17 Şubat 2011 Perşembe

TÜRK DÜŞMANI BİR ALÇAKSIN SEN!


Geldin; ama hoş gelmedin…
Tüm satılmışlığınla geldin, tüm su katılmamış ihanetinle, tüm süzme gayri meşruluğunla…
Geldin; ama hoş bulmadın…
Memlekette hala Mustafa Kemal’in izleri vardı; Mustafa Kemal’in gazetecileri, yazarları, askerleri vardı; senin hoş bulmadığın buydu. Hepsini dağıtmaya, yakmaya, yıkmaya geldin.
Tüm sahtekarlığınla “Türk-Kürt kardeşliği” diye diye boyamadık göz, yıkamadık beyin, sürmedik temcit pilavı bırakmadın; ama asıl başarmak istediğin bu kardeşlik değil, başka bir düşmanlıktı senin:

Türk-Türk düşmanlığı!

Türk’ü Türk’e düşman ettin sen. Öz kardeşimi bana kırdırdın…
Kıbrıs’taki kardeşim bana kızgın, Azerbaycan’daki kardeşim bana kırgın… Ne Kırım’daki Türk’ü andın bir kez, ne Batı Trakya’dakini… Ne Almanya’daki kardeşime bir “merhaba” dedin, ne de Irak’takine…
Hepsinin anavatanı, can kardeşi, öz yurdu Türkiye’yi rezil rüsva ettin, yerlerde süründürdün.
Türkiye dışındaki Türk kardeşlerimle aramı bozdun benim. Seni o yüzden hiçbir şekilde ve hiçbir zaman affetmeyeceğim. Bir gün geldiğinde, sen en ağır cezalarda inim inim inlerken, Silivri ve Hasdal’da yaptıklarını anımsayıp zerre üzülmeyeceğim haline. Bir gün geldiğinde, mavi bir cezaevi aracına onlar gibi bindirildiğinde, arkandan flaşlar patlarken, camdan bak, beni göreceksin… O flaşların aydınlattığı yüzümde, sana tiksinerek bakan beni…
Sen bilmezsin, Türk geleneğidir, yola gidenin arkasından su dökülür ya, su gibi gitsin, su gibi gelsin diye; ben senin arkandan tüküreceğim, bir daha hiç gelemeyesin diye! Tükürüğüm kadar değerin olmadığı için yapacağım bunu, emperyalizmin salyası olduğun için yapacağım bunu…
Toprağa girsen, kanındaki zehirden etin çözülmez senin; beyninde yuva yapmış işgalcinin şirretiyle yekvücut yok olursun bir anda. İşte o zaman bu büyük ulusun ırzına geçmek neymiş, anlarsın. O toprak ki, bu ulusu büyük yapan Yunus’uyla, Mevlana’sıyla, Pir Sultan Abdal’ıyla, Köroğlu’suyla, Aşık Veysel’iyle, Mustafa Kemal’iyle yüzyıllardır harmandır; o toprak ki, seni altına aldığı zaman senin boğazına yapışacak nice yiğitle bize her zaman dermandır.
Alçaklığını ödeyeceksin, hem de çok ağır ödeyeceksin!
Azerbaycan’daki kardeşim için, Mustafa Kemal’im, “Azeri Türklerinin dertleri bizim dertlerimiz ve sevinçleri bizim sevinçlerimiz olduğu için, onların isteklerini elde etmeleri, özgür ve bağımsız olarak yaşamaları bizi pek çok sevindirir. Türk’ün mutluluğu ve mazlumların kurtulması yolunda Azerbaycan Türklerinin de kanlarını dökmeye hazır olduklarını söylemesi, istilacılara karşı Türk’ün ve mazlumların gücünü artırmıştır.” demişti.
Sen ne yaptın? Azerbaycan’ı her fırsatta sattın, Ermeni istilacılara harcadın.
Bir Hrant’a üzüldüğün kadar, Hocalı’da katledilen bin Azeri’ye üzüldüysen, Allah beni kahretsin!
