9 Şubat 2011 Çarşamba

Çözülüş ve Önlem - Mümtaz Soysal



ONLAR ihtilal ya da devrim diyorlar, ama son haftalarda Tunus’ta ve Mısır’da olanlara bu adı vermek pek doğru olmayabilir. Kalabalıkların sokağa dökülmesi, meydanların insan yığınlarıyla dolması, ayaklananların güvenlik güçleriyle çatışması tarihin büyük devrimleriyle aynı kefeye konabilir mi? Başkaldırının ardında hangi anafikrin yattığı, kimin kimlere öncülük ya da önderlik yaptığı, kalabalıkların kimden ne istediği, ortak amacın tam ne olduğu belli değilse böyle bir olaya “devrim” denebilir mi?
Kahire’deki Tahrir Meydanı’nın görüntüsü dünya televizyonlarının ekranlarından hiç eksilmiyor: Yer yer pankart açan, bağırıp çağıran ya da biraz ötedeki polislere laf ya da taş atan gençlik grupları, hareketsiz birkaç tankın yanından polislere yan gözle bakan askerler. Ne istendiği, neyin beklenmekte olduğu belli değil. Sanki bizdeki büyük parti kurultaylarının toplantı salonları dışında bekleşen kalabalığın aylaklığını andıran bir yanı var bu görüntünün.
Dikkati çeken özellik, yaş ortalamasının yirmiyle otuz arası olması ve kadınların eksikliği. İstekler de, biraz zorlamayla, Reis Hüsnü Mübarek’i alaşağı etmek biçiminde özetlenebilir. Tarz, yakın tarihteki örnekler arasında en çok “Turuncu devrimler”in tarzına benziyor. Sovyetler Birliği dağılırken Doğu Avrupa ve Balkan ülkelerinde ayakta kalan ve eski rejimin bazı yanlarını diri tutmaya çalışan yönetimleri de devirip Batı’ya daha da yanaşmak istenen Ukrayna gibi yerlerde bu çeşit “devrim”lerle işbaşına geçmişlerdi.
Böyle olaylara tam tanı koymak pek kolay oluyor. Acaba Tunus ve Mısır ayaklanmaları daha önceden bilinen “Büyük Ortadoğu Projesi”ni tamamlamaya yönelik bir gidişin başlangıcı mıdır? Şimdiki rejimleri değiştirip yerlerine “Ilımlı İslamcı” ve yarı-demokratik rejimleri getirecek bir süreç mi başlamaktadır?
Asıl amaç buysa ve İslam dünyasını daha iyi etkileyebilmek amacıyla cumhuriyetin niteliklerinden ödün vermeye zorlanılacaksa, önlemleri şimdiden almak gerekmez mi?
Önlemler, gerçekleri halk yığınlarına çok iyi anlatmak yanında, cumhuriyeti koruma açısından gelecek yılların asıl güvencesi olan gençliğe ve etkin bekçisi sayılan orduya öncelik vererek alınmalıdır.
Arap dünyasının son örnekleri, bilinçsiz bırakılmış gençlerdeki coşkunun nafile yöneltişlerle nasıl israf edildiğini açıkça gösteriyor. Türkiye’de de sözde demokrasi adına ordunun cumhuriyetçiliğini örseleme girişimleri zaman zaman göze batar ölçülere varabilmekte…
Bunlara seyirci kalmak, cumhuriyetin kuyusunu birlikte kazmak sayılmaz mı?

0 yorum:

Yorum Gönder