17 Şubat 2011 Perşembe

Süreç Nasıl Başlatıldı!..Emin Çöleşan


S
evgili okuyucularım, bu günlere birdenbire gelmedik. Herkes gözaltına alınıyor, tutuklanıyor. Bütün kurumlar AKP iktidarının eline geçmiş, toplumun her kesiminde korkunç bir korkutma ve sindirme operasyonu sürdürülüyor.

Toplum tepkisiz, toplumda tık yok! Örneğin sendikalar bile öylesine ayarlanmış veya sindirilmiş ki, Türkiye'de göstermelik bile olsa, kamuoyuna yansıyan bir tek grev yok!

Peki biz bu günlere nasıl geldik? Nasıl başlatıldı bu işler?.. Ve yargının bile hükümet tarafından zaptedilmesiyle şimdilik son nokta nasıl kondu?

Şimdi 2005 yılına dönelim. Yobazların, gericilerin ele geçirmek için yoğun çaba harcadığı üniversitelerin başında Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi geliyordu. Dehşetin ilk tohumları orada saçılmaya başlandı.

Rektör Yücel Aşkın, yolsuzluk ve tarihi eser kaçakçılığı yaptığı (!) iddiasıyla birdenbire tutuklandı. Onunla birlikte tutuklanan Üniversite Genel Sekreteri Enver Arpalı bu olayı onuruna yediremedi ve tutuklu bulunduğu cezaevinde kendini asarak intihar etti.

Tutuklama, intihar, ölüm, korkutma ve sindirme süreci böyle, rektörlere ve üniversitelere gözdağı vererek başlatılmış oldu.

Hemen ardından ortaya Van savcısı olan bir şahıs çıktı. Adı Ferhat Sankaya! Şemdinli olayları nedeniyle hazırladığı iddianamede zamanın Kara Kuvvetleri Komutanı Yaşar Büyükanıt'ı suçladı ve tutuklanmasını istedi. Haddini çok fazla aşmıştı. O zamanki HSYK bu adamı meslekten ihraç etti.

(Sonra yıllarca ortadan kayboldu. Gizli tanık olduğu, ABD'de Fethullah'ın yanına gittiği iddia edildi. Şimdi dilekçe vermiş, yeniden savcı olmak istiyormuş! Bugünkü HSYK onu elbette alacak ve baş tacı yapacaktır.)

Evet, ülkede AKP iktidarı vardı ve bugünkü sürecin ilk adımları Van'da böyle atılıyordu.

Devleti ele geçiriyorlardı. Atatürk'ün kurduğu Cumhuriyet rejiminin rövanşı mutlaka alınmalıydı. İşte, günümüzde bu rövanş maçı oynanıyor.

******
Maçı kazanmak için toplumun korkutulması, sesinin kesilmesi gerekliydi. Eldeki bütün ağır toplar devreye sokuldu. Önce medya ele geçirildi.

Medyanın önemli bir bölümü Fethullah'a, iktidar yandaşı yalakalara teslim edildi.

Gerçek birer kağıttan kaplan olduğunu sonradan gördüğümüz medya patronlarının üzerine vergiciler salındı, korkunç cezalar kesildi. Devletle ve hükümetle milyarlarca dolarlık işleri vardı. Uslu çocuk olmazlarsa bu işlerin biteceği konusunda kendilerine haber salındı ve her biri hizaya getirildi.

2007 yılında piyasaya Ergenekon silahlı darbe ve terör örgütü çıkarıldı! İşte, zaman artık gelmişti ve maçın en önemli golü orada atıldı.

Türk ordusunun üzerine gidildi, komutanları gözaltına alındı, tutuklandı, ikinci süreç Balyoz oldu. Düzmece suikast senaryoları uyduruldu, bu bahane ile Genelkurmay'ın en gizli kozmik odalarına girip araştırma yapıldı.

Kurbanlık "Sarı öküzler" birer birer teslim edilirken görüldü ki, komuta kademesinin bu gibi konularda sesi soluğu çıkmamaktadır. Ve karar verildi:

"Bunların üzerine iyice gidilecek ve bitirilecek. Rövanş maçını kazanacağız."

Ama iş sadece Türk ordusunu hadım etmekle bitmiyordu. 0 sıralarda yapılmakta olan ve çeşitli illerimizde milyonlarca yurtsever insanımızın katıldığı Cumhuriyet mitingleri vardı. İktidar bir halk hareketinden korkuyordu. İşte bu mitinglerden sonra işin üzerine iyice gidildi ve piyasaya Ergenekon bu gerekçeyle çıkarıldı.

Komutanlar, gazeteciler, yurtseverler tutuklandı. Ama işin medya boyutu bitmemişti. Türkiye'de iktidara karşı yayın yapan sadece dört televizyon kanalı vardı ve sahipleri, maddi ve manevi patronları belliydi:

Art-Mustafa Özbek. Ulusal Kanal-Doğu Perinçek. Başkent tv-Mehmet Haberal. Kanal Türk-Tuncay Özkan.

Dört patronun dördü de tutuklandı. Beşincisi zaten yoktu! Sindirme operasyonu büyük başarıyla sürüyordu!