Bursa’da, hem de “Atatürk” Stadı’nda oynanan Türkiye-Ermenistan maçına izleyicilerin Azerbaycan bayrağını sokmasını yasakladın. Yanında bayrakla gelen kardeşimden o bayrakları zorla aldın ve çöp kutusuna attın! Sen işte bu kadar Türk düşmanı bir hainsin… Mustafa Kemal’in coşkuyla sarıldığı Azerbaycanlı kardeşimin düşmanısın sen… Onun bayrağını yasaklayacak ve hatta çöpe atacak kadar haddini bilmez bir pisliksin!
Bilmediğin bir şey var ki; bugün o bayrağı birisi o topraklardan indirmeye kalksa, önce ben koşarım. Beni mi durduracaksın? Sana o zaman kahkaha atarım…
Sen bilmezsin, Mustafa Kemal düşmanısın; Hatay’dan nice mektup geldi o yüceler yücesi Mustafa Kemal’e, “Paşam, bizi de anavatana dahil et!” diye… O zamanlar Ankara’da, tüm dünyadaki Türklerin umut bağladığı, mektup yazacak kadar güç bulduğu yiğitler vardı. Baş yiğit de Mustafa Kemal’di…
O yiğide dediler ki bir gün, “Paşam, Fransa ile aramızı bozmayalım şimdi. Yeni savaştan çıktık, yeni bir gerginlik doğmasın.”… “Ne münasebet efendim!” dedi, “Bu benim şahsi meselemdir. Gerekirse, üzerimdeki cumhurbaşkanı kıyafetini çıkarır, askeri üniformamı giyer, Hatay’a giderim. Orada bir Kuvayı Milliye kurar, yeni bir Milli Mücadele başlatırım!”…
Türk’ün özgürlüğü ve mutluluğu için mevkisini bırakmayı bir an dahi düşünmeyecek yücelikte birisiydi Mustafa Kemal; o mektuplar o yüzden O’na yazılıyordu.
Bugün sınırlarımız dışında hangi Türk sana mektup yazar, sana umut bağlar?
Sen, Türk’e karşı düşmanlığınla o günkü Fransız’ı bile mumla aratırsın!…
Bırak sınırlarımız ötesindeki Türk’e yardım etmeyi; özellikle son on yıldır, Musul’da, Kerkük’te ve Erbil’de binlerce Türk kardeşim katledilirken, gıkın çıkmadı senin. Oradaki Türk kardeşlerimin cesetleri üzerine inşaat diktiriyorsun şimdi, çevrendeki Kürt-İslamcı müteahhitlere teşvik kredileri verip… Bunu da göğsünü gere gere anlatıp, Kürt çetelerinin öldürdüğü Türk bebelerinin üzerine basarak kürsülerde konuşma yapıyorsun… Kars’taki “İnsanlık” anıtını getirip senin evinin önüne dikmeli aslında; belki haklarını bas bas bağırarak savunduğun Iraklı zalim Kürtler kadar, evet en az onlar kadar, Iraklı mazlum Türklerin de “insan” olduğunu öyle öğrenirsin…
Ama dedim ya, Türk düşmanı alçak, bunları birer birer ödeyeceksin!…
Kıbrıs’taki kardeşimi sen düşman ettin bana… O benim kardeşimdir, bir sitemi varsa, dinlemek; bir yanlışı varsa, anlayışla düzeltmek, benim ilk görevimdir.
O benim özkardeşimdir, “besleme” değilHa diyelim ki, yılda bilmem kaç lira param gidiyor… Giden her bir kuruşumu sonuna kadar helal ederim ben ona. Senin ihaneti öğrendiğin yobaz, tek kalemde ve bir gecede benim trilyonlarımı yedi; ses çıkarmadın, hatta affedip, üstünü örttün. Örtülü hırsızlığından kimbilir hangi cemaatlere ne kadar akıtıyorsun… Sen kim oluyorsun ki, şimdi benim kardeşime gönderdiğim paraya laf ediyorsun?
Bir gün gelir de, Ankara’daki kasada para biterse, benim cebimdekinin yarısı o kardeşimindir.
Asıl besleme olan sensin… Şeyh Sait beslemesi… Hatta ABD’nin BOP için çektiği besmelesin!

