Yüzlerce insanın katili Hizbullah salıverildi.
2002 yılında AKP’nin iktidarı ele alması ile ulusal konular ve tam bağımsızlık kavramı yavaş yavaş unutturulmaya, başlangıcı 80’li yıllara uzanan neoliberal ideoloji ve etnik, dinsel temele dayanan politik uygulamalar ön plana alınmaya başlandı.
İlk girişim olarak ABD Dışişleri Bakanı Powell ile iki sayfa dokuz maddelik bir anlaşma imzalandı. Bu anlaşma, yurdumuzu bölmeyi, parçalamayı hedefliyordu ve ABD’ye göbekten bağlıyordu Türkiye’yi.
Daha sonra Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanı BOP eşbaşkanlığı görevini üstlendi.
BOP Eşbaşkanlığı da 2 sayfa 9 maddelik anlaşma gibi Türkiye’yi parçalama anlaşmasıydı. Recep Tayyip Erdoğan bu görevini şu sözlerle duyuruyordu tüm Türkiye’ye:
“Türkiye’nin Orta Doğu’da bir görevi var. Biz BOP’ un eşbaşkanlarından biriyiz. Bu görevi yapıyoruz.” (4 Mart 2006)
13 Ocak Salı günü AKP’nin haftalık grup toplantısında yaptığı konuşmada ise, aynen şu ifadeleri kullanıyordu:
“Büyük Orta Doğu Projesinin amacı bellidir. O amaçlar içerisinde Türkiye’nin üstlendiği görev de bellidir. BOP, barış, huzur, insan hakları, hukukun üstünlüğü, ileri demokrasi ve ekonomik kalkınma, kadın hakları ve eğitim özgürlüğünü daha yukarılara taşımak amacıyla atılmış bir adımdır. Burada Türkiye’ye de bir görev verildi ve biz bu görevi üstlendik.”
Gerçekte asıl görevin ne olduğunu Condoleezza Rice, 7.08.2003 tarihinde Washington Post için kaleme aldığı bir yazıda şöyle açıklıyordu:
“Fas’tan Basra Körfezi’ne, oradan Orta Asya steplerine kadar 24 ülkenin rejimlerini, sınırlarını ve haritalarını değiştirmek.”
Haritası değişecek ülkeler arasında elbette Türkiye de var. Siyasal İslam, bu kez de ABD emperyalizminin Türkiye’yi bölmesi, yani BOP projesini gerçekleştirmesi için kolları sıvadı.
İhanet, açık seçik ortada… Ama nereye kadar? Stadyumlar ayağa kalkmaya başladı bile…
ALİ ERALP
0 yorum:
Yorum Gönder