******
Ancak iş sadece medyayı ele geçirip devşirmekle bitmiyordu. Bunun üniversite ve yargı ayağı da önemliydi.

YÖK eski Başkanı Kemal Gürüz, İstanbul Üniversitesi eski Rektörü Kemal Alemdaroğlu ve nice rektörler tutuklandı. Onlar da terörist ve darbeci idi!

Sonra sıra yargıya geldi. Devletin tamamını ele geçirmek ve ülkeyi Tayyipgiller açısından dikensiz gül bahçesine dönüştürmek için yargının da korkutulması, ele geçirilmesi gerekiyordu.

Erzincan Başsavcısı İlhan Cihaner tutuklandı. Sonra belgelendi ki, Tayyipgiller iktidarının polisi kendi hakimlerinin, savcılarının ve başsavcılarının telefonlarını dinliyordu.

İş o boyuta vardı ki, iktidarın hiç hoşlanmadığı Ankara Ticaret Odası Başkanı Sinan Aygün bile tutuklandı, sonra tahliye edildi ama yargılaması devam ediyor.

Şimdi dikkat ediniz, gözaltına alınan, tutuklanan kişilerden hiçbiri -sonra serbest bırakılmış bile olsalar- artık hiçbir konuda konuşamıyor.

Diller tutuldu, ağızlara fermuar çekildi... Çünkü herkes korkuyor.

******
Sonra geldik 2010 yılına. İktidar "Anayasayı değiştirip darbecilerden hesap soracağız, yargı reformu yapacağız, çok yenilikler getireceğiz" diye tutturdu. Burada yırtındık, dedik ki "Ey milletim, bu söyledikleri tamamen palavradır. Darbecilerden hesap soramazlar. Bunların bütün amacı yargıyı ele geçirmek..."

Dediklerimiz aynen çıktı. Hani, hangi darbeciden hesap sordular?

Ama yargının tümünü ele geçirdiler. Yargı artık onların elinde.

Anayasa Mahkemesi, HSYK... Yargıtay ve Danıştay, son çıkardıkları yasa ile çok yakında emirlerine girecek ve iş bitecek.

******
Devlet üç ayrı erk'ten oluşur. Yasama (Meclis), yürütme (Hükümet) ve yargı.

Şu geldiğimiz noktada dikkat ediniz:

Şu anda bunların üçü de AKP iktidarının emrinde.

Dünyanın gelmiş geçmiş en acımasız, en kanlı diktatörlükleri döneminde de aynen böyleydi. Stalin, Hitler, Mussolini, Saddam, sayın sayabildiğiniz kadar!

Onlar da "Seçimle, halkın oyları ile" gelmişti.

Oralarda da kendi emirlerinde bir Meclis, kendilerinin kurduğu bir hükümet ve emirleri altında bir yargı vardı. Yeri ve zamanı geldiğinde onlar da "Bizim yargımız bağımsızdır, hiçbir yerden emir almaz" derlerdi! Ama bütün tutuklama, sürgün, hapis kararlarını ve ölüm cezalarını onların emrindeki "Bağımsız yargı (!)" verirdi...

Ve o diktatörlerin hiçbiri, günü geldiğinde kendilerinden hesap sorulacağını düşünmezdi.

******
Sevgili okuyucularım, bu yazıda sizlere bu günlere nasıl geldiğimizi çok kısaca özetlemeye çalıştım. Bu, üzerinde yüzlerce araştırma yapılıp yüzlerce kitap yazılması gereken bir süreçtir.

İktidardan yana olmayan komutanlar, gazeteciler, sendikacılar, üniversite hocaları, siyasetçiler, avukatlar ve daha niceleri tutuklandı.

Van Rektörü Yücel Aşkın'la 2005 yılında başlayan bu süreçte nice insanlar intihar etti, öldü. Niceleri çile çekiyor.

Ama Atatürk Cumhuriyeti'nin, Cumhuriyet ilkelerinin rövanş maçıydı bu. Devleti bir kez ellerine geçirmişlerdi ve kendilerinden yana olmayan herkesi şu veya bu biçimde suçlayıp içeri atmakla yükümlüydüler.

Herkesi içeri atmaları elbette mümkün değildi çünkü o kadar çok cezaevi yoktu.

O halde toplumu sindirmek ve sesini korkutarak kesmek gerekirdi! İşte bunu yaptılar. Son aşama odatv.com'un basılması oldu.

Orduyu, medyayı, sivil toplum kuruluşlarını, sendikaları, üniversiteleri susturdular, yargıyı bile ele geçirdiler.

İş o aşamaya geldi ki, korkuttukları kitleleri ve özellikle patronları "Bana dokunmayan yılan bin yaşasın" anlayışına getirdiler.

Rövanş maçında şimdilik onlar önde.

Ama maç henüz bitmedi. Bu maçlar öyle 90 dakikada pek bitmez. Milletimiz son düdüğü çaldığında bakalım sonuç ne olur!

******
Emin Çölaşan'ın notu: Polis tarafından basılan, önceki gün susturulan ve çalışanları gözaltında olan odatv.com internet sitesi yayına yeniden başladı. Artık izleyebilirsiniz.

Emin ÇÖLAŞAN

0 yorum:

Yorum Gönder