Ama doğru, yobaz hırsız, ev sahibini bastırır… Sana hatırlatırım; bu evin sahibi, Mustafa Kemal’in yolundan giden Kemalistlerdir. Biz senin gibi ne alçaklar gördük, hiçbiri bastıramadı da, sen mi bastıracakmışsın?

Sen ancak emperyalizmin dansözlerine para bastırırsın!
Batı Trakya’daki Türk kardeşimi görmezsin, kapımızda acıdan kıvranır, ölür…
Almanya’daki Türk kardeşimi bilmezsin; ancak ve ancak Fethullah’ınızın cemaatindeyse ve senin Türkiye’deki kasana para akıtıyorsa bilirsin. Gayrısının derdi, umrunda olmaz…
Bense ne “gurbetçi” kardeşlerimi bilirim; ki arabasıyla binlerce kilometre yol gelip, Kapıkule’deki Türk bayrağını görür görmez, hüngür hüngür ağlayan… “Mustafa Kemal” denince oralarda yüreği dağlanan… Gidip, bir gözyaşını silmezsin…
Sen bir tek PKK bayrağı önünde gözyaşı dökenlere yaranmaya çalışır, Fethullah’ının sümüklü mendilini tutanları Ankara’ya taşırsın.
Ben, Kybele’nin memelerinden sütümü emmişim; anamın avucundan ayranımı içmişim… Dolaşırım Anadolu’yu Kuvayı Milliye’nin bir hayaleti gibi, benden korkun bundandır…
Hani Mustafa Kemal, “Arkadaşlar, gidip Toros dağlarına bakınız; eğer orada bir tek Yörük çadırı görürseniz ve o çadırda bir duman tütüyorsa, şunu çok iyi biliniz ki, bu dünyada hiçbir güç bizi yenemez!” diyordu ya, sana kötü bir haberim var:

O çadırda o duman hala tütüyor!

Bu Utku da Yörük’tür, yani “Yürüyen Türk”tür… Gün gelir, 1919 olur, Samsun’a yürür; gün gelir, 1922 olur, İzmir’e yürür; gün gelir, 1923 olur, Ankara’ya yürür… Mustafa Kemal’in izindedir yani… Her Türk gibi bilir ki, birileri onu toprağa gömmeye çalışırken, onun ellerinden tutup ayağa kaldıran Mustafa Kemal olmuştur. O yüzden sana sırtını, o güneşe yüzünü dönüp yürür… Yine Mustafa Kemal’den öğrenmiştir ki, dünyanın neresinde bir özkardeşi çığlık atsa, oraya doğru yürür.

Sana düşmanın olan benden bir kötü haberim daha var:
Tüm Türkleri öldürdüğünü sanırken, geriye yalnızca bir Türk kaldıysa bile, bu vatan için hala bir çözüm var demektir!
Ölmek mi?
Sana bir kötü haber daha vereyim hadi:
Bir Türk için vatanı uğruna ölmek, en kolayı, en kutsalıdır!
O yüzden seni düşündükçe asla umutsuz değilim… Umutsuzluk da neymiş? Daha dün yine sesini çıkarmazken sen, Çin işkencesinden geçirilip öldürülen Uygur’un bugün atan kalbiyim… Kırım’dakinin Karadeniz’den bakan gözüyüm… Beni bitirmek sandığın kadar kolay değil; Kürdistan haritası çizili alnını karışlarım senin!… ABD eyaletine benzeyen yüzünü avuçlarım senin!…
İtlerinden biri ayağıma pranga vursa, biri elime kelepçe taksa, biri boynuma kement geçirse ne olur?
Alayınız bir adam etmezsiniz; o yüzden bu Utku’ya da çok gelmezsiniz!
Bir canım var, onu alacaksa senin gibi bir Türk düşmanı alçak alsın… Nasıl olsa, sana karşı mücadele ettiğim için gittiğim yerde, beni “Hoş geldin çocuk!” diye gururla karşılayacak olan biri var. Benim bu bir canım da O’nun yoluna feda olsun!

UTKU ERİŞİK/Tiyatro Oyuncusu – Yazar

0 yorum:

Yorum Gönder